• şöyle bir soru sordurur bazen kişiye:
    "kim seni kendinden daha fazla kandırdı?"
    *
  • seni çoğunluğun normal gördüğüne bandırmak eylemidir. *
  • yalan sölemek
    aptal yerine koymak
    "niha nasıl da yedi" konumuna düşürmek
    "saaalaaak saaalaak" demek
  • sandırmaktır, bildiğini sandırmak.
  • oyalamak biraz da başka şeyler ile.
    kişinin sahip olduğu zamanı ellerinden almak, şapşallaştırmak.
    bas bayağı gerçeği yahut gerçekleri saklamaktır, biraz da çocuğa davranır gibi davranmaktır hani.

    ne desek ki, "kandırmak", başlı başına karşında duran insanın yüzünü başka yere çevirmektir.

    küçük bir çocuğu yıllarca luna parkta bırakmak, kimi zaman da oyuncaklar ile bir köşede unutmak gibi.

    aslında bir bok değildir.
  • lafta sürekli "yanındayım" diyerek ümit veren, bir şeylere olan inancınızı sağlamlaştıran insanın, ihityacınız olduğununda toz olmasıdır.
  • moğol dilindeki kanu fiil kökünden türeyen kelime.
    tatmin olmak anlamına gelir.
    yalan söylemek, ayakta uyutmak vs. anlamlarında kullanıldığında; ayakta uyutmaya çalışanın kendisini tatmin etme çabası içinde olduğunu görürüz.

    zaten, tatmin olmak da kendini kandırmak değil midir?
  • sahtekar olmak. kandıran olmak, insanın olmak istemediği bir şey değil ama giymek zorunda kaldığı bir maske olabilir. çünkü sahtekar aynı zamanda güçlüdür. aynı anda da güçsüz. kendisi olamaz, güvenemez ve her şey bir tehdittir. her an her şey için tetikte bekler çünkü küçük düşürülmeye bağışıksızdır. bu da onu kendine yabancılaşmaya iter çünkü maskenin arkasını hatırladığında ve ona göre davrandığında bir sahtekar gibi hissettirilmiştir. sanki yaptığı şey onun içten bir şekilde yaptığı herhangi bir şey değil de onu her an yalnız bırakabilecek, tüm kırılgan ve değerli şeyleri mahvedecek bir iç kordur. kendisini tehlikeli bulur ve gerçekten de tehlikeli biri olmaya başlar. böylece başka türlüsünün olamayacağını bildiğinden ona giydirileni kabul eder, kendisini kaybeder.

    bence bir sahtekar sürekli yüz üstü bırakılmayı düşler. artık sürekli tehdit altında ve tetikte olmayı normalleştirebilir, önceden yaralanmaktansa daha da önce davranmış olmayı kendine hak görebilir.

    bir sahtekar aynı camus'nun da dediği gibi, bilir ve umut etmez. sadece gerçek olmadığını bildiği ve her an başına yıkılacak bir çayırın çöle dönüşmesini bekler.

    aynı kısımda camus şöyle diyor. don juan her kadını aynı coşkuyla sever. bence burada söylenen şey doğru. çünkü o sevemez. sadece terk edeceği günü, sırtına aldığı o ağır yükü, sevilmekten ve birinin tutsağı edilmekten delicesine korkmayı bilir. anne sorunları burada devreye giriyor. ancak bir anne, bir erkeği böylesine ağır bir yükün altına sokabilir. oğul sevildiğini bilir. sevildiğinden emin. her kadının getirdiği şey aynı. sevgi. anne sürekli adına sevgi diyor. ama nedense dünyanın en ağır şeyi. çünkü sevilmek bütün bir borç. iyi niyetli bir annenin getirdiği sevgi değildir de nedir? sevgi değildir, iyi niyettir.

    hakkında tek şey söylenmiyor. sevilmek. adı bu. bir erkeğe aslında sevilmediğini, sadece babasıyla yarışmak zorunda bırakıldığını nasıl anlatırsın? anlatamazsın. çünkü bazılarına değerli hissettiren, sadece ödedikleri bu sonsuz borçtur.

    (bkz: #153226889)

    o yüzden sevdiğimiz insanlara karşı bir sahtekar, bir kötücül, bir şeytani varlık olduğumuzu düşünmek, onları kandırdığımızı sanmak, sahtekar gibi hissetmek, kendimize ihanettir. bu durumda sahtekar olduğunu bilen sahtekar olur çünkü. utanç, kişiyi kibirli olmaya iter. ve aynı anda hem güçlü hem de güçsüz olmak bir sahtekar olmayı gerektirir. çünkü evet, maske güçlüdür. maske ne kadar güçlüyse onu yaratan kişi de o kadar güçsüzdür. olmayı istemediği bir şeyi güçlü hissetmek için, var olabilmek için giymek zorunda kalmıştır. ve bunda kendisi rahatsız hissetmedikçe bir sakınca yoktur. bir can arkadaşımın da dediği gibi "aptalca oyunlar oyna. aptalca ödüller kazan."

    bu yönden varoluşçu filozofların ve yazarların sözlerinde insanın delicesine yüklü arzuları olduğundan bahsedilir. ve bu arzuların ahlak denilen şeyle asla uyuşmayacağından. bir iç yasayla var olamayacağından. insan yeter koşul altında her şeye dönüşür, özü varoluşundan sonra gelir. bence gayet doğru. insan yoldan çıkar sürekli. yoldan çıkması gerektiğini kendine hak görür ve çıkar. insan yaşamak için kendisine bir şeyleri hak görmesi gereken tek varlık. ve bunda bir hata bulmak varoluşçuluğun karamsar yönlerinden biri.

    yazarları okursanız oldukları toprağa yabancıdırlar. topluma, kavramlara, kelimelere bile. her şeye yabancıdırlar. kötücüllüğün ve umutsuzluğun normalleştirilmesi gerekiyordur insan onurunu korumak için. sınırın içinde barınan kişi kendisini bulamaz. başka türlü kişinin toplum içerisinde silineceğine, sürünün parçasıyken gerçek olan hiçbir şeye dokunamayacağını söylerler. çünkü kendilik, kendisine özgü olduğu sürece var olacaktır. neden doğru olmasın bu? kendine hak görmeye gerek kalmadan yaşamak. sadece kendin, sürekli devinimde olan, kendine çekmek istedikçe ilerleyen, kendine hak görmemeli, onur buradan gelir der. kötü olarak adlandırılsa da onurunu kaybetmez ve yapar. sürüye katılmadığı için ayakta kalır. ama bir insanın kendisini tamamen feda etmesine girer bu. kişi yapamadığını yapamayacak, yapabildiğini yapacaktır ve bu onu gerçek kılacaktır. sonunda. vicdani hesaplaşmasını da yürekliliğine yoracaktır. kandırmıştır ama bilerek.

    biz tek başımıza kendiliği baştan yaratamayız. yani izole kalmak, aynalanmayı engeller. aynalanmak zorundayız. ama varolan da evrildiği zaman eski olandan başka hiçbir parçası kalmaz. klasik felsefe sorusu. gemi hala aynı gemi mi? (ben kandırmak başlığındaydım. her neyse.) gemi bence hala aynı gemi. bunu düşünmek rahatsız edici. çünkü gemiyi aynı kılan diğerlerinin ne düşündüğüdür. aynı borca geri döndük. sevgi borcu. gemiyi sevenin, gemiyi kabul etmemesi durumu. şimdi değiştiğini kanıtlamak için gemi kendini sabote etmeye başlayacak. burada geminin sadece gemi olmadığı fazla belli.

    ben toplumun sürü olarak görülmesi gerektiğine ve insanın kendine özgü oluşunu engellediğine inanmıyorum. kişinin bağımlı olmaması gereken şey toplum, toprak değildir. bence kişinin bağımlı olmaması gereken tek şey sevginin insanın kendisine zarar veren tanımlarıdır. ve toplum, ve toprak ve birlik direnci, ve dilin insanı kemirerek yeniden yaratabilme gücü sevginin, umudun ve coşkunun yakıtıdır.

    her şeye yabancılaşmaya neden olan bu bence. sevdiğine inandıramayan ve bundan vazgeçmiş insanlar. sahtekar olduklarını düşünmek insanların hoşuna gider. şu imalı sözler, komik çıkışlar, yükselişler ve kendini bilmeyişler, çocuksulaşmak... söze gelince kalpsiz köpeklerin hepsi diğer kümesinde. ama garip bir şekilde insan kendisinin sürecin bir noktasında daha üstün olduğunu düşünmeye meyilli olduğunu da kabul eder. demek ki kalpsiz köpeklerin hepsi burada. yani varoluşçuları karşıma almış falan değilim. beni delirtmeyin. neyssssse.

    onurlu bir yaşam sürmek için sevgiyi bir yük gibi taşımaması gerektiğini düşünen insanlar kendi özlerine yabancılaşıyorlar.

    varoluşçuluğun, bu yönden, çıktığı noktanın sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. ama vardığı nokta, geldiği yerdeki sıkıntıyı hafifletir. çünkü maskeyi öldürmeye çalışır ama onunla yüzleştiremez. insanın kötücül olduğunu kabul etmesi bir yüzleşme hali değildir. kaçma halidir. böylece kişi sahte olmadığına, tek başına ve gerçek olduğuna inanana dek izole kalır, kendisi ve maskesiyle. yeniden toprakla bütünleşene dek. ya yaşarken ya da ölüyken.

    insani olanın ya da olmayanın kendine özgülükle yeşertilmesi varoluşçuluğun en çekici ve güzel yanlarından biridir. ama genelde kabul edilmesi gereken hiçbir insanilik de yoktur. toplumun kanısına göre hareket etmek bu yönden kısırlaştırıcı görülebilir ve kendine bir şeyi hak görerek yaşamak ikiyüzlülük varsayılabilir ancak bir insan maskesiz ancak bu şekilde yaşar.

    ya kendisine bir şeyi hak görecektir ve bunu insani kabul ettirmeye çalışacaktır, bu şekilde varolacaktır. ya da kaçacaktır. işte bu varoluşçuluğa karşı "yapmayın gözünüzü seveyim." tavrımın zaman zaman yükselişi bu yüzdendir. kişi ancak kendisini aynalayabilecek insanlarla bir iletişim içerisindeyse varolabilir. yoksa maskesi ve kendisi olmak üzere ikiye bölünür. e haliyle yalnız olmaz tabii. ama bu da maharet mi bilemiyorum.

    kandırmak başlığından varoluşçulara "hıh!" diye trip atarak ayrıldım resmen. iyi bitireyim, korkarım kendilerinden lol. hepsine selamlar. evet dünya çok boktan. sevilmek bile bir yük.

    edit: bu arada bir insan aynalanmadan kendisi olamaz demiştim ve arkasını doldurmuş gibi hissetmedim. bir insanın kendisini görmesini sağlayan tek şey, bir başka insandır çünkü. ben sadece bunu bilerek tüm bu yazıyı yaratmış oldum. kandırdığımızda biz yokuz ortada. kandırdığımızda karşı tarafın gözlerinden yansıyanı görürüz ve bu sadece kandırdığımızdır. yani kendimizi göremeyiz. bu da insanın kendisine ihanettir. o devinen şeye hakarettir.
  • insan şerefine yakışmayan bir fiil, tutum, görünüm bütünüdür. miş gibi yapmak, olmak, görünmek çok adicedir hatta en adi insan halidir. insan şeref icabı yalana, kandırmaya, aldatmaya tevessül etmez, etmemeli.
  • kişinin (kişiliksizin); kendi egolarını tatmin etme, özgüvenini ayakta tutma çabası içinde; farkedildiğinde, karşıdaki insan üzerinde yaratacağı hislerin/etkilerin belki de hayat boyu izlerinin kalabileceğini düşünmeyerek, bencilce başkalarını araç olarak kullanması...
hesabın var mı? giriş yap