• bugün debe'deki entry'yi görünce şaşırdım çünkü "karadeniz insanı kendi hariç herkesi suçlar" denmiş. ben bunu şöyle düzelteyim müsaadenizle: "karadeniz erkeği kendi hariç herkesi suçlar".

    neden, çünkü karadeniz erkeği *köyde* çalışmaz. çalıştırmayı, emretmeyi, buyurmayı çok sever ve ne kadar iyi çalıştırdığı ile övünür. karadeniz mutfağı feministik bir bakış açısıyla incelenmeli. olay tamamen kadınların, coğrafyanın el verdiği sürece uzun süre dayanacak gıdalardan, bütün gün dışarıda çalıştıktan sonra evde hızlıca yapabileceği yemekler üzerine kurulu. birisi doğu'yu, iç anadolu'yu örnek vermiş ve buna şaşırıyorum: karadeniz'de saatlerce çiğ köfte yoğurmakla uğraşacak tek bir erkek var mı?

    ikna olmadıysanız hızlıca bakalım:

    1. bolca turşu yapılır: kışın dayansın.

    2. bu turşular sürekli kavrulur: mevcut şartlar içerisindeki en hızlı yemek.

    3. mısır ekmeği: beyaz ekmeğe göre geç bayatlar, daha kolay ulaşılır.

    4. etli yemek eksikliği: etli yemeklerin tamamı vakit alır, pişmesidir, işlenmesidir vs. kadının buna vakti yok çünkü bütün gün tarlada çalıştıktan sonra eve gelip bir de külfeti doyurmalı.

    5. muhlama/mıhlama, kuymak ve alternatifi bin çeşit yemek: evde her zaman bulunabilen en temel yiyeceklerle hazırlanan hızlı yemek.

    6. kara lahana yemekleri: bu güçlü ve yağmur ve yükseğe dayanıklı ürün çoğunlukla haşlanıp içine tereyağ atılarak "yemek" haline getirilir ve çorba olduğu iddia edilir (biraz da mısır yarması ile). ama karadeniz kadınının gözünden bakınca tarladan gelince yapabileceği en hızlı yemektir, suludur, yanına mısır ekmeği ile doyurucudur.

    vs vs. bütün yemeklere benzer şekilde bakabilirsiniz. diğer bölgelerin o külfetli, bolca ürün işleme ve iyi yakılmış bir taş fırın isteyen, haliyle erkek ya da toplu bir kadın grubunun yardımını gerektiren hiçbir yemeğini bulamayacaksınız.

    karadenizli kadın tanıdığı olan herkes, bütün gün kadınların tarlada nasıl deli gibi çalışıp bir de eve geldiğinde ahır ve ev ahalisinin işleri ile uğraştığını anlatır. hatta ahırdaki inekler hiçbir zaman çok olmaz, olanlar da evdeki aileden birisidir çünkü inek, evin "kadınınındır". tüm ağır işiyle birlikte.

    o sırada erkekler sabah kalkıp kahveye gider ve akşam yatma vakti gelene kadar kahvehanede dedikodu yapıp kadınlarını nasıl çalıştırarak nasıl büyük "erkek" olduklarıyla övündükten sonra eve gelir ve haliyle "bir yemek kültürü" oluşmaz.

    bu karşılıklı toksik bir kültür haline gelir çünkü kadınlar gençliklerinde bunu yaşadıktan sonra erkek çocukları evlendikten sonra kendileri de gelinlerine bu işi aktarmışlardır. gel zaman git zaman, tanıdığım çoğu karadenizli genç kadınlar artık annelerine, anneannelerine vs yapılan eziyetlere karşı tepki olarak güçlü, feminist bir hale gelmeye çalışıyorlar...

    edit: dünden beri mesaj kutumda o kadar çok hakaret işittim ki sinir olmayı bırakıp gülmeye başladım. arkadaşlar siz manyak mısınız? herkes yedi ceddimin hesabını vermemi bekliyor bunları yazarken gerçek karadenizli olup olmadığımı (onlara ihanet edip etmediğimi :) değerlendirmek için. nereli olursanız olun beğendiremiyorsunuz ve hep kusurlu sizsiniz: iyi gözlemleyememiş, iyi öğrenememiş, iyi bir şekilde yazıya dökememişsiniz... tüm bunlar bizi bu entry'nin en başına götürmüyor mu?
  • esas sorun kotu olmasi degil, buna 40 tane bahane bulmalari.

    cografya kotuymus de malzeme yokmus, hatta birkac tanesi vakitlerinin az oldugunu bile iddia etmis.
    365 gun calistiklari icin yemege firsat bulamamislar :)

    neredeyse ulkenin 3/4'ü çöl ikliminde, ic anadoluya 6 ay yagmur yagmadigi oluyor.
    guney dogu desen adam cati bile yapmiyor dusun kurakligi.

    o adamlarda malzeme var da sizde yoktu herhalde.
    yozgat'ta testi kebabi madeni cikiyor tabi.

    karadeniz insani kendi haric herkesi suclar.
    cok zorlarsan
    "senin damak tadin kotu, tursu kavurmasi super"
    deyip isin icinden siyrilir.
  • yunanlılar bile kıskanmayıp bir bok çalmamıştır bu yöreden.
    işte öyle bir mutfak.
  • tek kelimeyle 'korkunçtur'

    giresunlu bir anneanne ve dedenin evinde büyümüş biri olarak çok rahat söyleyebilirim bunu.

    şöyle ağız tadıyla bir yemek yiyelim dendiğinde sofraya kiraz tuzlaması falan konuyordu.

    misafir geldiğinde -ki gelenler de giresunlu- sofrayı donatıyorlardı, dible, galdirikle vs.

    ben bunu yemem dediğinde de şşş ayıp diyorlardı. ayıbını sikiyim abi ısırgan ya da tiken ucu yemek istemiyorum işte.

    liseye kadar 50 kg falandım. sonrasında anneme bi şekilde emekli maaşı bağlandı da diğer mutfakları deneyimlemiş olduk.

    edit: çok mesaj geldi sen de giresunlu musun diye, yüce rabbime hamdolsun ki değilim…
  • artık rahat bırakılması gereken mutfak. coğrafyalarında yetişen ürünlerden türettikleri yemeklerle karınlarını doyuran insanlar bunlar. kadınlar tüm gün bahçede, tarlada çalışıp bir de büyük baş hayvan baktıkları ve erkekler bütün gün kahvede oturup dedikodu yaptıkları için; karadeniz kadını elindeki materyali hızlı şekilde pişirmek zorunda. evde bir de karını doyması gereken çocuklar, kaynana ve kahveden dönen yorgun büyük baş var çünkü. hal böyle olunca da basıyor karalahanayı suya haşlayıp yiyorlar çorba niyetine. ya da mısır ekmeği, turşu gibi dayanıklı ürünlerden şipşak yemek yapıyorlar. amaç doymak çünkü.

    kimse karadeniz mutfağı sevmek zorunda değil. lakin karadeniz yemeklerini sevmeyenlerin hunharca kötülemeleri ve karadenizlilerin de yemeklerine milli meseleymişçesine sahip çıkmalarından dolayı bir çatışma var. istanbul'da doğup büyüyen bir karadenizli olarak ben de sevmiyorum yemekleri ama boklamıyorum da. yaşam şartlarının oluşturduğu durumlar nihayetinde. isteyen istediğini sevsin yesin.
  • yokluktan çıkmış hissi veren mutfak.
    zira ne yaparsa yapsin hicbir salatalığın soganla kavrulmayi hakettigini düşünmüyorum.
  • içerisinde makarnaya şeker atılarak yenen bir öge vardır ki evlerden ırak.
  • anne tarafı karadenizli biri olarak muhlama ve pide dışında asla içselleştiremediğim mutfak. çocukluğumda köye gittiğimizde o kara lahana sarmasını bitmeyen bir "belki bu kez normal yapraktır" umuduyla ağzıma atıp her seferinde hüsrana uğrardım. patikalarda ayağıma değmesinden deli gibi korktuğum ısırganı pişirip sofraya getirdiklerinde hem bunu akıl etmelerine inanamamış hem ağzıma batar korkusuyla yiyememiştim*. patatesli yemeğine bayıldığım taze fasulyenin turşu yapılmasına da anlam verememiştim çünkü turşusu yapılabilecek bir sürü sebzemiz vardı. genel kanının aksine karadeniz insanının yokluktan değil meraklı ve maceracı ruhundan kaynaklı böyle ekstrem bir mutfak yarattığını düşünüyorum*.
  • yöresel mutfaklar diye kategorileştirip türkiye'nin bölgelerine baktığınızda şüphesiz en lezzetsiz mutfak karadeniz mutfağıdır.
  • bir karadenizli olarak, kuymaktan başka hiçbir yemeğini beğenmiyorum karadeniz mutfağının. hamsi, karalahana, mısır unu vs vs. hataylılara, güneydoğululara bakıyorum, adamlar resmen sanat eseri oluşturuyor mezeleri ve etleriyle, egelilerin birbirinden leziz zeytinyağlıları var, bizim neyimiz var? hamsi. pehhhh
hesabın var mı? giriş yap