hesabın var mı? giriş yap

  • tam yemek masasinin uzerine cikmi$ peynir kabina kafayi daldiracakken seni gordugum an tek pati havada sabit kalip kipirdamayinca gorunmez olmuyorsun.

    yemek masasina ciktigini seslerden anlayip geldigimde de o saniye sandalyeye inip patilerini altina kivirmaya cali$man inandirici degil, patiyi kivirayim derken gotunu havada unutuyorsun, son on dakikadir orda oturmadigin anla$iliyor.

    kabina her mama koydugumda deli gibi bagirmana gerek yok, biliyorsun o buyuk kutudan senin kabina gelecek o mama, her seferinde sanki yari yolda vazgecicem veya mamayi ben yiycem gibi cirpinman gereksiz.

  • ilişki iki kişi arasında yaşanan özel bir şeydir ve başkalarını buna karıştırırsan artık senin kontrolünden çıkar. maşallah kozan ailesi evinde ne var ne yok ilişkilerinde ne oldu herkesle paylaşıyorlar. yani kozan ailesinin ağzında bakla ıslanmıyor. misal,

    esma ağlamış, üzgün bir surat ifadesiyle kapıyı çalar. anne kapıyı açar.
    - aaa esma ne işin var kızım sabah sabah.
    - hiç anne........anne
    - efendim kızım
    - anne ben birkaç gün burada kalabilir miyim?
    - tabii kalabilirsin güzel kızım benim. (yanağını okşar) da ne oldu esma neden burda kalmak istiyorsun? selim’le tartıştınız mı yoksa?
    - yok anne ya daha kötü.
    - ne oldu kızım yaa annene de mi anlatmıycaksın?(kızgın)
    - anne......selim.......bu sabah...........osurdu
    - neeee?
    - duydun işte. ben de çıktım buraya geldim.
    - aaaa. tamam kızım sen git elini yüzünü yıka ben de kahvaltıyı hazırlıyayım.

    biraz sonra yatak odası,
    - cemal kalk canım esma geldi.
    - canım kızım benim.... ama suzan neden gelmiş ki sabah sabah.
    - cemal......bu sabah selim.............osurmuş. esma da....
    - kalkmış buraya gelmiş. ah suzan ah suzan. hiç büyümüyecek senin bu kızların.....................gerçi alışkın değil bizim kızlarımız böyle şeylere. biz hiç osurmadık onların yanında.
    - cemal ne yapacağız şimdi boşanırsa bunlar.
    - ah kadınım bu kadarcık şeyden boşanılır mı?

    biraz sonra telefonda,
    - alo çiçek uyandınız mı kızım?
    (çiçekle kocası yatakta oynaşıyorlardır)
    - uyandık tabii annem benim.......anne ne oldu sabah sabah kötü bir şey mi var.
    - kızım bu gün işin var mı?
    - önemli bir işim yok anne. ne oldu anlatmıyacak mısın?
    - esma geldi bu sabah......
    - eeee kötü bir şey mi var yoksa?
    - selim osurmuş esma’nın yanında çiçek.
    - neeee.. koskoca selim arhan.
    - neyse sen gelde bir konuş kızım kardeşinle.
    - tamam anne ben birazdan ordayım.

    necati-çiçek,
    - ne olmuş hayatım kötü bir haber mi?
    - sayılır. selim esma’nın yanında osurmuş.
    - hahahahaha çiçek bu mu yani?
    - ne var necati biz alışkın değiliz böyle şeylere
    - ama hayatım ben senin yanında hep osururum.
    - (sevgiyle bakar) ben seni çok seviyorum o yüzden de....
    - yani esma selim’i çok sevmiyor mu diyorsun?
    - (kızgın) ben gidiyorum necati!

    tekrar evde,
    - anne ben dayıma yardıma gidiyorum.
    - tamam oğlum.
    - anne bir şey mi oldu?
    - yok oğlum ne olsun?(küçükler her şeyi bilmez)
    - anne.....esma ablam neden gelmiş?
    - gelemez mi oğlum burası onunda evi.
    - gelir de ağlıyordu sesini duydum ondan soruyorum.
    - oğluuumm......bu sabah selim ablanın yanında osurmuş.
    - neee....
    - evet oğlum ablan da buraya gelmiş.
    - anne ben gidiyorum akşama konuşuruz. vay terbiyesiz.....

    biraz sonra arhan’ların mutfağı,
    (suzan durgundur, dalıp dalıp gidiyordur)
    - abla neyin var bugün senin durgunsun.
    - yok bişeyim nazlı sen pirinçlerini ayıkladın mı?
    - ayıkladık ya demin beraber abla.......abla senin birşeyin var anlatmıyorsun.
    - yok birşeyim kızım sen ordan bana bir domates versene.
    - ablaaaaaa
    - tamam tamam. esma geldi bu sabah.
    - eeeee
    - selim sabah yanında osurmuş.
    - inanmıyorum abla ya selim bey.
    - evet selim bey
    - valla hiç beklemezdim abla yaaa.

    bu sırada ozan’la dayısı köfte arabasının başında,
    - ozan neyin var be dayıcım. ceylan’la kavga filan mı ettiniz?
    - yok dayı allah korusun.esma ablam gelmiş bu sabah.
    - eeee
    - selim abi....sabah ablamın yanında osurmuş.
    - eh be dayım bu mu yani sorun
    - ya dayı ya osurmuş diyorum sana.
    - bu çok normal insansal bir davranış. gel sana evlilikte osurugu siradanlastirma sureci anlatayım........

    işte böyle kozanlardan birinin evinde biri osursa* bütün herkes öğreniyor bunu.

  • manasız bir açıkoturum seyrederken aniden anırarak gülmeye başlayıp kardeşimle bana dönüp:"biz babanla imam nikahı kıymadık piçsiniz siz piç " diye katılmaya devam etmek

  • aynı binada ikamet ettiğimiz bir hanımefendi.
    zor bir hayatı var, eşi ile mahkemenin uzaklaştırma kararı nedeni ile ayrı.
    maddi sıkıntıları da var.

    az önce açık camdan 3 kat aşağıda olmasına rağmen duydum;

    - neden babana gitmiyorsun ? seni sevmiyorum !

    hırıltılı ama yüksek sesle yanıtladı dünya güzeli busecik ;

    - ben de seni sevmiyorum...

    5 yaşındaki miniği sevgi tehdidi ile terbiye etmek...
    kız da inatçı ama...
    yine de çok ama çok şeker.

    seslerini duyunca içim içime sığmadı, bir yetişkin çocuğuna "seni sevmiyorum" diyordu !
    bu nedenle komşu hakkı, mahremiyet, özel hayat demedim, yazma ihtiyacı duydum.
    o çocuk büyüyünce sevmeyi öğrenebilecek mi ?

    tashih : mahremiyet sınırlarını aşmak gibi bir gaflete düşmüşüm, paylaştığıma pişman oldum
    ama bu kadar kişi yazınca da silmekten de imtina ettim. merhametin kendi sıfatım olmadığını unutmuşum.

  • başlık: beyler israildeyim duvara kazayla hitler yazdım.

    entry: hititler yazacaktım mına koyim. israil esnafı peşimde. kurtarın muallakler.

    2. kazayla hitler yazdıysan sorun yok panpa ibranice de 'kazayla' demek 'kahrolsun' demektir...
    o esnaflar seni mason locasına davet etmek için peşinden koşuyorlardır...
    sıkıntı yok ...

  • mutluluk sebebidir.

    neredeyse otuz yaşıma geldim hala engel olamıyorum bu duyguya. yav yoksulluk anılarımı taşıyan nöronlar arasındaki sinir bağı ne kadar kalınsa artık söküp atamıyorum içimden. çok şükür şimdi istediğim zaman kola içebilecek durumdayım ama yine de kapı girişinde bir eliyle ayakkabılarını çıkarırken diğer elindeki 2.5 litre kolayı uzatan misafiri görünce öpesim geliyor. adam işte bu be! adam adam! diye bağırasım geliyor gardaşım.

  • beethoven*, "doğumunda bana en çok sancı çektiren çocuğum." demiştir ilk ve tek operası fidelio için. 1803 yılında "vestas feuer" adında, librettosu emmanuel schikaneder*'e ait bir opera yazmaya koyulan beethoven*, kısa bir süre sonra bu projeden vazgeçmiş; 1804 yılının ocak ayında fransız jean nicolas bouilly'nin "léonore ou l'amor conjugal" adlı librettosu üzerinde çalışmaya başlamıştır ki bu metin daha önce pierre gaveaux'nun müziğiyle bir komik opera olarak bestelenmiş ve 1798 yılında paris'te temsili verilmiştir.

    librettosunun almanca versiyonu joseph von sohnleithner tarafından hazırlanan fidelio'nun prömiyeri, 20 kasım 1805'de theater an der wien'de "fidelio, oder die eheliche liebe" adıyla verilmiştir, bestecinin tiyatro yönetimi tarafından uygun görülen bu isme karşı çıkmasına rağmen. aldığı olumlu olumsuz karışık tepkilerin ardından, opera sadece üç temsilden sonra perdeden geri çekilmiştir. ertesi yıl 29 mart 1806'da operanın revize edilmiş ikinci versiyonu aynı tiyatroda sahnelenmeye başlamıştır. stephan von breuning adında yeni bir edebi danışmanın yardımıyla beethoven*, operayı üç perdeden ikiye indirmiş, eserin dramatik temposunu arttırmak için pek cok müzikal parçayı kısaltmış ve birinci perdedeki bazı parçaları yeniden düzenlemiştir. besteci, ayrıca eserin "leonore uvertürü no.2" olarak bilinen ilk uvertürünü tamamıyla gözden geçirmiş ve "leonore uvertürü no.3"ü bestelemiştir. her ne kadar bu ikinci tasarım daha büyük bir popüler başarı elde etmişse de, operanın diğer sahne ve tiyatrolardaki dolaşımı sınırlı kalmıştır. 1807 yılında beethoven*, opera için bir uvertür daha bestelemiştir. bu uvertür de "leonore uvertürü no.1" olarak bilinmektedir günümüzde.

    1813 yılının sonlarına doğru "wellingtonun zaferi" adlı orkestral eseriyle büyük başarı sağlayan beethoven*, saray tiyatrosunun da talebiyle fidelio'yu baştan aşağı tekrar gözden geçirmiş ve bunun için librettist georg friedrich treitschke ile birlikte çalışmıştır. operanın bu son halinin prömiyeri 23 mayıs 1814 tarihinde viyana'daki kaerntnertortheater'da verilmiştir.

    operanın konusu 18.yüzyılın ispanya'sında geçmektedir. özgürlük savaşçısı florestan, acımasız düşmanı don pizarro tarafından siyasi tutukluların bulunduğu bir hapishanenin karanlık bir hücresine hapsedilmiş, aç ve susuz bırakılmıştır. başbakanın hapishaneyi ziyaret edeceğini öğrenen don pizarro, florestan'ı bu ziyaretten önce öldürmeyi planlamakta ve baş gardiyan rocco'ya bunun için gerekli hazırlıkları yapması ve bir mezar kazması konusunda talimatlar vermektedir.

    kocası florestan'ın nerede olduğunu öğrenen leonore, son bir umutla genç gardiyan yardımcısı fidelio kimliği altında hapishaneye girmeyi başarmış ve kocasını kurtarmanın yollarını aramaktadır. yalnız ufak bir gönül sorunu vardır ortada. baş gardiyan rocco'nun kızı marzelline, gönlünü yeni işe başlamış bu yakışıklı "genç adam" fidelio'ya kaptırmış, marzelline'ye daha önceden aşık olan rocco'nun uşağı jaquino da fidelio'yu bu yüzden kıskanmaya başlamıştır. leonore, marzelline'nin ilgisine sessiz bir tepki vermeyi tercih etmiştir. kızının fidelio'ya karşı hisssettiği duyguların farkında olan rocco da, leonore'nin bu sessiz tepkisini aynen kızı gibi sessiz bir evet olarak algılamıştır.

    olayların işte bu şekilde düğümlendiği noktada, beethoven*, insan sesi için yazdığı en romantik ve en güzel dörtlülerden birisini, "mir ist so wunderbar" adlı quarteti sahneye taşımıştır "doğumu benim için en sancılı geçen çocuğum" dediği fidelio operasında:

    "mir ist so wunderbar"

    marzelline (für sich):
    mir ist so wunderbar,
    es engt das herz mir ein;
    er liebt mich, es ist klar,
    ich werde glücklich sein!

    leonore (für sich):
    wie gross ist die gefahr,
    wie schwach der hoffnung schein!
    sie liebt mich, es ist klar,
    o namenlose pein!

    rocco (für sich):
    sie liebt ihn, es ist klar,
    ja maedchen, er wird dein!
    ein gutes, junges paar,
    sie werden glücklich sein!

    jaquino (für sich):
    mir straeubt sich schon das haar,
    der vater willigt ein,
    mir wird so wunderbar,
    mir faellt kein mittel ein!

    marzelline:
    cok tuhaf hissediyorum kendimi,
    kalbim sıkışıyor;
    o seviyor beni belli ki,
    mutlu olacağım!

    leonore:
    tehlike ne kadar büyük,
    ve umudun ışığı ne kadar zayıf!
    beni seviyor belli ki,
    ah o isimsiz acı!

    rocco:
    kızım onu seviyor belli ki,
    evet canım, o senin olacak!
    iyi ve genç bir cift,
    mutlu olacaklar!

    jaquino:
    saçlarım diken diken,
    baba onay veriyor,
    çok tuhaf hissedeceğim kendimi,
    hiçbir çıkışım yok!

  • beni ağlatan adamın sözleridir. keşke senin suratın kadar çizmelerin kadar temiz olsa herkesin yüreği..

  • 11 eylülde ikiz kulelerden kurtulan türkler hikayelerinde rastlanan durum. efendim millet sırayla inerken, soldan koşarak kurtulmuş zeki türkler. bütün amerikalılar senin gibi "zeki" olsa ne olacaktı, kaos çıkıp herkes ölecekti. nitekim burada hepimiz birbirimizden zeki olduğumuz için kendi bokumuzda boğuluyoruz.