• liberal eğilimlerin baskınlığı olsa gerek, üretim tarzı tanımlanırken genellikle üretim araçlarına vurgu yapılarak teknik yön ön plana çıkarılmakta. üretim araçları da üretim tarzının bir parçası olmakla birlikte, çok daha önemli bir başka bileşeni daha var: üretim ilişkileri.

    üretim ilişkileriyle kastedilense en temel düzeyde sınıfsal sömürü ilişkisidir. bak şimdi althusser ne diyecek: "üretim tarzı, üretimin yeri olmakla birlikte, sınıf sömürüsünün de yeridir. ve bir sınıf mücadelesinin yeridir. sınıf ilişkileri ve sömürüye bağlı sınıf mücadelesi, üretim tarzının üretim sürecinde kurulur. bu sınıf mücadelesi proletaryanın sınıf mücadelesini kapitalist sınıf mücadelesinin karşısına çıkarır. bu iktisadi bir sınıf mücadelesidir, ama dolayısıyla ve aynı zamanda ideolojik bir sınıf mücadelesidir, bu nedenle, bilinçli ya da bilinçsiz, siyasal kapsamda bir sınıf mücadelesidir. tüm sınıf mücadelesi biçimlerinin belirleyici bir düğüm attığı tamamen siyasal sınıf mücadelesi de dahil, tüm diğer sınıf mücadelesi biçimleri, bu temeldeki sınıf mücadelesi içinde kök salmıştır."
    louis althusser (2005), yeniden üretim üzerine, ithaki yayınları, istanbul, s.75-76.
  • kapitalist üretim tarzı hakkında bu kadar az şeyin yazılmasına şaşıyorum yıllardır...

    kapitalist üretim biçimini genel olarak belirtmek gerekirse, ürünün meta değerine nasıl ulaştığına bakmamız gerekir. bir eşyanın meta değeri kazanması için;

    1- kullanım değeri
    2- değişim değeri gereklidir.

    şimdi çok basit anlatmaya devam edeceğim;
    marx, yukarıdaki iki değeri kullanarak, kapitalizm denilen sistemin bir sömürü düzeni olduğunu vurguluyor. kapitalizm bir işçiye (labor) verilen maaştan (wage) daha fazlasının kazanılmasıyla işliyor ve bu işçinin sömürüsü ile elde edinilen kazança artı değer deniyor. bu artı değer kapitalistlerin en bariz amacıdır. diyelim ki elimizde yenebilir bir tabak pilav var. yenebilir olması onun kullanım değeri'ni ortaya koyuyor. lakin, kapitalist sistemde, o ürünü satamazsan, onun değişim değeri '0' olarak kalıyor. işte bu noktada mantıksızlık ortaya çıkıyor; sizin elinizde çok güzel bir tabak pilav olmasına rağmen satamadığınız veya değişim değeri üzerinden satmaya zorunlu olduğunuz için dünyadaki bir çok aç insan o pilava kullanım değeri üzerinden sahip olamıyor. e bir burjuvanın da amacı, değişim değeri üzerinden mantığı işlediği için, her zaman daha fazla artı değer kazanabilmek oluyor ve elindekini kullanım değeri üzerinden paylaşmıyor.

    günümüz kapitalist üretim biçimi kısaca satarak mübadele edilmesi istenen pilavdır.
  • paul sweezy, marksizm üzerine dört ders, 26-31.
    ----------
    giderek büyüyen marksist yazında “üretim tarzı” kavramının fetişleştirildiğini söylemek sanırım abartı olmayacaktır. kavramın kendisine hiçbir itirazım yok. aksine, tarihsel araştırmanın bir aracı olarak dikkatle kullanıldığında genellikle yararlı olabileceğini düşünüyorum. bu, engels’in deyişiyle ifade edecek olursak, kavramın dayandığı “ayrımlar”ın aslında (toplumun ve tarihinin de ayrılmaz birer parçası oldukları) “doğada bulunduğu”nun, ama “ancak göreceli bir geçerliliğe” sahip olduğunun; yani bazı zamanlarda ve yerlerde oldukça geçerliyken, bazılarında daha az geçerli olduğunun, bazılarında ise hiç geçerli olmadığının farkına varılmasını gerektirir. bunlar, kavramın kendisine başvurularak değil de, yapılan irdelemeye ve analize dayanarak saptanabilecek konulardır.

    aksine bugünlerde bize sunulan şeyse, çeşitli şekillerde bir araya getirilip düzenlenmiş olmakla birlikte beğendiğini seç türü bir üretim tarzları açık büfesinden oluşan; engels’in sözleriyle “tahayyül edilen değişmezliklerinin ve mutlaklıklarının, doğaya yalnızca zihinlerimiz tarafından yüklendiği” bir tarih anlayışı. bu değişmezlik ve mutlaklık özellikleri zaman zaman öyle aşırı noktalara götürülüyor ki!

    bütün üretim tarzlarının aynı yapıya sahip olduğu ve toplumla ilişkilerinin aynı olduğu düşünülüyor. üretim tarzları etkileşim içindeki iki parçadan oluşuyorlar: üretici güçler ve üretim ilişkileri. bu ikisi bir arada altyapıyı oluşturuyorlar; yönetimi, yasaları, dini, kültür ve sanatı, eğitim ve fikirleri, kısacası altyapıda zaten içerilmemiş olan her şeyi kapsayan üstyapı bu altyapıya dayanıyor. üretim tarzları elbette durağan yapılar değiller, ancak keyfi ya da gelişigüzel şekilde de değişmiyorlar. neyse ki, hepsinin oldukça benzer biçimde işlemesi, tarihte neler olduğunu anlamak isteyenlerin işini kolaylaştırıyor. normal işleyen bir üretim tarzında, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında bir mütekabiliyet vardır: üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesini teşvik ediyor. ancak, zamanla üretici güçlerin gerisinde kalan üretim ilişkileri, teşvik edici özelliğini kaybederek âdeta gelişmeyi köstekleyen bir pranga hâline geliyor. böylece, üretim ilişkilerini ve bu ilişkilerle birlikte bizzat üretim tarzını da dönüştüren bir devrim dönemi başlamış oluyor. yeni altyapıyla birlikte üstyapı da daha az ya da daha hızlı bir şekilde dönüşüm geçiriyor ve döngü yeni baştan başlıyor.

    tarihin anlaşılmasında kullanılan ve her yerde geçerli gibi gözüken şema işte böyle bir şey. değişimin başlama noktası, yönü ve yolları ayrıntılarıyla çiziliyor; süreci hızlandıracak ve karşılaşılan pürüzleri giderecek, verili bir üretim tarzının gelişiminin farklı aşamalarında kullanılabilecek farklı beşeri müdahaleler için uygun noktalar az ya da çok açıkça belirleniyor. bu düşünce tarzının marksist kuşaklar için böylesine büyük bir cazibe kaynağı olmasına, neredeyse herkesin par excellence bir devrimci dönem olduğuna inandığı günümüzde hiç durmaksızın kendine yeni taraftarlar bulmasına şaşmamak gerek
    .
    cazibesine karşın bunun gerçekten de marksist bir düşünce tarzı olup olmadığını sorgulamalıyız. bu anlayışın kökeninde, marx ile engels’in bir yerde ama sadece bir yerde, marx’ın ekonomi politiğin eleştirisine katkı (1859) isimli yapıtının kısa önsöz’ünde yazdıkları yatıyor. bilimsel bir teoriyi açıklama amacı taşımayan bu önsöz, okurların kitabı ve hangi bakış açısıyla yazıldığını anlamalarına yardımcı olacak bilgiler veriyordu. bu bilgilerin çoğu otobiyografik nitelikteydi; yazarın araştırmalarında kitabın konusu olan ekonomi politiğe nasıl odaklandığını açıklayan bazı bilgiler. bu bilgiler, “bir kez ulaşıldıktan sonra, … incelemelerimde yol gösterici ilke olma işlevini gören … genel bir sonucu” doğurur. ardından, yukarıda kabataslak resmettiğimiz (üretici güçler ve üretim ilişkileri, altyapı ve üstyapı, devrimci dönüşümler) şemasının son derece genel hatlarıyla yapılmış bir sergilemesi yer alır. “genel sonuç”, marx’ın düşüncesinde şüphesiz birbiriyle yakından bağlantılı olan, ancak o günden bugüne tarihin pek desteklemediği iki konuyla ilgili spekülasyonlarla sona erer: (1) “bir toplumsal sistem”, der marx, “içerebildiği tüm üretici güçler gelişmeden önce asla yok olmaz; maddi koşullar eski toplumun rahminde olgunlaşmadan önce yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri asla ortaya çıkamaz”. (2) “ana hatlarıyla bakıldığında, asya, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumun iktisadi sisteminin giderek ileriye doğru giden dönemleri olarak nitelendirilebilirler. burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin en son karşıtlık içeren biçimidir…; ama burjuva toplumunun rahminde gelişen üretici güçler aynı zamanda bu karşıtlığı çözüme kavuşturacak maddi koşulları yaratırlar. dolayısıyla, bu toplumsal sistemle birlikte insan toplumunun tarih öncesi sona ermiş olur”.

    genel hatlarıyla formüle edilmiş bazı ifadeleri öne çıkarmak yerine önsöz’ü bir bütün olarak ve bağlamı içinde inceleyecek olursak, marx’ın genel olarak tarihten değil, kapitalizmden bahsettiği yanılgıya yer bırakmayacak bir açıklıkla görülecektir. ekonomi politik elbette kapitalizmin ekonomi politiği demekti: marx bu ifadeyi her zaman bu anlamda kullanmıştır. bu nedenle, marx’ın “genel sonucu”na yol açan diğer toplum biçimlerinin değil, sadece kapitalizmin incelenmesiydi. üretici güçler/üretim ilişkileri ve altyapı/üstyapı şeması açıktır ki marx’ın, kökenleri, gelişimi ve tahmin edilen geleceği dahil olmak üzere kapitalizmi incelemesinden ortaya çıkmıştır. büyüyen üretici güçlerle uyumsuz hâle gelmiş üretim ilişkilerini dönüştürecek devrim şüphesiz ki hem burjuva devrimine, hem de marx’ın gerçekleşeceğinden emin olduğu proleter devrime atıfta bulunuyordu. asya, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzlarını, “toplumun iktisadi sisteminin giderek ileriye doğru giden dönemleri” olarak sıralayan tek bir cümlenin buraya eklenmesi bu yorumla çelişmez. bu cümlenin buradaki anlamı kapitalizmin, uzunca bir “karşıtlık içeren” toplum biçimleri silsilesinde (ve marx’a göre bu silsilenin en sonunda) yer aldığını vurgulamaktı. marx’ın, asya toplumlarıyla ilgili –hindistanlı marksist tarihçi bipan chandra’nın sözleriyle asya toplumunu “kendi içinde değişmesi mümkün olmayan, durgun ve değişmez bir toplum” olarak değerlendirdiği– (hatalı) görüşünü tam da ekonomi politiğin eleştirisine katkı’nın şekillenmekte olduğu 1850’lerde benimsemiş olması, kapitalizme özgü işleyiş yapısını ve tarzını daha önceki toplumlara uygulamak gibi bir düşüncesinin olmadığının kesin bir kanıtıdır. hem bu görüşü, hem de katkı’nın önsöz kısmında ileri sürülen şemanın evrensel uygulanabilir olduğu inancını aynı anda savunmak mümkün olamazdı. ayrıca, marx ile engels ne başka bir yerde bu şemayı ayrıntılı olarak açıklamışlardır, ne de kapitalizm öncesi toplumları anlamak için bu şemayı kullanmaya kalkışmışlardır. bunu yapmaya çalışanlar daha sonraki marksistlerdir: bunu da yaptıklarının marksist tarih yorumunun mantıksal bir doğal sonucu olmasından ötürü değil, kendilerine özgü sebep ve amaçlarla yapmışlardır.
    ----------
hesabın var mı? giriş yap