• konuşmak, etimolojik olarak kon-mak fiil kökünden gelir. konmak, bir yere oturmak, bir yerde konaklamak, bir yeri mekan tutmak gibi anlamlardadır. kon-uş-mak ise, -uş işteşlik eki yardımıyla türetilmiş bir işteş (müşâreket) fiil olup, iki kişinin karşılıklı olarak "konması" yani ki karşılıklı olarak oturması ve bu haldeyken vakit geçirmesi anlamındadır. nitekim komşu kelimesi de aynı kökten türemiş bir başka türevdir (müştak).

    günümüzde ise, kelimenin anlamı tam bir erozyona uğramış haldedir. birincisi fiil, işteş halinden nerdeyse tamamen uzaklaşma eğilimindedir. bu manada, geçişsiz bir fiil olarak tekil bir eylemi anlatır olmuştur. "başbakan konuştu" örneğindeki gibi. hele hele konuşmak fiilinin monologlar için de kullanılır olması, bu anlam kaymasının bir başka kesin örneğidir.

    bu anlam kayması, dil açısından sakınca taşıdığı kadar, toplum için de sakınca taşıyor. zira "konuşmak" fiilinin işteş manasından uzaklaşması ve herkesin kendince uzman bir monolog haline gelmesi, insanımızı da dinleme ve anlama kaygılarından uzaklaştırıyor. bu da birbirimizi anlamayan ve birbirimize tahammül edemeyen yığınlar haline gelmemize yol açıyor maalesef...
  • vurucu bir yasemin mori şarkısı..
    mutsuz punk ile birlikte albümün sonlarına saklanmış, yarım saatlik zararsız görünen bir albümün sonlara doğru insana ne taklalar attırabileceğinin ispatı niteliğinde sanki. bir ayağınız çukurda, yaşanmışlıklar, konuşulmuşluklar, dinlenmemişlikler, anlaşılamamışlıklar aklınızda flashback formatında akıp giderken dinlenmesi pek olasıdır.
    albüm kartonetinde şarkı sözleri kısmında silik bir şekilde de olsa "konuşmak: 1 / yapmak: 0" diye yazmakta, onu da not olarak düşeyim.

    bazen keserdim, biçerdim
    yakardım giderdim belli ki sorun bu!
    hem de yanardım, dönerdim
    gün olurdu sönerdim
    sabit kalsam olur mu?

    zaten yıprandım, yırtardım
    gerekirse bağlardım ama hep geç olurdu!
    şimdi duruldum
    sana inanır dururdum
    bir de seni başıma taç yapardım!

    ben seni dinlemedim
    sen beni anlamadın
    cevapsız soruların
    boynumda kolların, al senin olsun!
    sen beni yenemedin
    çünkü ben senle oynamadım!
    kurnaz oyunların, çıkmaz bu yolların
    al senin olsun!

    çünkü güzeldin, üzerdin
    etrafta dönerdin, ama gitmen kolaydı
    düşününce geçerdim, bir oh çekerdim
    nasılsa tek kişilik bir oyun bu!
    zaten yıprandım, yırtardım
    gerekirse bağlardım ama hep geç olurdu
    sonra yorardım, sorardım;
    sorun ne?
    benim de aklım var dolanan peşinde

    sen beni dinlemedin
    ben seni anlamadım
    cevapsız soruların
    boynumda kolların, al senin olsun!
    sen beni yenemedin
    çünkü ben senle oynamadım!
    kurnaz oyunların, çıkmaz bu yolların
    al senin olsun!

    dersin "bugün"
    her gün aynı...
  • aşık olmanın başlayıvereceği eylemdir.

    yani konuşmak, tabi ki büyük bir kavram, hareketler, mimikler de vardır içinde, bir bütün olarak..

    seçilen kelimeler, seçilmiş kelimelerin tonlaması, o kelimelerle kurulan cümleler.. sonra efendime söyliyim vurgu..

    çünkü okur, söze aşık olmak başkadır.. anlamlıdır.

    kalkıp burnu güzel diye, gözü güzel diye aşık oluyorsan sen, beğenmek istemekten başka bir şey yapmıyorsundur.. bir kadın burnu güzel diye kadına ne diye hayran oluyorsun ki, tanrıya hayran ol madem.. ne bileyim, estetik ameliyatı yaptırmştır belki, doktora hayran ol.

    okur, sana anlatayım, bir kadında nelere hayran olursan anlamlı olur..

    görünüşüne bakarak.. saçlarına hayran ol mesela.. onlara o şekli veren kadının zevkidir.. sonra, giyimini beğen, seçmiş giymiştir.... böyle yani..

    şimdi bunları ne demeye anlatıyorum.. çünkü okur, uzaktan görünce bir kadını, önce görünüşü vardır.. bir şey vesile olur, konuşulur..

    işte burada, başlığımızın konusuna geliyoruz, konuşmak..

    en sağlam yoldur tanımak için konuşmak.. adını filan sormak değil, zevzekleşme..

    meyveli yoğurttan bahsetmek mesela.. ya da bir yolculuğu anlatmak.. boncukladan bahsetmek, ipliklerden taşmak..

    yani o kadının zekasını anlamak.. konuşurken ağzından çıkanlara hayran olup, sonra dudaklarının güzelliğini farketmek.. ya da işte seni dinlerken gözlerinin güzel olduğunu farketmek..

    aa, burnu da varmış, boynu da varmış, saçı da varmış demek.. herkeste her yerde gördüğün uzuvların, gözüne daha bir başka görünmesi..

    hep bundandır okur, şarkılar yazan kadınlara olan zaafım.. ve şarkıları söylemeleri.. söylerken dans etmeleri...

    ve okur.. dünyada sadece, yalnızca, bir tane kadınadır aşkım. o da, şarkı söylemese de, dans etmese de, telefonda da konuşuyor olsak da, ve hatta hatta internetten bile konuşuyor olsak.. konuşmasıyla beni saatler süren bir konser, bir müzikal, bir efendim görsel bir şölene bulamasındandır.

    herhangi bir konunun, sırf onunla konuştuğum için çok anlamlı, çok ilginç, çok değerli olmasındandır..

    şimdi okur, bunu sana anlatamamışımdır.. ona dahi anlatamamışımdır.. öyle oturmuşken, televizyon seyrediyorken mesela, söylediği bir lafta nasıl olup da, aşkımın şiddetinden gözlerim doluveriyor.. o, ne yapıp da beni bu hale soktuğunu düşünürken, şaşırmışken; ben böyle bir kadını nasıl ettim de milyarlarca insan arasından seçtim buldum diye, nasıl denkgeldi de dünyadaki en şanslı erkek olarak ben seçildim diye şaşırıyorum.

    karşılıklı şaşkınlıklar.. aşklar, sevgiler..

    böyle yani okur.. yazının başındaki akıcılık, arada bir telefon gelmesiyle bozulur.. yazıyı toparlamak güçleşir.. elim ayağım titrer böyle, kafamı toplayamam.. içinde bulunduğum özlem dokunur..

    dengeleri düşünürüm, adaleti düşünürüm.. yani, hakkım olarak görürüm bu kadar çok severken onu her an görebilmeyi.. benden başka bir şehirde yaşamasını kabullenemem, onun mahallesindeki bakkalın manavın, sırf onun mahallesinde diye onu görebiliyor olmasına, bunun için bir emek harcamamasına bozulurum.

    her gün görmek istemediğim bir sürü insanı görürken, görmeyi istediğim tek insanı göremiyor olmak, sen de takdir edersin ki okur, adil değildir.
  • bu kadar konusacak ne var acaba? konusmak zorundaymiscasina kelime siralama olayinin kime nasil bi faydasi var anlamiyorum. sabahin su saatinde iki satir okuyamiyorum cunku herhangi bir ritmi de olmayan konusmalar donuyor. sirf konusmus olmak icin gibi. sussalar kendilerine daha cok sey soyleyecekler eminim. keske herkes bir sey okusa, izlese, dinlese. o miriltilardan bikiyorum artik. yolun uzunlugu degil beni olduren, o yolda surekli konusan insanlar. iste o zaman koca bir kayip oluyor trafikte gecen saatlerim. muzik dinlemeyi ben de biliyorum, muzikle dis sesleri duymaz olmayi ama sessizlik olsa da okusam keske. hic degilse benimle konusmasalar. dun aksam ne yedigi beni neden ilgilendiriyor olsun ki? ya da nereden ne satin aldigi, cocugun ne is yaptigi, kac kahve ictigi, nereye gittigi. kulaklarima yazik. susun demek istiyorum, dedigim de oluyor gerci de bu kez varligimdan haberdar olup sohbetlerine katiyorlar. ya bi susun bi rahat birakin az sessizlik olsun nolur. en kotusu de donuste herkesin birbirine bugun ne kadar da guzel oldugunu soyledigi zamanlar. saci ne kadar guzel, elbisesini nereden almis, sacini kestirmis super olmus (40 saat baksam fark etmem), bu ayakkabinin aynisini gormus ama numarasi kalmamis alamamis, haftasonu yeni bir allik almis herkes almaliymis rengi cok iyiymis... ya banane keske sussaniz. aksam olsa da eve gitsem, kopeklerimle yurusem bisiklete binsem. ne kopeklerim ne de bisikletim konusuyor, cok seviyorum onlari.
  • konuşmaktan çok fazlası, bir kendini ifade biçimi. kendimizi ifade ederek var ettiğimiz için de aslında var oluşumuz. düşüncelerimizi söylüyoruz, birilerine ya da kendimize söylüyoruz. onları söyleyerek kendimizin yapıyor, adeta kendimizi taş be taş inşa ediyoruz. böyle olunca dil, kendimizi ve dünyayı algılayan dokunamadığımız usun varlığına dair tek delil, onun görünürdeki tek izi oluyor. incelikler, rafinasyonlar, estetik biz ifade edebildiğimiz ölçüde var oluyor, ancak biz onları dile getirdikten sonra, verdiğimiz anlamla hayat buluyorlar. o yüzden en azından benim için, dil soyutlayarak dışarıda bıraktığım ve uzaktan baktığım bir şey değil, benim. iyelik anlamında değil, ben dilim. kendime ve dünyaya verdiğim anlamı dil aracılığıyla değil, dil kisvesinde, dil olarak inşa ediyorum. ve yine bu yüzden, konuşma benim için bir musiki, ritim, söylenen, söylenmeyen, söylenebilen ve söylenemeyenleriyle bir dans halini alıyor. usumun ya da benim de ötemdeki bir usun tarihsel varlığının tüm karmaşıklığının heybetiyle danseden kocaman bir adam oluyor. bazen uykuyla uyanıklık arasındaki bir anda o gün boyunca duyduğum, söylediğim, düşündüğüm şeyler bir barajın duvarlarını aşıp durduramadığım bir sel halinde üstüme akıyorlar. o dokunamadığım usumun gündelik kıyafetini çıkartıp kendi ormanına dönmesinin eşiğinde bazen elbisenin asılı olduğu dolaba kısa bir bakış atabiliyorum. orada ejderhalar, kahramanlar, bıçkın abiler, masallar, bir kasiyerin gün içinde bana söylediği ve üstünde yarım saniye bile düşünmediğim sözler rengarenk, etli butlu, kanlı canlı, en ince detayları ve en ince detaylarının yansıdığı gövdeleriyle sanki görünmez şeffaf bir ağa sarılı gibi duruyorlar. bu akış bende hiçbir huzursuzluk duygusu uyandırmıyor, hiçbir bilinçli düşünce çağrıştırmıyor, hiçbir yargının ortaya çıkmasına yol açmıyor, hiçbir şey duymadan öylece dinliyorum, öylece izliyorum.

    ana dilimden gayrı iki dili oldukça iyi biliyorum. ikisini de türkçe kadar iyi konuşamıyorum. her iki dili de türkçe kadar iyi konuşmak için olağanüstü bir özlem duyuyorum, başka türlü kendim gibi hissedemiyorum. her ikisini de hiçbir zaman türkçe gibi konuşamayacağım, çünkü diller birbirleri gibi konuşulmaz. her dil için yeni bir ben inşa ediyorum. her dil bir insan dedikleri doğru, ama demedikleri o insan benim. her dil yeni bir ben demek, kendini baştan inşa etmek demek. ben yaşayarak varolurum, okumak yazmak, anlamak yetmez, varlığını bildiğim ayrımlarda, varlığını bildiğim incelikte, yeni ayrımlar keşfederek ve yeni bağlamlar kurup, yeni anlamlar inşa ederek kendimle ve başkalarıyla konuşmam, konuşabilmem lazım. yoksa o ritime giremem, o melodiye katılamam, o kolektif besteye iştirak edemediğim gibi yön de veremem. o zaman da ben olamam. bir dili konuşmak, onun bütün tarihsel kültürel birikiminde inkişaf etmek demek. dolaba yeni bir elbise asmak, belki kaçınılmaz olarak öncekinin eskimesini de izlemek demek.
  • kimilerinin hissiyatına mütercim ve de tercüman olmuş yasemin mori çalışması.

    çünkü güzeldin, üzerdin
    etrafta dönerdin, ama gitmen kolaydı

    cevapsız soruların
    boynumda kolların, al senin olsun!
    sen beni yenemedin
    çünkü ben senle oynamadım!

    filan demiş, volkan öktem de vurmuş da vurmuş taa dibine!
  • yorgun aşık söylevi bu şarkı*...
    (dene, oyna, ayak uydur veya uydurma, koş sonra dur, çabala hep çabala.. yok sonu.. aşk böyle fena işte.. kararsız kal, konuşama sonra olancasını kus.. hep aynı, hep yorucu...)
  • saçlarım gibidir.

    kırpıp kırpıp duruyorum, daha az vaktimi alsın, daha az görünsün diye, ama bir bakıyorum saçım yine uzamış, ben yine konuşuyorum.

    çoğunlukla boş ve anlamsız konuştuğumu düşünmüyorum ama konuşmanın ortasında bir anda bir mide bulantısı hasıl oluyor. hem iştahla konuşuyor olmaktan midem bulanıyor hem de en "baba" lafları etsem de, hepsinin beyhudeliği karşısında, harcadığım bunca gayrete üzülüyorum.

    sükutun altın* olduğunu tespit edenler karşısında bir kere daha saygıyla eğiliyorum.
  • bir nevi terapidir. tabi karşınızda anlayabilen biri varsa. terapi olarak nitelendirmemin nedeni anlatabilme kabiliyetimizin düşük olduğu anlarda işe yaramasıdır. yani insan, saçmalarken dahi anlayabilen -en azından yadırgamayan- biri ile birlikte ise normale dönebiliyor. şöyle bir gerçek var ki, "sonsuza kadar konuşabileceğimizi hissettiğimiz insanlar en güzelleri".
  • kelime bazlı sesli iletişim protokolü, susmanın ön provası. bir tür, uzun soluklu susma denemesi.
    ertesinde susmak, daha manâlı gelmeye başladıysa, artık olmuşsundur.
hesabın var mı? giriş yap