ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
27 nisan 2020 pentagon'un ufo açıklaması
-
yeterince tost, hesap makinası veya traş makinası şakası yapıldı ise görüntüyü kaydeden cihazla ilgili bilgi verelim. öncelikle görüntülerden biri 2004 yılında abd donanmasına ait bir super hornet uçağı tarafından, tatbikat sırasında ve atflir adı verilen bir tür infrared sensör kullanılarak alındı. bu sensörler çok yüksek irtifalarda ve ses üzeri hızlarda hareket eden hava araçlarını takip etmekte kullanılır. bildiğiniz üzere yükseklik arttıkça, hava soğur. söz konusu cihazın temel çalışma prensibi de basitçe ifade ile soğuk hava içerisinde yüksek ısı yayılımlarının ayırt edilmesi esasına dayanır. ilk nesil atflir cihazından cam gibi görüntü gelmesi beklenmez. hele ki bir de takip edilen nesne aradaki mesafeyi, hızını çok kısa sürede artırıp, azaltma yeteneğini kullanarak muhafaza edebiliyorsa...
tanımlanamayan uçan cisimler konusuna gelirsek... keşke ben de olayı şakaya vuran arkadaşlar kadar rahat olabilseydim diyorum...
ekleme: gelen sorular üzerine ilave bilgi vermek istedim. haberde bahsi geçen ve 2015'te gerçekleşen karşılaşmanın abd donanması'nın arşivinde daha yüksek çözünürlükte ve renkli bir versiyonu bulunmaktadır. söz konusu görüntüler de yine bir super hornet tarafından alınmıştır. pilotlar ayrıca uçağın aesa radarında (son teknoloji ürünü, sofistike bir radardır) çok daha fazla sayıda nesne gördüklerini de bildirmişlerdir.
istanbul'da hangi ilden kaç kişi yaşıyor
-
mugla,izmir,aydin'in gozunu seveyim. oturmuslar oturduklari yerde. zaten turkiye'nin en cennet gibi yerleri. yunan tanrilari bile yasamak icin o civarlari secmisler. inanmayan selcuk'a efes'e gitsin baksin. yalan mi soyleyecez sanki amk. gelip yozgat'ta corum'da mi tanrilik taslayacaklardi.
birden popüler olup her yerde kullanılan kelimeler
-
(bkz: candır)
diyenin agzina vururum.
edit: turkce klavye otomatik tanidi i yi ı yapti amk. o bile anlamis artik.
ssg'nin kılıçdaroğlu'ndan aldığı takdir belgesi
-
"ifade özgürlüğüne finalle çalıştım ve kazandım"
tek aktör için yaratılmış karakterler
yurt dışından türkiye'ye gelince fark edilenler
-
neredeyse tüm toplumu kapsamış çakallık hastalığı
cem uzan'a hapis şoku
-
(bkz: veliler bu habere dikkat)
(bkz: emeklileri bekleyen büyük sürpriz)
(bkz: böyle zulüm görülmedi)
(bkz: nasıl şöhret oldular)
(bkz: ünlü oyuncudan akıl almaz itiraflar)
ebru gündeş rassan khosnaw aşkı
-
düşünsene milyonlarca doların var ama ebru gündeş'e harcıyorsun.
türk gencinin ömrünü mahveden üç şey
-
1. am
2. gam
3. zam
tabu diyalogları
-
ön bilgi: kızlar-erkekler şeklinde ayrılmışız, dörder kişilik iki grupla oynuyoruz.
aramızda 2 çift de sevgili mevcut. bu çiftlerden birinin erkeği anlatıyor, biz kalanlar da cevaplıyoruz.
rüzgarı da arkamıza almışız, ortalama 5 saniyede biliyoruz her kelimeyi. oyunun da gazıyla düşünmeden cevaplıyoruz adeta. ve olaylar gelişiyor:
eleman: alex'in koşanı?
biz: xavi!
eleman: (bana dönerek) sen dün ne almıştın?
ben: antibiyotik!
eleman: demin ne içtik?
biz: bira
eleman: (sevgilisi olan diğer erkeğe dönerek soruyor) biz dün nereye gitmiştik?
öbür eleman: karıya!
önce south park sessizliği, sonra kıyamet...
şükrü erbaş
-
bugün, 70'inci yaşını kutlayan şair. şiirin muzaffer sarısözen'i, türkü babası...
yozgat, yerköylüdür. onun da cemal süreya gibi, turgut uyar gibi, ece ayhan gibi, orhan veli gibi, sabahattin ali gibi memuriyete bulaşmışlığı vardır. 26 sene toprak mahsulleri ofisinde memurluk yaptıktan sonra emekli olmuş ve antalya'ya yerleşmiştir. her nedense türkiye'nin her yerinde dinletilere, kitap günlerine gider ama en az etkinliği antalya'da yapar.
türk şiirine, "senin korkularını benim inceliğimi" gibi bir şaheseri kazandırmıştır. ahmed arif'in anılarını okurken bir bölüme rastlamıştım. oktay rifat, ahmed arif'e "sen nazım hikmet'ten başka şair bilmez misin" diye sitem eder. ahmed arif de kendisine "bilirim elbet" diyerek, "hani kurşun sıksan geçmez geceden" şiirini okur. sonrasında kendi cümleleriyle şöyle devam eder:
"fakat oktay rifat çarpıldı. 'korkunç, korkunç güzel bir şiir,' diye söyleniyor. 'ben bu şiirle elli tane şiir yazarım,' diye sürdürdü konuşmasını, 'malzemeyi nasıl böyle hoyratça harcıyor bu yahu...' o zaman şu karşılığı verdim: 'sen elli tane yazarsın, sulandırırsın konuyu, şiiri, mısraı… bu boya ile elli resmi boyarım diyorsun. o zaman bu şiir olmaz. yani senin yaptığını sanma ki biz bilmiyoruz. sen prevert’ten yürütüyorsun, charles nodier’den yürütüyorsun, sonra da bir yenlikmiş gibi sunuyorsun bunları…'"
acaba diyorum, "oktay rifat bu şiiri görseydi, bu şiirden kaç şiir çıkarırdı?" çok merak ediyorum. şiirde öyle dizeler var ki, şiiri satır satır bölseniz, her bir mısradan bir şiir çıkar... öyle büyüleyici. üstüne üstlük zalim gibi yazdığı yetmemiş, bir de zalim gibi okumuş...
"şimdi anlıyor musun
gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprak düşmesi kadar ancak,
acısı ve ağırlığı olduğunu.
bir toplama işleminin
sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
boşluğa bir boşluk katmadığını,
kar yağdırmadığını yaz ortasında....
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından
kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı.
ben bulutları gösterirken,
'bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna'
yanıt aramanla halkalanmış,
'aşkın şarabının ağzını açtım,
yar yüzünden içti murt bende kaldı'
türküsü tenimde düğümlenirken,
odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
dağlarda öldürülen çocukların
fotoğraflarını kenara itip,
'bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?'
dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan."
heyt be... dizelere bak, destur deyip dağları düz eder... ekmek teknesi'ndeki ölü berber korkut gibi "allah" çektirir adama*
yozgatlı olduğu için, türkülere hakim olduğu kadar özellikle orta anadolu bozlaklarına bir meyli vardır. bu şiirde, teninde düğümlendiğinden bahsettiği, "aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" türküsü bir çorum bozlağıdır ve şekip şahadoğru'na aittir.
çok güzel bir bozlaktır bu eser. ve şiirdeki bu bölüm, bana göre bu bozlağın şah dizesidir. (bkz: türkülerden şah dizeler) şöyle ki; şekip şahadoğru, çok usta bir söz söyleyici. burada, "aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" derken, bahsettiği şey aslında ayrılık. murt, anadolu'da yaban mersininin meyvesine verilen addır. özellikle akdeniz bölgesinde ve çukurova'da bu şekilde kullanılır, hatta bu bölgelerde, kimse yaban mersininin ne olduğunu bilmez; murttur o. yaşar kemal okuyanlar, aşinadırlar. güzel şarap yapılır murttan. "yar yüzünden içti" dediği de, "yar üst kısmından, yüzeyden içti" anlamına geliyor. yani, "şarabın yumuşak içimli, tortusuz kısmını yar gömdü, bize dibinde posası kaldı" diyor, çaktırmadan. şükrü erbaş da, türküyü o kadar güzel tahlil etmiş ki, “cuk” diye oturtmuş şiirin orta yerine. iyi de etmiştir.
şükrü erbaş, türkiye’de belki de bir cumhurbaşkanın, bir şiirine karşılık “tenkit mesajı” yayımladığı tek şair olabilir.
infial yaratan "köylüleri niçin öldürmeliyiz" şiiri yayımlandıktan sonra, dönemin cumhurbaşkanı süleyman demirel, şiire ilişkin bir tenkit metni kaleme alarak, şiiri yayımlayan gazeteye gönderir. metin aynen şöyledir:
"köşenizde yayımlanan ve köylülüğü konu alan şükrü erbaş'a ait şiiri okudum. köylülüğü ağır şartlar çerçevesinde sunan söz konusu şiirin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu görülüyor. şiirin, köylüleri eleştirir görünürken aslında ironik bir üslupla, bizzat şartlar içerisinde değerlendiremediği köylülüğü, ona tepeden bakarak uygarlık yolunda yük gibi gören yanlış anlayışı eleştirdiği kanaatindeyim. bununla birlikte, gerektirdiği gibi derin bir anlayışla okunmayıp, sadece düz anlamı itibariyle dikkate alındığında köylümüzü zem eden bir metin olarak yorumlanabilecek ve birtakım yanlış anlayışlara yol açabilecek niteliktedir."
şükrü erbaş’ın, “başıma bela oldu” dediği şiirle mücadelesi, böylelikle başlamış olur. şair, sonraki yıllarda bu şiir nedeniyle defalarca ölüm tehditi ve imzasız hakaret mektubu alır.
sosyalist bir şairdir. “edip’e yanıtı bilinen sorular” sormuştur.
"kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
'önce vatan' yazısı bir hüzün değil midir?
bunca kanın helalini kim kime nasıl öder
mezar taşlarıyla barış olur mu?
gecesi buz anısı kül ışığı kırbaç
hangi gurbet bir sürgünün yüreğini doldurur
'kim istemez şad olmayı cihanda' edip
viranede baykuş sesi zafer midir?"
şiirlerinin satır aralarında çok güzel aforizmalar gizlidir.
"geceyi seyrede seyrede öğrendim ki, ışık insanın içinde yanmıyorsa yüzüne de vurmuyor." demiştir, mesela…
sonuç olarak güzel insandır şükrü erbaş. hayatta olan bir şairle ilgili yazacak pek bir şey yok aslında. kendisi aramızda sonuçta, canı isterse anlatır kendisine dair bir şeyler. ama dün instagram’da paylaştığı bir fotoğrafın altına, “doğum gününüz şimdiden kutlu olsan hocam” yazmıştım. çocuksu bir sevinçle cevap verdiğini görünce, buraya bir şeyler yazmak istedim.
bizlere okuyup iç çekeceğimiz, daha nice dizeler miras bırakması ve bilmediğimiz nice türküler öğretmesi dileğiyle...
"ben şiir yazmazsam, yitirir dilini içimdeki çocuk." demişti... hep yazar umarım...
"canı cehenneme rahat uyuyanın,
kapısını örtenin perdesini çekenin.
yüreği yalnız kendiyle dolu
duvarları ancak çarpınca görenin.
canı cehenneme başkasının yangınıyla
evini ısıtıp yemeğini pişirenin."
eyvallah hocam, o kadar haklısın ki... alayının canı cehenneme. ama sen var ol. senin doğum günü kutlu olsun. iyi ki doğmuşsun, iyi ki yazmışsın...
behzat ç.
-
kalan bu dört bölümünde aşağıdaki noktaları aydınlatması gereken dizi;
1) hayalet'in free shop'çı arkadaşı kim..
2) bahar şimdi napıyo, atarlı oğlu sbs'yi kazandı mı.
3) şevket'in oğlu reşat şimdi nerde.. babası nafakasını düzenli olarak yatırıyor mu.
gerisi sikimde değil.. bu üçünün akıbetini merak ediyorum.