hesabın var mı? giriş yap

  • öncelikle geçmiş olsun.

    başlık hukuk bilmeden hukukçu takılan tayfayla dolmuş yine. öncelikle kısa bir bilgi: (bkz: müteselsil sorumluluk)

    siz restorana yemek yemeye gittiğinizde o restoranın anlaşmalı valesine veriyorsanız aracınızı, ayrı firma olsa dahi restoranın anlaşmalı vale şirketi, sürücü (vale) ve restoran müteselsil sorumlu olur. aralarındaki iç ilişkiyi üçüncü kişi konumundaki zarar görene ileri süremezler. yani araç sahibi zararını isterse restorandan alır, restoran daha sonra vale şirketine şirket de sürücü (valeye) rücu eder.

    yıllar önce benzer bir dosyamız istanbulun en eski ve o dönemin zenginlerinin mekanı olan bir restoranda olmuştu. bahsettiğim olayda araç çalınmış, daha sonra araç anahtarının vale tarafından değil valelerle aynı renk ve benzer kıyafet giyen hırsız tarafından teslim alındığı anlaşılmıştı. yargıtay isabetli olarak basiretli bir tacirin kendi otopark alanında kendi çalışanlarıyla aynı giysiyi giyip vale gibi davranarak anahtar çalmaya çalışılması durumunda vale şirketinin de restoranın da sorumlu olduğunu zira restoranın hakimiyet alanında müşterilerin restorana ve markasına güvenerek hareket etmesinin hayatın olağan akışına uygun olduğunu değerlendirmişti.

    tabi kaskonuz var ise bu detaylarla uğraşacak olan kaskonun rücu birimidir. siz aracınızı kaskodan yaptıracaksınız.

    önemli not: kasko değer kaybı ödemez arkadaşlar değer kaybını her halükarda vale şirketi sürücü ve restorandan isteyebilirsiniz, bilginize. kaskodan değer kaybı talep ederseniz bir de karşı vekalet ödemek zorunda kalırsınız.

    edit: imla

  • ablası cheryl miller çok ünlü bir basketcidir ve şu anda da espn'de yorumculuk yapmaktadır. nba'e ilk geldiği sezon kötü bir sezon geçirince kendisiyle "ablasından daha kötü basket oynayan tek nba oyuncusu" diye dalga geçilmiştir. halbuki o zamanla rüştünü kanıtlamış, nba'de efsane denebilecek maçlar çıkartmıştır. en iyi hatırlanacak maçları 94-95 play-offlarında knicks karşısında takımı son 16.5 saniyede 105-99 geride iken üst üste 2 top çalıp 2 üçlük 2 serbest atış ile takımına 107-105 kazandırdığı maçtır. diğer efsane maçı ise 2001-2002 play-offlarında netse karşı oynadığı oyundur. ayrıca kendisinin normal sezon kariyer ortalaması 18.6 sayı iken play-offlarda bu ortalama 22.8'e çıkmaktadır. sırf bu istatistik bile onun nasıl zor maçların, zor şutların adamı olduğunu açıklamaya yeter.

  • gençlerbirliği'nin 6 türk, 5 yabancı futbolcudan oluşan ilk 11 ile sahaya çıkacağı karşılaşmadır. olayın ilgi çeken tarafı ilk 11'deki 6 türk'ün tamamı gençlerbirliği altyapısındandır.

    (bkz: ahmet yılmaz çalık)
    (bkz: ramazan köse)
    (bkz: ahmet oğuz)
    (bkz: halil ibrahim pehlivan)
    (bkz: doğa kaya)
    (bkz: irfan can kahveci)

    bunun yanında yedek kulübesinde oturan 7 futbolcudan 2 tanesi yine gençlerbirliği altyapısındandır.

    (bkz: artun akçakın)
    (bkz: berat tosun)

    altyapımız yok yeeaa, türk futbolu ölüyor yaaee, fenerbahçe türkiye kupasında 19 yaşında adam oynattı ooouuvv diyen türk basınına haber niteliği taşımaktadır ama tabiki yine bir bok yazmayacaklardır.

    18 kişilik gençlerbirliği kadrosunda 7 tane u-21 futbolcu vardır bu da ayrıca not düşülsün.

    edit: gençlerbirliği'nin 5-0 kazandığı maçtır ayrıca

  • swatch tarafından resmi olarak açıklanmış olan blancpain işbirliği ile üretilmiş saatlerdir. avrupa fiyatı 390 euro, türkiye fiyatı 13bin lira, dünya fiyatı 400 dolar olarak açıklandı. renkler 5 okyanustaki 5 deniz tavşanından geliyor. renkler genel olarak çok güzel ancak bir siyah opsiyonun olmaması hayal kırıklığı oldu zira saatin orijinali siyah.

    saatin teknik özelliklerine gelirsek öncelikle kasa yine bioceramic denen plastik malzeme. mekanizma swatch'un son derece iyi zaman tutan, 90 saat güç rezervi olan ve tamamen makine üretimi olan dünyanın tek saat mekanizması yani sistem 51 ile geliyor. bu sayede blancpain de hala hiç quartz mekanizmalı bir saate bulaşmamış oluyor. mekanizma okyanuslara ithafen dekore de edilmiş ki bu segment için çok fazla bir şey dekoreli mekanizma. ve ayrıca mekanizma şeffaf bir cam sayesinde görülebiliyor ki saate yeni ilgi duyanlar açısından muazzam bir şey bu. kayış bu kez nato kayış. bu çok mantıklı zira hem dayanıklı hem ucuz hem de diver saate yakışan bir kayış türü nato. cam da yine moonswatch'a göre daha iyi bir cam. bezel tek yönlü olarak 120 açıda dönüyor ve saatin fosforu da en iyisi olan superluminova. su geçirmezlik ise 50 fathoms yani 50 kulaça denk gelen 91m.

    aslında bence şekli ve kağıt üstündeki özellikleri oldukça keyifli. tasarım oldukça güzel. detaylar muazzam. şeffaf caseback, dekore edilmiş otomatik mekanizma, nato kayış, daha iyi cam, döner bezel ve superluminova fosfor çok güzel.

    gel gelelim saatin 3 adet çok büyük eksisi var. ilk olarak sistem 51'in en büyük handikapı tamir edilemiyor olması. yani bir süre sonra ister istemez saat daha kötü çalışacak ve/veya tamamen çalışmayı bırakacak. bu durumda saat olacak çöp. zaten swatch da maksimum mekanizma ömrüne 10 sene diyor. kullananlardan bilindiği üzere de 4-5 sene gibi bir süre sonunda saat artık eskisi gibi çalışmamaya başlıyor. ya çok geri kalıyor ya zembereği 90 saatin yanına bile yaklaşmıyor vs.

    swatch'un bir diğer ıskası da plastik olması. plastik bir dalış saati zaten başlı başına komik bir de kullan-at mekanizma ile birleşince okyanuslara adanmış saatlerin sürdürülebilirlik açısından durumu facia. özür diler gibi kayışı geri dönüşümlü balıkçı ağlarından yapmışlar bir de. satışa çıktığında aktivistler saldırmazsa mağazalara iyidir, o derece :)

    üçüncü handikap ise elbette fiyat. kullan at bir saat olmasa ve mekanizma tamir edilebilir ya da en azından değişebilir olsa bence blancpain etiketinden ötürü 400 dolar verilirdi ancak bu durumda çok fazla bir fiyat bu. öyle ki 50 dolar daha koyunca seiko'dan gmt mekanizmalı bir saat ya da 3 adet çelik kasalı, otomatik mekanizmalı seiko 5 alınabiliyor. yine tissot, citizen, casio gibi seçenekler bu fiyat segmentinde geliyor. hatta orient kamasu gibi çelik kasalı, 200m su geçirmezliği olan gerçek bir diver'dan 2 adet dahi alınabiliyor. artık çokça bulunan ve kişiselleştirme dahi sunabilen muazzam microbrand markaları saymıyorum bile. diyeceksiniz ki iyi ama bunların hiçbirinde saatte bir blancpain yazmayacak. doğru fakat en azından ömürlük olacaklar bu saydığım saatler. bu saatte ise saati aslında yıllık 40 ila 80 dolar gibi bir fiyata 5 ya da 10 seneliğine kiralamış gibi oluyorsunuz. ben kendi adıma güzel bir microbrand saat almayı bu durumda tercih ederim. mekanizma tamir edilebilir ya da en azından değiştirilebilir olsaydı yüksek fiyatına rağmen hiç düşünmeden bir tane almak isterdim. bu durumda ise benim için no-go.

    son olarak ekonomik durumda bence swatch bu kez omega işbirliğinin yanından geçemeyecek bir iş yaptı. mühendislikte ürün tasarlanırken 3 sac ayağı dikkate alınır: 1- ürünün dizaynı 2-fiyatı 3-teknik özellikleri ve kullanım koşulları. bu 3 özellik ne kadar dengeli olursa ürün o kadar genele hitap edip ticari başarı sağlar. burada ise dizayn başka yöne fiyat ve teknik diğer yöne bakıyor. buradaki ayrışma çok büyük. bu nedenle swatch'un marketing gücüne rağmen istenen ölçüde bir başarı beklemiyorum. zaten moonwatch başlığı ile bu başlık arasındaki ilgiden de bu anlaşılabilir diye düşünüyorum.

  • kızılay(hilal-i ahmer) kuruluşunda bir olay daha yaşanmıştır.avrupa, yardım kuruluşlarının haç taşıması gerektiğini savunmuş besim ömer paşa ise kendilerinin kültürüne uygun olması için hilalin kullanılması gerektiğini savunmuştur.en sonunda ateşli tartışmalar sonucu kabul ettirmiştir.doğru bildiği yolda ilerleyenlere ve o yolun sonunda karşılığını alanlara ne mutlu...

  • vay be neler dedi neler.

    yalnız harbiden neler dedi lan anlamıyom olum ben ingilççe falan birisi açıklasın sevabına.

  • pidecinin vizyonuna helal olsun, iyi butce ayirmis. bildigin kisa film cekmis adamlar. efektler de guzel.

    yalniz o pide duz duvara tirmandirmaz, seker komasina sokar benden soylemesi.

  • nyc'ye çok yakın bir şehirde yaşayan biri olarak katılmadığım önerme. sınıflı toplumların ne kadar kusuru varsa hepsini içinde taşıyor new york.

    bir tarafta inanılmaz gökdelenler, şıkkıdı şıkkıdı yürüyen -ve yüksek ihtimalle rahatsızlık verecek derecede umursamaz- adamlar ve kadınlar, ihtişamlı gökdelenler ve onların gökyüzünü aydınlatan ışıkları, diğer tarafta sokakta/metroda yaşamak zorunda kalan, yiyecek bulmak için bin takla atanlar. ayrıca şehrin az çeperlerine gittiğinizde yerleşim yerleri de rezil bir hal alır. insanların bin bir zorlukla yaşadıklarını görürsünüz. metrosuna inersiniz, kesif bir sidik kokusuyla yüzleşmek zorunda kalırsınız. bazen de fareler gelir dibinizde dolaşır, göz göze gelirsiniz. alın size dünyanın süper gücü abd ve onun en büyük şehirlerinden biri olan new york.

    ama şehir dendiğinde bunlar nedense akla gelmiyor. şehir dediğin şey o bölgede yaşayan insanların o coğrafyayla etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir hadise değil midir? gökdelenler, şehrin merkezi yerindeki üç beş hoş bina bazı kesimlerce hem sinir olunan ama aynı zamanda tapılan amerikan hegemonyasının zihin dünyamızda işgal ettiği alanla birleşince "new york dünyanın en güzel şehri" dedirtiyor insana rahatça.

    pek öyle değil o iş.

    edit: ayikiza tesekkur ediyorum umarsiz kelimesinin yanlis kullanimiyla alakali olarak beni uyardigi icin. umursamaz olarak duzelttim o kelimeyi.

  • başlık: 22 yaşındayım böyle bi şey görmedim

    1. böyle birşey görmedim daha.

    2. demek göbeği erittin.