• hitler'in papa'yı kaçırıp bir kalede tutsak etme planı.

    nazi birlikleri roma'yı terk etmeden birkaç hafta önce, adolf hitler, askerlerinden almanya'ya geri getirilmesi ve bir kaleye kilitlenmesi için papa 12. pius 'u kaçırmalarını emreder.

    vatikan'ın eşsiz bir değere sahip arşivleri ve sanat hazinelerini güvence altına almak ve papa'yı, himaye altına alarak siyasi bir etki uygulayamak istendi.

    1970'lerde italya'daki nazi eski komutanı general karl wolff, kendisine 1944'te papa'yı kaçırma emri verildiğine dair ifade verdi. wolf, hitler'in kendisine "senin için özel bir görevim var. ben sana izin vermeden bu konuyu kimseyle tartışmamak senin görevin olacak. sen ve birliklerinin bir an önce vatikan şehri'ni işgal etmesini, dosyalarını ve sanat hazinelerini güvence altına almasını ve papa'yı kuzeye götürmeni istiyorum. müttefiklerin eline geçmesini veya onların siyasi baskısı ve etkisi altında kalmasını istemiyorum. vatikan şimdiden bir casus yuvası ve nasyonal sosyalist karşıtı propagandanın merkezi" dediğini ifade etti.

    ancak plan hiçbir zaman uygulamaya konulmadı. papa'nın olmadığı roma şehrindeki mussolini'yi, güneyden ilerleyen müttefikler için açık hedef yapardı.

    yahudilere yönelik nazi soykırımı hakkında konuşma isteksizliği nedeniyle genellikle "hitler'in papası" olarak anılan tartışmalı papa'nın kasıtlı olarak kaçırılacağına dair savaş sonrası birkaç söylenti çıktı. bunun bir komplo (tiyatro) olacağını düşünenler, savaş öncesi almanya'da geçirdiği zaman içinde onu nazi davasına sempati duyduğunu iddia etmiştir.

    savaştan sonra vatikan'daki nazi yanlısı rahipler, kızıl haç veya vatikan pasaportlarını kullanarak birçok savaş suçlusunun avrupa'dan kaçmasına yardım etmişti. bunlar arasında bir milyondan fazla insanın katledildiği sobibor ve treblinka imha kamplarının komutanı franz stangl ve altı milyon kişinin hayatına mal olan soykırımın lojistik organizatörü adolf eichmann da vardı.

    * hitler'in dini duyguları kullanarak propaganda yapma isteği indina jones filminde işlenmişti. ss komutanlarından heinrich himmler, savaş sırasında kutsal kaseyi aramak için barcelona’yı ziyaret etmişti. kaseyi bulmanın almanya'nın savaşı kazanmasına yardımcı olacağına inanıyordu. hitler, arkeologlardan oluşan ordusunu dünyanın dört bir yanına dağıtarak nadide eserlerin peşine düşmeleri için görevlendirmişti.

    * italya'daki katolik kilisesi'ne ait olan avvenire gazetesi, işi şova dökerek bu komplonun hıristiyanlığı "kaldırma" ve yerine hitler'in insanlığın kurtarıcısı olarak ibadet edileceği bir din ile değiştirmek için daha geniş bir planın bir parçası olabileceğini öne sürmüştü.

    * planın parçası lichtenstein kalesi tablo gibidir. görsel

    * gazeteci dan kurzman'ın general karl wolff ile yaptığı röportajdan sonra yazdığı kitap, görsel

    a special mission: hitler's secret plot to seize the vatican and kidnap pope pius xıı
  • nazım hikmet'in dayısı mehmet ali'nin, henüz 19 yaşında çanakkale kara muharebeleri'nde topçu subayı olarak görevini ifa ederken şehit düşmesi...

    ah çanakkale, araştırırken neler neler çıkartıyorsun insanın karşısına...

    mehmet ali'nin hayat hikayesi biraz enteresan. kendisi, polonyalı devrimcilerden konstantyborzecky’nin torunu idi. dedesi konstanty 1848 ihtilaline katılmış, fakat ihtilal bastırılınca hapse düşmüş ve hapis hayatı yaşadıktan bir müddet sonra fransa'ya göç etmiş polonyalı yurtseverdi. osmanlı'nın umumi politika çerçevesinde o dönem polonyalı mültecileri kendi topraklarına kabul edeceğini duyurması akabinde osmanlı'ya sığındı ve istanbul'a gelmeyi tercih etti. orduya girebilmek için müslüman olan konstanty için dönemin şeyhülislamı konstanty'nin kopkoyu mavi gözleri ve benzinin sarılığına bakıp ''bu delikanlı büyük bir adam yahut dehşetli câni olacak'' diyerek mehmet ali'nin dedesine ''mustafa celaleddin'' adını verdi. (kendisinin fotoğrafı için: görsel)

    mustafa celaleddin câni değil; büyük bir asker ve entelektüel oldu. 1869 yılında kaleme aldığı ''lesturcsanciens et modernes (eski ve modern türkler)'' adlı eseri, ziya gökalp, yusuf akçura, zeki velidi togan gibi 20. asra damga vuracak büyük türkçü isimlerden önce yazılmış ilk ve önemli türk milliyetçiliği içerikli kitap oldu. mustafa celaleddin'in yazdığı bu kitapta kadının özgürleştirilmesi, latin harflerine geçilmesi gerektiği gibi döneme damga vurmaya başlayacak olan konuları işlemesinin, atatürk'e de (genç yaşlarından itibaren) ilham olduğu söylenir.

    mustafa celaleddin'in oğlu hasan enver ise 1875'te mekteb-i sultaniye'yi bitirdikten sonra mühendis olmak üzere fransa'ya gitmiş genç bir aydındı. bilahare o da babasının izinden gitti ve istanbul'a döndüğünde osmanlı ordusuna yazıldı. alman mülteci ludwig karl friedrich detroit, ya da bilinen ismiyle müşir mehmet ali paşa'nın kızı leyla hanımla evlendi. işte nazım hikmet'in dayısı mehmet ali de, bu evlilikten doğan 4. çocuktu. hasan enver ve leyla hanım çiftinin birinci çocuğu ise nazım hikmet'in annesi celile hanım idi.

    dedesinin ismi ile anılan mehmet ali, mekteb-i sultani'de okuduktan sonra ailesinden gizli önce balkan savaşları'na, ardından da çanakkale muharebeleri'ne katıldı. sadece orduya katıldıktan sonra annesine mektup yazıp harbe gittiğini bildirmişti. balkan savaşları sırasında edirne'nin geri alınmasına kadar olan süreçte savaşta önemli rol oynamış, ön saflarda yer almış, hatta kalbinin hemen altına giren mermiden dolayı ağır yaralanmışsa da hayata tutunmayı başarmıştı. balkan savaşları'ndaki bu yaralanmasından dolayı aile içinde ''küçük gazi'' adıyla anılmaya başlayacaktı.

    küçük gazi balkan savaşları sonrasında hasköy'deki topçu okulunda eğitimini tamamladı. topçulukla ilgili konularda kendini en üst düzeyde geliştirebilmek için kavramsal açıdan zengin almanca ve fransızca eserler okumaya devam etti. 1914'te teğmen olarak okuldan mezun oldu, edirne'de bir sahra topçu alayına gönderildi. burada kendine bağlı erler yetiştirmeye başladı ve üsteğmenliğe yükseldi.

    25 nisan 1915'te çanakkale kara muharebeleri başlayınca, bölgeye gitmek ve görev almak için başvuruda bulundu, bu başvurusu kabul edildi. kendisi mustafa kemal beğ'in inisiyatifiyle kurulan ''arıburnu kuvvetleri komutanlığı'' kapsamında, arıburnu hattına sevk edildi.

    çanakkale kara muharebeleri içinde 19 mayıs büyük türk taaruzunun facia ile sonuçlanması neticesinde (enver paşa'nın verdiği isabetsiz kararla sadece o gün çanakkale'de 10 bine yakın askerimiz şehit oldu) temmuz ayına gelindiğinde savaş, mevzi savaşı haline dönüşmüştü. yani hem bizim topçularımızın, hem de birleşik filoya ait donanmanın karşılıklı top atışlarıyla geçtiği, nihayete varılamayan günler...

    aynı tarihlerde, yani 19 temmuz 1915'te osmanlı veliahtı yusuf izzettin efendi çanakkale cephesi'ni ziyaret etme arzusu ve girişiminde bulundu. işte nazım hikmet'in dayısı ''küçük gazi'' mehmet ali'nin hayatı da aslında dolaylı olarak bu kritik ziyaret sebebiyle son bulacaktı.

    kemalyeri'ndeki 3. kolordu'yu ziyaret etmek isteyen yusuf izzettin efendi, gelibolu yarımadası üzerinde hem saldırı, hem de keşif amaçlı mütemadiyen uçan itilaf kuvvetlerine ait uçakların dikkatini çekmiş ve açık hedef haline gelmişti. konvoyu ve maiyeti ile intikal sırasındayken uçakların ve eşzamanlı uçaklardan yer bildirisi alan donanmanın saldırısına uğrayan izzettin efendi bir müddet intikale devam edemedi.

    esat paşa hatıralarında bu olaydan şöyle bahseder: ''veliaht sinirleniyor, ne olursa olsun hareket etmek istiyordu. 'bir veliahtımız vardır. bütün ordu muhafaza etmek mecburiyet ve mesuliyetindedir' denince biraz sükûnet buldu (sakinleşti). nihayet saat 7.10’da (19.10) hareket ettik. kocadere’yi geçtiğimizde düşmanın, gideceğimiz karargâh civarına obüs attığı haberi alındı... vaziyeti, erkân-ı harbiye reisim fahrettin bey’den (altaylı) sordum. 'ilerlemek caiz değildir' cevabını aldım. on dakika kadar tevakkuftan (duraklamadan) sonra sonra düşmanın ateşi kestiği haberi geldi.''

    bu esnada topçu üsteğmen mehmet ali, topçu yüzbaşı haydar efendi ve iki topçu eriyle birlikte, veliahtı koruma gayesiyle çıktığı yüksekçe bir tepeden dağ topuyla üzerlerinde seyreden ve kendilerini taciz etmeye devam eden düşman uçağına ateş etmeye başlarlar. top ateşini yüksek ve korunmasız yerden gerçekleştirince, kabatepe önlerinde hazır bekleyen itilaf kuvvetlerine ait donanmadan birkaç gemi mehmet ali ve arkadaşlarının bulunduğu yere nokta atışı ateş açar. gelen gemi bombardımanından kendini kurtaramayan mehmet ali orada, diğer iki er ve yüzbaşı haydar efendi ile birlikte şehit düşer.

    esat paşa anılarında, veliaht yusuf izzettin efendi'ye bu ölümlerden bahsetmediğini aktarır. ne kadar acıdır ki osmanlı ordusu, bir veliaht için dört pırıl pırıl gencini feda etmiştir, ancak veliaht bu vahim olaydan bîhaberdir. esat paşa bu meseleyi anlattıktan sonra veliahtın (çok mühim!) ziyaretini şöyle kaleme alır ve sözlerini tamamlar: ''kemalyeri’nden aşağıya inen dereceğin alt başına geldiğimizde otomobillerden indik. veliaht gülümser ve mültefit (iltifat eden) bir tavırla kendisini selamlayan kıtaları teftiş etti. doğruca tarassut (gözlem) dürbününe gitti. düşman mevzilerini temaşa etti (seyretti). veliaht o geceyi ordu karargâhında geçirdi ve ertesi sabah çanakkale’ye gitti.''

    servet-i fünun gazetesinde, 2 eylül 1915 tarihinde bir yazı kaleme alan ismail fazıl, mehmet ali'nin şehit düştüğü olaya temas ederek ''19 yaşında bir şehit - topçu mülazımı mehmet ali bey'' başlıklı yazı kaleme alır ve yazısında 19 temmuz'un mehmet ali'nin doğum tarihi olduğunu da belirtir.

    bu da topçu subayımız mehmet ali'nin o dönemden kalma bir fotoğrafı:
    görsel

    fotoğrafın üst kısmında ''küçük ağabeyim mehmet ali'', alt kısmında ise ''19 yaşında çanakkale canavarı bir daha yollamamak üzere bizden aldı. sevgili yavrum.'' yazıyor.

    nazım hikmet, hayatının ilerleyen evrelerinde her ne kadar sol bir görüş benimseyip komünistliğe ciddi manada meyletse de, çocukluğunda dayısının bu ızdırap verici hadisesinden olsa gerek, milliyetçiliği önplanda tuttuğu coşkulu şiirler kaleme almış. onlardan biri:

    dayım dayım, oydu büyük kahraman;
    benim ulu türk göğsümü, işte oydu kabartan.
    bana büyük kahramanlık eserleri gösteren,
    bana âli (yüce) fedakarlık dersleri hep veren,
    vatan için feda-yı can etmenin, usûlünü öğreten,
    miilet için ölmenin, büyüklüğünü telkin eden...

    ne diyelim, mehmet ali efendi'nin ve üç silah arkadaşının ruhu şad olsun. her araştırdığımda çanakkale beni şaşırtmaya devam ediyor.
  • discussing the divine comedy with dante
    görsel
    çinli sanatçılar dai dudu, li tiezi ve zhang an'ın tuval üzerine yaptığı devasa bir yağlı boya tablosudur.
  • beni en şaşırtan tarihi bilgi, x-ray cihazıyla ilgili makale yayınlandıktan sonra bir yıl bile geçmeden osmanlı dönemi iki türk doktorun oturup o cihazı makalede anlatıldığı gibi yapmaları, filmler çekmeleri, bundan hocalarına söz etmeleri ve hocalarının 2. abdülhamid'in şüpheciliği ile başlarının derde girebileceği uyarısı ile yaptıklarını gizlemeleri oldu.
  • ispanyollar, kızılderililer'den toprak alırken kırım yapmak için onlara takas karşılığı çiçek hastalığı olan battaniyeler ve hediyeler vermiştir. eski dünya hastalıklarına dayanıklı olmayan kızılderili halkı adeta kırılmıştır. kızılderili nüfusunun yüzde doksanı bu sebeple ölmüştür. birçok kabile tamamen yok olmuştur. abd ise kızılderililer ile savaşırken köylerde katliamlar yapmanın ve kızılderili çocuklarını asimile etmenin yanında kızılderililer'in başlıca besin, barınma ve giyinme kaynağı olan kutsal bizon hayvanını öldürmüştür. çoğu zaman bu imha işlemi, hayvanı öldüren ve kanıtını getiren kişiye ödül verme işlemiyle gerçekleşmiş ve çok etkili olmuştur. bu hayvanların yıllara göre nüfusu çok çarpıcıdır:
    --- spoiler ---

    1800 öncesi 60.000.000 baş
    1800 yılında 40.000.000 baş
    1850 yılında 20.000.000 baş
    1865 yılında 15.000.000 baş
    1870 yılında 14.000.000 baş
    1875 yılında 1.000.000 baş
    1880 yılında 395.000 baş
    1885 yılında 20.000 baş
    1889 yılında 1.091 baş
    1895 yılında 900 baş
    1902 yılında 1.940 baş
    1983 yılında 50.000 baş
    --- spoiler ---
    buradan anlayacağımız kızılderililer'in en büyük yaşam kaynağı olan bizonun abd tarafından sistematik bir şekilde katledilmesi 1895 yılında bu hayvanın sayısını 900'e kadar düşürmüştür. ayrıca daha önce yüzde doksanı çiçekten ölen kızılderililerin sağ kalanları dahi o güne kıyasla bugün yüzde doksan daha azdır. şimdilerde çoğu kızılderili, kendilerine bölgenin en çorak ve çirkin bölgesinde verilen (bkz: indian reservation) alanında sefalet çekmektedir. kızılderili kırımı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir vahşilikle işlenmiştir.
  • naziler, ari ırk olarak nitelediği aryanları çok farklı bir yerde, asya kıtasında da aramıştı. ve bu arayış başka bir toplumun kaderini değiştirmişti.

    ikinci dünya savaşı başlamadan önce, bir grup alman gizlice hindistan'ın doğu sınırlarına kadar gitmişti ve görevleri "aryan ırkının kaynağını" keşfetmekti.

    adolf hitler, "aryan" olarak nitelediği iskandinav halkının yaklaşık 1.500 yıl önce kuzeyden hindistan'a girdiğine ve aryanların orada yerel insanlarla karışarak ve onları ırksal yapan niteliklerini kaybederek "suç" işlediklerine inanıyordu.

    üstün beyaz bir iskandinav ırkı fikrine inanan naziler, görünüşe göre bir zamanlar "en saf kandan" insanların yaşadığı hayali kayıp şehir atlantis'in hikayesine de inanıyordu. atlantik okyanusu'nun ingiltere ile portekiz arasındaki bir yerinde bulunduğuna inanılan bu efsanevi adanın ilahi bir yıldırım çarpması sonucu battığı iddia ediliyordu. hayatta kalan tüm aryanlar sözde daha güvenli yerlere taşınmıştı. himalaya bölgesinin, özellikle tibet'in, "dünyanın çatısı" olmasıyla ünlü olduğu için böyle bir sığınak olması mantıklı geliyordu.

    1935'te ss şefi heinrich himmler, atlantis'ten geriye kalan insanların tufandan sonra nereye gittiklerini ve büyük ırkın izlerinin nerede olduğunu öğrenmek için ss içinde "ataların mirası bürosu" adında bir birim kurdu. 1938'de bu büro araştırma yapmak için beş almandan oluşan bir ekibi tibet'e gönderdi.

    görsel

    ekip üyeleri 376 tibetlinin kafataslarını ve özelliklerini ölçmüş, 2.000 fotoğraf çekmiş, "17 kişinin kafalarının, yüzlerinin, ellerinin ve kulaklarının kalıplarını çıkarmış" ve "350 kişinin parmak ve el izlerini" toplamıştı.

    yine o coğrafyada çok önemli bir tarihi geçmişi olan başka bir halk vardı: persler. ve hitler ile rıza şah çok yakın ilişki içindeydi. hitler'in müttefike, rıza şah'ın alman sanayisine ihtiyacı vardı ve hitler o topraklarda "hitler şah" olarak biliniyordu. rıza şah, halkının yahudi ya da arap komşuları gibi değil de, almanlar gibi safkan aryanlar olduğunu her fırsatta gururla söylerdi.

    bu ikili ilişkilerin bir sonucu olarak pers ülkesinin o dönemdeki almanya büyükelçisi, rıza pehlevi’ye bir öneri ile gelmişti:

    “ülkenizin bayrağı, adı ve kullanılan semboller sizlerin köklü kültürünü ve dilini yansıtmalı. bu topraklara zerdüşt döneminden beri aryan denirdi. sizlere fars, acem gibi adları başkaları verdi. köklerinize dönün, size ait olan semboller yaşasın ve bunu yaşantınıza yansıtın…”

    bu fikre ikna olan şah rıza pehlevi, bayraklarına farsların geçmişini hatırlatan pers ve sasani sembollerini (aslan ve güneş) ekletip ülkenin adını da “soylu aryan toprağı” anlamına gelen “iran” ile değiştirdi. dünyanın da bu mesajı alması için 1935'te milletler cemiyeti'nde, bundan böyle pers ülkesinin iran olarak adlandırılacağını bildiren bir bildiri yayınladı. bu isim, ülkenin eski köklerine ve sanskritçe "airyanem vaejah" veya "aryanların evi" ifadesine kadar uzanan bir isimdi.

    aryan ifadesi, siyasallaşmadan önce iran devletinin ismini belirlemiş oldu. devlet ismindeki bu değişimde hitler'in de etkisi vardır. buna rağmen iran, hitler'in ırkçı politikalarını hiçbir zaman desteklemedi. hatta savaşta almanya’daki iran konsoloslukları gizlice 1500’ün üzerinde yahudi’ye iran vatandaşlığı vererek toplama kamplarına gönderilmelerine engel olmuştur.
  • bu (bkz: #146038475),

    bu (bkz: #146121287),

    ve son olarak bugünkü (bkz: #146247655)

    olmak üzere herif 2-3 gün aralıklarla bilinen "en" şaşırtıcı tarihi bilgiyle debeye girdi ve bunu hiçbiriniz fark etmedi.

    ilkokulda, lisede ve hatta üniversitede aldığım türkçe derslerine dayanarak diyebilirim ki en şaşırtıcı tarihi bilgi yalnızca bir (sayıyla 1) tanedir.

    3 gün arayla en çok şaşırtacak yeni bilgi öğrenmenin imkansız olduğunu hesaba katarsak herif başlığın popülaritesini görüp kendi ününü parlatma peşinde; ama kimse bunu da fark etmeyecek.
  • evliya çelebi’nin anlattığına göre 1. viyana kuşatması sırasında surlarda açılan bir gedikten şehre dalan osmanlı askeri çerkes dayı, sonrasında içeride tek başına olduğunu fark eder ve şehit olana kadar çarpışır. kral ferdinand bu büyük kahramanı şehit olduğu eve defnettirir. gâvur sokağı’ndaki (strauchgasse) bu evin köşesinde çerkes dayı’nın kılıç sallayan bir heykeli bulunmaktadır: görsel
    görsel

    bu heykel viyana'nın heidenschuss meydanı ile strauchgasse'nin kesiştiği 1 numaralı montenuovo sarayı olarak bilinen binanın birinci katında yer almaktadır.

    ekleme: heykelin bulunduğu yerin google haritalar üzerinden tam konumu: adres

    konum bilgisi için mr scary nickli yazara teşekkür ediyorum.
  • öncelikle bu başlıkta debeye giren diğer entrylerim için;

    #112422624
    #131551285

    atatürk'ün, neden cumhuriyeti gençliğe emanet ettiğinin mantığını anlatıcam sizlere.

    efendim, dönemimiz 19. yüzyıl ingiltere'si.

    bu dönem, avrupa'nın çoğu bölgesinde olduğu gibi, ingiltere'de de bazı işçi ayaklanmaları var.

    bu işçi ayaklanmaları o denli büyük ki; sürekli her fırsatta hiç fire vermeden bütün işçi sınıfı ayaklanıp, günlerce mücadeleye devam edebilen bir kitle halinde.

    devlet bu konudan rahatsız oluyor. yahu diyorlar, biz bu işçi sınıfının gücünü nasıl kırarız diyorlar.

    zira bir madende direniş başlayınca, bütün maden işçileri falan ayaklanıyor, üretim duruyor, zarar büyük falan.

    sonradan hükümet bir rapor hazırlıyor konuyla ilgili. işçi sınıfı, nasıl böyle blok halinde hareket edebiliyor bunu araştırıyorlar.

    sonuç ne çıkıyor biliyor musunuz?

    40 yaşından büyük işçi yok.

    35-40 yaşını deviren herkes, patır patır ölüyor. sebebi? kolera.

    bakmak isterseniz internette araştırın ingilteredeki büyük kolera salgınlarını.

    öyle bir meret ki bu; temelinde kirli su ile bulaşıyor. ama kirli suya temasınız olmasa bile, tarımsal ürünler yoluyla bile bulaşabiliyor.

    devlet diyor ki; bizim işçi sınıfını yaşlandırmamız lazım.

    50-60 yaşında işçiler, günlerce sürecek eylemlere, şiddet olaylarına, direnişlere kalkışamaz.

    işçilerin hepsi genç olursa, üretim tamamen durur. ama işçilerin bir bölümü yaşlı yani eyleme katılmayacak seviyede olursa hem üretim tamamen durmaz hem de işçilerin sadece bir bölümü ayaklanmış olur. haliyle müzakerelerde hükümetin eli güçlenir.

    ne yapıyorlar biliyor musunuz bunun üzerine? kanalizasyon.

    evet evet. bildiğimiz kanalizasyon.

    merkezde londra olacak şekilde büyük bir kanalizasyon inşaatına başlıyorlar.

    (bkz: joseph bazalgette)

    maksat, kirli suların kullanımda olmaması, haliyle koleranın sürekli bir salgın halinden çıkması, nesillerin genç yaşta ölmeyip sağlıklı şekilde yaşlanması, yaşlıların isyan etmemesi, haliyle devlet erkanının rahat bir nefes alması.

    adamların vatandaşlarının sağlığı, sırf kendilerine isyan etmeden yaşlanabilsinler diye önem arz etmiş.

    buradaki tarihsel trajikomik gerçekliği bir kenara bırakıp konunun asıl kısmına geliyorum.

    atatürk; cumhuriyeti neden bütün türk milletine, orduya, aydınlara, bilim insanlarına, öğretmenlere falan bırakmamış da direkt olarak gençlere bırakmış anladınız mı? neden "bütün ümidim gençliktedir" demiş? işte bu yüzden.

    cumhuriyeti tehlikeye düşürebilecek bir olay olursa, bu konuda harekete geçebilecek tek kitlesel sınıfın gençlik olacağını biliyordu da ondan.

    ne evde 5 çocuk besleyen anneler, ne üniversitede çocuk okutan babalar, ne dünyalığını yapmış iş adamları, ne memuriyetim yanar mı diye düşünen öğretmenler, ne sicilim zarar görür mü diyen askerler, ne sokakta mücadele vermemiş akademisyenler, ne kıçı başı ağrıyan yaşlılar...

    sadece ve sadece gençler.

    yahu atatürk'ün bursa nutku'nu bir okuyun. 3-5 cümleyle kafasındaki türk gençliğini tanımlamış adam. öyle bir tanımlamış ki, her satırında "atatürk'e ihanet ediyoruz gençlik olarak" diyesiniz gelir.

    ya da hepinizin bildiği gençliğe hitabe'yi okuyun. türk istiklali'ni ve türk cumhuriyeti'ni "ey türk milleti" diyerek millete değil, "ey türk gençliği" diyerek gençliğe emanet etmiş.

    çünkü kendisi de biliyor, ülkede cumhuriyet rejimi bir tehlikeye düşerse; iktidar hırsına kapılmadan ve kaybedeceklerinden korkmadan mücadele edebilecek tek grup, gençlerdir.

    atatürk, çok büyük adam.
hesabın var mı? giriş yap