• ricky gervaise "oscarı o sunsaydı böyle yapmazdı diyenleri" ters köşe yapmış, my man:)

    "ladbible'ın the mirror'dan aktardığına göre, londra’daki son gösterisinde oscar ödülleri hakkında konuşan gervais, "bunun benimle ne ilgisi var? insanlar ‘oscar’ı ricky gervais sunsaydı ne olurdu?’ demeye başladı. ben will smith’in eşinin saçıyla ilgili şaka yapmazdım. eşinin erkek arkadaşıyla ilgili yapardım” ifadelerini kullandı."

    https://www.gazeteduvar.com.tr/…ardim-haber-1558731
  • "ateistlerin yaşamak için hiçbir nedeni olmadığı miti çok saçma. tam tersine bizim ölmek için hiçbir nedenimiz yok, yaşamak içinse çok." - ricky gervais
    __________
    "it's a strange myth that atheists have nothing to live for. it's the opposite. we have nothing to die for. we have everything to live for." - ricky gervais
  • altın küre ödül töreninde yaptığı açılış konuşması planlı da olsa 21. yüzyılda artık hollywood ışıltısı ve gizemi diye bir şey kalmadığını açık biçimde ifade ettiği için takdir edilesi insan.
    hollywood dünyasıyla pek ilgilenmediğimden yaptığı konuşmada anlamadığım espriler için google'da araştırmalar yaptım. tek tek listelemek istiyorum.

    * kevin hart gücendirici tweetleri nedeniyle oscar'dan kovuldu.
    neyse ki hollywood yabancı basını çok az ingilizce biliyor ve twitter'ın ne olduğunu bilmiyor. bu yüzden sunuculuk teklifini bana faksladılar.

    kendi ofansif tweetlerini kastettiğini düşünüyorum. buna rağmen beni sunucu yaptılar, demek istedi herhalde.

    kevin hart 2019'da oscar ödül töreni sunuculuğu yapacak olan bir komedyendi. birkaç yıl evvel attığı homofobik tweetler yüzünden sosyal medyada kendisine büyük bir baskı yapılınca sunuculuktan çekildi.

    * hepiniz harika görünüyorsunuz. süslenip limuzinlerinizle buraya geldiniz. ben de bu gece limuzinle geldim. plakasını felicity huffman yaptı.

    felicity huffman ünlü bir oyuncu. kızının üniversiteye giriş sınavında soruları çaldığı ve rüşvet verdiği ortaya çıkınca hapis cezası almıştı. abd'de mahkumlar hapiste araba plakası yaptığı için böyle bir espri yapmış.

    * bu gece efsaneler ve ikonlar aramızda. al pacino, robert de niro, baby yoda. pardon, joe pesci'ymiş. seni seviyorum dostum, beni öldürme.
    1.55'lik boyuyla harikalar yaratan joe pesci fiziksel özelllikleriyle hakikaten baby yoda'yı anımsatıyor.

    * bugün burada çok önemli insanlar var. her türlü geçmişe sahip insanlar ama hepsinin ortak bir noktası var: hepsinin ronan farrow'dan ödü kopuyor. peşinize düşecek.

    ronan farrow, mia farrow ve woody allen'in oğlu olan ünlü bir gazeteci.
    özellikle hollywood dünyasında çok önemli filmlerin yapımcılığını yapan harvey weinstein olayının haberiyle tanınıyor. haberi yapmasının ardından susturulmuş, catch and kill diye bir kitap yazmış.

    harvey weinstein ise geçen senelerde asia argento'nun taciz suçlamasıyla gündeme gelene kadar tacizlerini tüm oyuncuların sakladığı biriydi. asia'nın ardından angelina jolie'den tut gwyneth paltrow'a kadar yüzlerce kadın oyuncu bu adamın onları da taciz ettiğini açıkladı. ödül kazanan tüm oyuncuların teşekkür ettiği, sevdiği böyle bir adamın tacizci çıkması ve sektörde tarantino'nun bile bunu bilip saklaması hollywood iki yüzlülüğünü ortaya çıkarmıştı. hemen ardından sektörde daha birçok ünlü tacizci olduğu ortaya çıktı, hepsinin itibarı sarsıldı.

    * siz sapıklardan söz açılmışken sübyancı filmleri için büyük bir yıldı. surviving r. kelly, leaving neverland, two pope.

    two pope filmi istifa eden papa benedict'in istifası ve halef arama sürecini irdeliyordu. benedict özellikle katolik rahiplerin pedofili skandallarından dolayı çok yıpranmıştı.
    two pope bir pedofili filmidir diyerek çok ofansif bir şaka yapmış gervais. ensar vakfı olayına bakıp tüm imamlar ve dinciler pedofili dememiz gibi bir şey.

    * büyük ödül kategorilerinde beyaz ırktan olmayan birçok yetenekli insan göz ardı edildi. hollywood yabancı basını çok ırkçı, bu benim ödülü beşinci sunuşum. bu sene bir anma bölümü yapacaktık, ölenlerin listesine baktım ama etnik açıdan yeterince çeşitli değildi. belki başka bir sene...

    burada son dönemde yükselen sjw akımına saydırdığını düşünüyorum. aslında ayrımcılık umrunda olmayan insanlar sosyal adalet diye kafa ütüledi ve tek yaptıkları süper kahraman filmlerine siyahi karakter eklemek oldu.

    * filmler artık kimsenin umrunda değil. kimse sinemaya gitmiyor. kimse tv kanallarını izlemiyor. herkes netflix izliyor. çıkıp " aferin netflix tüm ödülleri kazandın. güle güle." diyebilirdim ama illa 3 saate yayacaklar.

    bu töreni izleyeceğinize after life dizisinin birinci sezonunu izleyebilirdiniz." (yönetmenlik, senaryo ve oyunculuğunun ricky gervais'e ait olduğu dizi.)

    *"karısı kanserden ölmek üzere olduğu için kendini öldürmek isteyen bir adamın hikâyesi.

    yine de bundan daha eğlenceli. spoiler vereyim, ikinci sezon yolda. yani sonunda kendini öldürmemiş, jeffrey epstein gibi. susun, arkadaşınız olduğunu biliyorum ama umrumda değil."

    epstein pedofili suçlamasıyla tutuklanan çok ünlü bir iş adamıydı. clinton'dan tutun prens andrew'e kadar çok önemli insanlarla bağlantısı vardı. gardiyanların uyuyakalıp onu denetlemediği iki saat içinde hücresinde intihar ettiği söylendi. birçok insan aslında adamın kendini öldürmediğini savundu. komplo teorileri ve geyiklerin baş maddesi "jeffrey epstein didn't kill himself." oldu.

    * "ama cidden pek çok film kötü, özensiz. devam filmleri ve yeniden çekilen filmler var. sophie's choice'nin devamı çekilecek diye duydum. meryl streep bile " bunu alın bari" diyecektir."

    edit4: @sbpbo'nun bu bölüme dair açıklaması şu şekilde:
    sophie's choice'da nazi döneminde oradan kaçmaya çalışan bir kadın (meryl streep) 2 çocuğu arasında seçim yapmak zorunda kalıyordu.(çocuklardan biri nazi kamplarına gidecekti) ricky de buna atıfta bulunarak herhalde devam filminde meryl diğer çocuk için "bunu alın bari"(kampa) der diye espri yapmış.

    * "bütün iyi oyuncular netflix'e, hbo'ya geldi. hollywood filmi çeken oyuncular da saçma sapan fantezi ve macera yapımları çekmeye başladı. maske, pelerin takıp çok dar kıyafetler giyiyorlar. artık işleri oyunculuk değil spor salonuna gidip steroit basmak. en kaslı keş kategorisi yok mu? kazananı belli zaten. "

    edit: @zvonimir'in verdiği bilgiye göre kaslı keş
    robert downey jr olabilir.

    "önceki emmylerden birinde robert downey jr'ı "many of you in this room probably know him best from such facilities as the betty ford clinic and los angeles county jail." diye takdim etmişliği var."

    süper kahraman filminde oynamış, hapisten ve klinikten tanırsınız diyor ve aranan keşimiz galiba robert downey jr.

    edit 2: @10 lira farkla 4 cizgili adidas'ın hatırlatmasıyla scorsese esprisini ekliyorum:

    * "yaşayan en büyük yönetmen olan martin scorsese, marvel film serilerine dair söyledikleriyle tartışma yarattı. gerçek sinema olmadıklarını tema parkları anımsattığını söyledi. katılıyorum ama lunaparkta ne işi var anlamadım. trenlere binebilecek kadar büyük değil. çok ufak."

    edit 4: @ tersleblebi'ye göre martin scorsese o kadar ufak ki roller coaster'daki kemer ona geniş gelir tarzı bir şey söylemek istemiş. adamın boyu 1.63'müş.

    * once upon a time in hollywood galasına katılan leo'nun kız arkadaşı gecenin sonunda onun için çok yaşlı kalmıştı. prens andrew bile "hadi ama oğlum 50 yaşına merdiven dayadın." diyor.

    di caprio'nun 20 yaşındaki mankenlere olan sevdası ve filmin uzunluğu biliniyor. prens andrew de eppstein olayıyla ilgili pedofili skandallarına adı karışan bir abimiz.

    * james corden'i tüm dünya şişman bir kedi olarak görüyor ama cats filminde bunu gören pek olmadı.

    edit: @agunsfan'a göre james corden'i pussy olarak adlandırmış. burada tırsak anlamı kastedilmiş. diyor.
    pussy ve cat'in benzer anlamları var ama pussy genelde argo anlamıyla kullanılıyor. argoda vajina anlamı var.

    bir diğer çeviri: tüm dünya james corden’i bir korkak olarak görüyor. ayrıca cats filminde de oynadı ama filmi kimse izlemedi.

    edit: @bikereladydiyeydi: pussy ingiliz argosunda kadin cinsel organına denir.

    james gordon'u bu sene şişman bir vajina olarak izledik , gerçi kimse izlemedi (cats filmi gişede çakıldı ve kötü eleştiriler aldı)"

    *dame judi dench, cats’de oynadığı rolü bunun için doğmuşum diyerek savundu – bir sonraki şakayı yapamam…

    korkunç derecede kötü olan görsel efektleriyle kimsenin ilgisini çekmeyen film alay konusu olmuştu.

    judi dench hakkında yaptığı espride, zaten batmış olan filmi böyle savunuyorsan halıya yatıp kendini yalıyor olmalısın, demeye getirdi.
    "tüy yumağı... eski toprak sonuçta." diye bitirdi.

    * apple the morning show adlı harika bir dramayla tv dünyasına girdi. haysiyet ve sopru olanı yapma üstüne harika bir yapım. yapımcısı da çin'de merdiven altı dükkan çalıştıran bir firma.

    apple'ın çinde 50 bin kişi çalıştırdığı fabrika hakıında şöyle bir haber yapılmış:
    çin işçi izleme kurumu'na göre işçiler fabrikada ayda 2,020 yuan yani 950 tl ücret alıyor. ürettikleri iphone'ların çin'deki fiyatı ise 6 488 yuan yani yaklaşık 2 bin tl. geçtiğimiz şubat ayında 26 yaşındaki bir işçinin fabrikada 12 saat çalıştıktan sonra öldüğü iddia ediliyor.

    *aktivist geçiniyorsunuz ama çalıştığınız firmalar inanılmaz. apple, amazon, disney... ışid çevrimiçi bir platform kursa görüşmeler için hemen menajerinizi ararsınız değil mi? o yüzden bu akşam bir ödül kazanırsanız, bunu siyasi bir konuşma yapmak için bir platform olarak kullanmayın, tamam mı?

    halka ders verecek pozisyonda değilsiniz. gerçek dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. çoğunuz okulda greta thunberg’den daha az zaman geçirdiniz. eğer kazanırsanız, gelin, küçük ödülünüzü kabul edin, menajerinize ve tanrınıza teşekkür edin ve s…ir olup gidin.

    son dönemde yükselen sjw akımına harika bir sol kroşe daha. "madem sosyalist, yoksul sevici, adalet isteyici rolü kesiyorsun da neden işçilerine en basit haklarını tanımayan bir şirketin şovlarında yer alıyorsun? ışid yarın yapım şirketi kursa onun da filminde oynarsınız sizi yavşaklar!" diyor.
    hollywood'da okulunu yarıda bırakan yıldız sayısı da çok. "bilgin yok bir şeyin yok ne tatava yapıyorsun greta kadar okulda kalmışlığın yok, ödülü al geç." demiş gervais.

    edit: kevin hart 2019'da sunacakmış oscar'ı. düzeltildi. dünden beri bilmediğim ne kadar şey varsa yazarlar yardımıyla öğrendim. iş bu entry imece usulüyle tamamlanmıştır.
  • herkesle ilgili espiri yapılırken trans bireyler ile ilgili espiri yapılamaz diye bir kural mı var? allah, peygamber, devlet falan gibi kavramlar ile ilgili konuşulunca tepki verenlere dar kafalı diyenler, konu trans bireyler olunca ricky gervais’i çarmıha germeye kalkıyor.

    bu ne ilk ne de son. siz de espiri konusu bir malzeme olabileceğinizi kabullenin artık.
  • 77. altın küre ödülleri host'u. açılış konuşmasında dünyaca ünlü oyuncular, yönetmenler ve yapımcıların suratına karşı şunları söyledi: so if you do win an award tonight, don’t use it as a platform to make a political speech. you’re in no position to lecture the public about anything. you know nothing about the real world. most of you spent less time in school than greta thunberg.
    so if you win, come up, accept your little award, thank your agent, and your god and fuck off, ok? ıt’s already three hours long. right, let’s do the first award.

    türkçe alt yazılı tüm konuşması. (bkz: #100167972)
    edit: konuşmanın tam metni bulunup doğru şekilde eklendi.
  • kendisinin 77. golden globe ödül töreninde yaptığı 8 dakikalık açılış konuşması muhtemelen tüm zamanların en büyük küfür olmayan ama küfür etkisi yaratan konuşmalar kategorisinde 1. sıraya yerleşmiştir. ara ara açıp izleyip keyifleniyorum.

    epstein isimlerinin sızdırılmasıyla son dönemde konuşmasının bir bölümü tekrardan meşhur oldu ancak, tüm o monolog boyunca sadece epstein'a değil, two popes üzerinden pedofil papazlara, işçilerin alın teri üzerinden dünyanın en büyük yapım şirketlerine, hollywood aktörlerinin cahilliğinden, di caprio'nun 25 yaş takıntısına ve daha sayamayacağım onlarca farklı konuda herkesi itin götüne sokup çıkarmıştır.

    zamanı olan varsa açsın tekrardan izlesin ve nerelere atıf yapıldığını tek tek takip etsin. yüzlerce hollywood starı'nın gözünün içine bakarak bunu yapabilecek başka birini şahsen ben tanımıyorum. söylediklerini sokakta birine söylesen resmen kavga çıkar.

    edit: türkçe altyazılı konuşma için; https://www.youtube.com/…ab_channel=drummermetal753
  • cem yılmaz ile alakası yoktur. cem yılmaz mısır kola peşine düşmüş. ne şiş yansın ne kebap diyen bir boka karışmayan biridir.
    tanım: açık ve net her şeyi söyleyen bir komedyen. filmleri ve dizilerinde de aynı sivri zeka ile bunu yapabilen biridir. öyle kola reklamı yapanlara benzemez.
    (bkz: after life)
  • bir klasik ama okumayanlar vardır..

    ricky gervais: neden ateistim?

    “neden tanrı’ya inanmıyorsun?”

    sürekli bu soruyla karşılaşıyorum. genellikle duyarlı ve akılcı cevaplar vermeye çalışsam da, bu aslında garip, yararsız bir çabadır ve zaman kaybıdır. inananlar, tanrı’nın varlığı için kanıta ihtiyaç duymadığı gibi, onun var olmadığına dair kanıtlar öne sürmenizi de kesinlikle istemezler. onlar, itikatleriyle mutludur. “bana göre tanrı var” ya da “bu bir inanç meselesi” gibi sözler sarfederler. ben yine de kendi akılcı cevaplarımı veririm, çünkü dürüst olmamanın, insanları hor görme ve kabalık olduğuna inanıyorum. ironik olan şu ki, “tanrı’ya inanmıyorum çünkü buna dair ortada kesinlikle hiçbir bilimsel kanıt yok ve onun varlığına mantıksal bir açıklama getirmek de imkansız” dediğimde, küçümseyici ve kaba olarak kabul ediliyorum.

    bana yöneltilen suçlamalardan bir diğeri de, kibirlilik. ki bu da hiç adil bir yargı değil. bilim, gerçeği arar. bu yolda ayrım gözetmez. iyi ya da kötü sonuçlar doğuracağına bakmadan, yalnızca gerçekleri ortaya koyar. bilim basittir. neyi bildiğini ve neyi bilmediğini bilir. vardığı sonuçları temel alır; bu sonuçlar, her yeni kanıt ile güncellenir ve gelişir. ortaya çıkan yeni doğruları, gocunmadan paylaşır. bilgiyi her yönüyle kucaklar. orta çağ teamüllerine, gelenek oldukları için hürmet etmez. öyle olmasaydı, penisilin iğnesi olmak yerine, dua ederdiniz.

    “neye inandığınızın”, ilaç olarak geçerliliği yoktur. siz hala “bende işe yarıyor” diyebilirsiniz ama, unutmayın, plasebolar da kimi zaman işe yarar. zaten benim işaret ettiğim nokta, tanrı’nın var olmaması. inancın da var olmadığını söylemiyorum. inancın var olduğunu biliyorum. ama “inanmak”, bir şeyi gerçek kılmıyor. aynı şekilde tanrı’nın var olmasını ummak da, onun var olmasını sağlamıyor. tanrı’nın varlığı öznel bir konu değildir. o vardır ya da yoktur. bu bir kişisel görüş meselesi değil. elbette kendi fikriniz olabilir, ama kendi gerçeğiniz olamaz.

    neden mi tanrı’ya inanmıyorum? peki siz neden tanrı’ya inanıyorsunuz? elbette ki, kanıt sunma sorumluluğu inananlarda olmalı. bunu en başta siz başlattınız. karşınıza geçip “neden uçtuğuma inanmıyorsunuz?” diye sorsam, yanıtınız “neden inanayım ki?” olur. hani inanç meselesiydi. sonra desem ki, “uçamadığımı ispatlayın. hadi hadi uçamadığımı ispatlayın?” ya yanımdan uzaklaşırdınız, ya güvenliği çağırırdınız ya da beni pencereden atardınız.

    elbette ruhani meseleler ve din bundan daha farklı. aslında bir ateist olarak, tanrı’ya inanmakta bir sakınca görmüyorum. bir tanrı yok evet, ama ona inanmanın da zararı olmaz. eğer kişiye herhangi bir faydası oluyorsa, bana uyar. ama bu inanç, diğer insanların haklarını ihlal etmeye başladığında endişeleniyorum. tanrı’ya inanma hakkınızı asla inkar etmiyorum. ben sadece, farklı tanrılara inanan insanları öldürmemenizi dilerdim. ya da içinde “cinsellik ahlaksızlıktır” yazan kural kitaplarınıza dayanarak, kimseyi ölüme mahkum etmemenizi isterdim. her şeye kadir olduğuna, her şeyi bildiğine, her şeyi yarattığına inanılan bir gücün, aynı zamanda insanları “oldukları kişi” nedeniyle yargılayıp cezalandırmak istemesi ne garip. onun kurallarına göre, olabileceğiniz en kötü tip insan bir ateisttir. ilk dört emir bunu vurguluyor. “bir tanrı var, o benim, başkası değil, sen benim kadar iyi değilsin ve bunu sakın unutayım deme.“

    benim inançsızlığımı beni aşağılamak için kullanan biriyle karşılaşırsam eğer şöyle diyorum: “tanrı beni böyle yaratmış.”

    ama aslında atesitler ne ile suçlanıyor?

    tanrının sözlük tanımı, “doğa üstü bir yaratıcı ve evrenin denetleyicisi”dir. tüm güçleriyle semavi, tanrısal ve süper. kaydedilen yeryüzü tarihe göre tarihçiler (ki yaklaşık 6000 yıl önce sümerler’le başlar tarih yazıcılığı), 2870’i tanrısal nitelikler taşıyan, toplam 3700 doğaüstü varlığı kayıt altına almış.

    öyleyse bir daha biri bana tanrı’ya inandığını söylediğinde, ona “hangisi?” diye soracağım. “zeus? hades? jupiter? mars? odin? thor? krishna? vishnu? ra?…” eğer bana cevaben, “tek tanrı’ya inanıyorum” derse, ona neredeyse benim kadar ateist olduğunu söyleyeceğim. ben 2,870 tanrının hiçbirine inanmıyorum ve onlar da 2,869’na.

    eskiden hristiyanlar’ın tanrısına inanırdım.

    isa’yla aram iyiydi. kahramanımdı. kahramanlarım arasında, pop yıldızlarından ve futbolculardan daha ön sıradaydı. hatta tanrı’dan bile. tanrı, herşeyi gücü yeten ve kusursuzdu. isa ise sıradan bir adamdı. amaçları için çalışması gerekiyordu. o mağlup edilmiş günahların cazibesini taşıyordu. dürüst ve cesurdu. ama kahramanın olmasının esas sebebi, kibarlığıydı. herkese karşı kibardı. baskıya, tiranlığa ve zalimliğe boyun eğmezdi. herkesi, kim olduklarına aldırmadan severdi. ne adam ama... onun gibi olmak isterdim.

    8 yaşındayken bir gün, incil ödevimin bir parçası olarak, çarmıha gerilmiş isa’yı çiziyordum. sanatı ve doğayı da severdim. tanrı’nın bunca kusursuz hayvanı yaratışına hayranlık duyardım. mutlak güzellik... bu, harika bir dünyaydı.

    kentleşmenin bozuk olduğu, fakir bir mavi yakalılar kenti olan reading’de yaşıyordum. londra’nın batısına 40 mil uzaklıktaydı. babam işçi, annemse ev kadınıydı. yoksuluğumuzdan hiçbir zaman utanç duymadım. neredeyse asil bir yanı bile vardı. üstelik tanıdığım herkes benimle aynı koşullarda yaşıyordu, bu yüzden ihtiyacım olan herşeye sahiptim. okul ücretsizdi. kıyafetlerim ucuzdu, her zaman temiz ve ütülüydü. annem hep yemek yapardı. haç çizdiğim gün de yemek yapıyordu.

    ağabeyim eve geldiğinde mutfak masasında oturuyordum. benden 11 yaş büyüktü, yani o sıralar 19 yaşında olsa gerek. tanıdığım herkes kadar zekiyken, çok da küstahtı. insanlara cevap yetiştirir, kavga ederdi. bense iyi bir çocuktum. kiliseye gider, tanrı’ya inanırdım. bir işçi sınıfı ailesi annesi için bundan büyük huzur olamaz. yetiştiğim yerde anneler her zaman çocklarının büyüyünce doktor olmasını istemezdi. hapse girmeyecek olması bile kimi zaman onlara yeterdi. tanrı’ya inançlı büyüyen çocukların, ileri iyi ve kanunlara saygılı olacaklarına inanılırdı. bu kusursuz bir sistemdi. yani, hemen hemen...

    amerikalılar’ın %75’i içinde tanrı korkusunu hisseden hristiyan’ken; mahkumların %75’i de yine içinde tanrı korkusunu hisseden hristiyan’dır. amerikalılar’ın %10’u ateistken; mahkumların yalnızca yüzde 0.2’si ateisttir.

    her neyse, o gün abim gelip “tanrı’ya neden inanıyorsun?” diye sorana kadar, mutlu bir şekilde kahramanımı çizmekle meşguldüm. basit bir soruydu, ama annem paniklemişti. “kes sesini” anlamına geldiğini bildiğim bir tonda “bob” dedi.

    bu neden sorulmaması gereken bir soruydu ki? eğer tanrı varsa ve benim inancım kuvvetliyse, kimin ne dediğinin ne önemi olabilirdi ki?

    ama…bekleyin biraz. tanrı yoktur. ağabeyim bunu biliyordu ve annem ruhunun derinliklerinde bunu hissediyordu. işte bu kadar basit. o anda düşünmeye ve daha çok soru sormaya başladım. takip eden bir saat içinde ateist olmuştum.

    eğer tanrı yoksa ve annem bana bunca zaman yalan söylemişse, acaba noel baba konususunda da yalan söylemiş olabilir miydi?... evet, elbette ama kimin umurunda? hediyeler gelmeye devam ediyordu. ve hediyeler benim yeni ateist dünyamı kalıba döküyordu. gerçeği, bilimi ve doğayı anlatan hediyeler. dünya’nın gerçek güzellikleri.

    sonra, ancak ingiltere’nin en büyük dehasının öne sürebileceği basitlikteki evrim teorisi’ni öğrendim. bitkilerin, hayvanların ve bizlerin, hayal gücü, hür irade, aşk ve mizahla evrimi... yaradılışım için bir nedene ihtiyacım yoktu artık, yaşamak içinse nedenlerim vardı. hayal gücü, özgür irade, aşk, mizah, eğlence, müzik, spor, bira ve pizza... yaşama sebeplerim için bunlar yeterliydi.

    fakat onurlu bir yaşam için, “gerçeğe” ihtiyaç duyarsınız. o gün öğrendiğim bir başka şey de buydu işte: gerçek, sarsıcı yahut rahatsız edici de olsa, yolun sonunda sizi özgürlüğe ve huzura kavuştururdu.

    peki öyleyse, “neden tanrı’ya inanmıyorsun sorusu?” gerçekte ne anlama gelir.

    sanırım biri başkalarına bu soruyu sormaya başladığında, sanırım içten içe kendi inancını sorgulamaya başlamıştır. aslında sorduğu şudur: “seni bu kadar özel yapan ne?” “nasıl olur da senin de beynin bizimkilerle birlikte yıkanmadı?” “ne hakla bana aptal olduğumu ve cennete gitmeyeceğini söylersin?”

    haydi dürüst olalım; eğer aramızda bir kişi tanrı’ya inanıyor olsaydı, onun deli olduğunu düşünürdük. bugün bunu, yalnızca çok popüler bir bakış açısı olduğu için olağan kabul ediyoruz. peki neden popüler bir bakış açısı bu?.. çok açık değil mi, çünkü “bana inan ve sonsuza dek yaşa” gibi çekici bir teklifle sunuluyor.

    “kendine yapılmasını istemediğin şeyleri, başkalarına yapma”, gerçekten pratik bir kural. ben buna göre yaşarım. bağışlayıcılık, iyi ahlakın belki de en önemli niteliği. ama aslında “iyi ahlak” nedir ki? sadece hristiyan iyi ahlakını kastetmiyorum. “iyi olmak” kimsenin tekelinde değil. ben de iyiyim. tek farkım, bu iyiliğimin cennete gitmekle ödüllendirileceğine inanmıyorum. benim ödülüm burada ve şimdi. doğruyu yapmak için çabaladığımı bilmek bana yetiyor. benim iyi hayat anlayışım bu. işte dinsellik tam da burada, insanları bu amaç uğruna sopa ile dürtmeye başladığında, yolunu kaybediyor. “bunu yap, yoksa cehennemde yanarsın.”

    cehennemde yanmayacaksınız. ama yine de “iyi” olun.
  • karantinadan sıkılıyorum yea diye zırlayan holivud ünlülerine giydirmiş:

    "after this is over ı never want to hear people moaning about the welfare state again, ı never want to hear people moaning about nurses again. or porters. these people are doing 14-hour shifts and not complaining. wearing masks, and being left with sores, after risking their own health and their families’ health selflessly. but then ı see someone complaining about being in a mansion with a swimming pool. and, you know, honestly, ı just don’t want to hear it.

    ı was born in the beginning of the 60s in battle hospital in reading. and that should have been an omen. having gone by the title, ı should have known life was going to be a struggle. and it was — ı was the fourth child of an immigrant labourer. my dad worked on building sites all his life, until he was 70. he got up every day at 5.30am.

    men worked hard, but women worked miracles. because when my dad finished his work that was his own time. but my mum didn’t stop working, women didn’t stop working. carers didn’t stop working, all the women in my family were carers in some respect.

    ı had no money growing up, ı didn’t have any until ı was 40. but ı still had everything. my mum, she gardened, she grew, she cooked, she sewed, she knitted, she decorated, she did everything she could. and she gave me everything ı wanted except money.

    ı also realised growing up that all the best things were free — friends, nature, learning and healthcare. and that’s why ı gladly pay my taxes. and that’s why ı clap for the national health service"
  • aslında söylediklerinin hiçbiri komik değil. sadece gerçek. o kadar gerçek ki insanlar sadece gülerek o gerçeklerle yüzleşebiliyorlar. yani komedinin en salt halini yapıyor.
    inşallah birgün oscar ödüllerini de sunar. ama sanmam hollywood o kadarını kaldıramaz.
hesabın var mı? giriş yap