hesabın var mı? giriş yap

  • kapı açılmak üzereyken yanınızda duran teyzeye acıyıp "bekleyeyim de yol vereyim" demeyin, o sizi zaten ezip geçecektir. skill level'ı 100'dür kendisinin, sizden tecrübelidir. metrobüste acıma yoktur. herkes kendi başınadır.

  • bir taksiye aceleyle atlayıp "öndeki arabayı takip et" demek.

    edit piaf: ohoo herkesin uktesiymiş bu içinde. herkesi sırayla taksi tutup birbirimizi takip etmeye davet ediyorum.

  • o paraya uçakla italya'ya gidip geliniyor uygun bilet bulunursa. buna adam silkmek denir. sonra vay efendim yerli turist gelmiyor vs.

  • 27 haziran 1941, varşova, polonya'da doğmuş ve 13 mart 1996 tarihinde hayata veda etmiş dahi.

    1970'lerin 80'ler ve 90'ların sosyal ve ahlaki temalarını araştıran belgesel, uzun metrajlı film ve televizyon filmlerinin önde gelen polonyalı sinemacısı.

    kieslowski, varşova'da tiyatro teknolojisi okudu ve 1968'de polonya, lodz'daki devlet tiyatro ve film koleji'nden mezun oldu. film kariyerine, mezun olmadan önce polonya televizyonu için yaptığı zdjecie (the photograph) dahil olmak üzere belgeseller çekerek başladı.

    ilk önemli filmi siyasetten vazgeçip eski duvar örme mesleğine geri dönen siyasi bir aktivistin öyküsü murarz'dı (1973; the bricklayer).

    kieslowski, 1970'lerde, polonya sağlık sistemindeki sorunları ortaya çıkarmak için gizli bir kamera kullandığı szpital (1976; hospital) dahil olmak üzere, çoğu televizyon için birçok önemli belgesel çekti.

    kısa belgeseli z punktu widzenia nocnego portiera (1979; from a night porter’s point of view), totaliter dünya görüşlerine sahip bir bekçiyi konu alır.

    (bkz: blizna) (1976; the scar), kieslowski'nin ilk sinema gösterimiydi; polonya endüstrisindeki yönetim-emek ilişkilerine odaklandı.

    sanatsal ifadenin sonuçlarını öğrenen, gelecek vadeden bir belgesel yönetmeni hakkında otobiyografik bir çalışma olan amator (1979; camera buff) ile dünya çapında dikkatleri üzerine çekti.

    (bkz: przypadek) (1987; blind chance) ile anlatı denemeleri yaptı. (film, bir tıp öğrencisinin trene binmek için acele ederken hayatının alabileceği üç önemli yönün izini sürüyor.)

    kieslowski'nin, ailesini hayatlarını sürdürürken izleyen ölü bir avukatın öyküsü olan bez konca (1985; no end), krzysztof piesiewicz ile uzun süreli bir yazarlık işbirliğinin başlangıcı oldu.

    kieslowski'nin piesiewicz'le birlikte yazdığı dekalog (1988–89; decalogue), on emir'den ilham alan ve polonya televizyonu için yapılmış bir diziydi.

    10 saatlik bölümlerin her birinde bir emre odaklanırken; emirler açıkça adlandırılmadığı için seyirci olay örgüsündeki ahlaki veya etik çatışmaları belirlemeye davet ediliyordu.

    dizi, tüm konsptiyle 1989 venedik film festivali'nin en önemli parçası olarak gösterildi ve modern bir sinema şaheseri olarak kabul edildi.

    bölümlerden ikisi uzun metrajlı filmlere genişletildi: krótki film o zabijaniu (a short film about killing) ve krótki film o milosci (a short film about love), her ikisi de 1988'de gösterime girdi.
    (bkz: a short film about killing/@justin mcleod)

    la double vie de véronique (1991; the double life of veronique) ile eleştirmen övgülerinin yanı sıra ticari başarı da geldi.

    kieslowski ve piesiewicz'in sonraki ortaklıkları, üç renk üçlemesi/the three colours trilogy, fransız bayrağının renklerini temsil ediyordu: bleu (1993; blue), blanc (1994; white) ve rouge (1994; red); sırasıyla özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temalarına odaklandılar.

    filmler birkaç ay arayla gösterime girdi ve her biri kendi başına bir film olarak görülebilse de bütünüyle tek bir hikâyeye hizmet edecek şekilde tasarlandılar.

    insan ilişkilerinin kırılganlığına odaklanan tema, mavi'deki yalnız uyanıştan ortaya çıktı ve kırmızı'daki sembolik aydınlanmayı sağlamadan önce beyaz'ın acımasız mizahına nüfuz etti.

    kieslowski, red için en iyi yönetmen dalında akademi ödülü'ne aday gösterildi.

    kieslowski sürekli olarak film yapımcılığını bıraktığını duyururdu. bununla birlikte, öldüğü sırada, o ve piesiewicz, dante'nin the divine comedy / ilahi komedya'sının bölümlerine dayanan yeni bir film üçlemesi üzerinde çalışıyorlardı.

    piesiewicz sonunda 21. yüzyılın ilk on yılında çekilen üç bölümün de senaryolarını tamamladı.

    kieslowski, alman film yapımcısı tom tykwer tarafından yönetilen heaven (2002) adlı filmin ortak yazarlığını yaptığı için övgüler aldı.

    diğer filmler ; danis tanovic'in yönettiği l'enfer (2005; cehennem); ve stanislaw mucha'nın yönettiği nadzieja (2007; “araf”).

    kieslowski, film okulunun son yılı olan 21 ocak 1967'de ömür boyu aşkım dediği maria (marysia) cautillo ile evlendi.

    marta (d. 8 ocak 1972) adında bir kızları oldu ve ölümüne kadar evli kaldılar.

    kieslowski, avrupa'nın en etkili yönetmenlerinden biri olmaya devam ediyor ve eserleri dünyanın her yerindeki üniversitelerdeki film dersleri araştırmalarına dahil ediliyor. 1993 tarihli kieslowski on kieslowski kitabı, danusia stok'un röportajlarına dayanarak hayatını ve çalışmalarını kendi sözleriyle anlatıyor. ayrıca, krzysztof wierzbicki'nin yönettiği krzysztof kieslowski: ı'm so-so (1995) adlı biyografik bir filmin konusudur.
    kitap

    kieslowski, emekli olmasının üzerinden iki yıldan kısa bir süre geçtikten sonra 13 mart 1996'da 54 yaşında açık kalp ameliyatı sırasında kalp krizi geçirerek öldü.

    varşova'daki powazki mezarlığı'na defnedildi. mezarında, dikdörtgen bir boşluk oluşturan iki elin baş ve işaret parmaklarından oluşan bir heykel vardır.

    görsel
    görsel

    kaynak; cılture.pl
    criterion
    görsel

  • günümüzde normal bir ailedir.
    kadın biraz çok bilmiş(tercihen röfleli) eşiyse hayattan bezmiş bir profil çizer. genelde 5-6 yaşında çocukları bulunur. çocuğu oradan oraya saatlerce sürüklerler, ödül olarak 5 dakikalık jetonlu arabaya bindirirler. alışveriş bittikten sonra avmnin en üst katına çıkarlar, kendilerine köfte çocuklarına "happy meal" menüsü sipariş verirler. eve dönüş yolundaysa çoğunlukla sinirler gergin olur

  • zihin olarak kendisini buna odaklamıştır. ergen iken "nasıl bir sevgilim olsun?" listesi çok nettir. şöyle olsun, böyle olsun diye doldurulmuştur o liste. ha çoğu zaman o listeye uymaz sevgililer ama bir şekilde liste de sevgiliye göre şekillenir.

    fakat kişisel olarak fark ettim ki yaş ilerledikçe o liste "nasıl bir sevgilim olmasın" oluyor. listenin altındakiler de alıp başını gidiyor. bir süre sonra sadece göz ile beğenilen kadınların sayısı bile azalıyor. tabii siz ne kadar beyninizle hareket etmek isteseniz de içgüdüleriniz ya da alt benliğiniz ya da adına her ne diyorsanız, sizden bağımsız sizin adınıza hareket eden parçanız kendince birilerini beğeniyor. ama! baskın çıkamadığı için o beğenilen kişinin üstünü de çizip geçiyorsunuz.

    zaman geçtikçe, yalnızlığınıza çözüm için aradığını sevgiliyi aramamaya başlıyorsunuz. olursa olur, olmazsa olmaz diyip çıkıyorsunuz işin içinden. tabii bu kronikleşiyor. bu sefer ne içgüdü, ne beyin mevcut sevgiyi yönlendirecek kimseyi bulmaktan vazgeçiyor. öyle apışıp kalıyorsunuz.

    misal bu sene içinde bir hatun kişiyi ilk olarak fiziksel olarak beğendim. sonra takip edip nasıl birisi olduğunu çözemeye çalıştım. olur gibi geldi. sonra hatun kişinin eski erkek arkadaşının kim olduğunu öğrendim. eski sevgilisi olacak herif, bir erkekte nefret ettiğim ne kadar özellik varsa hepsine sahip bir tipti. direkt şöyle düşündüm; ulan bu kız bu herifle sevgili olmuşsa, benim bu kızla hiç işim olmaz.

    ooo daha bu işin güven kısmı var. o güven duygusu yok mu... o kadar acayip bir şey ki.

    neyse, kısacası tercih olarak başlayan bu hal, daha sonra kalıplaşıyor. eğer yalnızlığa katlanacak birisi değilseniz "ben kimseyi aramıyorum" triplerine girmeyin. zira kimse de gelip "ben seni seviyorum galiba, bir sevgili mi olsak acaba?" demez.

  • sanırım bu durumu çok ender yaşadıkları için kaybettiklerini idrak edememeleri olduğunu söyleyebiliriz.

    teknolojide, teknikte, sporda falan hep kazandıkları için kaybetme raddesine gelmediler ve aksiyon almaları gerekmedi. hatta sporda, mesela futbolda, hep iyi olmuş olmalarına rağmen daha iyi olmak için futbola 2000'lerin başında gene yatırım yaptılar ve gerçekten çok daha iyi oldular.

    fakat tarihte, yaptıkları savaşlarda hiçbir zaman zamanında geri çekilmeyi, ve güçlenip tekrar vurmayı beceremediler. hep tükenene kadar saldırdılar. asla geri adım atmadılar. bu da onların hızlıca tükenmelerine neden oldu.

    özellikle 2.dünya savaşında aşırı inatçılıklarından dolayı geri adım atmadılar. sanırım kısa zamanda teknik ve zeka üstünlükleri ile elde ettikleri başarılar kibirlerini çok arttırmış olmalı. karşılarındakilerinin sayı çokluğu, çok geniş alanlara yayılmış olmaları ve üretimdeki sınırsızlıklarına rağmen; az sayıları ile bu adamları alt edemedikleri anda geri çekilip, alanı daraltıp(sayı dezavantajını kırıp), güçlerini koruyup doğru zamanda saldırmayı beklemek yerine, tükenene kadar atak yaptılar. ve hızlıca yokolup bittiler.