• meclis lojmanlarında öldürülen ilk ve tek kişi. 1991 öldürülen mustafa güngörün cinayeti faili meçhule karışmıştır. babası erol güngör cinayetin romanını yazmıştır.bu cinayette rujla duvara ssg* yazılması beni dumurlara sürüklemiştir.
  • 24 haziran 1991 tarihi, kurban bayramı'nın ikinci gününe denk geliyordu. o sabah tbmm lojmanlarında herkes birbiriyle bayramlaşırken, aynı lojmanların 6. sokağında bir cinayet işlendi. shp, izmir milletvekili erol güngör'ün oğlu 21 yaşındaki mustafa güngör hem boğulmuş, hem bıçaklanmış, hem de silahla vurulmuştu. meclis lojmanlarının tarihindeki bu tek adli vakada kolayca sonuca varılabileceğini düşünmüştü herkes.

    öyle ya, orası türkiye iktidarının merkeziydi ve yasa yapıcılar da orada oturuyordu. bu işin peşini bırakmazlardı. ama öyle olmadı. cinayetin ardından mustafa'nın çapkınlığından dem vurulacak, bazı milletvekili eşleriyle beraber olduğu için öldürüldüğü konuşulacaktı. ama nerede bu ihtimal konuşulsa herkes dilsiz ve sağır kesilecekti. bir de dönemin muş milletvekili mehmet emin seydagil'in oğlu ümit seydagil ile bitlis milletvekili muhyettin mutlu'nun oğlu şadi mutlu'nun ifadeleri kayıtlara geçecekti. zaten bu iki ismin soruşturmaya dahil olması baba erol güngör'ün şüphesi yüzündendi. adı geçen iki milletvekili çocuğunun cinayetten 20 gün sonra lojmanlardaki evlerinden ayrılıp pkk'ya katılması bu şüpheye yol açmıştı. baba güngör, polise başvurup onların cinayetle ilişkileri olabileceğini söylemiş, nitekim bir yıl sonra ortaya çıkan çocukların ifadeleri alınmıştı. ama cinayetle bir ilişkileri bulunamamıştı. bu olayı konuşmak üzere onları aradık. ümit seydagil'in nerede yaşadığını öğrenemedik. şadi mutlu ise azerbeycan'da uluslararası ilişkiler okuduktan sonra türkiye'ye dönmüştü ve askerdi. bu cinayetin üzerinden tam 11,5 yıl geçti ama şimdiye kadar ne faillere ulaşıldı ne bir arpa boyu yol alındı ne de bir ipucu bulunabildi. ama baba erol güngör'ün mücadelesi hiç bitmedi. her gelen iktidara yeniden başvurdu, başvurdu sonuç hiç! erol güngör'ün yaşadıkları sayfalarca kitaba sığacak türden. zaten yazdı da... oğlunun kurban gittiği cinayeti romanlaştırdı. yayınlamak için avrupa insan hakları mahkemesi'nden gelecek kararı bekliyor. bu kararın sonucunu ekleyip kitabını basacak. bu trajediyi baştan sona dinleyince inanmak istemiyorsunuz. ama sadece oğlunu kaybetmiş bir babanın infiali değil bu, kayıtlara geçmiş yüzde yüz yaşanmış bir gerçek...

    mustafa güngör, 2.04 cm. boyuyla milletvekili çocukları arasında en gösterişli olanıydı. gazi üniversitesi uluslarası ilişkiler bölümü'nde okuyor, basketbol oynuyordu. kurban bayramı'nda anne ve babası çeşme'ye tatile gitmeye karar verdiğinde, o sınavlarına çalışacağı için ankara'da kaldı.

    arife günü kız arkadaşı çiğdem taşkıran'la atakule'de yemek yemiş ve bayramın ikinci günü lojmanda görüşmek üzere sözleşmişlerdi. çiğdem sözleştikleri gibi 24 haziran 1991 günü öğlen 12.30 sularında, erkek kardeşini de yanına alarak mustafa'nın olduğu lojmanın kapısını çaldı. birkaç kez çalıp cevap alamayınca, arka kapının açık olabileceğini düşündü. arka kapı açıktı, içeri girdi. hem seslenip, hem odaları dolaşırken yatak odasında mustafa güngör'ün kanlar içindeki cesediyle karşılaştı. korkudan, kardeşiyle birlikte lojmanı hemen terk etti ve tam 11 saat sonra da polise haber verdi.

    polisi 11 saatlik gecikmeyle aramaları tüm şüpheleri onların üstünde toplamıştı. ama onlar ısrarla, babalarının tutucu olduğunu ve korktukları için polise geç haber verdiklerini söylediler. hatta çeşme'de tatilde olan aileye haber vermek için telefon açtıklarını ama telefona baba erol güngör değil de, anne ümran güngör çıkınca nasıl söyleyeceklerini bilemeyip telefonu kapattıklarını anlattılar.

    erol güngör de, o gün bir telefon geldiğini ve eşinin telefona çıkmasıyla da kapandığını doğrulamıştı. polis, çiğdem'i ve kardeşini sorgulamış ama cinayetle bir ilişkilerini bulamamıştı. hatta çiğdem'in yalan makinesine bağlandığı ve doğruyu söylediğinin ortaya çıktığı da ileri sürüldü. zaten 19 yaşındaki bir kız ile 14 yaşındaki erkek kardeşinin, 2.04 cm. boyundaki bir erkeği hiç mücadelesiz nasıl öldürebilecekleri de bir soru işaretiydi. olaydan 2 ay sonra çiğdem taşkıran depresyona girdi ve çok sayıda hap içerek intihara teşebbüs etti, ama kurtarıldı.

    mustafa'nın ölümü baba erol güngör'den önce saklandı, kaza geçirdiği söylendi. ama oğlunun durumunun öğrenmek için dönemin ankara emniyet müdürü hasan özdemir'i arayacağını söyleyince kardeşi, mustafa'nın öldüğünü söylemek zorunda kaldı. eşi ile beraber hemen ankara'ya gelen erol bey, soluğu cesedin bulunduğu adli tıpta aldı.

    biçaklandi dediler sonra ortaya bir de silah çikti

    adli tıp yetkilileri ve polisler, mustafa güngör'ün boynundan ve göğsünden bıçaklanarak öldürüldüğünü, öldürücü darbenin göğsündeki yara olduğunu söylemişlerdi erol bey'e. halbuki bir de sol burun kanadından giren ve kafa arkasından çıkan kurşun vardı ama polisler bunu henüz farketmemişti. kurşun yarası bir gün sonra yapılan otopside ortaya çıktı. erol güngör, işin içinde bir de silah olduğunu duyunca, bunun planlı bir cinayet olduğunu düşünmeye başladı ve gecenin bir vaktinde otopsi yapılmasına izin verdiğine hayıflandı. bayram günü evinden gece vakti çağırılan uzmanların ne kadar isabetli otopsi yapacakları sorusu vardı kafasında. nitekim otopsi raporlarında daha sonra ortaya çıkacak eksiklikler, şüphelerini haklı çıkartacaktı. raporlarda ne cinayet saati, ne silahın ne kadar mesafeden ateşlendiği ve ne de ölüm sebebinin tam olarak bıçaklanmadan mı, yoksa silahtan mı dolayı olduğu belliydi.

    olaydan iki yıl sonra, polislerin çektiği videoyu izleyen başka adli tıp uzmanlarının, mustafa güngör'ün aynı zamanda boğulmuş olduğunu söylemeleri ise raporlarda zaten hiç yer almayacaktı.

    kovan ve çekirdek yoktu acaba silah ruhsatli miydi?

    otopsi sonucunda cinayette silah da kullanıldığını öğrenen polisler, olayın meydana geldiği saatten 26 saat sonra lojmana boş mermi kovanı aramaya gitti. ama ne mermi çekirdeği, ne de mermi kovanı bulabildiler. mermi çekirdeğinin vücutta kalmış olabileceğini düşünen polis, cesedi röntgen için hastaneye gönderdi. ama yoktu. katil ya da katiller, cinayet mahalinde delil bırakmamak için hem mermi kovanını, hem de mermi çekirdeğini yanlarında götürmüşlerdi. bu da akıllara silahın ruhsatlı olabileceğini getiriyordu zira kovan ya da çekirdek bulunursa ruhsatlı silahlarla yapılan küçük bir karşılaştırmada kime ait olduğu kolayca bulunabilirdi.

    aynaya rujla yazilan şifreler anlaşilamadi

    polisler, lojmana gittiklerinde mustafa güngör'ü, anne babasının yatağında kanlar içinde, sırt üstü yatarken bulmuştu. mustafa'nın üzerinde külot ve atlet vardı. katil ya da katiller kapıyı çalarak içeri girmiş olsa mustafa herhalde onları iç çamaşırlarıyla karşılamazdı. ilk gün olay yerine giden polislerden biri, bir yıl sonra, baba erol güngör'e arka kapıda levyeyle zorlama vardı diyecek, ama bu hiçbir zaman kayıtlara geçmeyecekti.

    polisler olay yerini incelerken, banyo mermerine ve aynasına rujla yazılmış, saya-sgy, rg ve ssg rumuzlarını gördüler. rujla yazılması polislerin aklına aşk cinayetini getiriyordu. zaten daha sonra çıkacak haberlerde mustafa'nın çapkınlığından dem vurulacak, bazı milletvekili eşleriyle beraber olduğu için öldürüldüğü konuşulacaktı. ilk anda birinci dereceden şüpheli çiğdem taşkıran'ın ve kardeşinin el yazıları aynadaki yazılarla karşılaştırıldı ama yazılar ne çiğdem'e ne de kardeşine aitti. polis, bu rumuzlarla mustafa'nın tüm arkadaşlarının isimlerini de karşılaştırdı ama hiçbir şey bulamadığı gibi, ne anlama geldiğini de çözemedi. ve nihayetinde bu yazıların kafa karıştırmak için katiller tarafından bilhassa yazıldığı kanaatine vardı. iyi ama katiller bir aşk cinayeti süsü vermek istiyorlarsa mustafa'yı neden tamamen çıplak bırakmamışlardı?

    bir başka muamma ise banyo küvetinde ıslatılmış olarak bırakılan kanlı yastıklardı. önce bunun niçin yapıldığı anlaşılamadı, fakat sonra bazı adli tıp uzmanları yastıkta katillere ait muhtemel parmak izlerinin yok edilmesi için ıslatıldığı görüşüne vardı. cinayette, faillerin izini sürecek en küçük bir ipucuna bile rastlanmadı. yani, katiller kapıyı zorlamadan açmış, 2.04'lük cüssesiyle mustafa güngör boğuşup onlara karşı koymamış, onlar da mermi çekirdeğini ve kovanını olay yerinden almış, parmak izlerini yok etmek için yastıkları ıslatmış, rujdaki parmak izlerini silmiş ve lojmanın etrafındaki dört polisi atlarak elini kolunu sallaya sallaya çıkıp gitmişlerdi!

    lojman polis kayniyordu ama hiçbiri soruşturulmadi

    bu cinayetle ilgili en büyük soru işaretlerden biri de, etrafında dört polis olan bir lojmanda, nasıl olup da böyle bir cinayetin işlenebildiğiydi. her an her şeyi görebilecek konumda olan polisler hiç mi birşey görmemiş, hiç mi bir şey duymamıştı? olayın olduğu lojmanın bir sokak altında, o zamanın içişleri bakanı abdülkadir aksu oturuyordu ve doğal olarak kapısında polis bekliyordu. sokağın bir başka köşesinde başbakan yardımcısı mehmet keçeciler, diğer bir köşesinde kültür bakanı namık kemal zeybek'in evleri vardı ve hepsinin kapısında da polis bekliyordu. diğer bir köşede ise o zamanlar tehdit aldığı için yine kapısında polis olan reşat ergun oturuyordu. ve tüm bunların dışında, bir de devriye gezen polisler vardı! bu polislerden hiçbirinin olayla ilgili ifadesine başvurulmadığı gibi, 11,5 yıllık süreçte haklarında görevi ihmalden bile olsun soruşturma açılmadı.

    böyle bir olayda doğal olarak çevredeki insanların bilgisine başvurulması gerekirken, kimseye soru sorulamadı. çünkü hepsinin dokunulmazlığı vardı ve hiçbir milletvekili gönüllü olarak ifade vermedi. hiçbiri mi birşey görmemiş, duymamıştı?

    shp'nin genel başkanı erdal inönü'nün tüm vekillere tek tek mektup yazıp, ifade vermelerini istemesiyle, birkaç milletvekili lütfedip ancak o zaman ifade vermişti.

    iki milletvekilinin oğlu pkk'ya katildi: acaba siyasi cinayet mi?

    baba erol güngör, devletin lojmanlarında işlenen bir cinayetin örtbas edilmesine izin verilmeyeceğine inandığı için bir süre hiçbir şey yapmadan bekledi. aradan 20 gün geçti ve hálá hiç bir ipucu bulunamamıştı. tam da bu tarihlerde gündeme anap'lı iki milletvekilinin oğullarının pkk'ya katıldığı haberleri bomba gibi düştü: muş milletvekili mehmet emin seydagil'in oğlu ümit seydagil ve bitlis milletvekili muhyettin mutlu'nun oğlu şadi mutlu.

    o zamanlar ümit seydagil 15, şadi mutlu ise 19 yaşındaydı. ve bu milletvekillerinden birinin evi erol güngör'ün lojmanına sadece 20 metre mesafedeydi. erol bey'in kafasında bu olaydan sonra soru işaretleri dolaşmaya başladı. zira 1990'ların başı pkk terörünün en can yaktığı yıllardı, acaba oğlu siyasi bir cinayete kurban gitmiş olabilir miydi?

    öcalan ifadesinde, babasi para verdi şadi'yi biraktim, dedi

    isimleri gündeme gelen iki genç, mustafa güngör cinayetinden 20 gün sonra katıldıkları, pkk'nın bekaa vadisi'ndeki kamplarında bir yıl kalmışlardı. gençlerden birininin babası ve şu anda hayatta olmayan milletvekili muhyettin mutlu, oğlunun pkk'ya katılmadığını, pkk tarafından kaçırıldığını ileri sürmüştü. ama bir yılın sonunda bekaa'dan dönen gençlerden ümit seydagil, ‘‘arkadaşıma uyup pkk'ya katıldım’’ diyordu. hatta şadi mutlu'nun akrabalarından biri, onları pkk'ya katılmaya ikna eden kişinin şırnak'taki bir korucunun koruması olduğunu söyleyip, ‘‘kimin eli kimin cebinde belli değil’’ diyordu.

    abdullah öcalan da dgm'ye verdiği ifadesinin ‘‘kişiler ve aşiretlerle ilişkiler’’ bölümünde, bu olayla ilgili olarak; ‘‘bitlis'te bulunan şeyh muhyettin mutlu 1992 yılında mahsun korkmaz akademisi'nde yanıma geldi. yanımda bulunan oğluna karşılık bana yardım teklifinde bulundu. ben de oğlunu verdim ve yardımlarını gördüm’’ diyordu. daha önce dgm'de ifade veren pkk'nın önemli isimlerinden şemdin sakık da, muhyettin mutlu ve öcalan görüşmesinden bahsediyordu.

    mehmet emin seydagil'in diğer oğlu ali rıza seydagil hakkında ise, bu olaydan üç yıl sonra, kulakları duyduğu halde, gata'dan sağır raporu alarak askerden kaçtığı için gıyabi tutuklama kararı çıkacaktı.

    oğlunun öldürüldüğü yatak gitmiş, yerine yenisi konmuştu

    artık iş başa düşmüştü. erol bey, cinayet masası dedektiflerine, niçin bu cinayet aydınlanmıyor diye sorduğunda, ‘‘hiçbir delil bulamıyoruz, ilerleyemiyoruz. bu cinayet milletvekili lojmanında değil de, çinçin bağları'nda (ankara'nın gecekondu semtlerinden biri) işlenmiş olsaydı çoktan çözerdik’’ cevabını aldı. erol bey’in, oğlunun ölümünden 25 gün sonra zamanın ankara emniyet müdürü mehmet canseven ile birlikte gittiği cinayet mahalli küçük bir değişiklik hariç muhafaza ediliyordu. oğlunun öldürüldüğü yatak, mermi çekirdeği aramak için parçalanınca, meclis idaresi herhalde güngör ailesi’nin ‘‘o evde, o odada, o yatakta’’ tekrar yatabileceğini düşünmüş olmalı ki, iyilik olsun diye pırıl pırıl yeni bir yatak koymuştu odaya!

    erol bey, olay mahalini gezerken oğlunun data bankı, radyo teybi ve fotoğraf makinesinin olmadığını gördü. teyple ses, fotoğraf makinesiyle de görüntü kaydedilebileceği, bu yüzden katillerin herhangi bir kayıt yapılmış olabileceği endişesiyle bunları alıp götürdüğü akla geliyordu. bir ay sonra, dedektifler erol bey'e olay günü polisler tarafından çekilen bir video banttan bahsetti. erol bey, bandı izlemek istedi ancak izin verilmedi. milletvekili forsunu kullanıyor denmesinden çekindiği için bekledi ve eylül ayında milletvekilliği biter bitmez savcılığa başvurdu ve otopsi raporuyla, video bandın kendisine verilmesini istedi. sonunda bandın bir kopyasını alabildi. olay yeri tespit tutanağını alabilmek içinse 11,5 yıldır hala uğraşıyor!

    sehpanin üzerinde duran yüzük bir muamma oldu çikti

    erol bey, video bandını yalnız başına izlemektense polislerle izlemesinin faydalı olacağını düşündü ve emniyete gitti. foto film şube müdürü bandı izlerken bir ara erol bey'e ‘‘oğlunuzun odasında sehpa üzerinde bir yüzük var’’ deyince, cinayet bürosu amiri ‘‘evet ben o yüzüğü evde gördüm’’ dedi. erol bey, ‘‘oğlum yüzük kullanmazdı’’deyince hep beraber eve gidildi ve yüzüğün orada olup olmadığı kontrol edildi. yüzüğün içinde sahibinin adı ya da herhangi bir bilgi yazabilirdi ve bu da büyük bir delil demekti. eve gidildiğinde yüzük bulunamadı. polisler daha sonra, videoda gözükenin yüzük değil, shp rozeti olduğunu ileri sürdü. erol bey, bantta gördüğü şeyin yüzük olduğunda ısrarlıydı ve zaten shp rozeti kayıp değil, yakasındaydı. polislerle anlaşmazlığa düşen erol bey, video bantı alarak her karesinin tek tek fotoğraflarını çektirdi, çünkü gözden kaçan başka deliller olabileceğini de düşünüyordu. bundan sonraki durağı üniversitelerdi. kendisinin ve polislerin dışında bunun yüzük olduğunu söyleyecek birilerini bulmalıydı. dokuz eylül üniversitesi güzel sanatlar fakültesi'ne gittiğinde, aldığı cevap bunun ‘‘dört taşlı şövalye tabir edilen özellikle güneydoğulular'ın kullandığı cins bir yüzük’’ olduğuydu. üniversitenin tespitine rağmen soruşturmada en ufak bir derinleştirme yapılmadı.

    raftaki kirmizi kutu ve şişeler gerçekten polise mi aitti?

    erol bey günlerce kare kare çektirdiği fotoğraflara, belki bir ipucu bulabilir ümidiyle baktı. ve bir gün fotoğraflerden birinde kırmızı bir kutu ve rafta sıralanmış küçük şişeler gördü. bu kutu ve şişeler kendilerine ait değildi. bunların hálá lojmanda olup olmadığını kontrol etmek için lojmana gitti. polislere kapıyı açtırarak yine onlarla birlikte lojmana girdi. kutu ve şişeler evde değildi. bunun üzerine o zamanlar soruşturmayı yürüten savcı yaşar beğendik'i aradı ve bir tespit yapmak için lojmana gelmesini rica etti. savcı beğendik önce ‘‘tamam geliyorum’’ dedi ama 15 dakika sonra erol bey'i arayarak kendisinin gelemeyeceğini onun adliyeye gelip gelemeyeceğini sordu. erol bey de bunun üzerine ‘‘o kutuların orada olmadığını cinayet mahalinde değilde, adliyede mi tespit edeceğiz’’ diyerek telefonu kapattı ve zamanın adalet bakanı seyfi oktay'ı arayarak savcının gelmesini sağlamasını ya da başka bir savcı göndermesini rica etti. sonuçta soruşturmayı yürüten savcı değil, bir başka savcı geldi. daha sonraki araştırmalarda bu kutu ve şişelerin polislerin delil bulmak için yanlarında getirdikleri kimsayal ilaçlar olduğu ortaya çıktı. ancak olay tespit tutanağı için çekilen video görüntüleri içinde polise ait şişelerin ne aradığı da anlaşılamadı.

    kutlu aktaş 8 yil sonra şöyle dedi: çok gizli, kozmik çok kozmik!

    cinayet, faili meçhul kaldıkça erol bey, uygun olan her fırsatta oğlunun cinayetini gündeme getiriyordu. izmir'de 1999 yılında yapılan kordon toplantılarından birinin konusu ‘‘hukuka saygı’’ olunca ve zamanın içişleri bakanı kutlu aktaş ve adalet bakanı hasan denizkurdu da bu toplantıya katılınca, erol bey söz aldı ve göreve geldiklerinden beri oğlunun cinayetiyle ilgili ne yaptıklarını sordu. cevap, klasik politikacı cevabı olan ‘‘işin üzerindeyiz yakalanması an meselesi’’ değil, daha dürüstçe olan ‘‘bir şey yapmadık’’tı. kutlu aktaş, ankara'ya döner dönmez dosyaya bakacağına söz verdi. bir ay kadar sonra kutlu aktaş bir gazeteciye ‘‘iki cinayetle ilgili çok önemli gelişmeler ve ipuçları var, biri uğur mumcu, diğeri lojman cinayetiyle ilgili. ama her ikisi için de kesinlikle bilgi verilemez, çok gizli, kozmik çok kozmik’’ diyordu. bunları okuyan erol bey, kutlu aktaş'ı aradı ve yazılanların doğru olup olmadığını sordu, aktaş bunun üzerine ‘‘sana da bilgi veremem ama orada yazılanların hepsi doğru’’ dedi. bu konuşmadan kısa bir süre sonra seçimler oldu ve kutlu aktaş görevden ayrıldı. yıl 1999 ve içişleri bakanlığı görevi artık sadettin tantan'ındı.

    erol bey, sistemin bu cinayeti örtbas edeceğine iyice inandığı için bir de tantan'a başvurmasının beyhude olacağını düşünüyordu. ama kızı, ‘‘baba bir de tantan'a başvur’’ deyince tantan'dan randevu aldı. tantan kendisine bu cinayetle ilgili hiçbir ipucu bulunamadığını, dolayısıyla ilerleyemediklerini söyledi. erol bey'de bunun üzerine madem bir delil bulunamıyor niçin bu cinayeti faili meçhul cinayetler listesine koymuyorsunuz diye sordu. zira adalet bakanlığı ve emniyet genel müdürlüğü'nün faili meçhuller listesinde mustafa güngör'ün adı geçmiyordu. tantan bunun üzerine emniyet genel müdürünü yanına çağırdı ve bu işin üzerine gidelim, dedi. erol bey umutlanmıştı ama iki yıl boyunca kimseden bir telefon bile almadı.

    cinayet evi 4 yil sonra aileye haber verilmeden boşaltildi

    olay yeri mahali delil bulunur umuduyla, biraz da erol bey'in ısrarlarıyla muhafaza ediliyordu. zira meclis başkanlığına kalsa lojmanı çoktan boşaltacaktı. bu durum dört yıl sürebildi. mustafa kalemli, meclis başkanı olur olmaz lojmanı boşalttırdı. ve mustafa'nın tüm eşyaları meclis mal saymanlığı deposunu kaldırıldı. ‘‘oğlumun bir giysisine dokunup okşama imkanından yoksun bırakıldım’’ diyen erol bey, bu durumu tam bir yıl sonra kendisine gelen bir yazıyla öğrendi. yazıda, alay edercesine ‘‘kıymetli eşyalarınız bozulabilir, ya bunları teslim alın ya da bize bildirin’’ diyordu. sanki lojman, kıymetli eşyalar için muhafaza ediliyordu! mustafa'nın ömrünün son 3,5 yılı o lojmanda geçmişti ve ailesi, o 3,5 yılla ilgili oğullarının bir tek hatırasına bile sahip değil. erol bey taamüden bu eşyaları saymanlıktan almadı. bir vakıf kurmak istiyordu ve vakfı kurduğu gün bu eşyaları oradan alarak, meclisin zihniyetini protesto edecekti.

    hazirlik soruşturmasi, zaman aşimi bürosunda tozlar altinda

    mustafa güngör cinayeti dosyasının adı, hálá hazırlık soruşturması. 11,5 yıl süren, hiçbir yere varılamayan bir hazırlık! delil bulunamadığı için doğal olarak, olay mahkemelik olmadı. dosya o savcı senin, bu savcı benim elden ele dolaştı ve nihayet katillerin ve onları koruyanların istediği yere ulaştı: ankara cumhuriyet savcılığı zaman aşımı bürosu'na... türk ceza kanunu'na göre tasarlayarak adam öldürmenin zaman aşımı 20 yıl, kasten adam öldürmenin ise 15 yıl. soruşturmayı yürüten savcılar, mustafa güngör cinayetini tasarlayarak değil de kasten adam öldürmek olarak mütaláa ettikleri için dosyanın kapanmasına sadece 3,5 yıl kaldı.

    şimdi düşünün, evladınız devletin polisleri tarafından korunan, üstelik en güvende olduğunu düşündüğünüz yerde boğuluyor, bıçaklanıyor ve silahla vuruluyor. böyle bir katliamdan sonra minicik bir ipucu bile bulunamıyor, 11,5 yıldır başvurmadığınız adalet bakanı, içişleri bakanı ve meclis başkanı kalmıyor. soruşturmayla ilgili bırakın bilgiyi, olay yeri tespit tutanağı bile verilmiyor, tüm çabalarınıza rağmen elinizden bir şey gelmiyor ve dosya zaman aşımı bürosuna gidiyor. görüştüğüm erol güngör tüm bunlara derin, sızılı bir ‘‘ahhh’’la cevap verdi!

    baba erol güngör'ün isyani

    bütün bir sistem karısını kıskanan katil bir kocayı koruyabilmek için seferber olabilir mi, buna inanılabilir mi

    başından beri bu cinayete namus kılıfı geçirmeye çalıştılar. oğlumun bir milletvekili eşiyle birlikte olduğu için öldürüldüğü söylentileri çıktı. aldatılan koca yaptı, dediler. diyelim ki öldürdü; arkasından hiçbir ipucu bırakmadan gitmeyi nasıl becerebilir? kiralık katil tuttular diyelim, o katil o lojmana o kadar polisin arasından nasıl giriyor? ayrıca kiralık katil niye lojmanda öldürüp risk alsın? bu çocuk üniversitede öğrenci, mülkiyede basketbol oynuyor. istese buralarda öldürebilirdi.

    ben 11,5 yıldır sistemin bütün unsurlarına başvurdum, başvuruyorum. hiçbir sonuç alamadım. bütün bir sistem karısını kıskanan katil bir kocayı koruyabilmek için seferber olabilir mi, allah için buna inanılabilir mi? bu yüzden diyorum ki, başka nedenler var ve sistem bunu biliyor, işine gelmediği için de saklıyor. aşk cinayeti de deseler bu cinayetin çözülmesi lazım. ben artık oğlumun niçin öldürüldüğüyle meşgul değilim, cinayetin faili meçhul kalmasına katlanamıyorum.

    sistem biliyor

    bu cinayet faili meçhul değil. sistemin unsurları biliyor ama açıklamıyor. ben oğlumu öldürenlerin kullanıldığını düşünüyorum. bahsi geçen milletvekillerinin bu işin içinde oldukları iddia etmedim, oğullarının bu işte kullanıldıklarını düşünüyorum. ‘‘babalarımızın meclis kürsüsünde, devletin bağımsızlığı için ettikleri yemin bizi bağlamaz, biz sizinle meclis lojmanlarında bile oturmak istemiyoruz. sevdiğiniz insanları, en korunaklı düşündüğünüz meclis lojmanlarında bile katlederiz, bu kadar güçlüyüz’’ mesajını vermek için yaptılar. sistem böyle bir nedeni kamuoyuna açıklayabilir mi? bu iş açığa çıkarsa o partiye zarar gelir düşüncesiyle örtbas etmek işlerine geldi.

    katilleri koruyorlar

    cinayetten bir yıl sonra anadolu ajansı, ‘‘oğlunuzun katilleri kim?’’ diye sordu. ben de, ‘‘süleyman demirel, mesut yılmaz, erdal inönü biliyor ve katilleri koruyorlar’’ dedim. sansür ederlerdi genellikle, etmediler ve aynen yazdılar. bir allah’ın kulu niçin böyle söylüyorsun, demedi. içişleri bakanına, cumhurbaşkanına, başbakana hakaret ettim, kimseden çıt çıkmadı. ben deli miyim niye bunları söyleyeyim? istedim ki beni bir şekilde mahkemenin önüne çıkarsınlar ve bunları mahkemede söyleyeyim, bir şeyler sorayım. mesela soruşturmayı yürüten savcının olay mahaline gelmemesi üzerinde durulmaması gereken bir şey mi?

    meclis başkanlarına, soruşturmadaki tüm aksaklıkları ve başımdan geçenleri 500 sayfalık ciltlenmiş bir raporla gönderdim. hiçbir partinin meclis başkanından cevap gelmedi. birkaç ay bekledikten sonra 52 sayfalık bir özet çıkartıp başbakan ve yardımcılarına da gönderdim. bizim ülkemizde dilekçe hakkı var, bir tanesi tek satır cevap bile vermedi.

    şermin saribaş 05.01.2003
    hürriyet pazar
  • çok ilginç ve kısır döngü bir cinayete kurban gitmiştir.
  • https://m.timeturk.com/…nayeti-davasi/haber-1006668

    tam bir yılan hikayesine dönmüş olay. en son prof dr erol güngörü araştırıyordum konu nerelere geldi. meraktan araştırıyorum. keçeli denen adam inönünün yazı göndermediğini söylemiş ancak maktülün babası yalanlamış. ortaya abdullah diye bi adam çıkmış önce para falan istemiş alınca kayıplara karışmış sonra tekrar bulunup tutuklanmış. yüzük meselesi var ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. rujla yazılan rumuzlar tuz biber zaten. tam bir muamma. acaba şimdi o konutta kim oturuyor? kafamda deli sorular. velhasıl 28 sene geçmiş ama hala faili meçhul. o zamanlar için faili meçhul kelimesi çok popüler ancak şu zamanda tüy ürpertici.
hesabın var mı? giriş yap