• eminönü çantacılardayım. girdim bir dükkana. bir çantanın fiyatını sordum. bu esnaf insanı 200 küsür bir fiyat söyledi. bende "ya bu internette 80 tl satılıyor" dedim ve gösteri başladı.
    "bi dakika o zaman abi" diyerek hesap makinesini kaptı yalandan bi kaç tuş, sonrasında "saalii abii bunların potu neydi" gibi saçma sapan bir cümle ile kafasındaki denklemde boş bilinmeyeni de doldurdu. ve tekrar hesaplama yaptı. sonra hesap makinesini bana döndürdü ve yazanı gösterip "en son bu olur" dedi. gösterdiğide inanmazsın 80 tl :)

    200 küsürden 80'e hangi hesaplarla geldi, saliabi o ara hangi sihirli sözcüğü söyledi çözemedim :) içimde keşke 40 tl falan deseydim üzüntüsüyle aldım çantayı çıktım.
  • net söylüyorum bu işin ustası kuyumcudur.

    sene 2011 evlilik teklif edeceğim için antalya'da kuyumcuları dolaşıyorum, bir tanesine girdim bir yüzük beğendik fiyat sordum 3800 tl dedi ama dedi eğer akşama kadar almaya karar verirsen, hesap makinesiyle ilişkisine başladı işte o an. 1,5 dakikalık işlem sırasında nasıl yaptı nasıl etti bilmiyorum ama 3800 tl'yi 1650 tl'ye indirdi.

    işin ustasının kuyumcu olmasının bir sebebi de işin içinde çok parametre var, kar marjı, altın fiyatları, altının döviz karşısındaki durumu, maliyet gider çizgisindeki yeri. türkiye ekonomisi bence bir kuyumcuya teslim edilmeli o hesap makinesiyle altından kalkacağına eminim.
  • kucuk olcekli tipik turk esnafidir. alisverise gitmissinizdir ve misal kazak alacaksinizdir. kazagi denersiniz, hosunuza gider ve almaya karar verirsiniz. ancak hemen hemen her turk insani gibi pazarlik yapacaksinizdir dukkan sahibiyle etiket fiyati uzerinden indirim yaptirabilmek icin. olaylar gelisir;

    siz: "bu kazak guzelmis? etiket fiyati uzerinden ne kadarlik bir indirim yapabilirsiniz?"
    esnaf: "valla, biz, bize gelis fiyatiyla satiyoruz bu kazagi" (ic sesiniz: at yalani .... inanani seklindedir)
    siz: "olur mu ya? bu cok pahali. alaman ben bu kazagi bu fiyatiyla. yapin artik bir indirim (israrlar, israrlar, israrlar)."
    esnaf: (imana gelir) "tamam o zaman bakalim ne yapabiliriz" der

    ve hastasi oldugum surec baslar. esnaf, masasinin ustunde duran devase hesap makinesini (devasa hakikatten, boyle kafam kadar, devasa olmasina devasa ancak ironik bir sekilde ancak dort islem yapabiliyor) alir ve diffirential equation cozermis edasiyla bir o tusa bir bu tusa pasar. derin dusunur. ve

    esnaf: "valla en son bu olur, daha azi bizi kurtarmaz" der ve hesap makinesinde cikan sayiyi size gosterir. (ic sesiniz: hani lan size gelis fiyati buydu? seklindedir ve hala inanmazsiniz o kadar cok tusa basip bu sayiyi bulmasina)
    siz: "tamam o zaman aliyorum" der, odemenizi yapar ve iyi gunler dileyerek dukkandan ayrilirsiniz. esnaf ise bir sonraki musterinin gelmesini ve bu baglamda bir sonraki hesap makinesini kullanimini dort gozle beklemeye koyulur.
  • - çok pahalı. biraz indirim yapın.

    + valla bize de bir şey kalmıyor abicim. olsa..

    - peki madem, kalsın öyleyse.

    + dur abim, senin hatırın için bir şeyler yapalım.

    ( ... hesap makinesine girişme, hesap-kitap ... )

    + (hesap makinesini göstererek) ancak şöyle bir şey yapabilirim.

    - beyefendi siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? "leblebi" yazıyor burada?

    + tamam işte. yarım kilo kajunun yanında 100 gr leblebi de benim hediyem olsun. daha ne yapayım birader? kuruyemişçide pazarlık edeni de ilk kez görüyorum zaten..
  • hesap makinesiyle sözde indirim yapma atraksiyonunu bana bir dişçi, yani diş hekimi yaptıydı bir zamanlar.
    hadi isim de vereyim, onur fenercioğlu'ydu bu hekim.

    çeneme aldığım bir darbenin acısı yıllar sonra yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı. üst çene kemiğimde rezorbsiyon dedikleri bir kemik erimesi, yahut çekilmesi söz konusuydu. bu çekilme sonucunda tutunacak kök bulamayan üst dişlerim sallanıyordu. ve bende de aksi gibi dişçi koltuğu fobisi vardı.

    bir gazetede sağlık muhabirliği yapan bir arkadaşımdan beni hal ve tavırlarıyla korkutmayacak bir diş hekimi tavsiye etmesini rica ettim. çünkü tıp alemleriyle sürekli içli dışlı oluyordu, o bilirdi kim iyidir, kim kötüdür.

    onur bey'i önerdi. onur bey isviçre'den türkiye'ye yeni dönüş yapmıştı o tarihlerde. daha önce de amerika'da bulunmuş, güneş sistemini aşıp galaksinin her yerine gitmiş, eğitimine eğitim, tecrübesine tecrübe, duvardaki diplomalarına diplomalar katmıştı.

    osmanbey'de, rumeli caddesi üzerindeki bir binada yer alan muayenehanesine adım attığımda hakkında hiçbir şey bilmiyordum. kapının önünde eski pan-am logosuna benzer, eylemiyle boylamıyla yerküreyi temsil eden yaklaşık 60 santime 60 santim pirinçten bir levha vardı. stilize edilmiş kürenin kuzey kutbunun üstünde smiles güney kutbunun altında da international yazıyordu. patentliydi logo.

    o çalışma ortamına muayenehane demek biraz haksızlık olur. "klinik" daha usturuplu bir tanım olabilir. roma sütunları, pompeii evlerindekilere benzer terrakota tonlarda freskler, muraller, tablolar ve egzotik bitkiler arasına serpiştirilmiş deri kanepeleriyle ferah mı ferah bir bekleme salonuna aldılar beni.

    onur bey geldi, cömert bir tebessümle elimi sıktı, arka taraftaki muayene odalarından birine yönlendirdi beni. henüz sesini duymamıştım. sanırım dört beş tane kadar tedavi ünitesi vardı orada. ve bir o kadar da asistan çalışıyordu yanında. koltuğa oturup kaykıldım. karşıma geçti. hiç konuşmadan, eli çenesinde, tefekkürle yüzümü incelemeye başladı.

    sonra ilk kez konuştu: "imajınıza yatırım yapmaya hazır mısınız?" diye sordu, selam sabahtan da önce. belli ki üzerinde çalışılmış bir pozisyondu bu: uzun bir sessizlikle gerginliği tırmandırmak ve ardından karizmatik bir çıkışla şaşırtıcı bir soru sormak!

    sorusunu duymamazlıktan gelip kurguladığı diyalog sekansına çomak soktum. "merhaba, nasılsınız?" diye halini hatırını sordum. cevap vermedi, arkama dolanmadan önce elini omzuma götürüp hafifçe sıktı ve şefkatle gözlerini kıstı, ağzını iyice yaydı. bu mimiğinin bir iyiyim cevabı olduğunu anlayacağımı umuyordu.

    bir parantez açık kapayayım; sanırım onur bey'le tanışan birinin es geçemeyeceği bir nokta, yüzündeki o sabit gülümseme olmalı. o kalıp gibi ifadeyi fikslemeye yıllarını vermiş olmalı.

    kalın ve ağır bir fotoğraf albümünü kucağıma bırakıverdi. henüz cevap alamadığı sorusunu tekrarladı: "imajınıza yatırım yapmaya hazır mısınız frankie bey?" eh, artık sürpriz etkisi kalmamıştı bu sorunun. "hayır dedim, "ben burada şifa bulmak için bulunuyorum. sağlığımı kaybetmiş bir vaziyetteyken herhangi bir yatırımla ilgilenecek halim yok şu an için."

    birlikte açtık albümü. sanki alem dergisine bakıyordum. istanbul cemiyet hayatı ve sahne hayatının mümessilleri gözümün önümde before/after halleriyle resmigeçit yapıyorlardı. acaba kim eksik diye sormaya başladım. aklıma gelen bir başka soru da şayet türkiye'ye yeni döndüyse hangi arada derede bunca insanı tezgahından geçirdiğiyle ilgiliydi. neyse, işin orasını fazla kurcalamadım.

    müşteriyi etkileme faslını fazla uzatmadı. albümü kucağımdan aldı. o gün herhangi bir işlem yapamayacağını, önce panoramik diş röntgenimi görmek istediğini söyledi. çıkışta ilk işim, çenemi iki boyutlu satha yayan bu özel formatlı röntgeni çektirmek olacaktı. ertesi gün aynı saat için yeniden randevulaştık. beni kapıya kadar geçirirken, o akşam hyatt regency oteli'nin barında ailecek dostlarını ağırlayacakları bir parti verdiğini söyledi. beni de davet etti, sağolsun. kız arkadaşımla gelebileceğimi söyledim.

    o akşam çıktık gittik elmadağ'daki hyatt'a. hatırımda kaldığı kadarıyla, lobiden girince solda kalan bir bardaydı parti. içerideki insan gürühu, o gün kucağıma bıraktığı külçe albümün ete kemiğe bürünmüş haliydi. magazin forever'ı bizzat yaşıyorduk. içind fularıyla beyaz bir ceket giymişti onur bey. zarif eşi ve zarif kızıyla birlikte barın arkasındaydılar. her misafirle kısa bir selamlaşmanın ardından ne içmek istediklerini soruyorlar, bardaki profesyonel barmenler içkiyi hazırlarken az biraz daha sohbet etme fırsatı buluyorlardı. misafir, içkisi hazır olunca onur bey'in elinden alıp kalabalığa karışıyordu.

    sıra bize geldi. eşi ve kızıyla tanıştık. içkimizi aldık. uygun bir gözlem noktası seçip etrafı temaşaya daldık. içkimiz bitince teşekkür ettik ve partiden ayrıldık.

    ertesi gün, panoramik röntgenimle birlikte tekrar gittim. önceki akşamki nazik daveti için teşekkür ettim. onur bey'in ağzımın içini kısaca bir muayene faslından sonra bekleme salonuna aldılar beni. az sonra onur bey geldi karşıma oturdu.

    ağzımda yapmayı düşündüğü işlemlerden söz ettik. iş listesi epeyce uzundu; implantlar, kemik ekimleri ve tonla ortodontik işlem. klipsli bir not defterinde hepsini alt alta yazdı.

    ve sıra geldi hesap kitap aşamasına. sehpanın üstünde duran kahve masası tipli popüler kültür kitaplarının arasında oversize hesap makinesini farketmemiştim. garsonların yenilen içilenlerin fiyatlarını alt alta yazması gibi, o da her işlemin karşısına işin bedelini yazıyordu ama ne yazdığını göremiyordum. o anda elimden gelen sadece mimiklerindeki miniskül nüanslardan beni bekleyen sermaye transferinin miktarını tahmin etmeye çalışmaktan ibaretti. durdu durdu ve sonra beş haneli bir dolar meblağı telaffuz etti.

    tepki veremeyecek kadar şaşkındım. suratımı iyi okumuş olmalıydı ki makineyi tekrar eline aldı ve daha güçlü tuşelerle iskonto faslını açtı.

    tam karşıma geçmiş kuyumcuların hesap makinesi fantezisi adlı senfonik şiiri seslendiriyordu.

    o tescilli gülümsemesi gitmiş, yerini bir endişeli bakış spektrumuna bırakmıştı. hesap makinesinin tuşlarına her basışında sanki içindeki sıkıntıları dışarı boşaltıyordu. bastı bastı bastı.

    adam yaşama sevinci içinde, makineye isviçre menşeli implantların fiyatını koydu, alman menşeli domuz kemiğinden dolgu malzemesini koydu, adını sanını bilmediğim pahalı pahalı dental malzemeleri koydu, işçiliğini kârını koydu, muayenehanesinin sabit giderlerini koydu, kdv'yi koydu, gelir vergisini koydu, pencereden gelen ışığı koydu, makine de makineymiş ha, bana mısın demedi bu kadar yüke, bir iki sallandu durdu, adam ha babam koyuyordu.

    toplam rakam o kadar yüksekti ki arabamın anahtarını sehpaya bıraksam, üstüne holosko artı bir miktar para versem bile yetmiyordu.

    baktım ki manasız bir yolda ilerliyoruz, tiyatroyu kesmeye karar verdim. "bakın onur bey, siz ne kadar indirim yaparsanız yapın benim bütçemin sizin istediğiniz paralarla yakın veya uzak alakası yok, böyleyken böyle." dedim. ne kadar pazarlık edersek edelim, istediği tutarı ödemem mümkün değildi. esasen sadece indirim yüzdesini oluşturan meblağ bile birkaç öküz parasıydı.

    sözümü bitirdiğim anda, bir başka ifadesini daha görme fırsatı buldum. sempatiden, şefkatten, sevimlilikten eser kalmamıştı. hışımla yerinden kalktı. elimi bile sıkmadı. pis bir bakış fırlatıp arkasını döndü, sekreterine "röntgen filmini verin" diye talimat verdi ve koridorda kayboldu. ona bir müşteri olamayacağımı anladığında, saniye sektirmeden maskesini çıkarmış ve gerçek yüzünü hiç çekinmeden göstermişti. açıkçası sinirlenmişti. vaktini boşa harcadığına hayıflanıyor olmalıydı. belki beni partisine davet ettiğine bile yanıyor olabilirdi. ama benim için çok da fifiydi.

    hesap makinesiyle sözde indirim hesaplayan esnaf dendiğinde benim payıma düşen hatıra da budur işte.

    .
  • birçok tuşa basıp sonunda silip istediği rakamı yazan esnaf ve birçok tuşa basıp sonunda silip kendi istediği rakamı verecek küçük bir işlem yapan esnaf olarak ikiye ayrılırlar.
  • hesaplaması bittikten sonra hesap makinesini size çevirdiği anda oluşan anlık heyecan paha biçilemezdir.
  • zamanın birinde bir arkadaşıma kız isteyecektik.
    bu işin bile özel alışverişi oluyormuş; bilmiyordum.
    o zamana kadar ilgilenmediğim işler olduğundan detayları öğrendikçe -elbette- hayretler içinde kalıyordum.
    neyse, konu bu değil.

    bunların oralarda bir gümüş gondol geyiği varmış.
    bu gümüş gondolun içi çikolata ile doldurulup kız istemeye gidiliyormuş.
    aradık, sorduk nereden alınır diye; ankara kızılay'da zafer çarşısı'nın oralarda şimdi adını hatırlamadığım bir çarşı ismi öğrendik ve gittik.

    bizi oldukça yaşlı bir amca karşıladı.

    -hoşgeldiniz
    +hoşbulduk, gondol bakacaktık.

    sadece gondol demek yeterliydi; zira dükkandaki her şey gümüştü.
    belki yaşlı amca bile...

    amca birkaç değişik gondolu tezgaha dizip hemen arka odaya seslendi:

    -muhittin bey bakar mısınız!

    neden sonra muhittin bey arka odanın kapısında belirdi.
    bembeyaz saçları ve yaşlılık lekeleri olan gayet iri yarı; az evvelki amcadan da yaşlı bir başka amcaydı.
    belli ki yıllardır beraber işletiyorlardı bu dükkanı.

    *hoşgeldiniz
    +hoşbulduk
    *gondol bakıyorsunuz?
    +evet ama çok çeşit varmış; şaşırdık doğrusu.
    * eh eh eh öyledir

    buradaki gülüşün tonlaması çok önemliydi aslında ama yazarak tarif etmek zor. nasıl desem, dolar artışından önce parasını dolara bağlayıp da şimdiki kuru gördükçe kendi kendine gülen adam gülüşü gibi bir şey.
    sanırım anlaşıldı.

    +şu ne kadar mesela?

    meğer sihirli soruymuş, bilemezdik ki...

    muhittin bey usulca tezgahın alt rafına uzandı ve üzerinde kılıfı olan bir aleti tezgahın üstüne koydu.
    aletin ne olduğunu anlayamamakla birlikte kılıfın üzerinde neredeyse silinmiş bir yazı dikkatimi çekmişti:

    "facit"

    muhittin bey kılıfı çıkardı, dini bir ritüel edasıyla usul usul ve dikkatlice katlayıp kenara koydu.
    şimdi karşımızda bütün ihtişamıyla bir mekanik sistem duruyordu.
    tam o anda bir flashback yaşadım!
    çocukluğuma dair önemli bir imgeydi bu makine aslında.
    okulların kapalı olduğu zamanlar babamın işyerine gittiğimde vakit geçirmem için önüme koyulan mekanik hesap makinesiydi bu!
    gözlerim doldu...

    ben bunları düşünürken muhittin bey'in parmakları çalışmaya başlamıştı bile.
    tuşların üzerinde bir piyanist edasıyla dolasan elleri arada sırada yandaki kola uzanıyor ve sert bir hareketle yekunu alıyordu. bu esnada öyle mekanik bir ses çıkıyordu ki etkilenmemek imkansızdı!

    derken arkadaşla gözgöze geldik; ikimiz de adamın facit'i kullanışındaki ustalığa hayran kalmıştık.
    hayretler içinde onu izliyorduk!

    aman allah'ım!
    yoksa bu bir büyü müydü?

    biz şuursuzca muhittin bey'in ellerini izlerken mekanik ses bir anda kesilmiş; bu kez bütün sevecenliğini takınmış haldeki amcanın o davudi sesi duyulmuştu:

    *evet arkadaşlar, bu parça 1920tl
    +hasikome
    *efendim?
    +biraz fazlaymış; peki ya şuradaki?

    aman yarabbi yine aynı ses başlamıştı!
    sanırım bu kez ikimiz de kendimizi kaybedip bu sese kapılmıştık.
    her bir tuşun ayrı tondaki mekanik sesi bizi ele geçiriyor; yekunun son vuruşu aklımızı alıyordu.
    muhittin bey bunu anlamışcasına hesabı daha da uzattı.
    o tuşlara bastıkça biz daha derin bir hipnoza giriyorduk.
    ama o durmak nedir bilmiyordu!

    +devam et seni lanet olası! devam et! sakın durma!
    *efendim?
    +lütfen durmayın muhittin bey. güzel bir fiyat bulana kadar devam edin.

    muhittin bey'in müstehzi gülüşü görülmeye değerdi.

    son yekunu aldı ve facitin yüzünü bize çevirerek görmemizi istediği sonucu bir de kendi söyledi:

    *1780tl

    bu fiyat da fazlaydı bizim için; ama bir üçüncü hesaplama ritüeline dayanabilir miydik emin olamadık.

    +tamam alalım.

    ruhumuzu ele geçirmesine izin vermeden dışarı attık kendimizi.
    yalnızca bir miktar para vererek elinden kurtulmanın sevincini yaşıyorduk.
  • bir keresinde casio fx82 ile hesap yaptığına şahit olduğum bir esnaftır.
    dedim heralde yapacağı indirimin istatiksel sapmasını, yıllık tefe tüfeye göre integralini aldıktan sonra bulup bir değer biçecek. saygı duydum indirimsiz fiyattan aldım.
  • bir esnafın sattığı herhangi bir ürünün kendisine maliyeti, kar marjı, kdvsi, inebileceği maksimum tutar, nakit ihtiyacı gibi konuları hesaba katabilmesi için hesap makinesine ihtiyacı yoktur. o zaten onlarla yaşıyor, uyurken bile o hesabı yapıyor, hesap makinesi işin pazarlaması. hele ki hesap makinesini açtıktan sonra makinenin klavyesindeki rastgele bir sütundaki tuşlara baştan sona parmağını hızlıca sürüyerek basması apayrı bir konu. zaten illüzyonun, hatta hipnozun başladığı an odur. yapılan kolpadan işlemler sonrası çıkan rakamı makineden göstererek indirimli fiyatı rasyonalize eder. artık kapı gibi dayanağı olan bir fiyattan bahsedilmektedir. koskoca hesap makinesi yalan mı söyleyecek, oluru bu.
hesabın var mı? giriş yap