hesabın var mı? giriş yap

  • harry potter serisinin ikinci kitabı sırlar odasını ilk okuyuşumdan tam 18 yıl sonra okurken dikkatimi çeken, anlamsız olay.

    bilenler bilir, bu kitapta harry, ron ve hermione sırlar odasıyla ilgili araştırma yaparlarken kitap boyunca sürekli yeni ve çeşitli bilgilere ulaşırlar. bu bilgilerden bazıları yanlış olsa da, hagrid'in sırlar odasını açtığını zannetmeleri gibi, onları bir şekilde doğru ipuçlarına yönlendirir. örümcekleri takip etmelerini öğrendiklerinde aragog ile karşılaşırlar ve aragog onlara geçen sefer sırlar odası açıldığında bir kızın tuvalette ölü bulunduğunu söyler.

    harry ve ron da hemen bu bölümün ardından, kızın tuvalette öldüğü bilgisini kullanarak, ölen kızın tuvaleti aslında hiç terketmeyen ve hayalet olarak tuvalette takılmaya devam eden mızmız myrtle olduğunu anlarlar. hemen gidip kıza durumu sorarlar ve kız da olay günü tuvalet kabininden çıkınca sadece bir çift sarı göz gördüğünü ve çat diye öldüğünü söyler. nerede gördüğünü sorduklarında ise hemen şu musluğun yanında der ve harry ile ron gidip tarif edilen musluğa bakarlar ve küçük bir yılan oyması görürler. sırlar odasının girişini bulmuşlardır.

    şimdi sıkıntı şu, sırlar odası ilk açıldığında ve mızmız myrtle öldüğünde dumbledore okulda öğretmendi. dumbledore gibi bir büyücünün mızmız myrtle ile konuşmaması onu sorgulamaması çok saçma değil mi? hadi diyelim ilk zamanlarda müdür değildi ve yetkili kişiler olayla ilgilendi dumbledore olaya çok karışmadı, zaten oda da o olaydan sonra bir daha açılmadı.

    e ikinci kez açıldığında herkes olayı çözmeye çalışırken ve dumbledore oda ilk açıldığında ölen kızın kim olduğunu, nerede olduğunu bilirken niye gidip sorgulamadı? sorunca zaten kız çat diye şu musluk diye gösteriyor girişi hemencecik bulmuş olacaktı.

    bu konu aslında başkalarının da dikkatini çekmiş ve insanlar tartışmışlar fakat ben ciddi ve tatmin edici bir cevap alamadım.

    örnek cevap 1: dumbledore zaten kızı sorgulamıştır, musluğu ve girişi de bulmuştur fakat açabilmek için çatalağız olmak gerektiğinden hiçbir şekilde açamamıştır.

    e iyi de dumbledore harry'nin çatalağız olduğunu hemen daha kitabın başında öğreniyor tüm okulla birlikte. şuna bir açıl de de açılsın bir gidip bakalım diyebilirdi. ya da zaten dünyada başka çatalağız mı yok birini bulabilirdi.

    var mıdır buralarda ben buna mantıklı cevap verebilirim diyebilecek bir potterhead. dolar cami corona içimiz şişti artık kafamız dağılsın.

  • sözlükten bir avukat ön ayak olursa, sözlükteki atatürk'ü aşağılayıcı yazıları kapsamında pazartesi suç duyurusunda bulunacağım, keza üniversitesi ve öğretim kadrosuna da e-mail ile bilgilendirme geçeceğim.

  • öncelikle bu başlıktaki ilk entrymde (#42220195 ) on adet kısa roman incelemesi yapmıştım. burada ise roman dışındaki türlerden seçilmiş on adet ince kitap önerisi mevcut. sırasıyla:

    -iki tiyatro oyunu
    -iki şiir kitabı
    -iki deneme kitabı
    -iki öykü kitabı
    -iki sinema kitabı

    üstüne kısa kısa notlar mevcut. tabi yapıtları rastgele seçmedim. başlıkta belirtldiği üzere, ufku iki katına çıkaracağına inandığım kısa yapıtları dikkate aldım. en nihayetinde benim ufkumu katlayanlar bu yapıtlar. bir başkası için hafif gelebilir. saygı duyarım.
    .............................................................................................
    - kral oedipus: edebiyat tarihinin en etkili birkaç oyunundan biri. sophoklesin bu eseri başta edebiyat ve psikoloji olmak üzere hemen hemen tüm bilim ve sanat dallarını az ya da çok bir şekilde etkilemiştir. hatta hiç abartmadan şunu söyleyebilirim ki eğer bu yapıtı okumamışsanız, baba figürünün etrafında dönen özellikle hamlet ve karamazof kardeşler gibi edebiyatın en temel taşlarını eksik okumuşsunuz demektir. ya da başka bir ifadeyle bu yapıtları yeniden okumanız gerekecektir. efsane yönetmen pier paolo pasolini' nin sıradışı uyarlaması da izlenesi.

    - godot'yu beklerken: belki yirminci yüzyılın en iyisi değil ama kesinlikle en çok tartışılan ve en etkili oyunu. beckettin bu absürd yapıtındaki iki temel kahraman, oyun boyunca ne veya kim olduğu hiçbir zaman açıklanmayan godot adli birini beklerler. kimdir bu godot bilmiyoruz. god kısmından hareketle tanrı yorumunda bulunan eleştirmenler olmuştur. ama benim de çok sevdiğim yazar selçuk altun'un godot= god + idiot önerisi yapıtın içeriği de düşünüldüğünde akla yatkın bir ihtimal olarak görülüyor. zaten bu öneri dünya edebiyat çevrelerinde bile yankı bulmuştu. varoluşu sorgulayanlara birebir.
    ..........................................................................................................

    rubailer : şunca yapıt içerisinde övgüye ve tanıtıma en az ihtiyaç duyulan eser budur sanırım. zaten sadece türkiyede değil tüm dünyada büyük bir hayran kitlesi vardır. ömer hayyam, özellikle tanrı cennet-cehennem ve kader anlayışı üstüne olan rubaileriyle şiirin düşünce boyutuna çok şey katmıştır. ancak işin enteresan yanı, ana dili gibi arapça bilen, ortaçağın tüm dünyada en büyük matematikçilerinden biri kabul edilen ve mükemmel bir astronom olan ömer hayyam'dan bile çok bilmiş sözlük yazarlarının olmasıdır. hatta kuran'da şarap geçmiyor iddiası hakkında yazdığı bir entrysi (#46696229) geçenlerde sözlükte debeye bile girmişti. ömer hayyam ise kuranda şarap olduğunda ısrarcıdır. nitekim şiirlerinde tanrıyı ve öteki dünyayı sorgularken şarabı özellikle vurgular. peki arapça bilmeyen benim gibi kişiler kime güvenecek? ana dili gibi arapça bilen ve dünya tarihinin en etkili matematikçilerinden ve astronomlarından biri olan ömer hayyam'a mı, yoksa bu tatlı su müslümanı ak-trolle mi? şu entryi yazarken bir daha baktım, şaka maka hala yüzlerce kişi favorilemiş ilgli entryi.

    masumiyet ve deneyim şarkıları: bilindiği üzere william blake sonradan kültleşen bir şair ve ressamdır. bu eseri de kendi döneminde pek itibar görmemiştir. ancak şimdilerde edebiyat tarihinin en önemli şiir hazinelerinden biri sayılır. eser aslında iki kitaptan oluşur: çocuksu bir dille yazılmış ve çocuksu masumiyeti dile getiren optimist şiirlerin yer aldığı masumiyet şarkıları ve pesimist havanın hakim olduğu biraz daha ağır bir dille yazılmış deneyim şarkıları. peki bu iki kitabı tek kitapta birleştirme gerekçesi nedir? ilk bölümdeki şiirlerin hemen hemen tamamı ikinci bölümde yeniden yazılmıştır. ancak çok önemli bir farkla: ilk bölümdeki masum çocuk artık büyümüş ve dünyadaki tüm kötülükleri görmüş, acıları deneyimlemiş biridir. dolayısıyla ikinci bölümdeki şiirlere pesimist hava hakimdir.
    .........................................................................................................

    dinle küçük adam: türkiyede de oldukça sevilen ve okunan felsefik bir yapıt. wilhelm reich'in artık klasikleşmiş olan bu uzun söylevi yayımlandığı dönemden beri tüm gençliği derin etkisi altına almıştır. kişinin bir birey olmaktan ziyade, devletin basit ve sıradan bir üyesi ve hatta şakşakçısı olduğu, din, örgütler ve çeşitli inanç sistemlerinin kişiyi iyice silikleştirdiği gibi daha pek çok noktaya değiniyor. sadece şu küçük alıntı bile kitabın kazandıracağı bakış açısını özetlemeye kafi: " küçük adam, küçük olduğunu bilmez ve bunu bilmekten korkar. kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini, başkalarının gücü ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle örter. büyük genaralleriyle övünmektedir, ama kendisiyle övünmez. kendisinde varolan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye hayrandır. en az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez."

    cehenneme övgü: yine oldukça bilinen bir yapıt. gündüz vassafın bu denemeleri çeşitli kavramlara sıradışı bir bakış açısı sunuyor. özellikle din, delilik, aşk, gece ve devlet gibi temel kavramları çoğu kimsenin farkedemeyeceği bir pencereden anlatıyor. yapıtın geneline pesimist ve boğucu bir hava hakim. ancak dünyanın gidişatına ve insanlığın son haline reel gözlerle baktığımızda polyanacılık oynamanın gereksizliği zaten bir tokat gibi yüzümüze çarpar.
    ............................................................................................................

    kızgın ova : açık ara en sevdiğim öykü kitabı. öykü okumasını çok seven biri olarak juan rulfo'nun bu sıradışı öyküleriyle ilk kez karşılaştığımdaki şaşkınlığım anlatılır gibi değil. öyle oku - geç öyküler değil bunlar. kişiyi sarsar. meksika köylüleri üzerinden tüm insanlığı anlatır. temalar evrenseldir. bunun yanında öykülerde klasik anlamda bir başlangıç ya da son yoktur. sanki hepsi birer fotoğraf karesidir. alışılmamış dili ve modern tekniklerin uygulandığı kurgusuyla ayrıcalıklı bir yeri vardır. hem zaten bunca yıldır ekşide okur-yazarım, şu juan rulfoyu anlatmak ve yaymak için onlarca entry yazdım. ama ilgili başlıklara arada bir göz atıyorum. değişen bir şey yok. lan zaten hepi topu iki kitabı var. toplasan 250 sayfa etmiyor tüm yazdıkları. yalvarıyorum okuyun. emin olun franz kafka derinliğinde öyküler (kızgın ova) ve yüzyıllık yalnızlık yetkinliğinde bir roman (pedro paramo) bulacaksınız. boşuna değildir üç büyük yayınevinin de (yky, doğan, can) eserlerini basması.

    bir delinin hatıra defteri : dostoyevski, o meşhur cümlesinde," hepimiz gogolün paltosundan çıktık" der. sadece bu cümle bile bu yapıtın rus edebiyatındaki önemini vurgulamaya kafi. tabi anlaşılacağı üzere dostoyevski, bu palto sözcüğünü çift anlamlı kullanır. çünkü bilindiği üzere palto, bu kitapta da yer alan nikolay gogol'ün en önemli öykülerinden birinin adıdır. bu yapıttaki üç öykü sadece rus edebiyatının değil, tüm dünya edebiyatının da temel yapıtlarındandır. bu öykülerde rus toplumunu tüm yönleriyle görmek hiç de zor değil. hatta rus toplumu üzerinden sıradan hayatlar süren tüm insanlığı, devlet ve mevki gibi kavramları anlatmıştır dersek sanırım abartmış olmayız. ayrıca, açıkçası franz kafka bu öyküleri okudu mu bilmiyorum, ama memurları bu derece yetkin bir biçimde acziyet içerisinde gösteren başka bir yazar aklıma gelmiyor. gerçi bir de çehov var tabi. çehovun özellikle "memurun ölümü" adlı üç-dört sayfalık kısa öyküsü bile yüzlerce sayfalık bir inceleme gerektirecek kudrette.
    ..............................................................................................................

    filmlerle sosyoloji: sinema ve filmler üzerinden sosyoloji denemesi. sinema üzerine okuduğum en mükemmel kitaplardan biri. zaten önsözünü pop-sosyolog ve filozof slavoj zizekin yazdığını söylemek kitabın önemi hakkında yeterince fikir verebilir. brazil, dövüş kulübü tanrı kent, hayat güzeldir, sineklerin tanrısı ve hamam gibi sinema tarihinin en etkili filmleri üzerinden kurmaca ve gerçeklik ilişkisi incelemeleri. zizek'in deyimiyle, "filmlerin asla sadece film olmadığını bilenler için" bir başucu kitabı. nette bolca pdfsi mevcut.

    sinema nedir : sinema tarihinin belki de en etkili eleştirmeni olan andre bazinin en önemli yapıtı. sinemayla az çok ilgilenen hemen herkesin uğramadan yapamayacağı bir köşe taşı. bazin'in sinema tarihinin en önemli iki akımı olan fransız yeni dalgasının fikir babalığını ve italyan yeni gerçekçiliğinin bir numaralı kuramcısı olduğunu hatırlatmakta fayda var. bu yapıtında ise bazin, sinemanın diğer sanat dallarıyla ilişkisine, en sevdiğim yönetmenlerden ikisi olan charlie chaplin ve robert bressona, pek sevemediğim orson wellese ve elbette sinemanın sanat olarak kabul edilmesinde en önemli etkilerden biri olan italyan sinemasına kadar birçok konu ve yönetmene değiniyor.

  • fonetik bir dil olmamakla kalmayip harf kombinasyonlari konusunda cosmakta olan bir dil oldugundan okunmasi buyuk bir problem olarak gorulur. lakin bu kombinasyonlari ogrenince su gibi de okunabilir (dogal olarak) ve bu da hic zor bisey diil, hatta usenmiyorum liste yapiyorum su an..

    *e, eu, œ = "ö" okunur (oë = "oe" okunur - père noël = "per noel") (bkz: trema)
    *ez, et, er, é, è, ê, ai = "e" okunur (bazilari acik bazilari kapali ama o cok onemli degil bosver) (aï = "ai" - hawaï = "havai")
    *au, eau, o = "o"
    *ou = "u"
    *u = "ü"
    *oi = "ua" (oï = "oi")
    *en = genellikle "an" ve enne = genellikle "en" (sondaysa kesin)
    *ph = "f"
    *gn = "ny" (espagnol = "espanyol") (ispanyolcadaki ñ gibi)
    *y = i (sesli harftir) (bkz: i grec)
    *g = ardindan y, i, ya da e geliyorsa "j"; o, u, a veya sessiz harf geliyorsa "g" diye okunur
    *c = aynen ardindan y i e geliyorsa "s", o u a ya da sessiz harf (h haric) geliyorsa "k" diye okunur.
    *ch = "ş" (yunanca'dan gecen sozcuklerde "k" okunur - choléra = "kolera")
    *ç = nerede olursa olsun "s" (genelde bundan sonra o u ya da a gelir) (bkz: c cédille)
    *dj = "c"
    *tch = "ç" (c ve ç sesleri fransizca'da yokmus, tch rusca'dan; dj arapca'dan giren sozcukler icin uydurulmus.. belli zaten..)
    *ill+sesli = yy+sesli (brillant = "briyyan") (tek l ile oldugunda da tek "y" gibi okunuyor - soleil = "soley")
    *s = genelde "s" diye okunur ama iki sesli arasindaysa "z" sesini verir (brésil = "brezil")
    *r = "kusacak gibi" okunur
    *h = okunmaz ama bazi h ile baslayan sozcuklerde sanki okunuyormus gibi davranman gerekir nedense article'ler soz konusu oldugunda falan.. neyse okunmaz yani.. (bkz: h muet)
    *x = sozcuk sonundaysa okunmaz (bazi sozcukler cogul olduklarinda s yerine x alirlar), sozcuk basinda ya da ortasinda oldugunda "z" diye okunur (xavier = "zavye")

    *tek ya da sozcuk sonunda oldugunda un = "ön", une= "ün", in ="en", ine = "in" okunur nerdeyse, nerdeyse dedigim burnun kapaliymis gibi "en" dedigini dusun.. oyle.. ("ne diyosun yaa anlamadim bisey?" diyosan sorun diil en de gitsin) ("genellikle" diym bunun icin de) (ornek de veriym dur: martin = "marten", martine= "martin")
    *"-tion" ekleri "siyon" diye okunur ama bunu yazmasaydim da icgudusel olarak oyle okurdun bence.. "-tiel, tielle" ekleri de "siyel" diye okunur.
    *sozcuk sonlarindaki harfler genellikle (%97) okunmaz. son harf a, u, i, y, o, é, r ("er" ile bitenler haric), l, m ve n ise okunur.
    *q'dan sonra hep u gelir ve oradaki u okunmaz nerde olursa olsun ("coq" ve "cinq" istisna) yani que ile biten sozcukler aslinda "k" ile biter. (fantastique = "fantastik")
    ama mesela que tek basinaysa "kö" diye okunur. bu da son harfin okunmamasi kuralinin istisnasi ama yuh neyi okuyacaksin onu da okumasan.. mantikli yani kiziyosunuz ediyosunuz da..

    neyse digerleri turkcedeki gibi (unutmadiysam)
    bu kadar yani, bunlari bilirsen sakir sakir okursun fransizca. istisnalar var tabii arada sacmalayabilirsin ama olsun o kadar, en azindan ozel isimleri dogru okumaya yardimci olur bu liste bence, ki onemli bir sey.. besançon, bretagne, peugeot (pejo diil "pöjo"), michelin, pain quotidien, printemps, sainte pulchérie, yves saint laurent, cointreau, l'occitane, maille falan filan..

    (pinocchio'ya eklemeleri icin tesekkurler)

  • adamımız ömer üründül 'ün "4 gol atmak dışında pek birşey yapmadı" şeklindeki eleştirisine maruz kalmıştır.

    bundan sonraki maçlarda kendisine, her maç 4-5 gol atması yanında en az 2 penaltı kurtarması, sakatlanan oyuncuları tedavi etmesi ve devre arasında da tribünleri eğlendirecek şovlar yapmasını öneriyorum ki ömer abisi performansını yeterli bulsun.

  • fakir işi.

    millet 20 li yaşlardaki çocuklarına ülkenin topraklarını ve halkın milyar dolarlarını veriyor be. ne babalar var.

    100binlik tekne ne lan.

  • bu tarz paylaşımların kocişimin bana soktuğu sik noktasına gelmesi yakındır.

    ek 2.1: mesaj ile beni terbiyeye davet eden arkadaşlar oldu, ama ben bazı konularda çirkinleşmeden kendimi ifade edemiyorum, idare edin.

  • muhtesem hizmet. sanirim turkiye toptan "is nasil yapilmaz" konulu bir deney calismasi, ttnet de bu amacla kurulmus bir sirket.

    aktarma yapmak icin ataturk havalimani'nda bulundugum sirada, turk sim kartim olmadigi icin haberlesmek icin internet'e gireyim dedim. baktim ttnet wifi diye bir ag var, hah dedim ne guzel wifi hizmeti koymuslar girer baglanirim.

    baglandim, kayit olmam gerektigini soyledi. ala. gunluk ucret 20tl, pekala. kaydolurken baktim telefon numarasi sordu. sebep ? napacaksin ki telefon numarasini ? aa demez mi sms aticam, kod gondericem. lan niye ? zaten bu hizmet baska sekilde iletisemeyen adam icin degil mi ? yok ki baglantim ? yanimda bir sekilde almanya'dan aldigim bir sim kart oldugu icin onu takip denedim. zar zor sms'i aldim, kredi karti sordu yazdim bilgileri. "devam". sonuc: "bu hizmeti satin alamazsiniz". sebep ? belli degil. artik tipimi mi begenmedi, esref saatine mi denk geldik bilemiyorum.

    islemi bastan baslatayim dedim. a aaa, surpriz. "bu hesap zaten kayitli". tamam canim kardesim, az once ben kaydoldum, biliyoruz. simdi o hesaba hizmet satin alayim. "bu hizmeti satin alamazsiniz". lan niye ?

    tamam dedim allah belani versin, hesabi sil dedim (kendi terminolojileri ile "beni unut", bir de tribal romantizm yasatiyor pezevenk). simdi, hesabin silinmesinden beklenti belli. hesabi sileceksin, onunla ilgili herhangi bir kayit olmayacak ki dogal olarak tekrar kaydolabilecegim temiz temiz. tekrar deniyorum "bu hesap zaten kayitli". e sen neyi sildin az once bre deyyus ?

    neyse, faydali hizmet. internet'e baglanamiyorsunuz ama aktarma ucaginizi beklerken vakit geciyor. bu gerizekali ile ugrasmaktan tuvalete zor girdim, ucagi kaciriyordum.

    bakin benzeri hizmetin bir cok havalimaninda ucretsiz oldugundan hic bahsetmedim bile. ucretsizi gec, parasiyla giremiyoruz.

  • bir kutuda duran bu bacı kuantum konusunu açıklamada önemli bir semboldür.

    kutuya bakarsan saldırıya uğramamıştır,
    bakmazsan gezide o potansiyel vardır.

    bacı aynı anda iki durumda da olabilir.

  • bir insanın siki nasıl bir çocuğa kalkabiliyor, ben anlayamıyorum.

    anneannem öksüz kalmış, halası yanına almış, insan eti ağır derler, küçücük kız ona da ağır gelmiş olacak ki 12 yaşındayken dedeme vermişler. daha adet görmüyormuş anneannem. 13 yaşında teyzeme hamile kalmış, 15 yaşında annemi doğurmuş.

    çok fakirlermiş, kızlarına bezden çöpten bebek dikermiş ama önce kendisi oynarmış, hevesini aldıktan sonra bebekleri kızlarına veriyormuş ama yine de birlikte oyun oynuyorlarmış. dama yatıp geçen bulutları seyredip bir şeylere benzetirlermiş, çocuk anne ve çocukları.

    anneannem ölene kadar çizgi film seyretti, gizli gizli kendine oyuncak ve bebek alırdı.
    nur içinde yatsın, kaderini kabullenmekten başka çaresi yoktu.

    dedeme küfretmek isterdim ama iyi bir adamdı; üç çocuğunu da yokluk içinde okuttu, meslek sahibi yaptı ve anneannemi ve çocuklarını da çok sevdi. o da kimsesizmiş, ortada kalmış, köyün delisi gibi bir şeymiş (vizontele'deki deli emin gibi) . sonradan biraz aklı yerine geldi gibi. ya da biz ona çektiğimiz için dedem bize normal geliyordu.
    nereden nereye yine.