*

  • özürlü bir çocuğu sevmek gibidir.
  • yürekten bir sevgidir bu. tüm kalbimle, tüm yüreğimle ankarayı çok seviyorum. sokaklarında the clash dinleyip, joe strummer angara bebesidir diyip bununla gurur duymaktır bu sevgi. ulustan kızılaya yürürken vücudunun heryerinde ankaralı olduğunu hissetmektir bu sevgi. karında ayazında içmesi en zevkli yerdir ankara. ve son söz, istanbul'un tek güzel yanı, ankara'ya dönerken ki verdiği mutluluktur.
  • ankara’yı sevmek, ankara’da yaşayıp, ankara’yı sevenler dışında kimsenin kolay kolay anlayamayacağı bir şey sanırım. anlaması kolay olmuyor zaten cümlenin içinde bu kadar çok ankara olunca. ben kendi ankara’yı sevmemi ve nedenlerini anlatayım biraz.

    lise yıllarımda başlıyor bu sevginin tohumları. hep (bkz: odtü)’de mühendislik okumak istedim. benden önce en yakım arkadaşım gitti. okumaya, sevmeye başladı. önce odtü’yü sevdi, sonra ankara’yı. o sevdikçe anlattı, ben dinledikçe sevdim. o bir yıl böyle geçti. ankara’ya gitmeyi, odtü’de okumayı hayal ederek.(hikayenin sonunu merak edenler için ne mühendislik yazdım ne ankara’yı)

    ankara sevgisinin diğer bir yanıda (bkz: behzat ç) idi. yayınlandığı her bölümü izleyip sevdiğim, üzerine konuştuğum dizi; bana ankara’yı daha çok sevdiriyordu. caddeleri, heykelleri, şivesi, pavyonları;)

    bir başka yönü ise ankara aşıklarının bildiği, bilip okuduğu (bkz: barış bıçakçı) ydı. ilk kitabını internette bu senenin en iyi 100 romanı tarzı bir listede alıp okumuştum. hala en sevdiğim ve kaç kere okuduğumu bilmediğim: bizim büyük çaresizliğimiz... sonra tüm kitaplarını okudum. okudukça hayran kaldım, okudukça daha çok sevdim barış bıçakçı’yı da ankara’yı da...

    her şey birleşmişti ankara’yı sevmem için zaten ama üzerine bir de tatlı geldi. eski sevgilim( ilk kız arkadaşım) odtü’de okuyordu. üniversitenin ilk yılları en kötü 2 ayda bir gittim geldim ankara’ya. odtü’süyle sevdim. publarıyla, türkü barlarıyla, çaycısıyla, ankaray ile, ayrılırken üzülerek sevdim. yıllar geçti kız arkadaşım olmasa bile ankara’da ayrılırken üzülüyorum.

    hiç yaşamadım ankarada.(eski sevgilimi ya da en yakın arkadaşımı en fazla bir hafta süren ziyaretlerimi saymazsak) bilmiyorum yaşasam sevgim devam eder mi bu şekilde? ama barış bıçakçı’nın cümleleri ümit veriyor devam edeceğine: "istanbul'da gün boyu dolaşırken dünyanın haline üzüldüm. ankara'da insan sadece ankara'nın haline üzülüyor.” (bkz: sinek ısırıklarının müellifi) (sayfa: 24)
  • takım elbise ciddi surat ikilisine alışık olmayan veya bundan haz etmeyenlerin anlamadığı, anlayamayacağı duygu durumu. ağır bir şehirdir, kolay kolay kaldırılamaz.
  • ilkokulda ankara marşlarını ezberlemekle başlar, bilinçaltına o zaman yerleşir, sonrasında da sökülüp atılamaz nereye giderseniz gidin.
  • ankarayı duyulan iki tip duygu vardır;birinin içi bir türlü ısınmaz,diğeri de neden içi ısınmadı diye bi bozulur ankara adına,bir gri şehir,bir de neyini sevmiyosun meselaağcılar kafakafaya gider daima...
    benim hayatımın küllerinden doğuşudur ankara...burda yenilendim burda evlendim buna rağmen sevemiyorum kardeşim ,boğuyo insanı,kaldı ki denizle alakası yok ben denize sıfır evlerde doğup büyüdüm trabzonda çok severim denizi,ama kalkıp bir dağ başına kamp atıncada deniz aramıyo gözün her yerin ayrı bir tadı var,sevmememdeki sebep deniz değil çıkalım bunu,sevmem o klişeyi,bir şehrin güzelliğinin baş şartı deniz mi yani ? peki sebep nedir? bir kere yapılaşma bu kadar sevimli,kat sınırı varken,klasik ankara evleri ve tatlı ağaçlı sokakları varken bir anda harlanan rezidans aşkınızdan miğdem bulandı.ünlü yazar joseph campbell ne güzel söylemiş:
    “bir toplumun neye inandığını görmek isterseniz, ufuktaki en yüksek binaların hangi işlere adandığına bakın.”
    kısaca mahalle dokusu yok olmuş bir şehir.sonra cadde dediğin şeyde bir hayat akmalı,sendeki hayat saat 10 da kızılayda maltepede pavyonların başlamasıyla pavyoncu kesimin dışındakine bitiyor,aşırı lüks mekanların var tabi şehrin farklı yerlerine serpiştirmişsin oraya da orta sınıf gidemiyo zaten,yani bir cadde anlayışın yok maalesef,ulus ve kızılay varoştan geçilmiyo.bana bir şehir meydanı gösterin mesela,kızılaydaki kavşak,bir meydan ferahlığı bu şehirde kalmamış,ama park desen gırla hakkını yiyemem çok parkı var ama bunlarda öyle çok kendine özgü parklar değil,bir istanbul yıldız parkının yanından geçemez hiç biri boş yeşil alan ve oyuncaklar..yerel tarzın ağzına tükürmüşler zaten,ahh o ulustaki tarihi doku,kaleden bakınca yozlaşmış bir şehirden başkası görünmüyor,bir hocam demişti ki "at pazarını örnek alalım,adı değişmemiş nadir bir bölgedir mesela bu bölgeye bakınca görüyoruz ki burada hayvancılık hakimmiş,bu yüzden yer adları ota boka değişilmemeli"diye...at pazarının şimdiki halini bilen bilir...bir diğer konu yürünebilir şehir...gazide okuyorum yenimallede oturuyorum balkondan okulu görüyorum fakat yürüyerek gidemiyorum,çünkü ölümcül otobanlar,kapalı refüjlerden geçemem bir kere denedim de trafiktekiler anama sövdü,her yer asfalt herrr yerrr,tehlikeli noktaları dolmuşla geçip öyle varıyorum okula... ne kaldı elimizde ,asla araçla gidilemeyen hamamönü tarihi dokusu,anıtkabir,toplu taşıma ile ulaşılamayan ankara kalesi,şehrin çok dışında tatlı beypazarı ilçesi,torpilsiz arabanın giremediği eymir ve mogan gölleri...gerisi avm,rezidans ,asfalt,üzgünüm ankara...ya aşık olunur ya okunur demişlerdi ikisinide yaşadık ,yinede sevemedik,kusurumuza bakma...
  • zamanında ne işim var lan burada dediğin şehrin, döndükten sonra burnunda tütmesidir.

    değişik bir şehir, resmen varlığının kıymetini bilmeyeni yokluğuyla terbiye ediyor.
  • sınıfın tüm güzel kızlarının sevgili yapması sonucu sana ilgisi olan en tıfıl kızı sevmek zorunda kalmak gibi bir şeydir. tercih değil zorunluluktur biraz da.
hesabın var mı? giriş yap