• çağrı merkezi çalışanları için gündüz ya da özellikle akşam vardiyasına nispeten çok daha rahat geçer. ulaşım sorununu minimize edebilmek için genellikle 23:00-08:00 arası olur bu vardiya.

    -işe gitmek için takriben 22:00 gibi evden çıkıp son otobüsü yakalarsınız.
    -22:30 gibi iş yerinize varıp, çayınızı hazırlar, mesai arkadaşlarınızla 3 5 geyik yaparsınız.
    -23:00-00:00 arası, çalışan sayısı da az -benim durumumda tek kişi- olacağı için inanılmaz yoğun geçer. bu yüzden performans değerlendirmesinden muaf tutulur.
    -00:00 gibi ufak ufak izleyeceğiniz dizileri hazır etmeye başlarsınız. 23:00-00:00 gibi olmasa da arayanlar vardır, tetikte beklersiniz. taa ki 01:00'e kadar.
    -01:00'dan itibaren iyice rahatlarsınız. 02:00'ye kadar çağrı gelebilme olasılığı vardır, fakat siz dizinize başlamışsınızdır bile.
    -02:00-07:00 arası zaman ve mekan tamamen sizindir. sizin oturduğunuz koltuktan çok daha rahat olan müdür koltuklarından birini kapıp gelirsiniz. ondan sonra ister dizinizi izlersiniz (işyerinde kullandığınız programlarda java engellendiyse tek seçeneğiniz sözlük), ister geceyi yarıp geçen o huzurlu sessizlikte slow müzikler dinlersiniz, ister tilki uykusuna yatarsınız. o saatte arayan kişi sayısı normal şartlarda maksimum 2 kişidir. genel bir sorun yaşanıyorsa 10'a kadar çıkabilir bu rakam. her halükarda küfredersiniz içinizden. hele ki arayan kişi size "firmanız hakkında bilgi almak istiyorum" derse.
    -07:00-08:00 arasında da ya bir iki kişi arar, ya da bilemedin maksimum 10 kişi. eve dönüş hazırlıklarına başlar, giyinir, eşyalarınızı toplarsınız. 07:55 gibi de kullandığınız programı mola moduna getirirsiniz. dallamanın biri "facebook'a giremiyorum, ne biçim firmasınız!!" falan deyip 15 20 dakikanızı çalabilir çünkü.
    -08:00 işyerinizden ayrılırsınız. günün aydınlığı ve sabahın ayazı yüzünüze yüzünüze vurur. plaza çalışanlarını görürsünüz o garip kıyafetleriyle. otobüsünüze binersiniz ama otobüs de akşamki gibi tenha değildir. ayakta gidersiniz o yorgunluğa rağmen.

    evinize vardığınızda da direk uyursunuz. normal uykulardan farklı olarak içinizde hiçbir şekilde huzur ve rahatlık hissetmezsiniz. "ta amına koyayım ben böyle hayatın" sloganını ata ata uyursunuz.

    iyi tarafları, patron ya da üst baskısını minimum derecede yaşarsınız. insan görmek zorunda değilsinizdir. bir de kapalı yer olmasına rağmen iş yerinizde sigara ve alkol kullanabilirsiniz. (güvenlik kamerasının görmediği yerdeyseniz tabii ki) ama saat 04:00 gibi ortamı havalandırmaya başlamak zorundasınız.

    kötü tarafları çok. misal, zaten asosyallik içeren kişiliğiniz iyiden iyiye değişmeye, insan görmeye dayanamamaya kadar değişir. işi bıraksanız da böyle gider bu. bir beşiktaş'a, bir taksim'e gitmeye korkarsınız. evet, korkarsınız. insanların hepsi size bakıyor gibi hissedersiniz.

    geceleyin, gündüzki kadar rahat yiyecek bulamayacağınız için yemeksepeti.com'a mahkum kalırsınız, fiyatlar kallavi. ya da evinizden getirirsiniz ekmek arası birşeyler. her türlü sağlıksız beslenirsiniz.

    firmanızda geceleyin tek başınıza çalıştığınızı varsayarsak, oranın güvenliği de siz olursunuz. ona para vermezler ama olası bir soygun durumunda ilk sorumlu sizsiniz.

    aldığınız para 3 kuruştur. gece çalışmanızın karşılığı olarak hiç bir ek ödeme almazsınız. sadece gece vardiyası 9 saat sürdüğü için (ki bu da yasal değil), gündüz ya da akşam vardiyasına geçtiğiniz hafta normalden daha az çalışırsınız, haftalık ortalama 45 saati tutturmak için. bu şekilde 2 haftalık programlarınız vardır.

    hayat boktandır. idare edersiniz her türlü. standart gündüz çalışanlara göre daha öfkeli olursunuz, doruklarda yaşarsınız öfkeyi. tüm bu olumsuzluklara katlanırsınız ama ne zaman patlayacağınızı bilemezsiniz. arayan densiz herhangi bir müşteri yaşatabilir bu patlamayı. ya da iş yerine konulan yeni bir kural tak dedirtebilir. henüz başka bir iş bulamamış olmanıza rağmen, çat diye basıverirsiniz istifayı. sonrasında aylar boyu işsiz kalsanız da, yaşayacağınız pişmanlık eser seviyede olur.

    dünya dediğin zaten külot gibidir. kısa ve pislenmiş.
  • insan doğasına terstir. bu şekilde programlanmış değiliz, buna uygun evrilmedik, bedenimiz duygularımız kesinlikle hazır değil. bunun içindir ki vardiyalı çalışanlar daha az yaşarlar ve daha depresiftirler. insanlığın "ille de daha çok tüketelim daha çok üretelim" saçmalığının yarattığı işkence mekanizması.
  • zamanla sinir hastası olmanıza sebebiyet veren vardiya türü.
    metabolizma güneş ile olan bağlantısını kaybeder, bioenerji dengesi alt üst olur, cilt beyazlaşır, kilo alımı yada kaybı ortaya çıkar. bunun yanısıra konsantre eksikliği, yaşama isteksizliği, düzensiz libido salgısı gibi psikolojik yan etkileri de mevcuttur.
  • gapitalist zalım icadı vicdansız vardiya.

    mucit vatandaşı en iyi tanımlayacak sıfat orospu çocuğu olurdu. ama ortam çok nezihtir bozmiyim ağzınızın tadını diye demedim. öte yandan bir orospu çocuğuna, acı acı orospu çocuğu demezsen de hakkını yemiş oluyosun. hak edene hakkını vermek lazım. peki neden orospu çocuğu diyorum? "geceleri uyumasınlar lan, çalışsınlar." demek helal süt emmiş bir insanın aklına gelir mi? bence gelmez. hak hukuk tanımaz, insanmış, hayvanmış saymaz bir orospu çocuğunun aklına gelir.
    geceleri avlanan hayvanlar gibi nedir akşam karanlığında işe gidip, sabah gün aydınlanırken eve dönmek? e rekabet, e normal mesai zamanları yetersiz, e 24 saat çalışma, e verim... şirketler kendi arasında rekabete girsin be orospu çocuğu, rekabet diye niye personelini öpüyorsun? bak hem vücut karanlıkta uyurken yeniliyor hücreleri. sen farkındasın değilsin bilmiyorum ama beni kanser etmeye çalışıyosun.

    insanoğlu değil mi her şeyi yozlaştırıyor. geceler sevişmek içindir, çalışmak için değil.

    ayrıca hak sahibi vatandaşa yeterince orospu çocuğu diyemedim diye bir endişe içersindeyim. dayanamaz, aynı başlığa gelir, biraz daha abanırsam kusura bakmayın.
  • herkes uyumak ve sevişmek için devrilirken, sabaha kadar çekilen çile. en güzel tarafı sabah o güruh gözlerini ovalayarak hayata küserken, sizn kafayı vurup yatmanız.
  • yatağa yatınca sızıp kalmak yerine hayal kurabilmenin, uyku ile uyanıklık arasında gidip geldiğin anı farketmenin, yatmadan önce dua okuyabilecek kadar uyanık kalabilmenin ne kadar güzel olduğunu, gece karanlığında uyuyabilmenin insanlara verilmiş değerli bir hediye olduğunu öğreten vardiyadır. ayrıca 2 yıl boyunca hergün özlemle uyumayı beklememe neden olmuş vardiyadır.
  • sen gece bardan çıkıp kulübe geçerken yolda karşılaştığın ve yanındaki kızların üffff tipe bak yaa dediği selahattin abimin servisini beklediği vardiya olur kendisi. saat 00:00 suları. zaten bu düzende her şey sıfıra yakınsar durumda.

    anekdot: yerde yatan adam ofsaytı bozmaz. ben bu oyunu bozarım arkadaş.
  • çalışmak yeterince kötü iken, bir de gece çalışması olan bir işte çalışmak, yaşam enerjisi sömürür.
    günü 3 e bölen vardiya sistemi ile çalışıyorsanız, gece vardiyası size en çok eziyet çektirenidir. avantajlı yönleri olsa da, bunlar sadece, kendinizi, haftanın sonunu getirebilmeniz için motive etmeye yarar.
    yaptığınız iş, işe gidiş - dönüş şartlarınız, iş ortamınız ve yaşadığınız ortamın durumu, bu vardiyanın size çektirdiği eziyetin, dolayısıyla da ona karşı göstereceğiniz direnç ve dayanıklılığınızın limitlerini belirler.
    nefret edeni kadar, yukarıda bahsettiğim şartların durumuna göre seveni de vardır. bu kitleyi "kaçınılmaz ise zevk almalıyım" motivasyonuna sahip kategorisinde değerlendiriyorum.
    minimum amir ile çalışmak, gün içerisinde çoğu işinizi kalabalığa, keşmekeşe takılmadan yapabilmek, haftasonu tatilinin, diğer iki vardiyaya oranla daha uzun olması gibi faydaları vardır.
    söze başlarken de dediğim gibi, çalışmak hakkındaki düşüncesi benimle aynı olan insanlar için, hiçbir artısı, çektirdiği eziyeti hafifletmeyen, icat edenine de mecbur bırakanına da bolca sövdüğüm vardiyadır.
  • gözlerini açtığında uyku sersemliğinin verdiği nerede olduğunu algılama zorluğunu çekmedi, çünkü onun sözlüğünde “uyumak” kelimesinin anlamı farklıydı…sabah yatağa girdiğinde içeriye girmek için “içinde ölüm olmayan çizgi film” kedisi gibi çeşitli girişimler yapan güneş bu kez yorulmuştu ortalarda görünmüyordu…doğruca aynaya yöneldi, gözlerinin çevresinde, özellikle altında bulunan matematik dersinde nefret ettiği konkav ve konveksler ona bakarak “çıkma oğlum dışarıya, millet yine keşsin gibi bakacak sana” dediler.metabolizma saati de kendini hatırlatmak istercesine midesinden yukarı doğru ekşi bir fırtına estirdi.şofbeni açmak için tüpe doğru yöneldiğinde, tüpün zeminde pas lekesi bıraktığını fark etti, eline “sanki uzay mekiğiymişcesine” iştahlı ve iddialı biçimde reklamı yapılan temizlik maddesini aldı ama vazgeçti, enerjisi olmadığını hissetti… başının arkasından doğru yükselen tuhaf bir basınç ona hep kullandığı ağrı kesicinin prospektüsündeki “endikasyonları” kısmını hatırlattı, bu basınç ona uymuyordu ama gece uykusunu getireceğini bile bile bir tane yuttu. diz izlerinin tutkuyla bağlandığı için o içinde yokken de terk etmediği pantolonu hızla giydi. üzerine de, değiştirilen yaşamın “eşofman üstü”lüğünden “sweatshirt”lüğe terfi ettirdiği şeyi geçirdikten sonra dışarı çıktı. daha birkaç saat olmasına rağmen çalıştığı otelin bulunduğu yere, taksim’e gitti… istiklal caddesinin keşmekeşi ve koku-ses salatasının ona iyi geleceğini düşünerek, rota gütmeden yürümeye başladı…hiç görmediği ara sokaklardan birinde adı “palas”la biten otellerden birinin önünden geçerken arkasından bir ses o an için onu dünyaya geri ışınladı:
    - eğlenmek ister misin kocacım!
    - ee, yok sağol…
    “koca”lık müessesesi ve “eğlenmek”, “koca ile eğlenmek” kavramlarının karmaşası ve komikliği kafasını kurcalamak şöyle dursun, dalgınlığını bile bozamadı... caddenin ışıklı tarafına doğru yol aldığında, caddeyi bile şaşırtan galatasaray lisesinin aşağısının bomboş oluşunu da fark edemeden aşağı doğru yürüdü. dikkatini çeken bir bira bardağından yansıyan ışığın gözünü alması oldu…arjantinin ekonomisi değil, bilmeden adını verdiği eliyle sıkıca tutmasını sağlayan bardağı ağzına götürürken, karanlık sabahıyla çocukluğundaki kahvaltı sofralarını düşünüp gülümsüyordu… sokağında top oynayan çocuklara bağırmak üzereyken içlerinden birinin “tamam amca cama atmıycaz topu bi daha” dediğinde etkisiz hale gelip içeri koştuğunu ve “zamanla kazanılan” “amca” sıfatını gece vardiyasından dolayı uzak kalınabilen jiletin mirası sakala fatura ettiğini ama gözünü o gün bir daha uyku tutmadığını düşündü…günlerin adını unutturan, literatüründeki en itinalı küfürleri postacıya, komşuya gelip yanlış zile basan insanlara sallamasına yol açan gece vardiyasının bir yeni gününe başlamak üzereydi işte…
    vardiya, ağır gelmeye teşebbüsten dolayı birkaç kez ıslatma cezası verilen göz kapaklarının yarattığı karmaşa dışında monoton geçmişti…işte bu noktada, gece karmakarışık mideye gönderilen birkaç lokma yiyeceğin enerjisi tamamen engelleri “işine gitmek üzere koşuşturan insanlar”dan oluşan slalomda kullanılacaktı…
  • insanı maymun edebilir.

    geçen gün uzun program varken koltukta gözlerim kapanmış, saat 04.00'dan sonra önlenemez bir uyku bastırıyor, bir de oturuyorsam zaten tutamıyorum kendimi, sevgili iş arkadaşım da ben tam dalacakken kameraya almış beni, oğlum çok rezil lan, kafam arkaya düşüyor, toparlıyorum, arkadan gelen freze ve azot sesi, o kadar gürültüye rağmen benim cidden rüya vs görebilmem, normalde televizyon sesinde bile uyuyamayan bana cnc'den çıkan sesler ninni olmuş.

    cidden metabolizma diye bir şey bırakmıyor, neyse ki tercih zamanı da yaklaşıyor, kurtulacağım buradan, usandım resmen, istemiyorum lan.
hesabın var mı? giriş yap