• (bkz: marshall planı/@galatyphoon)

    1945 ile günümüz arasında süregelen amerikan hegemonyasını üç ana döneme bölebiliriz.

    • 1945 - 1973 arası dönem. bretton woods toplantıları ve marshall planı vasıtası ile abd hegemonya kurmaya çalışmıştır. bu dönemde amerika ve müttefikleri uyuglamaya konan plan üzerinde hemfikirlerdir. sovyetler’i saymazsak, abd’ye kendi müttefikleri içinde muhalafet yok gibidir.

    • 1973 – 1999 arası dönem. bu dönemde, altın standardı tamamen terk edilmiş, abd doların sırtını petrole yaslamıştır.

    • 1999’dan bugüne kadarki dönem. bu dönemde abd’ye kendi müttefikleri içersinde dahi ciddi muhalefet ortaya çıkmış, abd artık tam bir emperyal güç gibi tek başına hareket etmeye başlamıştır. avrupa birliği ve uzakdoğu ile yaşanan rekabet ve ilişki doğrultusunda politikalar oluşturulmuş, saldırmasını beklemeden saldır (pre-emptive war) politikası sayesinde herhangi bir ülkeye tam olarak geçerli neden öne sürülmeden saldırma ve işgal etme stratejisini uygulanmaya başlamıştır.
  • şu the economist videosunda ele alınan olgu:
    https://www.youtube.com/watch?v=bzntifvnbhi

    ulan paso link atıp kaçıyorsun diye söven arkadaşlarımın hatrına iki kelam edeyim:

    şahsi kanaatimce iyisi ile kötüsü ile post-ww2 dünyada büyük ölçüde insanlık namına diptoplamda olumlu etki etmiştir. abd'nin izole kaldığı bir post-war dünyayı hayal etmek pek kolay değil bile.

    abd 1990 sonrası dönemde tek elde toplanan hegemonyayı gittikçe genişleyen batı ittifakına ((bkz: avrupa birliği)) daha da yayarak multi-source olan bir batı hegemonyasına evirmiştir, ancak elbette abd özellikle “güvenlik” konsepti ve dolar dominasyonu çerçevesinde sistemin çekirdek hegemonyası olmaya devam etmiştir.

    günümüzde bölgeselleşme ve unipolar dünyanın multi-polara evrilmesi tartışmaları sürerken, ki bu tartışmalar ezelden beri vardır, bu defa empirik olarak da ölçülebilecek bazı göstergeler abd'nin göreli stagnasyonuna işaret ediyor.

    çoğu kişinin katılabileceği net bir gerçek varsa o da abd'nin post-90 gücünü ve liberal interventionismi iyi yönetemediğidir. kaçan fırsatlar çok. rusya sırtüstü yatmış, çin'i daha olumlu bir yola sokmak için çoa
    fırsat var vs ama geldiğimiz noktada anti-liberal güçler her yerde ve batı'nın demokratik kurumları içeride sarsılıyor. bu kadar güce kaynağa rağmen afganistan'da sıkışmaca, çöküp kurulup tekrar çöküp kurulan ırak falan gerçekten yazık.

    ama hala abd'nin dominant konumunu kaybetmesinin zor olduğunu söyleyebiliriz.

    bunda en önemli faktör abd'nin kültürel ve ekonomik sisteminin yaratığı sinerjiden doğan finansal sistem ve bunun bütün dünya ekonomisini güvenli likidite ile besleyebilmesi.
    temel faktör bu; peki bu faktörü ne bozabilir? abd'nin ekonomik yapısında bozulma.
    ne demografik olarak, ne doğal kaynak erişimi olarak, ne ticaret potansiyeli olarak, ne yatırım ne de tüketim potansiyeli olarak (demografi demiştik) abd ekonomik modeli olumsuz anlamda dönüşümün eşiğinde. zaten hala en çok beyin göçü alan inovatif ekonomik sisteme sahip diyar.

    abd hegemonyasını şu aşamada ciddi anlamda zorlayacak tek şey abd'nin dış güçlerin (hahaha yok gerçekten ama) de kurcaladığı kutuplaşan siyaseti. abd eski bi-partisan dış politika davasını yitirmiş durumda ancak herşeye rağmen biden'ın ekonomiyi güncelleme yatırımı girişimine en azından kongre seviyesinde bipartisan destek gelmesi abd elitinin durumun ciddiyetinin farkında olduğunu gösteriyor.

    hayırlısı bakalım.
hesabın var mı? giriş yap