hesabın var mı? giriş yap

  • çin, hangzhou'dan 80 gramını 50 dolara aldığım çaydır, miktarı arttırdıkça fiyat biraz düşüyor.
    bir de bir modeli daha var sanırım onu 10 yıl falan bekletiyoruz çok yoğun ve leziz oluyor gibi bir şey söylüyorlardı onun da 80 gramı 80 dolar gibi bir şey olmalı, onu 10-12'ye kadar üzerine su ekleyip içebiliryormuşunuz.

    lezzet olarak yeşil çaya göre çok daha hafiftir, bir kere içtikten sonra 5-6 kereye kadar tekrar doldurulabilir.çayı bardağa koyduktan sonra suyu olabildiğince yüksek dökün sonra da 5 dakika bekleyin demişlerdi.

    kaynamış sudan farksız olduğu ne yalan söyleyeyim doğrudur ancak bir süre içtikten sonra aroma ve tadı daha iyi algılamaya başlıyorsunuz.

    garip bir şekilde sivilceye iyi geldiğini düşünüyorum hatta bence baya iyi geldi, sivilce sorunum bu çayı içmeye başladıktan sonra baya azaldı diyebilirim.onun dışında kendi söylediklerine göre bütün vücutta temizleyici bir etki gösteriyormuş ve sağlığa çok yararlıymıs, bunu kanıtlamak icin de bir sürü kalite belgesi almışlar ve dünyanın ünlü laboratuvarlarında testler yaptırmışlar bunları gösteriyorlar size.

    satış yapan hanımı gördüğünüzde 20 yaşında bir içim su dersiniz ama kendisi 40 yaşında olduğunu ve gencliğini çaya borçlu olduğunu söylüyor, bilmiyorum belki bizi yiyordur.

  • 3 adet euronun bizde 50 tl olmasına da mantıklı bir açıklama getirsin ikna olucam söz.

    geçen gün binance'a 1000 tl yolladım dolar alayım diye. 1000 tlyle aldıgım dolar 68.

    68 tane dolar 1000 tl. 68 birim dolar bizim 1000 birim paramıza eşit. asgari ücret 4200 bilmem kaç tl.

    hadi ahmet dursun bunu da açıkla.

  • civa birikintisi yüzünden balık yemiyorum. 45 günde ağır antibiyotikler ve hormonlar ile yetiştirilen tavuklarıda yemiyorum.
    sebzeler zaten ithal ve genetiği ile oynandığı için eve bile sokmuyorum. meyvelerde bilmem ne sineğinin lavraları varmış rusya falan geri göndermiş. salam ve sucuklar hep hileli. zeytin yağlarında zeytin yok. unlu ürünler bol glutenli. tatlılar bildiğiniz glikoz şurubu.
    o yüzden elime mızrak ve ok alıp vahşi doğada serengeti de avlanıyorum. size de tavsiye ederim. yalnız ok olarak tatar yayı kullanın kısa mesafede çok etkili.

  • tam yatağa yatıp yorganı üstüme çekmiştim ki sallamaya başladı, tek düşündüğüm şey babamı nasıl taşırız.. allah kimseyi elden ayağa düşürmesin , hiç kimseye acı vermesin inşallah

  • benim saçma bulduğum nokta, "kendini ağırdan sat", "hemen yüz verme amk", "sabret" gibi tabirler. lan çok güzel bir gece geçirmişsin birlikte (yoksa niye atasın zaten), çok eğlenmişsin, hatta kapısına kadar da bırakmışsın, kesin atarım abi. bundan mutlu olan kızla zaten devam ederim, diğer türlü "ay manyak yapıştı" diyecekse o zaman 2 saat önce nerene yapıştım ulan diye sorarım. benim istediğim, attığım mesajı görünce gülümsemesi, kısa bir cevap verip dönüp kıçını uyuması.

    şöyle olaylar için strateji varsa ben yokum canlar.

  • özellikle eski şehir merkezinde çok çok güzel binalar var. sonradan büyüyen bölgelere doğru gittikçe hemen ardı kesiliyor ama gerçekten merkezdeki bir çok bakanlık, komutanlık, şu-bu binası ve hatta etraftaki apartmanların çoğu, insanın istanbul'daki mimari kirliliği bir anda fark etmesine sebep oluveriyor.
    bir gün kaldım, bütün gün arabanın penceresinden binalara baktım, memnun kaldım.

  • bugün benim için özel bir gün.

    üniversite yıllarından tanıdığım biri ile çok uzaklardan görüşme fırsatım oldu. çocuk 20'li yaşlarının başlarında.

    "cf" oldum, "cf'yim" tarzı bir şey dedi. dikkat bile etmedim. sonra baktım google'dan, cystic fiberosis(sp) diye bir şeymiş.

    "akciğer nakli yaptılar bana" dedi. "geçen sene tam bugün saat 15:xx'te".

    bir an şaşırdım, fotoğraflarını gördüm. çocuğun göğsünün altından boydan boya kesmişler. ameliyattan ~bir hafta sonra hastanede her tarafına borular bağlı iken çekilmiş fotoğrafları vardı. gülüyordu.

    sormadım bile neden "bir yılı kutluyorsun" diye. dinledim sadece. ve sonra baktım google'a...

    akciğer nakillerinden sonra 1 sene yaşama oranı %80, 5 sene yaşama oranı ise %25'lerde imiş.

    çocuk nasıl derseniz, içi içine sığmıyor. nasıl tutunuyor hayata, nasıl değer veriyor her geçen saniyesine. ilk işini de kapmış, nasıl mutlu....allah değil 30'unu, 90'ını, 100'ünü göstersin diye dua ettim...

    ve düşündüm, ulan iki gün öncesine kadar ufak ufak sorunlar yüzünden kendimi dünyalar şanssızı ilan eden ben değil miydim?

    şehir fırsatını kaçırdı diye bütün gün ağlayan iş arkadaşım değil miydi?

    şu an sol frame'de dikkat çeken başlıklardan biri sevgiliden ayrıldıktan sonraki ilk gece değil mi?

    bazı şeyler beynimin içimde dolanıp durdu. hayatı sorguladım, hepimizin elinde olan ve dönüp bakmaya bile tenezzül etmediğimiz rutin "şanslar", "fırsatlar" o çocukta olsaydı neler yapardı diye sordum kendime.

    utandım.

    siz siz olun, kıymetini bilin sahip olduklarınızın. aşk acısıymış, şuymuş buymuş...değmez. insan böyle anlarda anlıyor işte.

    ders dolu bir gün geçirdim.