• önce bilmeyenler şuna bir baksın: (bkz: merkezi hastane randevu sistemi)

    ben bu sistemi 4-5 aydır deli gibi kullanan bir adamım. ankara'dan kurtulup fethiye'ye yerleşince, malum trafik sorunu ortadan kalktı. araba da aldım. hastane 3 dakika, ağız diş sağlığı 7 dk uzağımda. alıyorum randevuyu, 30 dakikada dişlere baktırıp geliyorum mesela. temizletiyorum falan. oğlum diş muayenesi için sigorta 5 tl falan kesiyor, bir paket sigara oldu 8 tl. içmeyin şu zıkkımı gidin her gün dişleri partlattırın, zengin göstersin. hem havanız da olur, diş fırçalamıyorum ben her gün temizlettiriyorum dersiniz. neyse konu saptı yine.

    dün yine randeyu alacağım abi. baktım benim her zamanki diş hekimi dolu. diğerlerine bakmaya başladım ama daha önce de hiç gitmediğim için tırsıyorum. sonrasında isimleri alıp, google'dan aramaya başladım. yorum falan çıkar diye. dilek çalıkoğlu isimli diş hekimini ararken, birazdan linkini vereceğim sayfa ile karşılaştım.

    ulan bir yandan çok komik, bir yandan üzücü. adamları düşününce bir içi buruluyor insanın. durum şöyle: arkadaşın biri http://www.agizdissagligimerkezi.net/ diye bir site yapmış ve her adsm için sayfa açıp bilgileri yazmış. başlık da "fethiye diş hastanesi randevu alma" olunca, benim güzel vatandaşım da bu mastardan yola çıkarak, yorum kutusu vasıtası ile randevu almaya çalışmış. ilk okuduğumda anlayamadım ama anlayınca da napsam bilemedim. ahanda diyalog:

    ahmet diyor ki:26 ocak 2012, 19:51
    dolgu yapılacak (açık ve net olarak talebini belirtmiş.)

    ahmet diyor ki: 26 ocak 2012, 19:52
    ön dişden dolgu doktor dilek (bakmış doktor dilek "tamam, gel" yazmıyor, detay vermiş.)

    ahmet diyor ki: 26 ocak 2012, 19:54
    doktor dilek (orda mısın?)

    ferruh akın diyor ki:16 şubat 2012, 09:04
    üst dişlerde damak çekilmesi çürük diş çekimi

    yasin kartal diyor ki:19 şubat 2012, 06:53
    dr. dilek çalıkoğlu

    melly diyor ki:19 nisan 2012, 18:45
    dişlerim rahatsiz ediyor… (diş sevmeyen bir arkadaş.)

    filiz berkant diyor ki:13 haziran 2012, 13:56
    fethiyede tsunami alarmı! (bu troll bunu sallamayın.)

    işte o sayfa!

    http://www.agizdissagligimerkezi.net/…evu-alma.html

    diğer adsm sayfalarında daha fazla malzeme olabilir. onlara hiç bakmadım. bu bana yetti.
  • sene 2006. bir arkadaşım ankara'da sokak çocuklarını topluma kazandırmak için bir proje yapıldığını, sokak ligi altında farklı takımlar kurarak çocukların hem spor yapmalarının sağlanacağını hem de sosyalleşmelerini amaçladıklarını söyledi ve bana da takımların birinin antrenörlüğünü önerdi. kabul ettim.

    ciddi derecede yoksul ailelerin çocuklarıyla iki ay boyunca her hafta sonu idmana gittim. bunlardan birinde takımın en efendi topçularından bir tanesi, küçük bir kardeşinin olduğunu, yaşının takımda oynamak için uygun olmadığını ama izin verirsem onu da getirmek istediğini söyledi. kabul ettim.

    böyle yaşına göre şişman, yanakları kırmızı bir çocuktu oktay. geldiği ilk gün bir çekimserlik vardı üzerinde. ben de buna top oynamayan adamı istemem, hadi bakalım sen de koşacaksın takımla dedim. boncuk boncuk terleyene kadar iki tur attı halı sahanın etrafında. sonra antrenman maçında bunu bir takıma koydum ben. zaten fiziksel olarak güçsüzdü ama koşturdu maç boyunca.

    sonraki idmanlarda hep oktay’ı da çağırdım. sponsor belediye bize bir minibüs vermiş ve öğlen yemekleri sağlamıştı. hep oktay’la oturdum yemeklerde ve yolculukta.

    birgün oktay’ın idmanda ayakkabısı yırtıldı. ayakkabı dediysem öyle spor ayakkabı filan değil. muhtemelen okula, oyuna, futbola herşeye giydiği bir ayakkabıydı. oktay biraz üzüldü bu yırtılma olayına.

    minibüste kaç numara ayakkabı giydiğini sordum. 33 numara dedi. ertesi hafta antrenmandan önce hem spor yapabileceği hem de gündelik giyebileceği bir ayakkabı aldım ona.

    takım toplandığında oktay’ı malzeme odasına çağırdım ve ayakkabıyı verdim. parlayan gözlerle bir hediyeye bir de bana baktı, sonra da giymeye uğraştı. uğraştı, uğraştı, olmadı. sonra ben giydirmeye çalıştım ama yine olmadı. en az iki üç numara küçüktü aldığım ayakkabı. abisini çağırdım, bu oktay 33 numara giymiyor mu dedim. biraz mahcup bir ifadeyle en son iki sene önce bir ayakkabı almıştık, o zaman 33’tü. ama ayağı büyümüş olabilir dedi.

    tamam dedim, sorun yok oktay. sen ayakkabıları bana geri ver, ben haftaya değiştiririm dedim. çocuğun gözündeki bütün parlaklık gitti bir anda. anlamsız bir hüzünle baktı bana. bir hafta bekleyemezdik. antrenman çıkışında ben, oktay ve abisi mağazaya gittik. uygun numarayı aldık. çıkışta da bir şeyler yedik. oktay ayakkabılarına bakarak evine doğru yürüdü.

    sonraki ay hazırlandığımız turnuvayı yaptık. ikinci olduk. oktay her antrenmana ve maça geldi. turnuva bitti, vedalaşıp ayrıldık.

    bir daha görmedim onu. ne yaptı, ayakkabısı ne kadar dayandı, yenisini alabildi mi acaba diye düşündüm hep. bir de her ayakkabı mağazasına girdiğimde aklımın bir yerlerinde hayatıma dair iç burkan çocuk oktay kaldı.
  • olsa olsa en fazla 9 yaşında. elindeki kutunun içindeki oyuncak ve benzerleriyle oturuyor köprünün ayağında.
    derken birden, önünden geçen kadınlara sesleniyor;

    - abla... oyuncak alın çocuğunuzu sevindirin.

    hoffffffff. o ablaların alsın onları, çocuklarını da sevindirsin elbet. sevindirsin de, sen ne ara büyüyüp çocuk sevindirmeyi öğrendin be yavrum? arada sen de oynuyor musun onlarla?
    bir çocuk oyuncaklarla oynamayı kaç yaşında bırakır?

    bazen, bazı sorulara cevap veremiyor insan.
  • derin düşüncelere salan detaylardır.
    kalabalık bir aile yemeğine, çiçeği burnunda bir çift de ilk kez o gün katılmıştı. ama gel gör ki yemek yenilen masa, kişi sayısına göre biraz küçük kaldı.
    haliyle "kimi nereye oturtsak" diye analitik geometri hesapları yapılmaya başlandı aile bireyleri tarafından. sandalyeler birbirine yanaştırıldı ve mesele çözüldü.

    o sırada aileye yeni katılan gelin hanımın ağzından şöyle bir cümle çıktı: "olmazsa ben ayrı bir yerde yerim yemeği..?"

    ve odada esen buz gibi hava..

    gelin hanım eğitimsiz değil, kompleks sahibi değil, aile bireylerine karşı tavır geliştirmiş de değil.
    sadece ailenin kurulu düzenini bozmamak için söyledi bunu sanırım. ama neden? neden mutluluğunun zirvesinde olan bir genç kadın, kendini fazla görür yeni ailesinin yemek masasına?

    hem de kendisine sevgi duyan aile bireylerinin bu teklifi aklına dahi getirmeyecek kadar kendisine saygı göstermesine rağmen.
  • heyoo yeni yıl, çıkalım havai fişek izleyelim diye gece yarısı sokaklara çıkıp, afganistanda 7 ay geçirmiş kanadalı askerin sarhoş almanların dört bir yandan saçıp ortalığı savaş yerine çevirmesinden çılgın gibi gerilip, korkması sonucunda kendini metro istasyonuna atmak. aynı askerin metro istasyonunda yılbaşı yılbaşı ağlayan 17 yaşındaki kızı fark edip neşelendirmeye çalışması, hayatın onun sandığı kadar kötü olmadığını anlatması. kızcağızın life sux ergen triplerinden olgun insana dönüşmesi, sayenizde 2013 güzel başladı diyip sarılıp vedalaşması. bilmiyorum içim burkuldu benim. dünyadan habersiz bizler partimiz kötü geçti gibi ufak tefek şeylere üzülürken insanlar savaşta bildiğin. sonrasında havai fişekten korkar hale gelsinler.

    not: o 17 yaşındaki ben değilim. yok artık. yani keşke.

    (bkz: ptsd)
  • hafta sonu bir tomar para vererek aldığım louboutin botlarımı (çok pahalı olduklarını vurgulamak istiyorum burada) giysem mi giymesem mi diye düşündüm sabah sabah. yerler kar, acaba kötü olur mu dedim ama sonra arabaya binip gideceğim için boşver dedim ve giydim.

    dışarı çıktım arabaya doğru giderken bakkalın çırağını gördüm. bu soğuk havada ayağında eski bir spor ayakkabı, üzerinde mavi önlük ve yarım bir mont ile iki damacana su taşımaya çalışıyor karların arasında. her tarafı ıslanmış, elleri kıpkırmızı. muhtemelen üç aylık maaşı benim botlarımdan daha az ve o her gün sabah 8 akşam 10 çalışıyor orada.

    arabanın yanından geçerken gel dedim bırakayım nereye götürüyorsan onları, bir de asil ki ''abla araban kirlenmesin gerek yok'' dedi. ben de peki dedim.

    işte bu yüzden sevmiyorum fakirleri, halbuki ne kadar mutluydum ben çıktığımda :/
  • ilkokulda hoca gezi var dediğinde o parayı asla ailen karşılayamayacağını bildiğin için hiç ilgilenmezsin ailene sormazsın bile.
  • apartmanda ara katta otururken, alt ve üst katlarınızın ısınmak için bir şey yakmaması.
  • an gece yarısını geçmiş ve önümde yüksek lisans için 2 gün içinde teslim etmem gereken 2 ödev ve girmem gereken 1 sınav varken ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler listemde yapılacak marjinal pek fazla şey bulamadım. lisanstan mezun olalı nerdeyse 3 yıl olduğu için eskisi kadar yaratıcı olamıyorum haliyle. yine de öğrenci ruhumun derinliklerinden gelen bir iç güdüyle eski maillerimi karıştırmaya başladım ve 3-5 saçma sapan mailden sonra gördüğüm tek satırlık bir maille allak bullak oldum.

    ha bu arada bu yoğunluk içinde bir başka sorunumsa yarının yeni işimde ilk günüm olması, önceki işimle yeni işim arasındaki tek ortak nokta ise personel müdürüm. eski işime giriş sürecinde ben başvurmamama rağmen bir şekilde cv'me ulaşmış ve önemli sayılabilecek bir pozisyonda işe başlamama neden olmuştu. ben de bunu ortamlarda gurur nedeni olarak görmüş, ben iş aramam iş beni bulur havalarına girmiştim. iyi, kötü 2 yıl geçirdiğim işimde kayda değer bir başarı sağlayıp, önemli tecrübeler kazansam da zaman içinde heyecanımı yitirmiş, bir süre önce de işle yollarımı ayırmıştım. benden yaklaşık 4 ay öncesinde ise personel müdürü işten ayrılmış ve farklı bir firmada çalışmaya başlamıştı. çalıştığı yerde uygun bir pozisyon oluşunca benim de işten ayrıldığımı öğrenip yine başvurmadığım bir iş için arasam zor bulacağım bir pozisyon için teklifte bulundu. neyse zaman gösterecek neler olacağını.

    asıl anlatmak istediğim olay yukardakilerin çok dışında, eski işime başladığımda henüz toy bir çalışan olmamın da etkisiyle kibarlıktan kırılacak durumdaydım. karşımdaki kim olursa olsun beyler, hanımlar havada uçuşuyordu. stresi yüksek ve birbirinden sıkılmış onlarca insanın arasında biraz da ezber bozan haraketlerimle dikkat çektiğimin farkındaydım. bu durum çeşitli konularda bana avantaj sağlasa da aslında herkesin bu şekilde olması gerektiğine inandığım için ekstra bir çaba sarfetmiyordum. yine de daha isimlerini tam bilmediğim, çoğu benden yaşca büyük, zaman içinde samimi olmaları gerektiğine inandıkları için samimice samimiyetsizliğin dibine vurmuş insanlar arasında yalnız hissediyordum.

    işler yolunda giderken önümde geçmem gereken önemli bir adım vardı. yaklaşık 10 milyon dolar değerinde ve benim sorumluluğumda olan stokların denetimi. ben kısa sürede hakim olduğum işimde buraların kralı benim, en iyisini ben yaparım tavırlarında kendine güvenen ama kibar bir köle misali çalışırken bir yandan da denetim sırasında bir sorun çıkarsa ne yaparım diye üç buçuk atıyordum. endişelenmekte haklıydım çünkü önceki dönemlerden biriken sorunlar ortaya çıkabilir ve bir şekilde benim üstüme kalabilirdi. bir yandan da denetim efsaneleri almış başını gidiyor, 31 aralık'ta yapılan denetimde yeni yıla işte girildiği, eve ancak ertesi sene dönüldüğü gibi iğrenç espriler hayatı sorgulatıyordu.

    neyse 31 aralık günü olağan işleri bitirip, denetimden önce fabrika içinde denetçilere refakat edecek özgür bey'le görüşüp ön bilgi aldıktan sonra beklemeye başladım. ulan gece eve gidebilir miyim diye düşünürken karşıdan 2 kişi göründü. biri az önce görüştüğüm özgür bey diğeri ise denetçi olmalıydı. daha önce ikisini de görmediğim için bana yaklaşımlarından bir sonuç çıkarmaya karar vermişken gelenlerden birinin kafasında bildiğin kukuletalı bere yüzünde de ciddi uzunlukta sakal vardı. ulan bu nasıl denetçi derken kukuletalı, özgür bey çıktı. özgür bey'in özgür abiliğe terfi etmesi ise yaklaşık 15 dakika sürdü. adam her haliyle hayatımda gördüğüm en pozitif, en eğlenceli insanlardan biriydi. rahatlığıyla beni de rahatlatmış ve denetimi baştan sona kontrolüne alıp, günlerce sürecek işi 2-3 saatte tamamlayıp, öğleden sonra evde olmamı sağlamıştı. ilk defa işten eve birinden etkilenmiş olarak dönüyordum ki ne fabrika sahibi, ne de ceo'su daha önce bu etkiyi yaratamamıştı. iş bilirliği kadar hayata bakışı da beni çok etkilemişti. özgür abi okulu bitirdikten sonra bir süre amerika'da çalışmış orda tanıştığı brezilya'lı bir hatunla evlenip önce brezilya'da 1 yıl daha sonra da eşini de alıp türkiye'de beraber yaşamaya başlamış. brezilya günlerinde çalışmayıp, plajlarda futbol ve denizle zamanını geçirmiş. o günleri anlatırken ne kadar mutlu olduğu her halinden anlaşılıyordu. şimdi böyle yazınca tembel bir adam olduğu düşünülmesin, gerçi tembelliğini bilmem ama kesinlikle iş yerindeki en iş bitirici adamdı.

    denetim devamındaki günlerde özgür abi iş yerinde oturup konuşmak, zaman geçirmek istediğim tek kişiydi. farklı binalarda olduğumuz için çok görüşemesek de arada karşılaştığımızda tek mimiğiyle kasıntı havamı değiştirebiliyordu. o kadar komplekslerinden arınmıştı ki lüks arabaların sıralandığı, işçilerin ekmek korkusundan aşağıdan baktığı insanların kendilerini tanrı sandığı ortamda, kısa mesafeleri güvenliğin frensiz, vitessiz bisikletiyle gidip geliyordu. eminim ki hepimizden de mutluydu.

    yaklaşık 1 ay sonra özgür abinin bir süredir garip bir hastalıkla uğraştığını öğrendim. tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama vücudundaki hastalık bacağının şişmesine neden olup hastaneye kaldırılmıştı. neyse ki haberler iyiydi ve kısa sürede taburcu oldu.

    taburcu olduktan 7 gün sonra öldü özgür abi. ertesi gün cenazesi olduğu ve katılmak isteyenlerin şirket araçlarıyla mezarlığa götürüleceğini bildiren bir maille haberim oldu ölümünden. etrafta o kadar insan varken yaşamayı en fazla hak edeni bırakıp gitti. çok üzüldüm. hayatına bir çok şey sığdırmış olsa da daha yaşayamadığı onca şey için üzüldüm. kendi ülkesinden binlerce km uzakta yapayalnız kalan eşi için üzüldüm. hiçbir zaman doğmayacak çocuğuna, babalık yapamayacağı için üzüldüm. koca şirkette yine tek başıma kaldığım için üzüldüm.

    aradan yıllar geçti, ne iş yerinde ne de kimseyi tanımadan geldiğim şehirde kimse özgür abi kadar iz bırakmadı, aklıma geldikçe özellikle de 31 aralıklarda eşime defalarca duyduğu anıları tekrar anlatırım. tanımadığımız şehre beraber geldiğim kız arkadaşımla evlendik, evimizi değiştirdik. şimdi de işimi değiştiriyorum.

    yukarda anlattıklarımla başlık pek uyumlu değil, bu kadar uzun bir detay olmayacağının farkındayım. sadece detayı anlamlandıran olaylar.

    hani başvurmadan kabul edildiğim, şimdi de yeni bir iş bulmama yarayan iş vardı ya. şu ben iş bulmam iş beni bulur muhabbeti aslında o dönem içinde bulunduğum durum hiç de öyle değildi. o işe başlamadan önce daha sonra kazanacağım paranın 4'te 1'ine ders vermek için dershane kapılarında gezip cv bırakıyordum. işsizlikten o kadar sıkılmıştım ki mümkün olduğunca farklı alanlara cv'mi yolluyordum. saçma sapan işlerde çalışmaya hazırdım. hatta bana uygun olmayan birine başlayıp, kısa sürede bırakmış iyice karamsarlığa kapılmıştım.

    o personel müdürünün cv'me nasıl ulaştığını ya da cv'mi kimin ona ulaştırdığını hiç sorgulamadım. sadece bir fırsata ihtiyacım vardı ve devamında o fırsatı iyi değerlendirmiştim.

    işte bu gece yıllar önce yolladığım mailleri karıştırırken farkettim ki , o bunaltıcı dönemde telefonunu ve mail adresini nerden bulduğuma dair en ufak bir fikrim olmayan, tanımadığım biriyle telefonda konuşmuş, daha sonra çalışacağım ama o gün adını dahi bilmediğim şirket mailine cv'mi göndermişim.

    mail aynen şu şekilde;

    "özgür bey merhaba, ben ankalines. cuma günü telefonda görüşmüştük. konuştuğumuz gibi cv'mi yolluyorum.

    teşekkür ederim. iyi günler."

    teşekkür ederim. huzur içinde yat.
hesabın var mı? giriş yap