176 entry daha
  • bir klasik ama okumayanlar vardır..

    ricky gervais: neden ateistim?

    “neden tanrı’ya inanmıyorsun?”

    sürekli bu soruyla karşılaşıyorum. genellikle duyarlı ve akılcı cevaplar vermeye çalışsam da, bu aslında garip, yararsız bir çabadır ve zaman kaybıdır. inananlar, tanrı’nın varlığı için kanıta ihtiyaç duymadığı gibi, onun var olmadığına dair kanıtlar öne sürmenizi de kesinlikle istemezler. onlar, itikatleriyle mutludur. “bana göre tanrı var” ya da “bu bir inanç meselesi” gibi sözler sarfederler. ben yine de kendi akılcı cevaplarımı veririm, çünkü dürüst olmamanın, insanları hor görme ve kabalık olduğuna inanıyorum. ironik olan şu ki, “tanrı’ya inanmıyorum çünkü buna dair ortada kesinlikle hiçbir bilimsel kanıt yok ve onun varlığına mantıksal bir açıklama getirmek de imkansız” dediğimde, küçümseyici ve kaba olarak kabul ediliyorum.

    bana yöneltilen suçlamalardan bir diğeri de, kibirlilik. ki bu da hiç adil bir yargı değil. bilim, gerçeği arar. bu yolda ayrım gözetmez. iyi ya da kötü sonuçlar doğuracağına bakmadan, yalnızca gerçekleri ortaya koyar. bilim basittir. neyi bildiğini ve neyi bilmediğini bilir. vardığı sonuçları temel alır; bu sonuçlar, her yeni kanıt ile güncellenir ve gelişir. ortaya çıkan yeni doğruları, gocunmadan paylaşır. bilgiyi her yönüyle kucaklar. orta çağ teamüllerine, gelenek oldukları için hürmet etmez. öyle olmasaydı, penisilin iğnesi olmak yerine, dua ederdiniz.

    “neye inandığınızın”, ilaç olarak geçerliliği yoktur. siz hala “bende işe yarıyor” diyebilirsiniz ama, unutmayın, plasebolar da kimi zaman işe yarar. zaten benim işaret ettiğim nokta, tanrı’nın var olmaması. inancın da var olmadığını söylemiyorum. inancın var olduğunu biliyorum. ama “inanmak”, bir şeyi gerçek kılmıyor. aynı şekilde tanrı’nın var olmasını ummak da, onun var olmasını sağlamıyor. tanrı’nın varlığı öznel bir konu değildir. o vardır ya da yoktur. bu bir kişisel görüş meselesi değil. elbette kendi fikriniz olabilir, ama kendi gerçeğiniz olamaz.

    neden mi tanrı’ya inanmıyorum? peki siz neden tanrı’ya inanıyorsunuz? elbette ki, kanıt sunma sorumluluğu inananlarda olmalı. bunu en başta siz başlattınız. karşınıza geçip “neden uçtuğuma inanmıyorsunuz?” diye sorsam, yanıtınız “neden inanayım ki?” olur. hani inanç meselesiydi. sonra desem ki, “uçamadığımı ispatlayın. hadi hadi uçamadığımı ispatlayın?” ya yanımdan uzaklaşırdınız, ya güvenliği çağırırdınız ya da beni pencereden atardınız.

    elbette ruhani meseleler ve din bundan daha farklı. aslında bir ateist olarak, tanrı’ya inanmakta bir sakınca görmüyorum. bir tanrı yok evet, ama ona inanmanın da zararı olmaz. eğer kişiye herhangi bir faydası oluyorsa, bana uyar. ama bu inanç, diğer insanların haklarını ihlal etmeye başladığında endişeleniyorum. tanrı’ya inanma hakkınızı asla inkar etmiyorum. ben sadece, farklı tanrılara inanan insanları öldürmemenizi dilerdim. ya da içinde “cinsellik ahlaksızlıktır” yazan kural kitaplarınıza dayanarak, kimseyi ölüme mahkum etmemenizi isterdim. her şeye kadir olduğuna, her şeyi bildiğine, her şeyi yarattığına inanılan bir gücün, aynı zamanda insanları “oldukları kişi” nedeniyle yargılayıp cezalandırmak istemesi ne garip. onun kurallarına göre, olabileceğiniz en kötü tip insan bir ateisttir. ilk dört emir bunu vurguluyor. “bir tanrı var, o benim, başkası değil, sen benim kadar iyi değilsin ve bunu sakın unutayım deme.“

    benim inançsızlığımı beni aşağılamak için kullanan biriyle karşılaşırsam eğer şöyle diyorum: “tanrı beni böyle yaratmış.”

    ama aslında atesitler ne ile suçlanıyor?

    tanrının sözlük tanımı, “doğa üstü bir yaratıcı ve evrenin denetleyicisi”dir. tüm güçleriyle semavi, tanrısal ve süper. kaydedilen yeryüzü tarihe göre tarihçiler (ki yaklaşık 6000 yıl önce sümerler’le başlar tarih yazıcılığı), 2870’i tanrısal nitelikler taşıyan, toplam 3700 doğaüstü varlığı kayıt altına almış.

    öyleyse bir daha biri bana tanrı’ya inandığını söylediğinde, ona “hangisi?” diye soracağım. “zeus? hades? jupiter? mars? odin? thor? krishna? vishnu? ra?…” eğer bana cevaben, “tek tanrı’ya inanıyorum” derse, ona neredeyse benim kadar ateist olduğunu söyleyeceğim. ben 2,870 tanrının hiçbirine inanmıyorum ve onlar da 2,869’na.

    eskiden hristiyanlar’ın tanrısına inanırdım.

    isa’yla aram iyiydi. kahramanımdı. kahramanlarım arasında, pop yıldızlarından ve futbolculardan daha ön sıradaydı. hatta tanrı’dan bile. tanrı, herşeyi gücü yeten ve kusursuzdu. isa ise sıradan bir adamdı. amaçları için çalışması gerekiyordu. o mağlup edilmiş günahların cazibesini taşıyordu. dürüst ve cesurdu. ama kahramanın olmasının esas sebebi, kibarlığıydı. herkese karşı kibardı. baskıya, tiranlığa ve zalimliğe boyun eğmezdi. herkesi, kim olduklarına aldırmadan severdi. ne adam ama... onun gibi olmak isterdim.

    8 yaşındayken bir gün, incil ödevimin bir parçası olarak, çarmıha gerilmiş isa’yı çiziyordum. sanatı ve doğayı da severdim. tanrı’nın bunca kusursuz hayvanı yaratışına hayranlık duyardım. mutlak güzellik... bu, harika bir dünyaydı.

    kentleşmenin bozuk olduğu, fakir bir mavi yakalılar kenti olan reading’de yaşıyordum. londra’nın batısına 40 mil uzaklıktaydı. babam işçi, annemse ev kadınıydı. yoksuluğumuzdan hiçbir zaman utanç duymadım. neredeyse asil bir yanı bile vardı. üstelik tanıdığım herkes benimle aynı koşullarda yaşıyordu, bu yüzden ihtiyacım olan herşeye sahiptim. okul ücretsizdi. kıyafetlerim ucuzdu, her zaman temiz ve ütülüydü. annem hep yemek yapardı. haç çizdiğim gün de yemek yapıyordu.

    ağabeyim eve geldiğinde mutfak masasında oturuyordum. benden 11 yaş büyüktü, yani o sıralar 19 yaşında olsa gerek. tanıdığım herkes kadar zekiyken, çok da küstahtı. insanlara cevap yetiştirir, kavga ederdi. bense iyi bir çocuktum. kiliseye gider, tanrı’ya inanırdım. bir işçi sınıfı ailesi annesi için bundan büyük huzur olamaz. yetiştiğim yerde anneler her zaman çocklarının büyüyünce doktor olmasını istemezdi. hapse girmeyecek olması bile kimi zaman onlara yeterdi. tanrı’ya inançlı büyüyen çocukların, ileri iyi ve kanunlara saygılı olacaklarına inanılırdı. bu kusursuz bir sistemdi. yani, hemen hemen...

    amerikalılar’ın %75’i içinde tanrı korkusunu hisseden hristiyan’ken; mahkumların %75’i de yine içinde tanrı korkusunu hisseden hristiyan’dır. amerikalılar’ın %10’u ateistken; mahkumların yalnızca yüzde 0.2’si ateisttir.

    her neyse, o gün abim gelip “tanrı’ya neden inanıyorsun?” diye sorana kadar, mutlu bir şekilde kahramanımı çizmekle meşguldüm. basit bir soruydu, ama annem paniklemişti. “kes sesini” anlamına geldiğini bildiğim bir tonda “bob” dedi.

    bu neden sorulmaması gereken bir soruydu ki? eğer tanrı varsa ve benim inancım kuvvetliyse, kimin ne dediğinin ne önemi olabilirdi ki?

    ama…bekleyin biraz. tanrı yoktur. ağabeyim bunu biliyordu ve annem ruhunun derinliklerinde bunu hissediyordu. işte bu kadar basit. o anda düşünmeye ve daha çok soru sormaya başladım. takip eden bir saat içinde ateist olmuştum.

    eğer tanrı yoksa ve annem bana bunca zaman yalan söylemişse, acaba noel baba konususunda da yalan söylemiş olabilir miydi?... evet, elbette ama kimin umurunda? hediyeler gelmeye devam ediyordu. ve hediyeler benim yeni ateist dünyamı kalıba döküyordu. gerçeği, bilimi ve doğayı anlatan hediyeler. dünya’nın gerçek güzellikleri.

    sonra, ancak ingiltere’nin en büyük dehasının öne sürebileceği basitlikteki evrim teorisi’ni öğrendim. bitkilerin, hayvanların ve bizlerin, hayal gücü, hür irade, aşk ve mizahla evrimi... yaradılışım için bir nedene ihtiyacım yoktu artık, yaşamak içinse nedenlerim vardı. hayal gücü, özgür irade, aşk, mizah, eğlence, müzik, spor, bira ve pizza... yaşama sebeplerim için bunlar yeterliydi.

    fakat onurlu bir yaşam için, “gerçeğe” ihtiyaç duyarsınız. o gün öğrendiğim bir başka şey de buydu işte: gerçek, sarsıcı yahut rahatsız edici de olsa, yolun sonunda sizi özgürlüğe ve huzura kavuştururdu.

    peki öyleyse, “neden tanrı’ya inanmıyorsun sorusu?” gerçekte ne anlama gelir.

    sanırım biri başkalarına bu soruyu sormaya başladığında, sanırım içten içe kendi inancını sorgulamaya başlamıştır. aslında sorduğu şudur: “seni bu kadar özel yapan ne?” “nasıl olur da senin de beynin bizimkilerle birlikte yıkanmadı?” “ne hakla bana aptal olduğumu ve cennete gitmeyeceğini söylersin?”

    haydi dürüst olalım; eğer aramızda bir kişi tanrı’ya inanıyor olsaydı, onun deli olduğunu düşünürdük. bugün bunu, yalnızca çok popüler bir bakış açısı olduğu için olağan kabul ediyoruz. peki neden popüler bir bakış açısı bu?.. çok açık değil mi, çünkü “bana inan ve sonsuza dek yaşa” gibi çekici bir teklifle sunuluyor.

    “kendine yapılmasını istemediğin şeyleri, başkalarına yapma”, gerçekten pratik bir kural. ben buna göre yaşarım. bağışlayıcılık, iyi ahlakın belki de en önemli niteliği. ama aslında “iyi ahlak” nedir ki? sadece hristiyan iyi ahlakını kastetmiyorum. “iyi olmak” kimsenin tekelinde değil. ben de iyiyim. tek farkım, bu iyiliğimin cennete gitmekle ödüllendirileceğine inanmıyorum. benim ödülüm burada ve şimdi. doğruyu yapmak için çabaladığımı bilmek bana yetiyor. benim iyi hayat anlayışım bu. işte dinsellik tam da burada, insanları bu amaç uğruna sopa ile dürtmeye başladığında, yolunu kaybediyor. “bunu yap, yoksa cehennemde yanarsın.”

    cehennemde yanmayacaksınız. ama yine de “iyi” olun.
1107 entry daha
hesabın var mı? giriş yap