2517 entry daha
  • gerçekten bu son birkaç yıldır dünyaya neler oluyor? daha önce ne güzel herkes işine okuluna gidiyordu, büyük kariyer planları filan vardı insanların, ev alacaklardı, araba alacaklardı. ne oldu da böyle bir anda bütün beklentiler al aşağı gitti ve aşağı yukarı ortalama bir insanın bütün hayatı netflix aboneliği ve belki ancak yaşamaya yeten maaşını kazandığı işe gidip gelmeye dönüştü bir anda? ha bir de eklemek lazım, seksüel hayat nispeten önceki onyıla göre daha serbestleşti. yani eskiden daha ciddi ilişkiler ve belki de evlilik gibi büyük sorumluluklara giden bir yol varken bugün insan artık günde birkaç partneri rahatça değiştirir hale geldi. bunu eskiden zeginler yaparken, bugün bu hareketler lumpenlerin düzeyine indi ve bu sefer de evlenme ve soyunu devam ettirmek zenginlerin tercih ettiği bir şeye dönüştü. bunlar tesadüf mü? tabii ki değil.

    hepmizin son yıllarda sıklıkla duyduğu bretton woods anlaşması diye bir şey var. fakat bu gibi konular, genele yayıldığı zaman sadece yüzeysel olarak “altın standartının terk edildiği anlaşma yea, 1971'de yapılmış, nixon döneminde” düzeyine iniyor. bu gerçekten bu kadar olabilir mi? adamın teki çıkıp televizyona “altın standartını bıraktık artık” deyip geçilebilecek bir konu mu? daha önce bu standartı kim neden nasıl koymuştu hiç mi bunlarla ilgilisi yok? tabii ki var ve bunların konuşulduğu bir oturumda ancak zaten olan biteni anlamak mümkün. yoksa tabağımızda tamamen endüstriyelleşmiş ve şubeleşmiş bir restoranın önceki gün 24 saat buzhanede beklemiş et dönerini yemek gibi bir şey oluyor. halbuki eskiden böyle miydi? damağımızda patlardı değil mi o lezzet? işte aynı buradaki yüzeyselleşme ve kalitesizleşme gibi bir durum söz konusu oluyor, aslında akademik ciddiyet isteyen alanlarda günlük kahvehane muhabbeti yapmak. neymiş bretton woods, doların altınla bağının koparıldığı anlaşmaymış. buna çok güzel bir eleştiri getiren şant manukyan'ı da burada anmazsak, akademik ahlaksızlık yapmış olurum. yeni kitabı global piyasalar gerçekten çok kısa ve öz şekilde anlatıyor olan biteni. fakat her ne kadar kolay anlaşılır olmak için yazıldıysa da kitap, öncesinde çok ciddi okumaların yapılmış olmasını da istiyor bir yandan. kitap içerisinde atıf edilen fakat anlatılmayan o kadar çok kısım var ki kitabı okurken “bunları okumamış olsaydım, bu kitaptan ne anlardım acaba?” diye düşünmeden edemedim. muhtemelen bu kadar zihnim açılmazdı. buradan şant manukyan'a da büyük teşekkürlerimi sunayım. kitabı kesinlikle okunmalı.

    bretton woods anlaşması ikinci harbin bitmesine bir sene kala imzalanmış bir anlaşmadır. bundan önce ve sonra daha birçok anlaşma ve toplantı daha yapılıyor. washington konferansı, atlantik konferansı, paris sözleşmesi vs. gibi birçok anlaşma ve toplantı bretton woods anlaşması'nın ya temelini ya da eksik taraflarını kurar. dolayısıyla, bretton woods anlaşması sadece dünyadaki rezerv paranın ne olacağına dair yapılmış bir oturum değildir. bunun öncesi ve sonrası da vardır ve bunlar olmadan kendi başına düşünülemez. kısaca şöyle izah etmek mümkün: bu anlaşmada rezerv para belirlendi fakat öncesinde kimin egemen olacağının savaşı verildi, daha sonrasında politik etki güçleri dağıtıldı, mesela birleşmiş milletler bu anlamda kurulmuş bir beşli konseydir. savaşın hesapta kazananları fransa ve ingiltere de dahil olmak üzere, abd, rusya ve çin de vardır. halbuki savaşın asıl kazananı sovyetler ve abd olmuştu. fakat işte fransa ve ingiltere de kazandı mı kazandı yani. ekonomik olarak tamamen berbat bir haldeydiler. marshall planı, truman doktrini gibi tamamlayıcı ve ayağa kaldırıcı aksiyonları sayesinde abd'nin, avrupa ancak ayağa kalkmıştır. burada asıl konu bir yandan almanya ve japonya'nın saldırganlığıdır. bu saçma ülkeler bir daha böyle uluslararası saçmalıklar yapamasın diye de onlara yardım edilmiştir ve abd iç piyasası açılmıştır, bu ülkelerin ihracat yapabilmesi için. teknolojik ve finansal yardım ile de sulanınca bu ülkeler ayağa kalkmış ve dış ticaret fazlası veren kendi içerisinde refah üreten ülkeler haline gelmiştir. bunların üzerine diğer küresel organizasyoları da eklemek mümkün, dünya ticaret örgütü vs. gibi.

    konu tam da bu noktada ihracat kelimesi kullanılınca para birimine geliyor ister istemez. iktisadi bir realite olarak, ihracat fazlası olan bir ülkenin cari fazla üretmeye başladığında parası değerlenir, parası değerlendikçe de ihracatı bundan olumsuz etkilenir. tam tersi bu sefer ihracat açığı olan, cari açık veren ülke için geçerli olacaktır. fakat burada bir farklı unsur var, bu konu ekonomistler tarafından da tartışılmış, literatürde de triffin dilemması olarak biliniyor, merak eden açar okur, rezerv para denen paranın sahibi tarafında mekanikler tam da böyle olmuyor. evet cari açık rezerv para sahibi ülke için de bir problem fakat bu para altına bağlı olduğu zaman böyle. çünkü aslında rezerv para o ülkenin parası değil, altının kendisi oluyor. yine bu kısmı şant manukyan kitabında çok iyi anlatmış. amerikan doları'ndan önceki rezerv paraların aslında dolar ile çok da benzer rezerv paralar olmadığını söylüyor. çünkü o zamanlarda o ülkelerin paraları, portekiz, ispanya, hollanda, birleşik krallık gibi ülkelerin (imparatorluk döneminden bahsediyoruz genel olarak, ingiliz imparatorluğu ardıdan 1922'de kurulan birleşik krallık'ın para birimi yine rezerv para olmuştur) paraları aslında altına karşılığı olan paralar ve o paraların uluslararası ticarette kullanılmasının asıl sebebi bu para birimlerinin kendi itibarları değil, altına olan güvenden geçtiği vurgusunu yapıyor. bu çok doğru! fakat dolar için konu daha farklı, işte o yüzden bretton woods anlaşmasını konuşuyoruz. 1971 yılında nixon bu bağı kopartarak dünyayı gerçekten ilginç bir rezerv para ile tanıştırdı. itibarı kendisinde olan bir para, altında değil. bu tarihte bir ilktı. kağıt para tarihte ilk çin'de basılmış, bundan bahsetmiyoruz, global olarak kabul edilen, itibarı altına dayanmayan bir paradan bahsediyoruz. bu ilk defa amerikan doları ile gerçekleşti.

    altına bağlı sistemde dış ticaret tamamen kaydi olarak gerçekleşiyordu. altınlar bir merkezde depolanmış, bir defteri kebir, ledger, var, dış ticaret açığı veren ülkenin kaydı, açık verdiği ülkeye geçiriliyor. altın yerinden bile kıpırdamıyordu. altına bağlı itibarlı paralar ve bu itibarları paralara bağlı daha yerel paralar olarak dönüyordu dünyadaki ticaret. yani dış ticarette itibarlı para kullanılıyor, iç ticarette ise o ülkenin kendi para birimi. ülkeler de birbirlerine bu ticaret açıklarını rezervlerindeki altınlar ile ödüyordu. bu altın da yukarıda dediğimiz gibi aslında bir tür kayıt aracı sadece. gidip geldiği bile yok. çünkü gerek yok. fakat dolar için konu biraz daha farklı. dolar mevzuunda doların kendi itibarı var ve diğer yerel paraların da dolar karşısında bir kendi itibarları var. bu da işte kabaca kur olarak karşımıza çıkıyor. cari açık veren ülkenin dolar cinsinden kuru değersizleşiyor, böylece ihracat tarafında avantajlı hale geliyor, cari açığı kapanıyor, parası değerleniyor, para değerlenince bu avantajını yitiyor, önceki turda eline geçen dolarları eğer güzel işlere harcamamışsa, türkiye gibi araba ve eve harcadıysa tekrar aynı döngü söz konusu oluyor. faizler arttırılıyor, sıcak dolar geliyor, sıcak dolar ile bir şeyler yapılmaya çalışılıyor filan. sıcak dolar gelinç tabii ki kur stabilize oluyor, kur stabilken türk lirası'na dönüşmüş dolarlar yüksek tl faizi alıyor, vade sonunda tekrar dolara geri dönüşüp, bu sefer daha çok dolar alıp götürüyor, fakat sistem yüksek faiz verdiği yeni dolarlar da o sırada geliyor oluyor. işte bu da ekonomi dahisi ali babacan ekolü. acayip ekonomi biliyor değil mi? müthiş!

    şimdi bu durum doların anavatanı abd'de nasıl oluyor? dış ticaret açığı veriyor abd, bu demek oluyor ki dışarı dolar gidiyor. dışarı giden dolar nerede birikiyor? daha sonra o birikmiş dolar ile ne yapılıyor? olan şu: o dışarıda biriken dolar, parada kalmak çok riskli olduğundan, tekrardan serbest ve çok derin bir piyasa olan amerikan tahvil piyasasına geliyor ve tahvile dönüşüyor. kısacası, abd dış ticaret ile açık verirken, dışarı giden dolar tekrar abd'nin fonlanması için kullanılıyor. bu arada bu faizler filan da kabaca abd tarafından belirleniyor. gerçi burada ekonomik aktivitelerin reel durumu çok önemli. yani türkiye'deki gibi “indir lan faiz maiz istemiyorum” gibi bir yaklaşım söz konusu değil. farklı yaklaşımlar var acayip bilimsel filan. oralara girmek istemiyorum, tamamen ayrı bir konu. çünkü o warren buffett'ın "fools with phds" dediği insanlar aslında pek de iyi iş çıkart(a)mıyorlar. mesela bizde de var benzerleri, türkiye'nin tek derdi sanki faiz indirimleriymiş gibi “bir faiz arttırsak aslında her şey çok güzel olacak” argümanından öteye gidemeyen nice profesörlerin olması, kendi suçları değil. benzeri abd'de de var. bu genel olarak sistemin bir suçu. bugün işte bu sorun karşımıza çıktı ve bunun sancıları çekiliyor.

    şimdi olaya bakın, abd enflasyon var diye faiz arttırıyor, faiz arttırınca dolar değerleniyor, dolar değerlenince demek ki başka kurlar değersizleşiyor. başka kurlar değersizlesince onların ihracat avantajları daha da azıyor. dolayısıyla, yabancı ülkeler lehine bir daha değerli dolarlala daha fazla dış açıklar veriliyor. abd'nin dış açığı ticaret partnerlerinin fazlası demek, onlarda daha büyük yığınlar halinde biriken dolarlar bu sefer abd'ye tekrardan tahvil almak için geri geliyor. bu noktada sanki “ne güzel düzen ya, adamlar her türlü kazanıyor” gibi düşünülebilir, aslında öyle değil. abd için rezerv para olan dolar, basına aslında bir tür bela. diğer ülkeleri ayakta tutmak için kendi iç piyasasını onlara açmak zorunda. dikkat edilirse, bu imparatorluklar döneminin hiç de istenmeyen bir durumuydu. hatta piyasasında başka ülkenin olduğu yerlere sömürgen deniyordu. e şimdi abd o zaman diğer ülkelerin bir sömürgesi mi? yoksa kendi bastığı bedava para diğer ülkelerde üretilen zenginliğin karşılıksız şekilde satın alınabildiği bir cennet mi? aynı quantum coherence gibi aslında her ikisi de. bunu yine şant manukyan kitabında çok iyi anlatmış, merak edenleri kitabı okumaya yönlendireceğim ve kitapta da referans olarak verilmiş bir mckinsey çalışması var, bunu da aşağı referans olarak bırakacağım. kabaca diyor ki bu çalışma, abd rezerv para sahibi olmakan yılda yüzde yarım gdp civarında bir fayda sağlıyor. çoğu zaman da aslında zarar görüyor. bunun ayrıntılarını daha sonra başka bir yazıda konuşmamız gerekecek. bu kısımlar nispeten teknik konular.

    burada bir de james rickards'ın kur savaşları kitabını referans vereceğim, burada da bu kur zonları güzel anlatılıyor. usd-cyn, usd-eur, cyn-eur gibi kur hatları tarafında usd daima açık veren taraf. e yukarıda dediğimiz gibi o ülkeye açık vermek demek, o ülkenin senden daha çok faydalanması demek. yani bunu şöyle düşünmek gerekiyor, iki tüccar var, birbirleriyle ticaret ediyorlar, birisi daima ötekisinden daha çok alışveriş yapıyor. demek ki öteki tüccar daha fazla para kazanıyor. “e ama burada o iki tüccar kendi bastıkları parayı harcamıyorlar ki?” evet doğru bir soru, fakat kendi de bassa abd bu dolarları, yine de değerli olan bir şeyi veriyor karşı tarafa ve karşı taraf da bu sefer abd'nin dolar ihtiyacını, abd tahvilleri alarak geri fonluyor, abd de bunlara bir de faiz ödüyor, teşekkür ediyor kendisini fonladığı için. işte bu garip durumu trump, teorik olarak değil belki ama bir tür hissikablel vuku ile anladı. bütün savaşı buydu adamın. “america first!” lafı buradan geliyordu zaten. “bu ne lan” diyordu, “almanya'yı, japonya'yı, çin'i mini, hepsini ben fonluyorum ya” diyordu. o yüzdendi o bütün ticaret savaşları filan. tam da bu noktada bir başka dahi, ray dalio'ya atıf vermem gerekiyor, -evet, zımni şekilde şant manukyan'a dahi dedim, böylece zımnilikten görünürlüğe taşımış da olduk- der ki ray dalio:

    “önce ticaret savaşları başlar, ardından teknoloji savaşları gelir, sonra jeopolitik etki savaşları başlar, bunu sermaye ve iktisadi refah savaşları takip eder, en sonda da askeri savaşlar yapılır. sıralama budur!”

    der. şimdi biz bu aşamaların neresindeyiz, artık bu da okuyucunun kendi yorumuna kalacak. “ya vitru sen söyle n'olur” diyecek olanlar olabilir, bu noktada sizden yardım istemek zorundayım, çünkü tam olarak neyden bahsetmem gerektiğini çoğu zaman anlayamıyorum. yanlış anlaşılmasın, sezdirme yapmak değil amacım, benim için net görünen bir şey olduğu için çoğu zaman o şeyden bahsetmiyorum, halbuki bu konuşulması gereken bir şey olabiliyor. bunu genellikle reel sosyal ortamlarda hissediyorum. o yüzden sorularınızla beni yönlendirirseniz, bunları da başka yazılarda bir paragraf olara konu etmem mümkün olacaktır.

    “e o zaman doların rezerv para olması abd için kötü bir şey ise bunu abd neden hala daha sürdürüyor?” çok güzel soru! işte abd içindeki bir kesim aslında bunu istemiyor. bugün bütün dünyaya küreselciler vs. diye anlatılan, %99'u da kalitesiz komplo teorisi olan konuların temeli aslında burası. evet bugün abd dünyanın jandarmalığını yapıyor, çünkü rezerv para sahibi olmak bunu gerektirir. yani dünyanın jandarması olduğun için paran rezerv paradır, paran rezerv para olduğu için dünyanın jandarması olmaya da devam etmek zorundasındır. işte bu noktada genellikle gelişmekte olan ülkelerin kifayetsiz muhterisleri de “abd çökecek, allah abd'nin belasını verecek, yök olacak” beklentilerinin arkasındaki konu da bu. abd bu rolünden kasıtlı şekilde bile isteye geri çekilebilir. fakat bunu yapmak için önce kendi içerisindeki bu güç mücadelesine bir son vermesi gerekiyor. kabaca, trump, doların rezerv para olmaya devam etmesini fakat o kadar da rezerv para olmamasını istiyor gibiydi. cari açığı kapatmak için çin'e tariff koyuyordu. temel unsur burada sadece cari açığı kapatmak değil, ince ayrıntıları öğrenmek isteyenleri yine sant manukyan'nın kitabına yollayacağım, bu hesaplar aslında hiçbir şeyi değiştirmiyor. zaten değiştirmediğini de iktisadi bir deney olarak bütün dünya gördü. ne oldu yani, o tariffler çin'in verdiği fazlayı kaybetmesine mi sebep oldu? hayır! aksine daha güçlü dolar eline geçti, biraz da kendi kurunu değersiz kıldı yine bir şey değişmedi. buradaki para oyunu artık hissedilmesi gerektiği üzere farklı bir şey. bireylerin geçinmek için gece gündüz çalıştığı şey ile bu düzeydeki para farklı şeyler. yine başka bir yazının konusu olacak, para ile borç yani rezerv ile kredi farklı şeyler. fakat sıradan insanların dünyasında bunların ikisinin de işlevi aynıdır. fakat şu soruyu soracağım: dolar almak ile dolar borçlanmak arasında bir fark var mı? iki durumda da elinizde x dolar oluyor. yani gittiniz, bir döviz büfesinden, 100 dolar aldınız ya da gittiniz, 100 dolar borç aldınız. iki durumda da elinizde 100 dolar var. fakat farklı durumlar değil mi? işte rezerv ile kredi arasındaki fark da budur. bu fark, elinizdeki o 100 dolar ile ne yaptığınıza göre bambaşka bir hal alır. işte günümüz sisteminin finans simyası burada başlar.

    ne kadar mümkün olacak bilmiyorum fakat toparlarsak eğer, bu bretton woods anlaşması denen şey sadece altın ile dolar arasındaki bağın kurulması ya da koparılması konusu değil. bu arada bretton woods anlaşması derken, hem ikinci harb sonrası yapılan anlaşmayı hem de 1971'deki bu anlaşmadan cayılışını kastediyorum. ikisine birden bretton woods anlaşması diyorum, biri kabulü ötekisi terk edilişi yani. burada dünyanın nasıl bir sistem ile devam edeceği konusu da var. batı siteminde kabaca, liberal değerler ön plana çıkarılıyordu. bu liberal değerler, finansal alanda gelir eşitsizliği, siyasal alanda woke, sjw, political correctness gibi kanserleri ve kültürel alanda da nihilizm yarattığı için, bir tür sallantı içerisinde. kısacası, bugün dünyadaki değişim bütün bu alanlarda ardı ardına gelişecek değişimlerin yaşandığı bir dönem. aynı bretton woods anlaşması'nın ikinci harbin resmi bitişinden önce yapılması gibi aslında bugün de resmi ve de facto olarak henüz bitmemiş şeylerin bitişini yaşıyoruz. kişisel felsefemin bir parçasıdır, kendimce konuyu iyi açıkladığı için kullanacağım:

    "her şey başlamadan önce başlar ve bitmeden önce biter,
    yani aslında durum daima önceden hazırdır,
    gelişme süreci ise 'o' ana kadar sürer,
    gerisi ise -sürecin devamı, yaşanacak olanlar- kaçınılmazdır.”

    burada özü itibariyle şunu demeye çalışıyorum, görülür hale getirmek açısından, sizce, nietzsche “tanrı öldü” dediği için mi 'tanrı öldü', yoksa 'tanrı öldüğü' için mi “tanrı öldü” dedi? ben net bir şekilde diyorum ki 'tanrı zaten ölmüştü', nietzsche de bunu fark eden zeki biriydi sadece. bunu güzel bir şekilde telaffuz etti ve kitleleri olan bitenin ne olduğuna hem uyandırdı hem de uyardı. bugün yaşanan şeyler de böyle bir şey. “e peki ne olacak?, dolar rezerv para olmaktan çıkacak mı? yerine ne gelecek? dolar mı satalım? altın mı alalım?” bu soruların cevapları bakış açısına göre değişiyor. şant manukyan'ın düşüncelerini öğrenmek için kitabı alıp okumanız gerekecek. benim kendi düşüncelerimi öğrenmek için ise kendi reklamımı yapıyor gibi görünme pahasına, affınızı isteyerek, yine benzer şekilde şimdiye kadar yazdıklarımı ve eğer burada bahsetmeye kalkarsam bu yazı çok uzayacağı için bundan sonra yazacaklarımı okumanız gerekecek. okumaktan başka yol yok bunu alışkanlık haline getirmemiz gerekiyor.

    kaynaklar:

    ray dalio - principles
    james rickards - kur savaşları
    şant manukyan - global piyasalar
    https://www.mckinsey.com/…h/an-exorbitant-privilege
    https://seyler.eksisozluk.com/…kirsa-neler-olabilir
    https://www.postevre.com/…rezerv-para-olma-statusu/
    https://www.cfr.org/…ckgrounder/truth-about-tariffs
    https://www.nytimes.com/…iffs-washing-machines.html
    rusya ukrayna savaşı/@vitruvius kadini
512 entry daha
hesabın var mı? giriş yap