22 entry daha
  • ilk kitabını alıştan son kitabının çıkışına kadar geçen sürede, o kitabı defalarca okuyabilirdiniz. yani demeye çalıştığım, sular seller gibi akardı kitap, hem de esrarı çözmenin gazıyla, deli gibi hızlı okurdunuz, fakat ben küçükken türkçe'ye yeni yeni çevriliyordu bu kitap serisi 16'dan 32. kitaba gelinceye dek ne çok bekledik, ne çok gidip gidip baktık megavizyon'a "yenisi gelmiş midir acaba?" diye...

    rafa bakarsak 32'ye kadar okumuşum, sonra büyüyünce 64'e kadar ilerlediğini görmüştüm, belki şimdi daha da artmıştır. içimden bir ses "thomas brezina bunları dünyadaki ülke sayısına tamamlamadan rahat edemeyecek" diyordu, etmesin de zaten... çünkü kitaba dair en sevdiğim şey, verdiği bilgilerdi. küçükken ansiklopedi okumam, okuduğum ansiklopedileri üstüste koyup üst raflara erişmem, yerdekilere oturup diğerlerini okumam meşhurdu aile arasında, hele coğrafya ansiklopedilerine bayılırdım, ülkelerin nüfusunu, iklimini filan okurdum. ahanda bu seride de bu vardı işte, öncelikle "çocuğu aptal yerine koymayan" bir anlayışa sahipti, bahsettiği ülkenin adam gibi haritasını koyardı, hikayenin geçtiği yerleri işaretlerdi thomas amca.. sonra çocuklar da boş beleş dolaşmazlardı, ne yeraltı mezarlıkları, ne müzeler, ne şatolar gezdiler yavrucaklar (ben bu yaşta necropolis gezerken ürkerim lan!) ve dahi onlarla birlikte biz de pisa kulesi'ni, luksor'u falan öğrendik... yerel yemeklerin adları, yıllar sonra yiyeceklerimize zemin hazırladı, yerel kültür örneklerine atıflar yapar, geleneklerini filan öğretirdi, hala o kitaplardan hatırladıklarımla alıntı yapabilirim ulan, öyle de yazmış işte adam!

    başka pratik bilgiler de verirdi, karanlıkta parlayarak ışık veren, flörür içeren çubukları vardı mesela aksel'in ya da arsenik badem ezmesi gibi tatlı tatlı kokardı, suya karışan atıklar ihtiva eden zehirli variller'de öğrenmiştik öyle olduğunu (yıllar sonra geyiği geçti "arsenik neden en çok kullanılan zehirlerdendir?" diye, tak diye cevabı verebiliyorsun "çünkü badem ezmesi gibi kokuyor, adamın tatlısına karıştırabiliyorsun rahatlıkla ve dikkat çekmeden öldürebiliyorsun böylece" diye, çünkü tee o yaşta nakş olmuş beynine!)

    bir de, çocuğa düşünmeyi öğretirdi, çaktırmadan bilmece çözer gibi olurdun, thomas brezina'nın deyimiyle "boz hücrelerimiz çalışırdı." (bak misal yoğun bir şekilde düşündüğünde beyinde ışıldayan bölgelerin boz hücreler olduğunu ben bu adamdan öğrendim, hala da günlük hayatımda kullanırım bu bilgiyi!) kaldı ki, toplum-birey çekişmesi alttan alta yedirilmişti ve tıpkı küçük prens'teki gibi "büyüklerin hayal güçleri yoktu, fil yutan yılanı hep şapka sanırlardı", bu çocukçağızlar birini uyarmaya çalışır, sırf çocuklar diye dikkate alınmazlardı (hala aynısı olmuyor mu?), oysa "çocuktur anlamaz" diye çocuklar karşısında büyüklerin tedbiri elden bıraktığı düşünülürse, bence çok mantıklıydı çocukların o kadar çok şeyi görmeyi duyması... üstüne, bu tipler çok da sıradan değildi, zekiydiler, yetenekliydiler, onca ülke görüp gezmeye insan alim olur lan zaten!

    ve heyhat, kendi hayatına bakınca, bazen de aradaki sosyal uçurumu görürdün.. avrupa'daki çoğu yaşıtının aksine, türkiye'de kaç çocuk her yılbaşı-doğumgünü-bayram tatilinde yurtdışına çıkar, çıkabilir? içten içe, burulurdun belki, ama sonra hikaye seni alır götürürdü, unuturdun...

    baron pizza'nın mezarı beni en çok duygulandırandı, hala hatırlarım, ama lanetli değirmen ya da uğursuz kuşun ötüşü'nü de çok severdim... kim bilir daha hangilerini severdim...

    şimdi, diğer tüm çocukluk kitaplarımla beraber, 32 kısım tekmili birden, duruyor aile evindeki rafta... çocukluk kitaplarını atanları hiç anlayamadım zaten, hem güzel bir kitap atılır mıymış yahu? heyhat, kitaplarımı alıp getirmeyenler oldu tabii yıllar içinde, ancak bunlar hasarsız neyse ki... bekliyorlar, bir gün bir başka ufaklığın okuması ümidiyle...

    not: enid blyton'dan girdik, thomas brezina dört kafadarlar filan derken hep beraber hatırlayıp entari yazdık, ne güzel lan, şu an bir kaç kişi hep beraber çocukluğumuzdayız :)
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap