hesabın var mı? giriş yap

  • en estetikli, platin saçlı, 2 - 3 kadın arkadaşınızı eve çağırın ve onlardan bulabildikleri en ama en açık kıyafetlerini giymesini isteyin

    üzerinize polyester gömlek, daracık y.vşak pantolonu ve tabanı 8 cm yüksekliğinde çakma bir ayakkabı giyin

    1 milyoncuda satılan renkli tabaklara dolapta saçma sapan ne varsa koyup üzerine tereyağ gezdirin

    masaya elektronik sigara, tüle sarılmış limon, 3-5 cep telefonu koyun

    arkaya da sırasıyla sezen aksu, neşet ertaş ya da berkay'dan bir şarkı açın

    duvara da üzerinde "içiyoruz gardaş" "içmekten anamız s.kildi" vb. sikindirik bir çakma led neon asın

    her 20 dakikada bir de masaya çay doldurup koyun

    alın size evinizde en az dışarıdakiler kadar leşşşş gibi bir yeni nesil meyhane.

    not: isteğe göre barzo, silahlı çatışma ya da 10'a 1 güvenlik dayağını da gece sonunda ekleyebilirsiniz.

  • kisinin portakala bakis açisini degistirebilen film.

    don vito corleone manavdan portakal alirken tetikçileri farkeder. kaçmaya çalisirken portakallar yere dökülür. portakallarin elinden gitmesi, ondan uzaklasmasi, bir saldiriya ugrayacagini fakat sonunda kurtulacagini haber vermektedir.

    the godfather part3 te michael corleone babalar meclisinde otururken masa birden sarsilmaya baslar. michael`in önündeki portakal sarsintiyla yere düser, michael portakalin yuvarlanarak kendinden uzaklasmasini izlerken, tepeden kursunlar yagmaya baslar. portakal, michael`dan uzaklasmistir, michael saldiridan kurtulmustur.

    vito corleone torunuyla oynarken ölmüstür. ölmeden önceki hareketi de agzina portakal kabugu yerlestirmek olmustur.

    part3 te michael`in düsüp ölmeden önceki görüntüsü incelendiginde elinde tuttugu portakal farkedilecektir.

    babalar meclisinde önüne portakal konan babalar öldürülür.

    part2 de michael`a portakal ikram edilir, fakat almaz. o gece saldiriya ugrar lakin ölmez.

    part2 de fanucci öldürülmeden önce eline portakal alir.

    bu üçlemede portakalla bir sekilde iliski kurup öldürülen daha nice kisi vardir.

    etkileyici sayilabilecek bir diger sahne ise part3`te portakal suyu ile ilgilidir. michael seker komasina girince hemen portakal suyu ister. portakal suyu onu hayata döndürür. kanaatimce bu sahnede michael`in yasamak için ölümlere, düsmanlarinin kanini içmeye mahkum oldugu anlatilmaktadir.

  • bosna hersekteyiz efendim halk horon ekibiyle. günlerden cuma kemençecimiz ezanı duyuyor ve yardırıyor..

    - heriif.. purta da ezan dürkce okunuyu..

    birebir yazılmıştır söylediği. yalandan komik değildir.

  • sinema filmlerinde arka planda duyulan; konuya ve sahnelere göre yazılması icap eden bir müzik çalışması türüdür. fakat niteliğiyle filmi yüceltebildiği gibi batırabilen, çok hassas ve bir o kadar da zahmetli bir iştir. üretimin ve talebin artması sonucu son 50 yılda büyük bir değişim geçirmiş ve günümüzde "film müziği endüstrisi" olarak varlığını sürdürmektedir, bilindiği üzere.

    ciddi anlamda müzik, endüstrileşecek bir şey değildir, sanatın seri üretimi olmaz. fakat, bu alana "film müziği endüstrisi" adı verilmesinin sebebi, asıl bu noktada yatmaktadır; günümüzde film müziği bestecileri, adeta otomatik programlanmışlardır; aynı karakteristikleri, aynı parti hareketlerini, aynı müzikal öğeleri her çalışmalarında görürsünüz, duyarsınız, hatta farklı farklı çalışmaları birbirleriyle karıştırabilirsiniz. bu durum, bestecilerin imzaları ya da stilistik özellikleri olmaktan çok, kendilerini taklit etmelerinden kaynaklanmaktadır. daha da kötüsü, başkalarını taklit etmeleridir.

    örnek olarak john williams'ın star wars ve superman filmleri için bestelediği müzikleri ele alalım. bu müziklerdeki tınılar ve müzikal karakteristiklerin ortak özelliği, aşırı derecede benzer olmalarıdır. müzikler teknik olarak incelendiğinde, çoğu motif ve ezgisel hareketin tıpatıp aynı olduğu rahatça görülebilir. iki filmin ana temalarını birbirleriyle takas etseniz, hiç bir rahatsızlık duymayacaksınız. zamanda biraz geriye gittiğimizde, benzer ezgisel öğeleri ve motifleri, çoğu romantik dönem bestecilerinde, özellikle de gustav holst'ün senfonik eserlerinde ve richard wagner'in operalarında duyabiliriz. williams'ın çalışmalarında, bu romantik dönem bestecilerin eserlerinden direkt alıntılar bulunmaktadır. doğal olarak besteciler birbirlerini örnek alır, birbirlerinden esinlenirler; bach'ın vivaldi'den, beethoven'ın mozart'tan etkilendiği gibi. ama müzikleri ve ifadeleri çok farklı, başkadır. film müzikçilerine baktığımızda, hepsinin fabrikadan çıkmışçasına tek tip olduğunu görüyoruz; tek fark, bazılarının parlak, bazılarının sönük işler çıkarmaları.

    film müziklerinin yapım aşamaları, pek de zannedildiği gibi değildir. çoğunluk, filmdeki bütün müzikleri ödülü alan -ya da adı geçen- kişinin yaptığını zannetmektedir, halbuki işler böyle yürümez. film müziği, kalabalık bir ekip işidir. söz konusu ekipte bir (veya birden fazla) baş kompozitör ve birçok yan kompozitör-aranjör bulunur. baş kompozitör temaları bulur, basit bir biçimde yazar. ardından bir iş bölümü yapılır baş kompozitörün himayesinde; örneğin kompozitörlerden biri lirik temaları ele alırken, diğeri aksiyon sahneleri için çalışır, bir başkası filmdeki karakterler için temalar hazırlayıp orkestralarken, bir diğeri filmin ana teması üzerinde çalışır. bu müzisyenler, aynı zamanda o bayıldığımız orkestrasyonları, tınıları ve fanfarları yazıp işleyen adamlardır. bu aşamada baş kompozitörün asıl görevi, bu bir kaç kişiyi gerektiğinde yönlendirmek ve çalışma programına göre yönetmektir. yazdıkları müziğe sahne-atmosfer uyumluluğu söz konusu olmadığında karışmaz. sonrasında şefliği varsa, orkestraya çaldırır müzikleri, icracıları çalıştırır. kaydı yapar, teknik bilgisi varsa stüdyoda düzenleme işlerine katılır, fakat genelde deneyimli ses mühendisleri bu işleri ele almaktadır. baş kompozitör işler bitince altına imzasını atar, oskarı da alır. ama unutulmaması gereken nokta, baş kompozitörün yönetmen ile birebir çalışan tek adam olduğudur. elfman'ı, williams'ı, horner'ı, zimmer'i, silvestri'si; kısaca hepsi böyle çalışır. bu arada dizi ve oyun müzikleri de genelde aynı şekilde yapılmaktadır.

    bu çalışma şeklinin sebebi, az zamanda çok iş çıkarmak kaygısıdır. çünkü otuz beş-kırk parçalık bir soundtrack, besteci istediği kadar işinde usta ve profesyonel olsun, birkaç ayda tamamlanamaz. çünkü besteleme çalışması, çok farklı, zor ve eziyetli bir süreçtir. bu seri üretim politikası yüzünden müzikler tıpatıp benzemekte ve genelde sönük, başarısız olmaktadır. bir filmi yaparken bir kaç yönetmen veya senarist kafa birliği yapıp çalışabilir; ama müzikte bu uyumu sağlamak çok zordur. her müzisyen farklı hisseder, farklı düşünür, farklı ifade eder.

    bir kaç örnek vermek gerekirse: the lord of the rings üçlemesinde yirmiden fazla aranjör çalışmıştır; star wars filmlerinin hepsini ele aldığınızda, birbirinden bağımsız otuzdan fazla farklı film süiti hazırlandığını görürsünüz. ya da batman filmlerinin müziklerini danny elfman'ın yaptığını biliriz; fakat elfman'ın sadece o beş notalık tumturaklı temayı bulduğunu, o bizi mest eden, çizgi filminde de dinlediğimiz o harika batman süitinin tamamını besteleyenin steve bartek olduğunu bilemeyiz. hatta ve hatta, mission impossible, good will hunting, spiderman, pirates of the caribbean, the simpsons movie adlı yapımlarda da baş orkestratör ve baş düzenlemeci olarak çalışmıştır steve bartek. sahi, bu filmlerde adı geçen, aday gösterilen ya da ödül alan besteciler kimlerdi?

    fakat film müziğinde eski dönem, çok daha farklıdır; morricone'ler ve rota'ların yazdığı onlarca harika müzik, tamamen onların kaleminden ve yüreğinden çıkmıştır, ikinci adam parmağı çok nadir görülür ki, o kişiler de küçük geçiş sahneleri için ufak parçalar yazan, genellikle daha deneyimsiz, ustaların yanında pişen çırak misali müzisyenlerdir. büyük işleri, deneyimli kompozitörler yapar. işleyiş benzese de, mantık terstir. teknolojiyle birlikte değişen üretim-yaratma politikaları, müziği de olumsuz etkilemiştir.

    araç, asla amaç olmamalıdır, lakin hollywood'da durum tam tersidir. avrupa, uzak doğu veya bağımsız amerika sinemasında bunu pek göremezsiniz; ya tek kişi ya da bir müzik grubu oturup uğraşır tüm müziklere ve en dikkat ettikleri nokta, müziğin kendi dillerinde konuşmasıdır. aşırı öykünme, gereğinden fazla "etkilenme" yoktur müziklerinde. fabrika usulü, farklı farklı kırk kişi çalışmazlar; çünkü fazla para yoktur, seyirci potansiyeli fabrika üretimini gerektirecek denli yüksek de olmaz, haliyle "masif" bir gişe kaygısı oluşmaz. zaman ve yetiştirme endişesi veya filmle beraber kırk çeşit farklı işin -üç yüz çeşit fragman, elli tip reklam, oyun, dizi, belgesel vb.- aynı anda yürütülmesi gerekmez. haliyle amaç başkalaşır bu yapımlarda.

    üretimi kadar dinlemesi de gittikçe zorlaşan bir müzik alanı denebilir film müziği için.

  • ''sahalarında şampiyon olduk. stadyuma zarar verdiler, ağladılar çok acı çektiler ben de üzüldüm.''

    ''federasyon başkanı'nın elini sıkmadım çünkü o karanlığa hizmet ediyor.''

    ''bana emre'yi sormayın o düşük profilli, küçük zavallı bir ırkçı.''