11 entry daha
  • gözlerini açtığında uyku sersemliğinin verdiği nerede olduğunu algılama zorluğunu çekmedi, çünkü onun sözlüğünde “uyumak” kelimesinin anlamı farklıydı…sabah yatağa girdiğinde içeriye girmek için “içinde ölüm olmayan çizgi film” kedisi gibi çeşitli girişimler yapan güneş bu kez yorulmuştu ortalarda görünmüyordu…doğruca aynaya yöneldi, gözlerinin çevresinde, özellikle altında bulunan matematik dersinde nefret ettiği konkav ve konveksler ona bakarak “çıkma oğlum dışarıya, millet yine keşsin gibi bakacak sana” dediler.metabolizma saati de kendini hatırlatmak istercesine midesinden yukarı doğru ekşi bir fırtına estirdi.şofbeni açmak için tüpe doğru yöneldiğinde, tüpün zeminde pas lekesi bıraktığını fark etti, eline “sanki uzay mekiğiymişcesine” iştahlı ve iddialı biçimde reklamı yapılan temizlik maddesini aldı ama vazgeçti, enerjisi olmadığını hissetti… başının arkasından doğru yükselen tuhaf bir basınç ona hep kullandığı ağrı kesicinin prospektüsündeki “endikasyonları” kısmını hatırlattı, bu basınç ona uymuyordu ama gece uykusunu getireceğini bile bile bir tane yuttu. diz izlerinin tutkuyla bağlandığı için o içinde yokken de terk etmediği pantolonu hızla giydi. üzerine de, değiştirilen yaşamın “eşofman üstü”lüğünden “sweatshirt”lüğe terfi ettirdiği şeyi geçirdikten sonra dışarı çıktı. daha birkaç saat olmasına rağmen çalıştığı otelin bulunduğu yere, taksim’e gitti… istiklal caddesinin keşmekeşi ve koku-ses salatasının ona iyi geleceğini düşünerek, rota gütmeden yürümeye başladı…hiç görmediği ara sokaklardan birinde adı “palas”la biten otellerden birinin önünden geçerken arkasından bir ses o an için onu dünyaya geri ışınladı:
    - eğlenmek ister misin kocacım!
    - ee, yok sağol…
    “koca”lık müessesesi ve “eğlenmek”, “koca ile eğlenmek” kavramlarının karmaşası ve komikliği kafasını kurcalamak şöyle dursun, dalgınlığını bile bozamadı... caddenin ışıklı tarafına doğru yol aldığında, caddeyi bile şaşırtan galatasaray lisesinin aşağısının bomboş oluşunu da fark edemeden aşağı doğru yürüdü. dikkatini çeken bir bira bardağından yansıyan ışığın gözünü alması oldu…arjantinin ekonomisi değil, bilmeden adını verdiği eliyle sıkıca tutmasını sağlayan bardağı ağzına götürürken, karanlık sabahıyla çocukluğundaki kahvaltı sofralarını düşünüp gülümsüyordu… sokağında top oynayan çocuklara bağırmak üzereyken içlerinden birinin “tamam amca cama atmıycaz topu bi daha” dediğinde etkisiz hale gelip içeri koştuğunu ve “zamanla kazanılan” “amca” sıfatını gece vardiyasından dolayı uzak kalınabilen jiletin mirası sakala fatura ettiğini ama gözünü o gün bir daha uyku tutmadığını düşündü…günlerin adını unutturan, literatüründeki en itinalı küfürleri postacıya, komşuya gelip yanlış zile basan insanlara sallamasına yol açan gece vardiyasının bir yeni gününe başlamak üzereydi işte…
    vardiya, ağır gelmeye teşebbüsten dolayı birkaç kez ıslatma cezası verilen göz kapaklarının yarattığı karmaşa dışında monoton geçmişti…işte bu noktada, gece karmakarışık mideye gönderilen birkaç lokma yiyeceğin enerjisi tamamen engelleri “işine gitmek üzere koşuşturan insanlar”dan oluşan slalomda kullanılacaktı…
117 entry daha
hesabın var mı? giriş yap