85 entry daha
  • bizler alışamayanlardanız. evanescence, volbeat ve hatta korn, bunlara alışamadık. amk'ya, aq'ya alışamadık. kıro'yu kabullendik, apaçi'ye alışamadık. gençlik kitabevi'nin kapanıp, koskoca bir mühürdar caddesi'nin nezihleşmesine alışamadık...

    ömrümün yarısı, bahara april ile başlayarak geçti. ömrümün yarısında fonu bu adam doldurdu, bu adam anlamlandırdı. ömrümün önemli bir kısmında karşımda saçmalayan insanlara bbg viken gibi "hmm evet... doğru söylüyorsun" derken kafamda bu adamın partisyonları, armonileri, fonları döndü. o surat ifadesini bu adam anlamlı kıldı. ne demek istediğimi ömründe bir kere sonbaharda hıdiv kasrı'nda yürürken kulaklıktan blind dinlemiş birisi rahatlıkla anlar.

    ve fon artık bomboş. öyle biri artık yok.

    bizim de devrimiz yavaş yavaş kapanıyor. birileri birtakım albümler pompalıyor radyolardan, hadi diyorum bi şans vereyim. bin defa dinlediğim riff'ler. gitar olayını la comparsita'da bırakmış bir insanım, adamın bir sonraki melodiye nasıl bağlayacağını biliyorum. aynı çünkü. kırkbin tane nickelback vokali, yüzbin tane muse vokali var. denenmiş başarılı olmuş şeyler. farklı bir sound yakalayayım diye elindeki trampete ramazan davulcusu gibi vura vura evin içinde dolaşan, en iyi sesi holde yakalayınca davul setini hole kuran adamlar yok artık. birer birer toprak oluyorlar. kitle iletişim araçlarının ve teknolojinin insanları bilgiye her zamankinden daha fazla ulaştırdığı, artan ve iyileşen ulaşım araçlarının insanları istedikleri yere götürdüğü, insanların 50 yıl önce yaşamış büyüklerinden çok daha fazla şeyi çok daha küçük yaşta görmeleri için her türlü imkanın mevcut olduğu bir ortamda hala resimdeki gözyaşı yorumlanıyor; hala distorşınlı çile bülbülüm söyleniyor; robin williams'ın bilmem hangi yıl oynadığı dadı kılığına girmeli filmi (ismine bakmaya bile tenezzül etmedim) dizi olarak yeniden çekiliyor; memlekette skini sallasan yazar var, "blog yazarı" var halbuki.

    daha geçenlerde gittiğim bir acapella caz konserinde götünü parmaklar gibi touchpad'ini parmaklayan bir sürü diplomalı eşşek sıpasının yarattığı görüntü kirliliğindendir jon lord'un ölümüne bu kadar üzülmem. kendisi ile birlikte başka şeyler de ölüyor çünkü. fonum ölüyor. özgür ve naif düşünce ölüyor; ispanyol paça ölüyor. ruh ölüyor. götüne don alamayan adamın konserde elindeki pahalı oyuncağa değil, hammond'dan çıkan orgazmik sesler'e odaklanışındaki asalet ölüyor.

    ve bilmeyenler duysun: deep purple bu adam sayesinde hayatta kaldı. grup içi ilişkileri bu adam efendiliği ile, kalenderliği ile dengeledi (bu noktada ian paice'in de hakkını vermek gerek) jon lord, ritchie blackmore gibi agresif laz uşağı olsaydı o grup yürümezdi. blackmore'un konserin alakasız bi yerinde "bi dakka ben solo girecem" diye elini kaldırdığı ve diğerlerinin sorun çıkmasın diye "eyvallah" deyip ona göre takıldıkları vakidir. beyler jon lord dediğiniz adamın camiadaki lakabı maestro. ve düşünün ki bu adam, "müziğimiz insanlara ulaşmaya devam etsin" diye ritchie blackmore'un egosuna katlanıyor. kaçınız işini bu kadar sevdi?

    ve biz altımızdaki bandın yavaş yavaş sona doğru ilerlediğini, bir gün esamemizin okunmayacağını ancak jon lord gibi bir kilometre ve mihenk taşı gittikten sonra anlıyoruz.

    artık muhabbetlerimizi biraz daha az insan anlayacak.

    artık bizi biz yapan şeyler biraz daha az.

    artık biraz daha yalnızız.
53 entry daha
hesabın var mı? giriş yap