• avcılık, tarihte asker ve savaşçı bir millet olarak kabul edilen türklerde hayvancılığın yanı sıra, hem ekonomik getirisi bakımından hem de sivil hayatta da olsa savaşa hazırlık antrenmanı olması bakımından (at üzerinde hız kazanma, attığını vurabilme, sürek avlarında olduğu gibi organize hareket edebilme, pusu kurabilme vs) büyük önem taşıyordu.

    zira atıcılıkları ve binicilikleriyle tanınan türkler avlanırken de at üzerinde olur ve genellikle ok ve yay kullanırlardı.

    dolayısıyla avcılık daha hunlar zamanında kurumsallaşmış ve birçok avcılık türü ortaya çıkmıştı. bu kadarını hem çin kaynaklarından hem de bengü taşlardan* (mesela ulu kem yazılı kaya resimlerindeki ve saymalıtaş kaya resimlerindeki/petrogliflerindeki av sahneleri gibi) biliyoruz.

    ama açıkçası sibirya'da ve orta asya'da hala mevcut olan, türkiye'de ise unutulan türk (ve moğol) av ritlerinin xııı. yüzyıldan öncesiyle ilgili elimizde çok da fazla bilgi yok.

    çin kaynaklarına göre kırgızlar, akrobatlar ve eğitilmiş hayvanlarla sirk benzeri topluluklar kurmuş ve buralarda av sahneleri sergilemişler. avla ilgili tasvirlerin, petrogliflerin ve canlandırmaların eskiden beri avda başarılı olmak için bir çeşit büyü amacıyla yapıldığı söylenegelse de jung, bu sahnelemelerin ilkel* dönemlerde bir insana yapacağı işin ne olduğunu anlatabilmek için gerçekleştirildiğini söyler.

    çin kaynaklan hun şanyu'sunun*her yıl dağda göğe at kurban verdiğinden bahseder. bu kurban törenlerinde özellikle beyaz at kullanılırdı çünkü siyah at daha çok yer'e (ya da erlik gibi karanlık tanrı/ruhlara) sunulurdu. proto türk ya da hun devrinde gördüğümüz bu göğe kurban işlemi göktürk devrinde de sürmüştü ve bu devirde de av esnasında ak at vurularak kurban edilirdi.* bu av sırasında kurban verme ayini choulardan itibaren hemen hemen bütün türk boylarında vardı.

    divanü lugati’t-türk’te ise, sığır adı verilen bir avlanmadan bahsedilir.

    “sığır: hanların halkları ile beraber yaptıkları bir çeşit av. öyle ki hanın adamları ormanlara ve kırlara dağılırlar, yaban hayvanlarını önlerine katarak hanın olduğu yere doğru sürerler; o, yorulmaksızın bulunduğu yerden önüne çıkan hayvanları vurur. sürgün avı” (divanü lugati’t-türk, 1. cilt, s. 364)

    zira türklerin en çok tercih ettiği avlanma şekillerinden biri sürek avıydı. sürek avı av hayvanlarının çeşitli yollarla kovalanarak belirlenmiş bir yere toplanmasına ve bu şekilde daha kolay avlanmasına dayanıyordu ve bu av sırasında av için eğitilmiş diğer hayvanlar kullanılırdı. bu avlar aynı zamanda en etkili savaşa hazırlık aşamalarında biriydi çünkü bu esnada türkler, savaş taktiklerini (turan taktiği/ kurt oyunu gibi) pratiğe geçirmek için fırsat buluyorlardı ki gözünüzde öyle on beş, yirmi kişiyle yapılan avlar canlanmasın mesela çin kaynakları m.ö 62 yılında hun imparatorunun idaresinde gerçekleştirilen sürek avına 100.000 süvarinin katıldığını yazar.
    ve yine böyle büyük avlardan sonra şölen düzenlemek de çok eski dönemlere dayanan bir gelenekti.

    bir benzerini ırk bitig'de gördüğümüz bu avlanmada, hayvanlar kuşatılır ve hayvanı bizzat kendi eliyle tutması için hükümdara yönlendirilirdi.

    “(2-1-2) 63. hanın ordusu ava çıkmış. avlak içine bir erkek karaca girmiş. (onu) elleri ile tutmuşlar. (hanın) bütün sıradan askerleri seviniyor, der. öylece biliniz. bu fal iyidir.”*

    anlam bakımından çok zengin olan bu rit, hanın avcılıktaki ayrıcalığını, ilk avın izleği olan kan dökme yasağını hatırlatır bize. avcılıktaki bu ayrıcalık, toplumsal hiyerarşiden ve ilk cinayetin temsil ettiği tehlikeden ileri gelir ki bu sürek avlarındaki katliamın sorumluluğunu hanın üstlenmesiyle de ilgilidir.

    bir diğer avlanma şekli olan ve günümüzde hala kazakistan ve kırgızistan’da devam eden kartalla avlanmada ise kartalın yakalanması ve eğitilmesini de içeren zorlu ve uzun bir süreç gerekir.

    genellikle tavşan ve tilki avlamak için kullanılan bu yöntemde kartal sahibine bürkütçi denir. (günümüzde bürkütçilerin sayısı çok az ve olay da biraz turistik biraz şova dönüşmüş durumda)

    ergenlik çağına gelen erkek çocuklarının kendini kanıtlaması için düzenlenen erginleme* törenlerinde ise avın hakkını vermesi, kendi adına avlanması gerekirdi ki bunun için önceden eğitime tabi tutulurdu. bu yaş da büyük ihtimalle ikinci müçeldi.* ama özellikle hanedan üyeleri arasında 10, 11 yaşlarına kadar indiği de olurdu.

    (şimdi bizde şöyle bir aile klasiği vardır. baba, hafta sonları bulduğu boş bir arazide çocuğuna araba kullanmayı öğretir. o yüzden özellikle erkek çocuklar 18 yaşına geldiği zaman araç kullanmayı zaten öğrenmiş olur. heh işte hunlarda da evin babası daha küçük yaşlardan itibaren erkek çocuğunu koyunun üzerine oturtup kuş ve fareye ok attırıyor, sonra biraz büyüyünce tilki ve tavşan avlatarak onu hayata hazırlıyor)

    mircea eliade, yakutların av tanrısı bay bayanay’dan bahseder. göğün doğu bölgesinde oturan, tarlalarda ve ormanlarda bulunabilen ve siyah manda kurban edilen bu tanrı, panteonda yer su tanrılarından biriydi.

    dağ keçisi ve geyik avıyla geçimini sağlayan karaçay malkar türkleri, apsatı adı verilen bir av tanrısına inanırlardı.

    şor türkleri, sangır dedikleri bir tözün kendisine saygı gösteren avcılara yardımcı olduğuna inanırdı.*

    altay türklerine gelince, av sırasında dağ ve orman ruhlarının (bu orman ruhları güzel hikayeler dinlemeyi sevdikleri için avcılar, bir hikaye anlatıcıyı yani kayçıyı da yanlarında götürür ve ona da avdan eşit pay verir) kendilerini koruduğuna ve avda içten bir inanç ve temizliğe sahip olmanın gerektiğine inanırlardı.

    avcı, avdan önce karısıyla birlikte olmaz, kimseyle konuşmazdı. (kadınlar genellikle avcı ve aletleri için tehlikeli bir biçimde kirli kabul edilir ve avla ilgili her şeyden uzak tutulur.)

    avdan önce avlanacakları ormanın ruhundan izin alırlardı.

    (izin kelimesine fazla takılmayın dua ediyorlar yani. şu alkış*örneğinde olduğu gibi;

    “avlanmaya gelmiştim,
    attığım okuma rastlarsan kızma!
    okum değerse darılma!
    avlanma amacıyla geldim!
    bana, çoluk çocuğuma kürk gerek,
    lezzetli etin gerek.
    ağacın, taşın, akarsuların,
    yüksek dağların iyeleri kızmayın,
    av hayvanlarınızı verin!”)

    altaylı avcılar, yol boyunca fazla konuşmaz, gülmez veya tartışmazlardı. önlerine obo çıkarsa onlar da taş koyup saygılarını sunarlardı. *

    bazen avda başarılı olabilmek için avdan önce şaman/kam ayini yapıldığı da olurdu.

    av bitiminde hemen orada bir miktar et pişirilerek orman ruhuna saçı* yapılır ondan sonda da avın bütün ganimeti eşit olarak paylaştırılır hatta yoldan geçenlere bile pay verilirdi. (bu yoldan geçene pay verme ya da şirolga / savga denen adet, çok eski bir türk geleneğidir) avın eşit olarak dağıtılması adalet, hakkaniyet ve dayanışmanın yanı sıra öldürülen hayvanların sorumluluğunun da paylaşılması anlamına gelirdi.
    (bugün bile altay cumhuriyeti’nin en önemli gelir kaynaklarından biri avcılıktır)

    alageyik efsanesinde alageyiğin peşinden ölüme giden halil’in hikayesi gibi masallar ve mitler de var ki mitolojide yakalanamayan bu avların avcıyı karanlık yer altına ya da ölüme çeken kötücül ruhlar olduğu düşünülürdü.

    evcilleştirilen hayvanlar için uyulan kan dökme yasağını av hayvanı için de uygulamak zordu. okla avlanmanın yanı sıra (bazen okların ucuna yuvarlak cisimler konurdu) av hayvanlarının avcıların bulunduğu yere güdülmesi suretiyle bunları av için eğitilmiş şahin veya doğan, kement, tuzak, taşlama, kırbaç vb kullanarak avlama yöntemleri de tercih edilirdi.

    avcı bazen havyanın postunu giyer ya da onun sesini taklit ederdi. eski türklerde av hilesi, av hayvanını aldatmak için değil onun ait olduğu topluluğa girmek için yani diğer bir deyişle av ve avcının yaşamlarının iç içe geçmesi için gerekliydi bu aynı zamanda avlanan hayvana duyulan saygının da bir göstergesiydi ki saygı derken mesela av hayvanı için kötü şeyler konuşmak hatta adını telaffuz etmek de yasaktı.

    öldürülen hayvandan özür dileme, çok eski bir gelenek olmakla birlikte genel olarak, öldürme eylemi, savaştakine benzer kanunlara göre yapılırdı. mesela kapanmış olan av çemberinden birkaçının kaçıp gitmesine izin verilirdi. (tabii burada başat neden türün neslinin tükenmesi endişesi, ihtiyaçlarından fazlasını asla avlamıyorlar) ve tabii ki her boy kendi ongon hayvanına asla dokunmazdı.*

    hayvanın yeniden canlanmasını sağlamak için, iskeletine özen gösterilir, kemiklerinin hiçbiri kırılmazdı. hatta kaza ile kaybolan bir kemik varsa onun yerine, tahtadan bir parça eklenirdi.

    ister kişisel avlanma olsun ister toplu yapılan büyük avlar olsun, avcılığın bütün yıl boyu yapılması serbest değildi mesela sürek avları kışın yapılır. hayvanların üreyip çoğalabilmeleri için bahar* ve yaz* ayları avlanılmazdı.

    eski türk kültüründe, avcılığın yalnızca gıda kaynaklı olmadığını, kürk için de avcılık yapıldığını biliyoruz.

    “sarı altınlarını, beyaz gümüşlerini, kenarlı ipek kumaşlarını, kokulu ipeklilerini, has atlarını, aygırlarını, kara samurlarını … gök renkli sincaplarını türküme halkıma kazanıverdim” (orhun yazıtları, bilge kağan)

    burada altın, gümüş, ipek, at, aygır gibi türk halkı için ekonomik değer arz eden eşya ve hayvanlar sıralanırken, kürkünden yararlanılan samur ve sincap da sayılmış….

    dede korkut hikayeleri’nde gördüğümüz av avlamak, kuş kuşlamak deyimleri daha eski dönemlerde de karşımıza çıkıyor.

    mesela yenisey yazıtları'ndan birinde töles bilge tutuk ismindeki bir beyin mezar taşında da “iç yer ceylanları çoğalsın (onları) vuracak alp tutuk (artık) yok.... toğday turnaları çoğalsın (onları) avlayacak (kuşlayacak) bilge tutuk (artık) yok” sözleri dikkat çeker.

    12 hayvanlı türk takvimi’nde yıllara adını veren hayvanların belirlenmesi, divanü lugati’t-türk’te şu av olayı ile anlatılır:

    “…bunun üzerine hakan ava çıkar; yaban hayvanlarını ılısu'ya doğru sürsünler diye emreder. bu büyük bir ırmaktır. halk bu hayvanları sıkıştırarak suya doğru sürer. bu hayvanlardan avlarlar; birtakım hayvanlar suya atılırlar; on ikisi suyu geçer; her geçen hayvanın adı bir yıla ad olarak takılır…”*

    yine divanü lugati’t-türk’te gördüğüm avcılıkla ilgili şu savla bitirelim:

    “awçı neçe al bilse adığı ança yol bilir./ avcı ne kadar al bilse ayı o kadar yol bilir.”
    (avcı ne kadar av hileleri bilirse, ayı da o kadar kaçacak yolları bilir. bu sav iki kurnaz kişi karşılaştıkları zaman söylenir.)
    (divanü lugati’t-türk, 1.cilt, s. 63)

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    yves bonnefoy - mitolojiler sözlüğü
    divanü lugati’t-türk - kaşgarlı mahmut
    yaşar çoruhlu - türk mitolojisinin ana hatları
    ferah türker - altay türklerinde avcılıkla ilgili pratıkler ve efsanelerdekı yeri
    pertev naili boratav - türk mitolojisi
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap