5 entry daha
  • “sıradan bir ingiliz’e göre, bir ingiliz “ingiltere dalgalar hükmeder.”, sıradan bir alman’a göre bir alman “deutschland über alles – almanya her şeyin üzerindedir.” diyemez ise dünya tamamiyle kötüye gidecektir. bu inançlar uğruna, avrupa medeniyetini yok etmeye razılar. eğer bu inançlar yanlışsa, yaptıklarına pişman olacaklardır.” (bertrand russel, politik idealler)

    iktidarlar – güç odakları mevcudiyetlerinin devamı için tebalarının düşüncelerinde vuku bulmuş bir ülkü illüzyonuna her daim ihtiyaç duyarlar. bu sıradan yurttaşın etik olarak uygun olacağını düşünmediği davranışları rasyonalize etmesini sağlarken, iktidar için de sürekliliğin teminatı ve gidilecek yolda kamu desteği demektir. bireyin bu kuşatmadan sıyrılıp bir farkındalık yaratması elbette kolay değildir ve çoğu zaman bu farkındalığı yaratamadığı için bireyi suçlamak ve kötülüğün kaynağının “o” olduğunu savunmak yersizdir, kolaycılıktır. kitle motivasyonuna tabi kitle adamının kurtuluşu suratına aptal olduğunu bağırmaktan değil, güce karşı beraber bağırmayı telkinden geçer. direniş edebiyatı yazarlarından vercos’un aynı adlı hikayesinden jean pierre – melville tarafından uyarlanan le silence de la mer’ de bu yaklaşımdan besleniyor. nazi ideolojisinin sıradan bir alman’ı ss askerine dönüştürürken kullandığı “elit avrupa” motivasyonunu ve bunun yıkımını gayet naif bir biçimde ele alıyor. bireylerin tek tek yargılanmasının bir çıkış yolu olmadığını, sorunun sırtını güce yaslayan iktidarın taleplerinin pasifize edilmesi ile çözülebileceğini hatırlatıyor.

    howard vernon tarafından canlandırılan werner von ebrennac, fransa’nın işgalinde görev alan nazi subaylarından biri. aynı zamanda bir müzisyen. görevi gereği küçük bir kasabaya geliyor ve kasabanın yerlilerinden birinin evinde zorunlu misafir olarak kalmaya başlıyor. ev sahibi ise yeğeniyle birlikte kalan isimsiz bir yaşlı. entelektüel birikimi haiz, yeğeninin bakımında hayatını devam ettiriyor. haliyle her evsahibinin olacağı gibi o da durumdan hoşnut değil lakin yapabileceği de çok şey yok, sonuçta ortada bir savaş var ve birinci öncelik hayatta kalmak. o da elinden gelen tek şeyi yapıyor, misafiriyle konuşmuyor, yeğeniyle birlikte bir çeşit pasif direnişe geçiyor. subay ile ilişkisini minimuma indiriyor, kendisinin istenmediğini fakat zorunluluk nedeniyle kabul edildiğini her an kendisine hissettiriyor. diğer tarafta subay da durumun bittabi farkında ve bu yaklaşımı anlıyor, anlayışla karşılıyor. ev sahipleri kendisiyle konuşmasa dahi her akşam onların yanına geliyor, kültürden, sanattan, müzikten, büyük avrupa idealinden, alman ve fransız kültürlerinin yüceliğinden ve kardeşliğinden, artık birleşme vakitlerinin geldiğinden, bu işgalin de bu yüzden yapıldığından ve bunun için bir fırsat olduğundan, yani tebası olduğu iktidarın algısında yarattığı illüzyondan bahsediyor. tüm bu konuşmalar sırasında heyecanını hiç kaybetmiyor ve yılmıyor, muhattaplarından tepki almaması onu yıldırmıyor ve hatta daha da heyecanlandırıyor. von ebrennac’ın bu haleti ruhiyesi de onun aslında bir “kandırılmış” olduğunu gösteriyor, hem seyirciye, hem ev sahiplerine. gitgide aralarında soğuk bir yakınlaşma, mesafeli ve diyalogsuz bir arkadaşlık doğuruyor bu. öyle ki evsahipleri misafirlerinin kendilerine uğramadığı günler meraklanıyor, endişe duyuyorlar. yeğen ile subay arasında cereyan eden adını kimsenin koyamadığı kısa mesafe ilişkisi de cabası. bu durum von ebrennac’ın üstleriyle görüşmek için paris’e gidişine kadar devam ediyor. bu ziyaret sonrası naziler’in esas amacını anlayan, milletçiliğin ve imperyal hedeflerin kültürel birlikteliğin çok önüne geçtiğinin farkına varan ebrennac adeta yıkılmış bir şekilde ev sahiplerine dönüyor. kendisini mahcup ve suclu hissediyor ve soruyor: görev, suçu kabul etmek anlamına da gelir mi? alman disiplini içersinde yetişen bir birey için elbette can alıcı bir soru bu. cevabını ise yine filmin ve ev sahibinin tavrına uygun bir şekilde alıyor, bir gazete sayfasında geçen anatole france sözüyle: eğer bir asker suç içeren bir görevi kabul etmez ise, bu iyi bir şeydir. bu noktadan sonra werner von ebrennac sanatçı naifliğine ve gücün öldürücü kimliğine sığınıyor ve kendisi için intihar anlamına gelecek cephe görevi talep ediyor ve misafirliğini sonlandırıyor.

    le silence de la mer jean-pierre melville in ilk filmi. kendisini ünlü yapan le samourai, le cercle rouge, un flic gibi gangster ve le armee des ombres gibi direniş filmlerinden oldukça farklı bir kulvarda. sinemasının geneline sinen minimalist anlayış bu ilk filminde zirvede. ekseriyeti tek mekanda geçen bir film olmasına rağmen howard vernon’un gayet başarılı nazi subayı kompozisyonu ve nicole stéphane (bir diğer erken dönem melville filmi les enfants terribles’de de görev alacaktır) ve jean-marie robain’in hayat verdiği ev sahiplerinin suskunluklarının gerilimi filmi tek mekan sıkıcılığından kurtarıyor. melville’in usta işi mizansenleri, ışık gölge hakimiyeti ise daha ilk filminden büyük bir yönetmenin gelişini müjdeliyor.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap