2531 entry daha
  • varşova paktı ülkeleri 1956'da macaristan'da patlak veren karşı devrimci ayaklanmayı bastırdığında, arnavutluk emek partisi ayaklanmayı bastıran sscb'yi eleştiren yugoslavya lideri josip broz tito'ya karşı tutum almış, ancak kruşçev liderliği gayet tutarsız bir şekilde, kendisine destek veren arnavutluk'un tutumunu sert bularak eleştirmiş ve yugoslavya'da tito'nun, stalin ile olan problemlerinden dolayı komünistlere karşı uyguladığı tevkifatları görmezden gelerek, arnavutluk için tehdit olan tito yönetimi ile ilişkilerini düzeltme eğiliminde olduğunu göstermişti. böylece enver hoxha, yüzüstü bırakıldığını görmüş ve buna karşılık olarak sscb yönetimine kruşçev'in öne çıktığı dönemde hakim olan revizyonizmi eleştirmeye başlamıştı. bu bağlamda, arnavutluk yönetimi sscb'de 1956-1964 arasında yürütülen ve 1959 yılındaki birinci kapitalist restorasyon girişiminin de siyasi ayağını oluşturan destalinizasyon sürecine karşı tavır aldı. ancak kruşçev, yaptığı hatayı düzeltmek yerine arnavutluk'a gözdağı vererek sindirmeye çalıştı.

    vlora deniz üssü olayı bu nedenle patlak verdi; kruşçev enver hoxha'yı hizaya sokmaya çalışarak arnavutluk donanmasına ait olan ve sivastopol'de onarım gören gemileri alıkoydu, bunun üzerine enver hoca'nın önderliğindeki arnavutluk sosyalist halk cumhuriyeti de sscb'nin vlora'daki gemilerine el koydu. kaldı ki, vlora deniz üssü, sscb'ye ait bir üs değildi, arnavutluk yönetimi sscb'ye yalnızca üssün liman altyapılarını kullanma iznini vermekteydi. ancak kruşçev, üs sanki sscb'nin toprağıymış gibi hareket edip enternasyonal dayanışma esaslarına ters düşerek, sosyalizm çizgisinde bağımsız bir ülke olan arnavutluk'un egemenlik haklarını çiğnemeye çalıştı.

    ne var ki, 1964 yılında kruşçev sbkp yönetimindeki hakimiyetini kaybettiğinde arnavutluk emek partisi bunu olumlu karşıladı, ancak ilişkiler yeniden düzeltilme aşamasına gelmedi. brejnev'in öne çıktığı yeni üçlü liderlik, destalinizasyon sürecini durdurduğu halde enver hoca çin halk cumhuriyeti ile yakınlaşma yoluna gitti. oysa mao artık marksizmden sapmış ve kendi hegemonyasını kurmak derdindeydi. (bkz: maoizm/#155939307)
    sonuç olarak, stalinci arnavutluk emek partisi ile mao yönetimi arasında da zaman içerisinde anlaşmazlık baş gösterdi.

    sscb bu defa arnavutluk'a sorunları çözmek ve yeniden eski günlerdeki gibi birlik olmak için çağrıda bulundu, ancak bu çağrılara olumlu cevap alınamadı. brejnev, sovyet yönetimi adına arnavutluk yönetimine karşı ılımlı bir tavır sergileyerek sorunları çözmek için sürekli girişimde bulunmaya devam etti. arnavutluk ise, sosyalist bir ülke olarak sscb'ye karşı, sscb'den temin ettiği silah ve ekipmanlarla kendi bağımsız politikalarını yürüttü ve geçmişte yaşanılanlara bağlı olarak şüpheci ve izolasyonist çizgisini sürdürdü. özetle, arnavutluk sosyalizmden sapmak yerine sosyalizmi korumak için reaksiyoner bir tavır içine girmişti. ancak 1964 yılından sonra sbkp tarafından hataları düzeltmek için herşeye rağmen sergilenen ılımlı tutum sscb'nin sömürgeci bir ülke olmadığının da göstergelerindendi.

    arnavutluk emek partisi'nin kurşçev'in dayatmalarına verdiği tepki ilkesel olarak haklıydı, ancak enver hoxha tarafından 1964 sonrasında da devam ettirilen söylem, kuramsal olarak tutarlı değildi. söz gelimi, arnavutluk yönetimi, sovyetler birliği komünist partisi'nin 1956 yılındaki 20'inci kongre süreciyle revizyonist bir çizgiye kaydığını belirtir söylemini, zaman içinde sscb'nin artık "sosyal emperyalist" bir ülkeye dönüştüğü iddiasına vardırdı. oysa marksizm-leninizme göre, bir ülkenin emperyalist bir ülke olabilmesi için o ülkedeki üretim ilişkilerinin tekelci kapitalizm aşamasında olması gerekirdi. sosyal emperyalizm terimi ise, lenin'in emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşaması adlı eserinde açıklanmıştı ve tekelci burjuvazinin varolduğu batılı gelişmiş kapitalist ülkelerde, emperyalizmin kazanımlarından yararlanılarak o ülkelerdeki işçilerin koşullarının bir nebze olsun katlanılabilir hale getirilerek sus payı verilmesini ve bu şekilde sosyal değişime engel olmak adına bu ülkelerdeki yabancılaşmanın katlanılamaz bir güç haline gelmesinin ötelenmesi için oluşturulan yöntemler bütünün ifade edilmesinde kullanılıyordu. yani her halükarda sscb'nin bu tanımlamanın tamamen dışında olduğu çok açıktı; sscb abd veya almanya gibi tekellerin, tröstlerin ya da konzernlerin varolabileceği bir ülke olmak şöyle dursun, üretim araçlarının kamuya ait olduğu bir ülkeydi ve değerin belirlenim fonksiyonunu yerine getiren yapı halkın tercih ve ihtiyaçlarına dayandırılmaya çalışılan bir plan motifinden oluşmaktaydı. yani sosyalizmin uygulanmasında eleştirilebilecek yönleri olabilirdi, ancak semayenin temerküzünü ve buna bağlı olarak tekelci burjuvazinin oluşumunu mümkün kılabilecek bir pazarın varlığından dahi söz edilememekteydi. bu bağlamda aep'nin 1964 yılında sürdürdüğü söylem bilimsel gerçeklere ve somutun somut tahlili esaslarına aykırı düşmekteydi.
211 entry daha
hesabın var mı? giriş yap