• tarihsel topografya:

    byzantion, yunanca kökenli bir kelimedir, latince’de ise byzantium olarak geçer. kentin adı dor kökenli bir yunan kolonisinin efsanevi reisi megaralı byzas’ın isminden gelmektedir.

    byzantion kenti; i.ö. 660 civarında bugünkü sarayburnu’nda, yani promentorion bosphorion’da kurulmuştu. byzantionlu dionisios’a göre ise kent i.ö. 695’te kuruldu. vi. yy.’da miletoslu hesykhios tarafından verilmiş olan efsaneye göre ; “heros eponymos” byzas, sefere başlamadan önce yeni kuracağı kentin akıbetini delphi’deki bir kahinine danışmış ve “körler ülkesinin karşı tarafına” yerleşeceği cevabını almıştır. başta anlamsız olan bu kehanet, megaralı koloni khalkedon’a, yani bugünkü kadıköy’e ulaştığında anlam kazanacaktı. çünkü heredotos’a göre byzantion’dan on yedi yıl kadar önce yine megaralı bir koloni tarafından kurulan khalkedon kentinde yaşayanlar; yine heredotos’un yorumuna göre kehanetteki körler olmalıydılar, zira hemen karşılarındaki zengin ve stratejik açıdan çok mühim olan bölgeyi görmemiş; coğrafi ve ekonomik açıdan daha fakir olan khalkedon’a yerleşmişlerdi.

    sınırları ve şekli tam olarak bilinmemekle birlikte, byzantion’un orijinal mevkii, yedi tepenin birincisinde, bosphoros ve khrysokeras, veya corno d’oro, yani haliç sularının birleştiği akra’daydı. byzantion, akropolisi ya da diğer bir deyişle yukarı şehriyle dik yamaçlı birinci tepe’nin zirvesine ve aşağı şehriyle propontis yani marmara denizi kıyılarına yayılmıştı. khalkedon ile karşılaştırıldığında, bu mevkinin sağladığı avantajlardan biri savunabilirliğiydi, çünkü boğaz ve haliç’in birleştiği noktadaki dik tepe batı hariç her yandan deniz tarafından korunmaktaydı, ki karaya bağlı batı yönüne de bir savunma duvarı yapılabilirdi. bir başka avantaj ise, promentorion bosphorion olarak adlandırılan burnun fırtınalara karşı korunaklı muhteşem bir doğal liman oluşuydu. bu dağlık burun aynı zamanda, karadeniz’den gelip boğaz boyunca ilerleyen uskumru sürülerinin limana yönelmelerini sağlayan bir bariyer görevi taşıyordu, ki bu da bereketli bir balıkçılık ortamı yaratıyordu ve byzantionluların ana gelir kaynaklarından birini oluşturuyordu. şehrin başlıca gelir kaynaklarından biri de; boğazdan geçen gemilerce ödenen liman ve geçiş ücretleriydi. byzantion kuruluşundan itibaren bosphoros’u kontrol etti ve bu, şehrin sonraki büyüklüğüne erişmesinin ana sebebiydi. tarihçi pierre gilles, yani petrus gyllius; “bosphoros, byzantion’un ilk yaratıcısıdır; byzas’tan daha büyük ve önemlidir” diye yazmıştır.

    byzantion, her ne kadar bazen oligarşiler, bazen de tiranlar yani diktatörler tarafından yönetilse de, genelde demokratik bir polis, yani bir şehir-devletti. yönetim merkezi bouleterion, diğer bir deyişle meclisti ve bir de ekklésia, yani halk meclisi vardı.

    kentin i.ö. vii. yy.’daki kuruluşundan septimius severus dönemine kadar hakkında hiçbir arkeolojik veri günümüze ulaşmamıştır, hayali bir rekonstrüksiyona olanak verecek kadar dahi yeterli değildir; antik byzantion’a ait tüm bilgileri yazılı kaynaklardan alırız, byzantion yazılı tarihte ilk olarak heredotos’un tarih adlı eserinin iv. kitap’ında görülür.

    hakkında fazla arkeolojik veriye sahip olmadığımız arkaik dönemden sonra, i.s. iii. yy. başları kentin yapılanması açısından önem taşır. bu dönemde, antik byzantion’un gelişimine en büyük darbeyi; commodus’un öldürülüşü ardından başlayan, pescennis niger ile septimius severus arasında çıkan taht kavgası vurur. imparator septimus severus (193-211) şehri ele geçirmesinin ardından, pescennis yanlısı byzantion’u önce ceza amacıyla yıktırmış, sonra yeniden yapılandırmıştır, bu bilgiye dönemin sikkeleri sayesinde ulaşırız. ayrıca vi. ve x. yy.lar arasında yazılmış olan kaynaklar byzantion’un şehircilik açısından bu yeni gelişimini septimius’a mal ederler; buna göre imparator agora’yı yani tetrastoon’u revaklarla çevirerek yenilemiş, zeus tapınağı'ndan adını alan zeuksippos hamamı’nı, dış mahahallede bulunan kaminia hamamı’nı, akropol sınırları içerisindeki aphrodite, artemis, athena ve poseidon tapınaklarının yanına bir apollo helios tapınağı yaptırmıştır. ayrıca, silah meydanı yani strategion yenilenmiş, bir tiyatro, kynegion yani amfitiyatro, agorayı şehrin kapısına bağlayan revaklı bir stoa ve bu kapıyı içine alan yeni surları yaptırmıştır. kimi kaynaklarda septimius severus’un portiki olarak anılan bu revaklı stoa, daha sonra konstantinopolis’in mese yolu'nun bir bölümünü oluşturacaktır, yani osmanlı döneminde divan yolu olacak olan şehrin ana aksını belirleyecektir. bugün sultan ahmed camii’nin hemen önünde bulunan hippodrom da septimius severus’a maledilir, ancak yine yazılı kaynaklardan öğrenildiği kadarıyla imparator, hippodrom tamamlanmadan ölmüştür. anıtsal yapılardan günümüze gelen izler de oldukça azdır, ancak kaynaklarda adı theatrum majus olarak geçen tiyatro, olasılıkla topkapı sarayı mutfaklarının altındaki yamaçlarda yer almaktaydı, bu bilgiye 1959 yılında yapılan kazılarda bulunan on bir parça mermer tiyatro oturma sırasına dayanarak ulaşıyoruz. hippodrom’un güneyinde yapılan kazılarda ise zeuksippos hamamı’na ait olduğu sanılan bazı parçalar bulunmuştur ancak bunların konstantinos dönemi yenileme ve süslemesine ait parçalar olduğu düşünülmektedir. bunların yanında şehrin değişik yerlerinde bazı yapı kalıntıları, heykel parçaları ve seramik parçaları bulunmuştur. bu belirsiz izlerin yanında günümüze ulaşan ve hala ayakta olan tek eser gotlar sütunudur. yazılı kaynaklarda ender rastlanmaktadır, bu sebeple eserin kimliği tam olarak tespit edilebilmiş değildir.

    kentin büyük konstantinos ile yeniden doğmasından evvelki yapısı ve eserleri bugün hala tam olarak çözümlenebilmiş değildir. septimius severus dönemine ait arkeolojik veriler belirsizdir ve şehrin topografyası, özellikle de surlar hakkında fazla bilgi vermezler. ancak roma dönemi surları hakkında, tarihçi zosimos’tan öğrendiğimiz kadarıyla, vi. yy. başlarında artık neredeyse yok olmuşlardı.

    antik byzantion’a ait diğer kalıntılar muhtemelen bizans konstantinopolis’inin anıtları ve harabeleri altında gömülü kaldılar. konstantinopolis ise önce osmanlı yapılarının ve sonra da modern istanbul’un binalarıyla örtüldü.

    nekropolis:

    bugün kentin akropolisi kadar ehemniyetle araştırılması gereken nekropolisi, tipik bir antik kent özelliği olarak surdışında bulunmaktaydı. i.ö. vi. yy.’a kadar dayanan ve kentin ilk mezarlığı olduğu düşünülen nekropolis, iv. yy.’dan itibaren batıya doğru genişledi. mezarlık alanı, ayasofya civarından başlamakta, batıya doğru az çok trakya caddesi'ni takiben devam etmekte, antik şehrin surları boyunca marmara ve haliç’e doğru çatladıkapı ve sirkeci civarına yayılmakta, buluntuların yayılışına bakılırsa çemberlitaş ve beyazıt gibi yüksek ve müsait sahada gömü yoğunluğu artmakta ve genişlemektedir. bu doğrultuda, araştırmalara göre byzantion kentinin nekropolisi, süleymaniye, laleli ve beyazıt üçgeninde en fazla buluntuyu vermektedir.

    buluntular:

    istanbul arkeoloji müzesi’nde segilenen en ilginç eserler, kentin nekropolisinden çıkarılmıştır; mezar stelleri, lahitler ve adak stelleri olarak gruplandırılabilecek bu eserlerin en eskisi i.ö. iv. yy.’a tarihlenmektedir. eserlerin önemli olmasının başlıca sebebi, üzerlerinde bugün bize byzantion dünyası hakkında sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bilgiler veren kabartmaların bulunuyor oluşudur.

    i.ö. iv. yy.’dan, i.s. iii. yy. sonlarına kadar tarihlenen stellerin konstantinopolis surları içerisindeki buluntu yerleri; hippodrom'un batısı, ayasofya civarı, yerebatan, divanyolu-ticarethane sokağı, ishakpaşa, sultanahmet, nakilbent camii civarı, sirkeci, cağaloğlu, çatladıkapı, gedikpaşa, çemberlitaş, çarşıkapı, kantarcılar, beyazıd çevresi, üniversite merkez binaları temelleri, süleymaniye, vezneciler, ordu caddesi, laleli, büyük reşid paşa caddesi, koska, şehzadebaşı, saraçhanebaşı, fatih, unkapanı, etyemez, haliç feneri, balat, çapa, kocamustafapaşa, yedikule’dir. konstantinopolis surlarının dışına bakıldığında ise; galata tarafı, beyoğlu, nişantaşı, eyüp tarafı; ayrıca yeniköy, bahçeköy, bakırköy, çatalca ve terkos taraflarından buluntular karşımıza çıkar.

    surlar içerisinde ele geçen buluntuların yayılışı göz önüne alındığında, stellere ilk bizans surlarının bulunduğu ayasofya civarında başlayıp batıya doğru muhtelif yerlerde rastlanıldığını, ve beyazıt’ta stellerin bulunduğu sahanın birdenbire genişleyerek yayıldığını ve fazla miktarda ele geçtiğini görüyoruz. bu civardan çıkan tüm eserler nekropolis’in muhtelif noktalarından ele geçmiştir. burası sarayburnu’nda kurulan byzantion’un kendi nekropolüdür, daha uzaktaki buluntular şehre en yakın küçük iskan yerlerinin mezarlıklarına işaret eder, ve bize dönemin yerleşim haritası hakkında bilgi verir.
  • bak şimdi ne anlatacam sana.
    byzantion istanbula kurulan ilk yerleşim yerinin adı. bu tamam. bu isim de kurucusu byzas a kıyak olsun diye byzantion olarak verildi bu tamam. tamam da byzas burayı nasıl kurdu?
    şimdi kalkıp megara'lı kolonistler delphi kahinlerine danıştı da onlar da "tee gidin işte körler ülkesinin karşısına kurun falan" dediler de, geçin bunları. yok öyle bir şey. işin doğrusu teheeey bosphorus ya da diğer bilinen adıyla io efsanesindedir.

    iyi oku, bidaha yazmam bunu.
    gelmiş geçmiş en büyük abaza tanrı zeus argos kralının modellerden bile daha güzel kızı io'ya deli gibi aşık olur. ne yapıp ne edip bu kızla ilişkiye girmelidir.
    şimdi sen diyceksin tabi, "ulan tanrıların tanrısı, canı istese çat diye gider işini görür gelir, niye böyle düşünceli?". haklısın ki zeus da haklı. bizim taş eser hera rahibesidir. hera durumu anlarsa kızın ağzına sıçılacaktır. bizim yufka yürekli abaza tanrımız kızın acı çekmesini istemediğinden, tam tanrılara yakışacak hin bir plan aklına gelir ve gider kızın rüyasına girer ve ona gece lerna gölünün kıyısında kendisini zeusun kollarına bırakmasını söyler.

    güzel bir rüya mı yoksa kabus mu ne olduğunu anlamayan io gider durumu babasına anlatır. kral tam aklından "ulan bizim kız evlenecek koca buldu da tanrılar istiyo ayağına yol mu yapıyo?" falan diye düşünürken, akıllıca bir harekette bulunup delphoi kahinlerine akıl danışır. kahinler olayı duyar duymaz kızın göle gidip zeus'la halvet olmalarını maazallah (maazzeus diyesim geldi töbe töbe) aksi taktirde kafasına yıldırımı yiyeceğini söylerler (yaratıcılığı kes). kralımız yıldırımla çarpılma korkusu yüzünden kızına göle gitmesi için izin verir.

    yıldızların ışıl ışıl aydınlattığı dolunaylı gecenin altında lerna gölünde io hanım kızımız ile zeus aşk dolu saatler geçirir.
    o sırada ida dağında:
    tanrıça hera, yine gün boyu kimi hamile kadınları korumuş, kimilerini korumamış, kimi erkeklerin canına ot tıkamış, kimi rahibelerinin dualarını kabul etmiş ve zor günü tamamlamış evine girmiştir. tam yatağa girecek ki, zeus ortalıkta yok. hera şok. "ulan bizim arsız herif kesin zamparalığa gitmiş. acaba hangi aşüfte ile birlikte. öğrensemde hayatını bok etsem" diye düşünmeye başlar.

    zeus yediği bokun farkındadır ve kızı gerçekten sevmiştir. kızı heranın gazabından korumak için beyaz bir düveye çevirir. o sırada hera belirir:
    h: nerdesin sen pis herif. şimdi de bu düveye mi halleniyorsun?
    z: vallahi karıcım, hayvana dokunduysam namerdim, benimkisi sadece hayvan sevgisi.
    h: sıçarım senin hayvan sevgine, abaza seni. madem bir şey yapmadın hayvana onu bana ver o zaman.

    zeusun manevrası kalmadığından bizim beyaz düve artık heranındır. tanrılar evlerine mutlu mesut dönerken, io mal mal dolanmaya başlar. fakat bu dolanış normal değildir, ayaklarının bastığı her yerde yeni bitkiler çıkmaya başlar, kurak topraklardan filizler çıkmaya başlar.

    hera sabah uyanıp dünyaya baktığında, sabah kahvesini henüz içmemiş olduğundan olsa gerek, düvedeki tuhaflığı görür ama duruma pek ayamaz. yine de kıllanır ve yüz gözlü argosu ona gözcü olması için gönderir.
    -ara not-
    kızın babası argos dedik, şimdi de 100 gözlü argos, ne iş falan derseniz. bu yaratığın asıl adı argos panoptes dir.
    hadi size kıyak; panoptes her şeyi gören gibi bir anlam taşır
    -ara not-

    io önce kıta yunanistanda, ordan adadan adaya geçerek dolaşır, sonra da izmir körfeze geçer. bu yüzden o körfez ionia körfezi olarak bilinir (bkz: ionia) (bkz: iyonya). bizim düve gezinmeye devam ederken zeus yine aşka gelir. fakat 100 gözlü şerefsiz yüzünden yaklaşamaz. gidip hermesten 100 gözlü argos u öldürmesini ister. hermes argosun 50 gözü uyurken yanına gider sopasıyla diğer 50 gözünü de uyutup öldürür. iyi orta gol getirir diyen zeus hemen boğa kılığına girip zavalla io'yu zevklerinin kurbanı eder. fakat yine de iyi sevgilidir. io yu altın boynuzlu bir ineğe çevirir. fakaaat.

    hera her bir olayı görür. kocası olacak sapığa bir şey yapamadığı için gider zavallı io ya "şimdi ananı laciverde boyadım" diyerek bir at sineği musallat eder. sinek ayrı bir ruh hastası olduğu için bizim io nun burnuna kene gibi yapışır. io can havliyle kendini suya atar. zeusun "vah vah" ları yardımıyla boğazı bir uçtan diğerine yardım geçmesine yardım eder. bu gariban hayvanın geçtiği yer inek geçiti anlamına gelen bosphoros denir.

    hee şimdi buraya kadar biliyodunuz di mi? sanki sonrası yok. afacanlar sizi. daha gerçekleri günyüzüne çıkarma işi bitmedi, byzantion kuracaz daha.

    bizim inek avrupa yakasına geçince, heradan saklanmak için haliç kıyılarına saklanır. tabi o zaman haliç falan bilen yok o yüzden adını bizim inekten alır, yani; hristo-keras bunun da yanisi; altın boynuz (şimdi uyandın di mi niye haliç e altın boynuz diyolar. şekil olarak benzemesi falan hikaye yani).

    bizim inek at sineğinden ve heradan kurtulmuştur ama başka bir derdi vardır. zeustan hamiledir. çocuk dünyaya gelir ve annesi ona keroessa (yani boynuz, çok manidar) adını verir (byzas diycem sandınız di mi hahaha).

    keroessaya bir su perisi dadılık yapar. kız büyür ve çok güzel bir kız olur. hatta o kadar güzeldir ki annesi insanken keroessa yanında dünya çirkini bir şey kalır. fakat nasıl olduysa bu sefer poseidon zeusdan önce davranıp, "na'ber lan yıldırımlı dallama" kahkahalarıyla keroessayı hamile bırakır.

    poseidonun aşk hayatına hera karışmadığı için, keoessa kazasız belasız güçlü kuvvetli gürbüz bir oğlan doğurur ve bu sefer doğru tahmin edeceğiniz üzere çocuğa byzas ismini koyar. byzas büyüdüğünde poseidon ve apollo bu gün sarayburnu denilen yere kalkar şehir kurar. buraya da kendine ait olduğunu göstermek için byzantion adını verir.

    şehir tam gelişmeye başlıycakken, trak kavimleri gelir şehri kuşatmaya alır. fakat byzasın karısı ve şehrin diğer kadınları kafayı çalıştırak trak askerlerinin üzerine yılanlar atmaya başlarlar ve şehri kurtarırlar. böylece byzantion ilerde istanbul olmak için gereken ilk başlangıcı yapmış olur.

    edit: kontrol etmeden yazmışız, olcak tabi kelime hataları. buldukça düzeltirim.
  • istanbul'un ilk adıdır.
  • istanbul'un nüvesi. bugünkü sarayburnu çevresidir.
  • uzerinde byzantion yazan ayyildizli ya da ay cicekli bir sikkesi olan sehir.
  • topkapı sarayı ve sultanahmet çevresinde gelişmiş antik bir kenttir. şehrin savunma duvarları, büyük mermer bloklardan yapılmıştır. uzun tarihsel süreç içerisinde pek çok değişime uğramıştır. kentin büyük bir kısmı, ''konstantinopolis'' olduktan sonra yok olmuştur.
  • avrupa yakasinda kurulan istanbul'un kurucusunun ve/veya kurucusu adiyla anilan shehir. sanirim megarran kolonisi bunlar, bir de meshur kahin olayi var. korler shehri karshisi bakkalin yani falan neyse
  • 324 yılında roma imparatorluğunun yeni başkenti olmuştur, 330 da imparator constantine kente kendi adını vermiş ve şehrin adı constantinople (constantine'in şehri) olmuştur. sonrasından şehre doğru (eis ten poli) cümlesinden türeyerek de istanbul olmuştur. ta taaa.
  • ahmet ümit in istanbul hatırası romanın da bahsi geçen şehirdir. kurucusu da kral byzas dır.
hesabın var mı? giriş yap