• yaşadığımız şehire taşınalı 1.5 sene oldu ve şehrin nispeten güzel bir semtinde oturuyoruz. bugün, hanım ve 1.5 yaşında kızımla hava güzel dışarı çıkıp yürüyelim dedik. bindirdim kızı bebek arabasına başladık yürüyüşe. yürüyüş güzergahımızda etrafı çitlerle çevrili bir devlet binası ve yanında lojmanı olan bir yer var. eski bir tabelası olan bu yerin, tabelasındaki sökülen yazılar nedeniyle burası acaba ne binası diye hep merak eder dururduk. bugün önünden geçerken baktık, devlet binasının lojmanında 10 civarı çocuk oyun oynuyor. hemen, bu lojmanda yaşayan ailelerin ne kadar çok çocukları var diye düşündüm. sonrasında biraz daha yürüdük ve eve dönmeye karar verdik. yine bahsettiğim lojmanın önünden geçerken çocuklardan biri çitlerin hemen arkasından el salladı ve bize merhaba dedi. tahmini 5-6 yaşlarındaydı. maşallah çok tatlı, güler yüzlü, saygılı, efendi bir çocuk. yüzünden, hal ve hareketlerinden, konuşmasından belli. bizim kızda el sallasın konuşsun arkadaşlık bağları gelişsin diye çite olabildiğince yaklaştırıp "bak kızım kardeş el salla merhaba de" dedim. bizi gören 2 kız çocuğu daha geldi çitlere ve onlar da kızımı görmek ve konuşmak istediler. ardından arkadan bir kadın gel oğlum, kızım buraya diye seslendi. çocukları aldı ve götürdü. dedim içimden bu aileler ne yabani. bırak tanışsın çocuklar. sonra bir anda eşim acaba burası çocuk esirgeme kurumu olabilir mi dedi. o anda beynimde şimşekler çaktı. internetten baktık, orası gerçekten aile ve sosyal politikalar il müdürlüğüydü. lojman dediğim yer ise çocuk yuvası ve o çocuk ise öksüz bir çocuktu. eve dönerken tüm yol boyunca ben onun yanında kendi kızımı severken acaba o güzel çocuk üzülmüş müdür diye düşündüm durdum. çitler arkasından bize el sallarken bizimle tanışmak mı istedi? merhaba derken aile sıcaklığını mı hissetmek istedi? acaba bir ailesi olsun ister miydi?
    hayat ne acımasız değil mi? güzelim çocuklar yaşlarından büyük dertlerle nasıl başa çıkıyor? benim kalbim onun durumuna bu kadar çok üzülürken, onun kalbi bu üzüntüyle yaşıyor. allah kimseyi anne sevgisinden, baba şefkatinden mahrum bırakmasın. o güzelim çocuklarda güzel insanların yuvasında içlerinde sevgiyle büyüsün.amin.
  • tanıştığımızda ben 8 yaşındaydım o da 6 yaşındaydı. annesi ve babası boşanmış anneannesi ve dedesinin yanına gelmişti bir de bekar teyzesi vardı.

    çok sevimli bir çocuktu geldiği gibi ilk benimle konuşmuştu. o günlerde arkadaşlığımız başlamıştı.

    zaman geçtikçe birbirimizin evine gider sega ile başlayan oyun hastalığımız psone ile perçinleşmişti.

    akşamları arazide maç yaparken hep aynı takımda olurduk. sürekli beraber takılırdık ona bakınca kendimi görüyordum ve gözlerindeki hüzünü görüyordum.

    kader olarak benziyorduk. hayırsız bir baba, çocuğu için kendinden vazgeçen bir anne, despot büyükanneler ve komik dedeler ... ortak noktamız çoktu.

    gel zaman git zaman büyüyorduk çok sağlam bir dostluk oluşmuştu. maç izliyorduk, halı saha beraber gidiyorduk, dizi izliyorduk, alkol alıyorduk, sevgililerimiz de arkadaş olmuştu. (ilk sigarayı ve alkolü beraber aldık)

    dedesinin yeşil kartalını alıp geziyorduk ve sabahlıyorduk. (o yeşil kartalın dili olsa da konuşsa ...)

    96 yılında başlayan dostluğumuz 2010 yılında yaşanan bir olay sonrasında yerini küskünlüğe bıraktı. 2 sene sonra yine barıştık biz dosttuk, kader arkadaşıydık, kardeştik kopamazdık.

    sonrasında hayat ikimizi savurmaya başladı önce ben evlendim sonra o evlendi. sadece düğünlerde görüşebildik ikimizde benzer hataları yapmıştık. (nişanımda ve düğünümde arabayı o kullanmıştır her şeyde destek olmuştur)

    2015'ten bugüne kadar toplasanız 10 kere görüşmemişizdir. hayat bizi bir şekilde kopardı belki buna biz de sebep olduk.

    derken dün akşam kursa giderken telefonum çaldı ve o arıyordu. (uzun zamandır telefonla bile konuşmadık). klasik naber, nasılsınlar, küfürler havada uçarken eşinden boşandığını anlattı.

    geçen 5 senelik evlilik sona ermişti. dostumun sesindeki o hüzün beni çok kötü yapmıştı.

    en sonunda o cümleyi patlattı ve içime dert oldu. sen ve ben aynıyız, ailelerimizin kötü evlilikleri yüzünden hep hatalı tercihler yapıyoruz, biz asla mutlu olamayız, bizim kaderimiz bu demişti. düzgün bir ailemiz olsaydı çok farklı olurdu.

    bizler lanetli babanın lanetli çocukları dedikten sonra sesindeki titremeyi hissettim. onu sakinleştirdim ve yüz yüze görüşeceğimizin sözünü verdim.

    dünden beridir içimde bir hüzün var. ikimizde sürekli mücadelemizin sonunda hayal kırıklığına uğrayıp duruyoruz. tek farkımız ben daha sert ve umursamaz bir insana dönüşürken o çok kırılgan bir insan oldu.

    onun o kırılganlığından ötürü ruh hali ve ses tonu içime dert oldu ve öylece yazdım gitti.
  • sokağımızın önünde siyah bir köpek var. aslında var bunun gibi bir kaç köpek sokakta, zararsızlar, besliyoruz arada. gece arabaya giderken falan kapının önünden arabanın önüne kadar eşlik ederler korumak için, her gördükleri yerde sevdirirler kendilerini bir şekilde köftehorlar.
    neyse bunlardan sadece 1 tanesi siyah, tatlı bir dişi. haliyle bütün mahallenin köpekleri peşinde. zamanında mahalleden bir abi belediyeyi arayıp köpeğin kısırlaştırılması gerektiğini iletmiş ama gelen giden olmadı. o zamana kadar da bunu bir tanesi kıstırdı tabi, bir kaç hafta sonra koca koca memeleriyle hamile olduğunu anladık, iş işten geçmişti.
    gel zaman git zaman, eşim bir video gönderdi. bizim burada boş bir arsa var çevresi kapatılmış. meğer orada doğurmuş, 6 tane dünya tatlısı yavru. 4ü annesi gibi siyah, 2 tanesi ise kahverengi ve babanın kim olduğunu ele veriyor*
    gel zaman git zaman bunlar fire vermeden büyüyebildi bir şekilde. büyüdü dediysem de yani bebe iken ölmemeyi başardılar. şimdi yavrular. arada analarını görüyorum, bir yerden bulduğu kocaman bir et parçasını koştura koştura yavrularına götürüyor. normalde seni görünce durur, yanına gelir sevdirir kendini ama yavrularına yiyecek götürürken tam bir görev hayvanına dönüşüyor, yoldaki hiç bir şey dikkatini dağıtamıyor.
    neyse biz de sanıyorduk ki, bu çevresi kapalı yer bunların sahiplerinin. hani orada bakıyorlar falan. çünkü çevresi de kapalı, her istediğimizde giremiyoruz, kapının altından mama bırakıyoruz vs. bazen kapı açık oluyor sularını falan değiştiriyoruz.
    yine öyle bir gün, kapıyı açık buldum, bir tane adam işçileriyle içeri giriyor. dedim buranın sahibi siz misiniz, köpeklere bakabilir miyim hazır kapı açıkken.
    dedi ki bak tabi, istersen al hepsini götür. dedim ben sanıyordum ki siz bakıyorsunuz köpeklere. yok benim değil, birileri bırakmış bunları buraya. şimdilik tamam ama biraz daha büyüdüklerinde belediyeye söyleyeceğim gelip alsınlar diye dedi.
    normalde çok öyle hassas bir insan değilimdir, ancak konu korunmasız yavrular olunca, elim ayağım düştü bir an üzüntüden.
    bende kendi hayvanlarım var, alacak yerim olsa hepsini alacağım, uğraşıyorum da sahiplendirmek için ama zor tabi, insanlar genelde sokak köpekleri almak istemiyor çoğu zaman. ne olacaklar bir fikrim yok,
    elimden bir şey gelmemesine yanıyorum sadece.
    o ananın zar zor fire vermeden büyüttüğü yavruların başlarına ne gelecek acaba. hayat çok acımasız.

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
  • görsel bu görüntü bana çok fazla
  • buzluktan, babamın 'çocuklar yesin' diyerek ayıkladığı narlar çıktı. babamı 2 ay önce kaybettik...
  • neredeyse her gün gelip geçtiğim yolun üzerinde pek de küçük sayılmayacak bir hobi hahçesi var. yaşlıca, küçücük bir kadın bakımını yapar bu bahçenin ben bildim bileli. yağmur/çamur, sabah/akşam demeden; senelerdir, bahçe sezonu boyunca çiçeklerin toprağını çapalar, gülleri budar, yabani otları ayıklar, sıcak havalarda su verirdi.

    bu ihtiyar kadının, başlangıcını bilmediğim seneler boyunca çalışarak kurduğu bahçeyi tasvire kalkışarak kendisine ve bir köşe başına kurduğu rengin cennete haksızlık etmek istemem. yalnızca sayısız çiçek ve bitkilerin hoşluğu güzelliği, peyzajın estetiği açısından da değil; bu hakikatli insan emeğinin ve çabalarının göz alıcı eserini uzun uzun seyretmeden o bahçede olanı bitenin anlaşılabilme olasılığı zaten yok gibi bir şey bana kalırsa.

    otuza yakın gül çeşidi bulundurduğunu söylemekle yetineceğim ki; sadece bu kadarı bile insanın aklını başından almaya yetiyor ve artıyorken gerisini hesaba katmakta zorlanıyor algı ve duygular.

    gelelim işin hiç yanaşmak istemediğim tatsız kısmına;

    mayıs başı, ortası; bahçecilik işlerine girişme vakti, doğayla birlikte insanların kıpırdanmaya başladığı tarihtir buralarda. ama neredeyse geçen bu bir ay boyunca, bahçe sahibesi hanımla hiç karşılaşmadık. sene başında rahatsızlandığı söyleniyordu laf arasında. bir daha da sözünün geçtiğine denk gelmedim. yaşının da seksen üzeri olduğu düşünülünce doğal sürecin bir parçası olarak, normal karşılanıyor herkes tarafından bu tarz havadisler. pek üzerinde durulmuyor.

    bahçe olduğu gibi durmadı bu sırada elbette o yaşamaya devam etti kendince. bir ay içinde yabani otların ve çiçeklerin istilasına uğradı hızla. insan boyunu aşarak ne var ne yok sardı bunlar arsızca.

    güller yine açılıp saçılmışlar rengarenk, tüm cömertlikleriyle. ancak diğerlerinin durumu pek iç açıcı görünmüyor. belki de son mevsimlerini yaşıyor onlar da bakımevinine yerleştirilen o küçücük kadıncağız gibi.

    bahçeyle ilgilenen bir başkası varmış aslında öğrendiğime göre. ama insan işte diğerinden artakalana göz ucuyla bakıyor çoğunlukla.

    ben zaten çok fazla görmeyeyim diye hızla başımı çeviriyorum yanından gelip geçtikçe. tavır yapıyorum güya aklım sıra olması gerekene.
  • dünya hiçbir zaman güzel bir yer olmadı.
  • her türlü çaresizlik hissi bu detayların başını çeker. üzerine uzunca yazmaya gerek yok.
  • hatırlamak.

    yer, mekan, bir obje, bazen kokunun bir şeyler hatırlatması. güzel anların tekrarının olmaması.
  • kimse istemese de veya kabul etmese de şöyle bir gerçek var ki;

    yaşanan birçok durumda kişiye en büyük zararları hiç beklenmedik şekillerde maalesef en yakınında olanları veriyor.
hesabın var mı? giriş yap