• (bkz: tormented by darkness)
    bu yaziyi yazdiktan sonra boyle bir hikaye oldugunu ogrendim, simdi yana yana ariyorum.
    thomas mann adli nobel odullu yazarin karanlik ruhlu bir sanatciyi anlattigi hikaye.
  • (bkz: sanat/16)
  • thomas mann'ın aslında kendini anlattığı novelle
  • 19. yuzyıl almanyasının caddeleri ile, ceviz ağacının hışırtısının, kuzey denizinin dalga seslerinin birbirine karıştığı; gerçek hayat karşısında fena halde yenilgiye uğramış bir sanatçının ruhunu otopsi eden novella.

    (bkz: thomas mann)
  • annesi thomas mann 'ın annesi.. kalbime en yakın hikayem der thomas mann
  • ironi ustası thomas mann'ın yazmış olduğu eşsiz bir eserdir tonio kröger. iki dünya arasında, yani sanat ve hayat arasında kalmış, bir yandan normalliğe (!?) özlem duyarken diğer taraftan burjuvaziyi küçümseyen bir kişinin bir yerlere ait olabilme özlemini irdeler bu yapıt. karşıtlıkarın çatışması, yani aslına bir "kesişim"dir anlatılan. her şey iç içedir birbiriyle ve her şeye anlam verebilmek için bir mesafeye ihtiyaç duyulur. işte tam da burada ironi devreye girer, ki thomas mann'ın buradaki ironik uslubu birçok inceleme yazısına konu olmuştur. ironi, mesafenin ta kendisidir. kitaptan birkaç örnek vermek gerekirse: gerçeklik yalnızca belirli bir mesafeyle anlatılabilir kılınır der thomas mann. mesela gözlem yapmak, mesafe koymaktır. hayata uzaktan bakıp ona dahil olmamak, ondan uzak olmaktır. ya da sanatçı iyi bir uslup edinebilmek için sıradan(!) duygularını kaybetmelidir. ya da ilkbaharda yazı yazmak istememektir ironi. ilkbahar coşkunun, hareketliliğin, yaşamın ve heyecanın habercisiyken, ciddiyetten uzaklık, sırnaşıklık demektir. oysa edebiyat, ölümle eşdeğer özellikleri barındırır bünyesinde. bu yüzden ilkbaharda yaratmak istemez sanatçı. ya da hapise düşmüş bir adamın yazarlık yeteneğini hayatla olan mesafesi sayesinde keşfetmesidir. mesafe için kaçmak gereklidir. edebiyat ise bir meslek değil, lanettir, kaçıştır. ironi ise objektifliktir. iki dünya arasında kalan tonio için ironinin keşfi ilkbaharla gelir:

    "insan ilkbaharda gereği gibi çalışamıyor, orası öyle. çünkü yaratıcı kişinin duygu sahibi olabileceğine inanan, yaptığı işi yüzüne gözüne bulaştıran biridir. gerçek ve dürüst bir sanatçı, şarlatan kişilerin içine düştüğü bu yanılgıdaki salaklığa gülümseyerek bakar, belki hüzünle karışıktır gülümsemesi, ama gülümsemeyle baktığı kuşkusuzdur. çünkü bu yoldan ortaya konan yapıt asla özü değil, yalnızca ilginçlikten uzak malzemeyi içerir; oysa estetik yapı, oyunsu ve serin kanlı bir üstünlükle davranılarak ilgili malzemeden hazırlanır kotarılır. söyleyeceğiniz şey sizin için aşırı önem taşıyor, gönlünüzde ayrı bir yer tutuyorsa, çalışmalarınızda tam bir fiyaskoya uğrayacağınız kesindir. coşkulu biri olup çıkarsınız; duygusal, mıymıntı, hantal, miskin, başıboş, ironi duygusundan uzak, tatsız, tuzsuz, sıkıcı, yavan şeyler gözlerini dünyaya açar elinizin altında; okuyucularda umursamazlık ve düş kırıklığı, sizin kendinizde ise bir pişmanlık bunun doğal sonucudur. çünkü öyle değil mi lisaweta: duygu, yürekte yaşanan sıcacık duygu her zaman yavan ve işe yaramaz nitelik taşır; sanatsal olan yalnızca kızıp içerlemelerdir, bizim bozulmuş, bizim artistik sinir sistemimizin kapıldığı soğuk cezbelerdir. sanatçının insanlık dışı, insanlıkla bağdaşmayan bir tutumun sahibi olması gerekir; insanlığa ilişkin konulara sanatçının tuhaf bir uzaklık gerisinden bakabilmesi, dolayısıyla onlarla oynaması, onları ince bir beğeniyi ele veren etkili bir biçimde anlatı konusu yapacak gücü kazanabilmesi, kısaca böyle bir ayartıyı kendi içinde duyabilmesi zorunludur. üslup, biçim ve anlatım yeteneği, bir kez insanlıkla sanatçı arasında güçbeğenir soğuk bir ilişkinin varlığını, hatta sanatçının insanlığını belli bir ölçüde yitirmesini, insanlık açısından yoksullaşmasını gerektirir. çünkü sağlıklı ve güçlü duygunun beğeni denen şeyle hiçbir ilgisi yoktur ve her zaman için böyledir bu. başka insanlar gibi yaşar, duygulara kapılarını açarsa, sanatçının biter işi. adalbert de bunun bilincindeydi, onun için kalkıp kahveye yollandı, kahvenin 'dış etkilre kapalı' atmosferinde almak istedi soluğu, evet!"

    peki tonio kröger bir sanatçı mıdır? lütfen objektif olunuz..

    “iki dünya arasındayım, her ikisinde de rahat edemiyorum, bu yüzden işim zor. siz sanatçılar benim bir burjuva olduğumu söylüyorsunuz, burjuvalarsa beni tutuklamaya kalkıştılar… hangisi beni daha çok incitti bilemiyorum.”
  • güzel bir eser. kısa ama bohem ve insanın kendi iç denizlerinde ki dalgalı yaşantıya dair bir manzara görmek isteyenler için okuduklarına değecek bir öykü

    bir tonio kröger anlatısı ve takdimi
  • thomas mann'in kendisine tonio kröger ismini vererek, bir burjuva sanatçısı olarak ömür boyu yaşadığı ikilemini - "sanatçı, insan mıdır?" - ve insanın sanatçı/yaratıcı olmayı seçtiğinde bedelini hayatıyla ödemesi gerektiğini, bu bağlamda varoluş trajedisini anlattığı güzeller güzeli novellasıdır.

    "unutmuş muydum sizi, diye sordu. hayır, hiçbir zaman! ne seni hans, ne de seni sarışın inge. hep sizin için çalışıp didindim, alkışlandığımda alkışlayanlar arasında sizin de olup olmadığınızı görmek için gizlice çevreme bakındım... sen hans hansen, bana bahçe kapısının orada verdiğin sözü tutup don carlos'u okudun mu? okuma sakın! artık senden bunu istemiyorum... yalnız olduğu için ağlayan kraldan sana ne? ışıklı gözlerini dizeler dolusu melankoliye dikerek karartma, düşlerle uyuşturma... senin gibi olsam! yeni baştan başlamak, senin gibi namuslu, şen ve basit, başı dik, düzenli, tanrıyla ve dünyayla barış içinde bir yetişkin olmak, kendi halinde ve mutlu insanlar tarafından sevilmek; seninle evlenmek ingeborg holm ve senin gibi bir oğul sahibi olmak hans hansen - bilmenin ve yaratma acısının lanetinden sıyrılarak yaşamak, huzur verici bir sıradanlık içinde sevmek ve tanrıya şükretmek... yeni baştan başlamak mı? hiçbir yararı olmazdı ki. her şey gene aynı olurdu - her şey döner dolaşır, olduğu gibi olurdu. çünkü birçokları yolunu şaşırıyorlarsa bu, öyle gerektiği içindir - onlar için doğru yol diye bir şey bulunmadığı için..."
  • “-bitirdiniz mi, tonio kröger?
    -hayır, ama söylemiyorum artık
    -bu da kafi, bir cevap bekliyor musunuz?”

    bir ara bütün meselenin anlaşılmaktan ileri geldiğini sanmıştım. sesimden epey uzakta bu hissi aradım. bu bir onaylanma ihtiyacı mıydı? böyle söyleyerek karanlığımı basitleştirmek ve ucuz bir genellemeyle temellendirmek istemem, illa bir şey söyleyeceksem, bence kayıp olan anlama dair bir özlem ve hayatı aynı frekansta paylaşma arzusuydu. epey zaman bu düşüncemin peşinden gittim ve ona ulaşarak içinde bulunduğum karanlığı yıkacağıma inandım. uzatmak ve satırlarca kendini deşmek neye yararki. şimdi bu söylediklerime dair inancını yitiren ben, başka bir şeyin peşindeyim. rilke’nin şiirinde geçer “gece mi tek gerçeğimiz”. bitirdin mi eldfell ? hayır, ama söylemiyorum artık ve bundan sonra bir cevap neye yararki?
hesabın var mı? giriş yap