hesabın var mı? giriş yap

  • bu evin fotoğrafını çekip ilana atarken kendisinden hiç mi utanmadı acaba? bu evde bir insanın bu şartlar altında yaşamasının imkansız olduğunu hiç mi düşünemedi mesela? bazen gerçekten bazı insanlara fazla anlam yüklüyoruz. işte bu da onlardan birisi.

  • tweet'in altına yazılan şu yorum duygulara tercüman olmuştur!

    "muhtemelen sadece 1 caminin acilmasini mekkenin fethi sanacak kadar aptal olmadiklari ve corona kapmak istemedikleri icin evdeler"

  • favladığım entrylere bakarken aklıma gelen talihsiz oyuncu. her zaman michael jordan ile kıyaslanacak ama bu adamın seçimi tıpkı greg oden da olduğu gibi draft bust değildi.

    öncelikle draft bust nedir, onu tanımlamak lazım. draft bust asla üst sıralardan seçilmesi beklenmeyen, seçilse de seçildiği sıranın hakkını veremeyen oyunculara denir. 1999'da michael olowokandi, 2000'de kwame brown, 2003'te darko milicic ve 2013'te anthony bennett draft bustın en iyi örnekleridir. en güncel örnekten gidelim, draft gününe dek bennett'in 9.sıra civarından seçileceği öngörülüyordu, maksimum yeteneği de 9.sıra ederdi zaten. üstelik tavanının düşüklüğüne ek olarak astım ve uyku apnesinden muzdaripti, tıpkı ciğerleri normalden ufak olan adreian payne gibi bennett'in de bu sporda, özellikle de nba'de çok etki bırakamayacağı ortadaydı. ancak ne olduysa oldu ve cleveland kendisini 1.sıradan seçti. zaten hali hazırda olan sorunlarına bir de 1.sıra seçiminin yarattığı baskı eklendi ve bennett ligde ancak 2 tam sezon oynayabildi.

    draft bustı tanımladığımıza göre artık sam bowie'yi konuşabiliriz. sam bowie yukarıdaki isimlerin aksine lisede bile yıldız olması beklenen oyunculardandı. 1979'da ülkede yılın oyuncusu seçilmişti ve sports illustrated kapağına dahi çıkmıştı. bir başka sakatlık kurbanı olan ralph sampson'la 1979'da karşılaştıkları maç washington post'a haber olacak kadar büyük bir olaydı.

    1979'da liseyi bitirdikten sonra üniversite için kentucky'e gitti. ilk senesinde de başarılı oldu ve 1980'deki temsili milli takıma seçilmeyi başardı. olimpiyatlar moskova'da olacağı için abd boykottaydı ve olimpiyatlar için toplanan takım temsilen toplanan bir takımdı ve tarihin en genç abd milli takımı'ydı. fakat yine de bowie için bu önemli bir başarıydı. toplanan takım temsili olmasına rağmen eğer olimpiyat oyunlarına katılsaydı muhtemelen bowie yine kadroda yer alacaktı çünkü o dönem nba oyuncularının uluslararası turnuvalarda mücadele etmeleri yasaktı ve kadrolar mecburen üniversite ligi olan ncaa'deki oyuncular arasından seçiliyordu. bowie de sonradan all-star olacak isiah thomas (hoş thomas efsane oldu), mark aguirre, rolando blackman, buck williams gibi isimlerle beraber bu kadroya girmeyi başarmıştı. bu takım nba all-starlarına karşı oynadı ve 6 maçın 5'ini kazandı. bowie de bu kadronun blok ve ribaund lideri olurken aynı zamanda takımın en skorer 2.oyuncusuydu.

    ancak ne olduysa 1980-1981 sezonunda oldu. bowie'nin tüm kariyeri bu sezonda yitip gitti. 1981'de vanderbilt'le yapılan maçta bir smaç sırasında sol bacağı üzerine inen bowie acıya rağmen oynamaya devam etti. işin vehameti de buradan sonra çıktı. sezonun ardından bowie'nin sol kaval kemiğinde stres kırığı tespit edildi ve bu sakatlığa rağmen oynadığı ortaya çıktı. sakatlık tespit edildikten sonra 1981-1982 sezonunu tamamen kaçırdı. ama kırığın tam anlamıyla iyileşmemesinden dolayı ameliyat oldu ve bir sonraki sezon olan 1982-1983 sezonunu da kaçırdı. sonrasında 1983-1984 sezonunda dönüş yaptı ve kentucky ile son sezonunda final four görerek kolej kariyerini noktaladı.

    ve bowie için kırılma anı olan 1984 drafti geldi. portland açısından bu seçim her yönüyle değerlendirildi. 1.sıraya aday olan iki takımın da amacı bir uzun getirmekti. houston bir önceki sezon draft ettiği ralph sampson'a pota altında bir partner ararken indiana'nın hakkı ile 1.sıraya aday olan portland bir önceki sezon draft ettiği drexler'la uyumlu bir ikili kurabilecek bir uzun arıyordu. hatta portland drexler'ın üniversiteden takım arkadaşı olan hakeem olajuwon'la draft öncesinde kontrat görüşmesinde bulunduğu için ceza dahi alacaktı. indiana ve houston'ın o sezonki dereceleri 29-53 ile eşit olduğu için yazı tura atıldı ve houston 1.sırayı alarak olajuwon'ı seçti. 2.sıra seçimini alan portland ise draftteki en iyi ikinci uzunu seçmek durumunda kalmıştı: sam bowie. burada bir parantez açmak lazım, portland bowie'yi sağlık testlerinden geçirirken haliyle sol bacağını da muayene ediyor. ancak bowie muayene sırasında acı çekmesine rağmen canın yanmadığını söyleyerek portland yöneticilerini yanıltıyor ve portland sam bowie isminde karar kılıyor.

    bowie çaylak sezonunda başarılı olmuştu, sadece 6 maç kaçırmış ve 10 sayı, 8.6 ribaund ve 2.7 blok ortalamaları yakalamıştı. kiki vandeweghe, mychal thompson, clyde drexler ve jim paxson'ın ardından ilk 5'i tamamlayan bir oyuncu için oldukça başarılı bir sezon denilebilir. bir sonraki sezondaki milwaukee maçı ise kendisinin trajik kariyer hikayesinin başlangıcı oldu, ribaund alırken kolejde ameliyat geçirdiği sol kaval kemiğini kırdı ve sezonu kapattı. ancak bowie için felaketler daha yeni başlıyordu. ertesi sezon sahalara döndü ama dönüşünün 5.maçında bu sefer sağ kaval kemiğini kırarak sezonu kapattı. üstelik gene ameliyatı başarısız olmuştu, bacağını tutan vidaların bir kısmı oturmadığı için ikinci defa ameliyat oldu. ona rağmen geri dönmek için çok çaba sarf etti ama terslikler bowie'nin yakasını bırakmıyordu. 1987-1988 sezonu öncesindeki hazırlık maçlarında ısınma sırasında bacağında ağrı hissetti ve sağ kaval kemiğinde stres kırığı tespit edildi. ve bu sefer 1 maça dahi çıkmadan sezonu kapattı.

    sam bowie draft edildiğinden beri 4 sezon geçmişti, çaylak yılı dışındaki 3 sezonda ancak 43 maça çıkabilmiş ve iki kaval kemiğinden de ciddi sakatlıklar geçirmişti. bu sırada kendisinin bir altından seçilen oyuncu 4 defa all-star seçilmiş, 2 defa sayı kralı olmuş, ilk mvp ödülünü kazanmış, aynı sezonda mvp ve yılın savunmacısı seçilen ilk oyuncu olmuştu. onun kim olduğunu ise herkes biliyor: michael jordan.

    son sakatlığından sonraki sezonda da bowie ancak 20 maça çıkabildi ve portland kendisini 1980 abd milli takımı'ndaki takım arkadaşı buck williams karşılığında 1 draft hakkı yollayarak takasladı. bu noktadan sonra ise bowie kariyerini bir nebze olsun toparlama şansı yakaladı, her ne kadar "michael jordan'ın üstünden seçilen oyuncu" etiketini yemiş olsa da bowie nasılsa sakatlanmamayı başardı ve nets'te geçirdiği dört sezonun ilk üçünde 14.2 sayı, 8.7 ribaund ve 1.7 blokla oynayarak en azından itibarını bir nebze olsun kurtarmayı başardı. sonrasında gerek yaşının etkisi olsun, gerekse lakers'a takaslanmasının ardından yeniden sakatlık belasına çatması olsun, kariyeri yeniden düşüşe geçti ve 33 yaşında basketbolu bıraktı.

    "michael jordan'ın önünden seçilen oyuncu" etiketi zaten başlı başına bir sorun. bunu silebilmek için ancak hakeem olajuwon gibi bir kariyer yaşamak, tarihin sayılı uzunlarından biri olup takımı şampiyonluklara taşımak gerekiyor. ama bowie'nin hiç böyle bir fırsatı olmadı. kolejdeki sakatlığı, geçirdiği başarısız ameliyatlar, yanlış iyileşme süreci asla peşini bırakmadı. ve bowie bunlarla uğraşırken 1 üstünden seçildiği michael jordan'a ek olarak 3 sıra üstünden seçildiği charles barkley ve 14 sıra üstünden seçildiği john stockton da tarih yazdı. her anlamda talihsizdi bowie. 1981'de sakatlanmasa ya da geçirdiği ameliyatlar başarılı olabilse belki de 1984 draft sınıfı ilk 5 sıra olarak tarihin en iyi draft sınıfı olacaktı.

    sakatlık pozisyonları belgesellerde bile iç burkan bir oyuncuydu, kendisine çok fazla haksızlık edildiğini düşünüyorum. son sözü olarak da kendisinin bir maç esnasında michael jordan'a söylediği şu sözleri bırakalım: bu kadar iyi olmak zorunda mıydın?

  • "sihirli ayakkabilari" ile kalplerimize gelip kuruldu. bir park bankinda oturup anlattiklarini dinledikten sonra, hala dunyaya ayni gozle bakabiliyor muyuz?

  • geçenlerde üniversite sınavına hazırlanan ufak kuzenlerimle bir araya gelince, meslek seçimi ile ilgili nasihatler verebilecek yaş ve kemâle erdiğimi hissettim. iyi kötü bir kariyeri, ne bileyim az bi uluslararası tecrübesi olan bir roket adam olarak gelen talepler üzerine bu konuda çok değerli olduğunu düşündüğüm birkaç tavsiye iletmek isterim. dünya vatandaşı olacaksanız, global geçerliliğe sahip bir meslek istiyorsanız bunu iyi araştırmanız lazım.

    biraz uzun oldu ancak zaten adam olacak çocuk okumayı sever, okumayı sevmeyen adamdan zaten hiç bir şey olmaz.

    1) meslek, para için yapılır. para kazanma kaygınız var mı?

    bir insanın ailesinin zengin olması kesinlikle kötü bir şey değil, aksine hayata bir çok noktada 20-0 önde başlamanızı sağlıyor. bankada miras kalmış birkaç milyon lira, ya da babanızın gel başla diyebileceği hazır bir dükkanı varsa, hayat size güzel. tutkularınızın peşinden koşabilir, gitar çalabilir, felsefe okuyabilir maddi getiri kaygısı olmadan tamamen keyif odaklı olarak istediğiniz mesleği seçebilirsiniz.

    eğer şanslı azınlıkta değilseniz, kendi hayatınızı kendiniz kuracaksanız ya da bağımsız olmak gibi idealleriniz varsa, para kazandığınız işten keyif almak zorunda olduğunuzu unutmayın. bunu iş hayatınızın ilk gününden kafanıza sokarsanız, bundan sonraki 40 yılda sabah 7'de uyanmak nispeten daha çekilir hale gelir.

    2) çarpıcı bir yeteneğiniz var mı? para ediyor mu?

    bazı insanlar doğuştan şanslı oluyor - ya da yetiştirilme tarzından ötürü daha çocukluktan bazı yetenekler kazanıyorlar. kimi acayip şarkı söylüyor, virtüöz gibi piyano çalıyor, ne bileyim çok hızlı koşabiliyor, hagi gibi şut atabiliyor, vesaire vesaire. bu tarz bir yeteceğiniz varsa ve paraya çevirme ihtimaliniz varsa bunun da peşinden gitmeniz bir ihtimal hem sizin, hem de dünyanın güzelliği açısından faydalı olabilir.

    benim yok. sizin de yoksa welcome to the club.

    3) en çok para getirecek sektörler hangileridir?

    gelelim üçüncü meseleye. size deli para lazım, özelliksiz düz bi insansınız ve amcamızın fabrikası da yok maalesef. o zaman size para getirecek işleri tespit etmeniz gerekli. bu konuyu 40 kişiye sorsanız hepsi ayrı yanıt verir, o yüzden amcanıza, dayınıza sormayın. bilgi danışacağınız insanların, ancak kendi çapı, bilgisi, görgüsü dahilinde yorum yapabileceğini unutmayın.

    ufak birkaç google araması yapalım. aramayı yaparken, "geleceğin mesleği" gibi abuk subuk bir tümce yerine, "highest paying companies in us" gibi bir şey aratmanız daha spesifik olur. neden amerika'dan başlıyoruz: çünkü amerika, bu zamanın tüm trendlerini belirleyen coğrafya.

    peki, çıkan sonuca tıklayalım: https://www.cnbc.com/…9-according-to-glassdoor.html

    10 - microsoft, bilişim (genel)
    9 - salesforce, bilişim (yazılım)
    8 - facebook, bilişim (sosyal medya)
    7 - linkedin, bilişim (sosyal medya)
    6 - vmware, bilişim (it altyapı)
    5 - google, bilişim (sosyal medya, yazılım)
    4 - gilead sciences, tıp
    3 - twitter, bilişim (sosyal medya)
    2 - nvidia, bilişim (donanım)
    1 - palo alto networks, bilişim (siber güvenlik)

    dolayısıyla, tablo ortada. bilişim sektöründe mühim olan bilgi ve bilgiyi toplayan ve değerlendirebilen altyapılar olduğu için, bu meslek dalında sermaye bahsi geçen altyapıları kurabilen "insan". bir inşaatçının sermayesi arsa ve beton, bir makinacının sermayesi makinasıdır, ama bilişim sektöründe sermaye yalnızca ve yalnızca insandır. o yüzden tüm yatırım insana yapılıyor.

    4) "bu firmalarda binlerce iş ilanı var, hangi alana yönelmeli?"

    peki sektör seçtik, alan olarak neye odaklanalım? bu firmaların her biri büyük birer dev, her türlü fonksiyon var. hangi alan daha mantıklı olur?

    bu konu çok tartışmalı olmakla birlikte benim şahsi düşüncem her zaman firmaların kalbinde, core business'ında yer alan kişiler olmaktır. örneğin nvidia, donanım ve yazılım üreticisi bir firma. bu firmanda bilgisayar ve elektronik mühendislerinin kolkola çalışarak bir ürün çıkarması beklenir. bu ürünü geliştirecek ve çıkaracak araştırmacı kişiler arasındaysanız, paraya para demezsiniz. ama atıyorum finansçı olarak bu firmada bulunuyorsanız, her zaman değiştirilebilir yan rollerden birinde takılmak durumunda kalırsınız.

    5) "üniversite o kadar da önemli mi?"

    dandik bir üniversitenin dandik bir bölümünden mezun olarak bilişim sektörüne atıldım. benim ve benim gibi alaylıların bu sektörden para kazanabiliyor olması, herkese bir umut ışığı olmalı kesinlikle. demek ki herkes yapabilir. anncaaaaaaaaaak:

    -ki bu çok uzun bir ancak-

    "önce bi okuyayım da sonra toparlarım" diye düşünüyorsanız size kötü haberim var. boğaziçi bilgisayar mezunu bir adam, her zaman birkaç adım önde olacak. siz 30 çalışırken, o 10 çalışarak aynı imkanlara ulaşabilecek. boğaziçi'li arkadaşları ile şirket içinde lobi yapabilecek, ciddi bir etki alanına sahip olacak.

    üniversite bir nevi çarpan oluyor bu durumda. sizin yeteneğiniz 5 üzerinden 5 ve üniversiteniz de 3/5 bi yer diyelim, 15'lik para kazanırsınız. sizinle aynı yetenekteki biri odtü mezunu ise 5x5'ten 25'lik para kazanabilir, hem de daha az çalışarak. önüne daha çok kapı açılır ve daha az başı ağrır.

    o yüzden okul kesinlikle önemli. dandik bi yerde okuyorsanız bilin ki 5 kat daha fazla kastıracaksınız kendinizi. onun yerine öss'ye çalışın daha iyi.

    6) "ben kendi işimi kurmak istiyorum"

    girişimcilik ruhu iyidir, güzel bir şeydir. ancak güzide ülkemizde cebinizde sermaye olmadan yapılacak bir iş yok. acayip bi cihaz tasarımınız da olsa, dükkan fikriniz de olsa, beşyüz milyon dolar edecek bir lokanta düşünceniz de olsa sermayeniz, dolayısıyla da babanız, dayınız ya da amcanız olacak.

    eğer yoksa, girişimcilik açısından yine en kısa yol bilişim sektörü. 1000 dolarlık bir bilgisayarla dünyayı değiştiren insanlar var. zor, ama imkansız değil. 1000 dolarla bina dikemez, daire alıp satamaz, makina yapamaz, dükkan açamazsınız. ama dandik bir bilgisayar ve internet bağlantısıyla yapabileceklerinizin sınırı yok.

    7) "neden bu kadar para odaklı olmak zorundayız? ben kafama göre takılacağım"

    son maddemiz bu olsun. tabii ki para odaklı olmak zorunda değilsiniz. barlarda gitar çalabilir, günü birlik yaşayabilir, üç kuruşa tamah edebilirsiniz. bu da gerçekten çok saygı duyduğum bir yaşam biçimi olmakla beraber, parasızlığı iyi kötü tatmış birinin bu tarz hobilere odaklanması zor. çünkü biliyoruz ki istanbul gibi bir cangılda düşene bir tekme de sokaktakiler vuruyor. ortadoğu'nun bu acımasız coğrafyasında, depremini, darbesini, savaşını, kavgasını, cinayetini düşünerek yaşamak zorundayız. bu noktada ben böyle naif bir hayat planlamakta güçlük çekiyorum. belki siz becerebilirsiniz.

    neyse, aklıma gelenler bunlardı. çocuklara da 100 defa anlattım artık çıktısını alır bunun veririm. yine de burada yazılanlar yanlış olabilir, ne bileyim arkeoloji falan okuyup kendini aşırı geliştirmiş bi arkeolog olarak güneş altında kazı yaparken acayip mutlu olabilirsiniz. bilemiyorum bu kişiden kişiye değişir, ben kendime, kendi gördüğüme göre anlattım. bir abimiz demiş ki, "it is the career of careers" - yazının özeti de bu olsun.