hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.

  • telefonu sessize almayan hocayı suçlayan salakları gösteren başlıktir. bu amk telefonunu bu saatte aramaya hakkı olmayanlar için değil, acil ve hayati durumlar için seslide tutuyorum, saygısız denyolarin keyfi için değil.

    edit: kimisi de mesaj patrondan gelse ses edemezsiniz diye salak duyar kasmis embesiller de var. bir önceki çalıştığım üniversitede bölüm başkanının ısrarla darlamasindan mütevellit telefonu hiç açmamış, ertesi gün de "elimdeki telefon kişiseldir, senin telefonunu açmak zorunda değilim. resmi iletişim yolu e-posta'dir, çok istersen e-posta yollarrsiniz ben de sabah bakarım, aksi takdirde bana mobbing yaptığınız için şikâyette bulunacağım!" demisligim de varsdir.

    yani özetle kendi sindirilmiş embesil hayatlarinizdan yola cikarak duyar kasmaya kalkmayın. insanların istirahat hakkına tecavüz etmeye kimsenin hakkı yoktur.

  • pilav arabası satın alarak kandil gecesi gezi parkında eylemcilere bedava pilav dağıtılmasını sağlayıp gönüllerdeki yerini perçinlemiş adam gibi adamdır.sadece bu adamla tanışmak için bile orda yarışmacı olurum o derece.seviyoruz seni ali ihsan varol

  • şu "çıkın sosyalleşin, bisikletinizi scooter'ınızı alın dışarı çıkın, tüketmeden eğlenebilmeyi öğrenin" diyenler nasıl bir kafa yaşıyor anlamak güç. bisikleti olmayan birisi için şu an kafadan 2000 lira harcattınız. scooter'ın rayici nedir bilemiyorum, bisikletten hallicedir diye tahmin ediyorum. "çayımı alayım termosa koyayım" desen termos fiyatları 3 hafta önce 250 liralardan başlıyordu. şimdi kaç olmuştur allah bilir. zaten istanbul'da bisiklete mi binilir amk siz delirdiniz mi? sinir stres sahibi olmayı geçtim 3 kişilik aileye gereken bisiklet miktarı x asgari bisiklet fiyatı zaten asgari ücreti geçiyor. herkes tek başına mı yaşıyor zannediyorsunuz?
    haydi her şeyi geçtim, tüm bunlara daha önceden sahip olduğumuzu ve tek başımıza yaşadığımızı düşünelim, sandviçimizi de evde yaptık çayımızı çorbamızı da... birisi bana "dışarı çıkıp sosyalleşmek" tam olarak ne demek, bir anlatabilir mi? ben dışarı çıktığımda kuşa, buluta, güneşe selam mı vereyim sosyalleşmek için? parka gidip bankta sap sap oturayım mı? arkadaşlarımla buluşsam mesela bankta termos kapağından çay mı içeceğiz? ulan ekonomi sıçmış batırmış, boğaza kadar batmışız adamlar hala iyimserlik sıçmaya çalışıyor ya ayar oluyorum. ne sosyalleşmesi lan?!

    edit: @iknowwhatyoudidlastsummer'in eklememi istediği mevzu da elbette arkadaş grubundan birisinin mutlaka sizi kafeye, yemeğe bir yere çağırması. bu yüzden görüşülemeyen insanlar var amk.

  • her ne kadar spielberg bu kızı filme katarken gerçek bir karakterden esinlenmese de schindler's list gösterime girdiğinde roma ligocka adında bir kadın o tarihlerde toplama kampında olduğunu ve üzerinde de her zaman kırmızı bir manto bulunduğunu söylemiş, çeşitli tanıklarca da olay doğrulanınca the girl in the red coat: a memoir adlı kitabı yazmıştır. kitap türkçeye de çevrilmiş ve kirmizi mantolu küçük kiz adıyla altın yayınlarından çıkmıştır.

    kalbinde insanlık için yeterince yer olanlar hem kırmızı mantolu küçük kızlara hem filistinli ya da lübnanlı çocuklara üzülebilir. ne de olsa savaşları onlar çıkarmıyor.

    ne gavura kızar oruç bozarım ne de bu saatten sonra sağa sola gamalı haç çizer heil hitler diye bağırırım.

  • iyi niyetli ancak vizyonsuzluktan ölü doğan bir proje daha.

    istediğiniz kadar vatansız milletsiz ilan edin umrumda değil. bu proje dünyanın geldiği noktanın çoook uzağında duruyor. benim hep savunduğum bir şey var. bizim insanımıza ilk önce projelendirme öğretilmeli. bir ürün yapılacaksa harekete geçilmeden bu konuda neler yapılıyor bakması öğretilmeli.

    elin liseli çocuğu beyin dalgalarıyla hareket ettirilen kolu 3d yazıcı ile basıyorken bizde halen hareket sensörü kullanılıyorsa bu olacak iş değildir.

    eğer dünya hafiflik için karbon alaşım kullanıyorsa, parmak kontrolü için mikroservo motor kullanıyorsa, uyarım iletimi için direk sinir sistemini kullanıyorsa bizim bu devirde çıkıp bu ürünü yapay kol diye sunmamız acıklıdır. altı boş bir özgüvenin net göstergesidir.

    bunu üreten arkadaş gerçekten bu konuda işe yarayacak bir ürün ürettiğine inanmasa herhalde kameraların karşısına çıkmaz. demek ki yapılanları bilmiyor. demek ki amputasyon sonrası kullanılacak yeni nesil protezler için harcanan milyonlarca dolardan habersiz.

    arge bizim ülkemizde küçümsendikçe daha çok göreceğiz bu tarz ölü doğumları.
    arge sadece fikir üretimi değildir. teknik gerekliliklerin belirlenmesidir, araştırmadır, projedir, tasarımdır, fizibilitedir.

    bu konular ciddiye alınmadıkça bu ülkede erke dönergeci de bulunur, soğuk füzyon reaktörü de bulunur, evrim de çürütülür, kansere çare de bulunur. ancak sadece lafta yapılır bunlar.

    günümüzde bilim de mühendislik de çok ciddi ön çalışma gerektiren uzmanlık alanları. 500 yıl öncesindeki gibi aklına geleni üretmeye kalkarsan hüsrana uğrarsın.

    yapma demiyorum hobi olarak yap ama özgüvenini dizginle. ne ürettiğini araştır.

    https://www.youtube.com/watch?v=_qupnnroxvy

  • tüm korkakların suratlarına geçirdikleri maskedir.

    şimdi efendim, bildiğiniz üzere, person kelimesi kökenini latincedeki persona'dan alır. bu da "maske" demektir özünde ve tiyatrodaki karakterlere gönderme yapar. kent toplumunun oluşmasıyla birlikte bir kamusal hayat/özel hayat ikiliği doğmuştur ki; bu konuyla hannah arendt hanımefendi insanlık durumu adlı eserinde özenle ilgilenmiştir.

    kamusal hayata karışan birey, kendine bir kişilik seçmek zorundadır; zira kamusal alan aynı zamanda yabancılaşmanın alanıdır. iktisadi ve siyasi ilişkiler üzerine bina edilip tüm kültürel üst yapı da bunun üzerinden şekillendirilir. çok kısaca, insan, kamusal olanda "kendi" olanı bulamaz; yüzüne bir maske geçirmek zorundadır ki karşılacağı olası durumlara karşı maskenin, yani kabuğun altındaki hassas ve yumuşak dokuyu; fakat aynı zamanda girift ve düzenden yoksun özü koruyabilsin.

    antik yunan felsefesinden, antik roma'ya; oradan bizans ve islam kültürüne, persona'nın ne olması gerektiği; kamusal/özel ikiliğinin nerede başlayıp nerede biteceği hep konuşuldu, tartışıldı. devlet kapitalizmlerinin uygulandığı fordist dönemde de, süreç pek farklı değildi açıkçası. lakin ne zamanki uluslararası şirket kapitalizmleri* gemi azıya aldı; işler o noktada değişmeye başladı. kamusal ve özel alan arasındaki sınırlar müphemleşti, hatta birbirine karıştı. birey, persona'nın ardındakini koruma noktasında daha güvencesiz hale geldi. bu noktada geriye yapılacak tek bir şey kalıyordu;

    ya herro ya merro

    "özgüven" dediğimiz şey, işte yukarıdaki deyişteki herro'dur. merro olup kamusal hayatta incitilmek istenmeyen birey, herro olup, başkaları onu yargılamadan ve ezmeden önce önlemini almak zorundadır. tabi bu zorunluluk, devasa bir uzmanlar sektörüne de yolu açmıştır; psikologlar, kişisel gelişim uzmanları, yazarlar, youtuberlar vs. herkes bireye nasıl özgüvenli olacağını ve kendisini nasıl koruyacağını anlatmaya başlamıştır. hayatta karşılaşılabilecek tüm koşullara karşı tek bir "özgüven tipolojisi" geliştirilmiştir, ve beklentiye göre bu tipoloji bireyi koruyacaktır. lakin yaşamdaki belirsizliklerin sayısı sınırsızken, maskenin kapsam alanı kısıtlıdır. birey, kapsam alanı dışına çıkıp belirsizlik ve yenilgiler ile karşılaştığında; bilgisizliğinden ötürü maskenin amacını değil, niteliğini sorgulamaya başlar. "şöyle yapsaydım" der, "burada böyle davranmak lazım" der; tüm olasılıkları kapsayacak bir meta maske geliştirmeye çabalar, fakat bunu yaparken psikolojik anlamda kendini tükettiğinin farkında değildir.

    bu noktada şu soruyu soruyorum kendime. nedir bu özgüven? kişinin özüne güvenmesi mi? eğer öyleyse hangi özden bahsediyoruz peki, insan karakteri bu derece girift ve tabakalıyken? olmakta olan şu; neoliberal dünyaya adım atan insan, kişiliğini mümkün mertebe yontup tek tipleştiriyor ve diyor ki işte bu benim özüm ve ben buna güveniyorum. buradaki sıkıntı ise, sadece kişiliğin tep tipleşmesi değil; her koşulda, yaratılan bu tek tip öze güven duyacak olmak. böyle bir şey mümkün değil. kendime neden her koşulda güven duyayım ki? bu çok yorucu değil mi? insanın bildiği ve bilmediği şeyler vardır. bildiğim şeyler hakkında konuşma hakkımı kullanırım. bilmediğim şeyler hakkında ise ya izleyip nasıl yapıldığını öğrenir, ya da susarım. bunun aksi, insanın psikolojik manada yıpranmasına ve karakterin derinlik algısının yoksunlaşmasına yol açar. ki zannediyorum ki, günümüz insanının bu derece yüzeysel ve bomboş olmasının sebeplerinden biri de budur.

    bir korkak değilseniz eğer, suratınıza özgüven maskesini geçirmeye ihtiyacınız yok. kontrol altına almaya çalışan insan, kendi kurduğu sistem tarafından kontrol altına alınacaktır; o artık özgür değildir. yaşamın tüm olasılık ve belirsizliklerine açık olan insan ise gerçek anlamda özgürlüğü tadabilecek olandır. burada, kamusal/özel alan kaynaşmasına karşı alınabilecek önlemler de söz konusu tabi ki. mümkün mertebe, neoliberal kitle sosyolojisinin beklenti ve şiddete varan baskısından uzakta kalmayı seçebilir birey. bunu yapmak için de, özgün bir etik anlayışı geliştirip o felsefe ile hayata karışabilir. elbette tek bir doğru felsefeden bahsedilemeyeceği için, bu herkes için farklı olacaktır.

  • hastalığından dolayı farklılığa sahip bir insana uzaylı diyebilecek kadar küçülebilme potansiyeline sahip bir insanın tespitidir.

    önce insan olmayı becerebilmek lazım. gülmek kolay.

    edit : başlığı açan tuhaf bir insan entry'sini silmiş ya da uçurulmuş, başımıza kalmış. velhasıl silmiyorum, bazı insanların ne kadar çirkinleşebileceğinin göstergesi olsun.

    edit yine : başlık ve resim için (bkz: #33564232)