• lise hayatım boktan geçti. bir seksen boyunda elli beş kilo, sivilceli, koca burunlu olmam yetmezmiş gibi okulun en güzel kızına aşıktım. çilekeş, dorian, manga, vega, kargo vb. guruplar dinler küçük karadeniz şehrinin sahilinde ellerim ceplerimde dolanıp dururdum. çok çok iyi bir okula çok çok kötü bir okuldan babamın tayini sebebiyle nakil gelmiştim ve hoca anlamayan var mı dediğinde parmağımı kaldırmaya hep çekinmiştim. çünkü sınıfta tek anlamayan olmak utanç vericiydi. sonra bu anlamama durumu sınıfın sınırlarını aştı tabi. girdiğim her ortamda tek anlamayan oldum. anlamak için en çok uğraşan bendim ama anlar gibi bakanlar, anlayanlar hep başkalarıydı. geri zekalı değildim oysa.(kompoziyonum iyiydi ve bence kompozisyonu iyi olanlar geri zekalı olamazlardı). sonra anadolunun ortalarında kötü bir üniversitenin daha da kötü bir bölümünü okumaya gittiğimde sanki dinlediğim bir kaseti başa sarmıştım. bu sefer daha acımasızdı hayat. anlamamak artık başıma bela olmaya başlamıştı. güzel kadınlar, yakışıklı adamlar, kurlar, ders notları, vizeler... bu sefer anlamadığım dersler değildi, daha büyük bir şeyi anlamadığımı fark ettim. yıldızlardan alçak, ağaçlardan yüksek bir şeydi kafamı kurcalayan.

    sonra soğuk bir yurt odasında elimde kırmızı bir kitap anladığımı sanmaya başladım. üstelik kimse bunu oku dememişti. kütüphanede dolaşırken niye o kitabı elime almıştım, o güne dek roman okumak nedir bilmeyen zihnim o koca kitabı niye raftan tutup çıkarmıştı, neyine güvenmişti bilmiyorum. sadece ranzanın üst katında kahkahalarla güldüğümü ve lapa lapa kar yağarken dolaştığım denizsiz olduğu kadar soğuk bozkırda gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum.

    sonra diğer kitaplarını, sonra oğuz atay hakkındaki her şeyi toplamaya başladım. onun açtığı yolda gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğime and içtim. açtığı yol, ahmet hamdilere, herman hesselere, borgeslere, kafkalara, vüsat benerlere, dostoyevskilere çıktı. oradan girdiğim patikalar barış bıçakçı'ya kadar getirdi beni.

    kabul başlardaki heyecanım bir rock yıldızına duyulan hayranlığa benziyordu. ama bir şeydi işte, anlayın. hayatın başladığı yerde durmuş ve yaşamın ne kadar boktan olduğunu görmeye başlamışken, üstelik zaman hızla akarken ve ben bir bok anlamazken tutunacak bir şeye ihtiyacım vardı. değil mi ki "herkesin inandığı bir şey vardı bu amına koduğumun hayatında". benim ki de buydu işte.

    bugün kadehlerimiz oğuz atay'a kaldıralım, mendilci çocuklardan aldığımız mendillerle silelim gözyaşlarımızı.
  • yine yarı-entel arkadaşlara sesleniyorum:
    oğuz atay'ın tüm kitaplarında döne döne işlediği,kitaplarına ithafen yazılan önsözlerde adı hep "horlanan,çocuksu türk aydını" olarak geçen, oğuz atay'ın en çok alay ettiği okur grubu; "ay tutunamayanlar inanılmaz bi kitaaap" diyip, eserden bir satırlık formülize bir ders çıkması gerektiğine inanıp-tabii ki- çıkmayınca, daha da cozutup "oğuz atay bi dahii abii yeaa" putperestliğine kapılan okurlardır.
    adam sana bi yemek vermiş, istemiyo ki tüm bileşenlerini analiz et, "hah o.a'ın sözü buymuş" de!!
    tüm bu sözleri, kitapta selim kimdi,turgut kimdi,kim kimin karısıydı, ayy karıştırdım paniğiyle okuyup tüm büyüyü ıskalayan bi kimliksen üzerine alın.
    tutunamayanlar,312. sayfasından da okunmaya başlanacak bi kitaptır,199. sayfasından da...
    sonra biri çıkar, "niye sevdin lan kitabı anlat" diye on satırlık bi açıklama ister senden bibik gibi kalakalırsın.
    yapma bunu...

    korkuyu beklerken de dünyada yazılmış en baba 100 eserin içinde diilse ben de kanseri iyi ettiğini iddia eden o vazo kafalı manyak asker emeklisiyim...
  • mükemmeli en kısa sürede yapabilmiş, büyük ve aydın bir beyinin nüfus kağıdında yazan karşılığıdır.

    43 yıl, 2 ay, 1 gün, yani toplamda 15768 gün.

    bunun ilk on sekiz senesini çıkalım, geriye kalan 25 yıl, 2 ay ve 1 gün.

    bu süre zarfında neler yapabilirsiniz, düşünün biraz, daha 10 senelik bir cumhuriyete doğmuşsunuz. sonra üniversite okumuşsunuz, hem de o zamanlar inşaat mühendisliği okumuşsunuz, peşine çalışmışsınız, akademiye girmişsiniz, master ve doktora yani...

    derken zor bir şeyi becermişsiniz, çok güzel bir eser yazmışsınız, 1972 yılında;tutunamayanlar
    peşi sıra bir eser daha, bu sefer eser de değil, şaheser yazmışsınız, 1973 yılında; tehlikeli oyunlar
    durmamışsınız, peş peşe üç kitap daha, biri hikaye, birisi de tiyatro oyunu ve biri de biyografi; korkuyu beklerken, oyunlarla yaşayanlar ve bir bilim adamının romanı

    bu sırada hazırladığınız; eylembilim ve her ne kadar basılmak için yazmasanız da sizden sonra basılan bir kitabınız; günlüksiz öldükten sonra basılmış.

    tüm bunlar arada 1961 yılında evleneceksiniz, bir şirket kurup onu batıracaksınız, bir kızınız olacak, 1967 yılında boşanacaksınız, peşi sıra bir daha hayatınıza bir kadın alacaksınız, sonra ondan ayrılacaksınız ve 1974 yılında bir daha evleneceksiniz. bu arada bir de mesleğinizde doçent oluvermişsiniz, sanki eve geçerken yoğurt alır gibi, ya da çarşıya inmişken bir paket sigara alır gibi...

    üstelik tüm bunları beyninizde bir tümör varken yapacaksınız ve sizi dünyadan nohut kadar bir ur henüz 43 yaşında alıp götürecek.

    bir otuz sene daha yaşasaydı kim bilir bu topraklarda edebiyat hangi seviyede olacaktı.
  • geçtiğimiz günlerde, maarif kolejinden sınıf arkadaşıyla tanışmak gibi benzersiz bir şans yakaladım. 82 yaşındaki bu nazik ve fit adamın eşi tutunamayanları rafında gördüğünde "okunması zor olduğu için kitabı bitiremediğini" söyledikten hemen sonra "kocasının oğuz'u mektepten tanıdığını" sakince araya sıkıştırıverdi. çıkışa doğru seyirten adamı gördüğümde zaten pek düzgün atmayan kalbimin bir iki atış kaçırdığını hissettim. elimden geldiği kadar sakin bir biçimde beyefendi ile kısacık da olsa laflamak için nazikçe yalvardım. sağolsun o da beni kırmadı ve gidip eşini çağırdı. gayet dinç, neşeli, entelektüel, süpersonik bir amca. ben en son 16 yaşındayken o kadar dinçtim herhalde. oğuz atay hakkında ne biliyorsa anlatmasını rica ettim. bütün o biyografilerde yazanların ötesine ulaşma niyetindeydim; oğuz atay'ın lise hallerini, gerçekten nasıl biri olduğunu başka kim bilebilirdi ki? yaşlılara ne sorarsanız sorun eninde sonunda dönüp kendilerinden bahsetmeye başlıyorlar. buna rağmen dinlerken heyecanlandığım pek çok şey paylaştı. aha ben de burada bu vesile ile paylaşıyorum, bilinmeyen yönleriyle oğuz atay. ta ta ta tamm.

    öncelikle feci zeki olduğundan bahsetti. gerçekten zeki. bir zaman sonra gözlerini kısıp o kadar zeki insanların zaten fazla yaşamadığını araya sıkıştırdı. oğuz atay hem sayısal hem de sözel derslerde sınıftaki herkesten daha başarılıymış. tüm notları istinasız olarak 10 imiş. millet 5'i zor alırken zorlanmadan 10 alırmış tüm derslerden.

    doğru dürüst not tutmazmış. ceketiyle pantolonu arasına sıkıştırdığı kahverengi kaplı bir defteri varmış. o deftere kısa kısa notlar alırmış. bunun haricinde çanta falan taşımazmış.

    çok meraklıymış, eline geçen her aleti kurcalarmış. ara sıra cıvık şakalar da yaparmış. tozlu-kirli eliyle milletin gömlek yakasına parmaklarını sürtermiş.

    sporla arası pek yokmuş ancak izlemeyi pek severmiş. amca lisede ve sonrasında uzunca bir dönem sporla uğraşmış. oğuz atay kendileriyle takılır, derslerinde yardım edermiş. onlar da onu aralarına kabul etmişler. inceden inceden "bizim gruba sokulmak için derslerde yardım etti." demeye getirdi.

    1.5 metre öteden kopya verir, hiç tırsmazmış.

    bir ara amcaya geometri dersi vermiş. amcanın geometri yüzünden mezuniyetinin gecikeceğini anlayınca (bkz eski lise mezuniyet sistemi) kendisine 1.5 ay boyunca geometri dersi varmış. tutunamayanlarda ders vermekle alakalı bir bölüm varmış, okuduğunda oğuz atay'ın kendisini yazdığından şüphelenmiş. arayıp soracakmış lakin kitabı oğuz atay öldükten sonra okumuş.

    fakültenin ikinci sınıfında biz kıza tutulmuş ve sınıfta kalmış. oğuz'un sınıfta kaldığını duyan herkes küçük dilini yutmuş.

    daha fazlasını, bildiği her şeyi duymak istesem de kah konuyu alakasız yerlerde kendine çekişi kah artık sıkılan yengenin çekiştirmesi yüzünden sohbetimiz kesilmek zorunda kaldı. gene de, şu ufacık detayları işitmek dahi gidici yüreğimi çoşkuyla dolduruyor.
  • “yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım”
  • "beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi. boş yere mağaramdan çıkarma beni.
    alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna..."

    tutunamayanlar'dan... yüreğime saplananlardan...
  • “elbette çok şey beklediğimi biliyorum, her zaman da bekledim.
    her yeni tanıştığım insandan tanışır tanışmaz neler bekledim. o daha adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum, ümit etmeye başladım hemen. ve o insan yanımdan bir dakika bile ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım gücendim. hayır benimle başa çıkılmaz beni bırak..”

    doğum günün kutlu olsun.
  • "düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil." *

    doğum günün kutlu olsun üstat. bizi bize anlattın.
  • ilk defa tutunamayanlar'ı okuduğumda 16 yaşındaydım. birinden çok hoşlanıyordum ve sırf onu gördüğümde konuşacak bir ortak paydamız daha olsun diye okumak istemiştim. böyle başlayan evre benim sabahın dördünde ağlaya ağlaya mektupları okumamla ilerledi. çoğunlukla balkonda okudum ve her seferinde çok üşüdüm ama hiçbir seferinde kalkıp hırka almadım. çoğunlukla okurken içmek için kahve yaptım ama hiçbirini içmedim. birkaç hafta boyunca beni dış dünyada tutan bir şey yoktu. kendi dünyamda selim vardı, olric vardı, turgut vardı, süleyman kargı vardı. metin vardı, nermin vardı.
    16 yaşındaydım ve dünyayı süper anladığımı, aşırı farklı olduğumu sanıyordum. kafamda bir şeyleri netleştirmeye çalışıyor, neden arıyordum. selim'e bazen çok kızıyor, bazen kendimi selim sanıyordum ve bu döngü böyle devam ediyordu. bazen kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım duvarıma diyor. kalkıp onun yerine tüm odamı posterle donatıyorum. böyle inatlaşıyorum onla.
    selim artık kimseye anlatmıyor ama ben ısrarla birilerine anlatmak istiyorum mesela.
    çünkü 16'yım ve bu hayranlık beni ürkütüyor. bazı şeyleri bazen en başında görürsün. ben kendi sonumun böyle olmasını istemediğim için tüm selim'liklere karşı çıkarken her bir hareketimde daha çok içselleştiriyorum onu.

    selim'den sonra günseli'nin ne olduğunu çok düşünüyorum. günlerce günseli'yi bir bankta donuk donuk bakarken görüyorum. sonra zaman geçiyor, günseli ben oluyorum . tekirdağ'da sabah ezanına benim minik “günseli seli seli selim” fısıltılarım karışıyor.

    sonra tehlikeli oyunlar başlıyor. hikmet; 'bilge beni ne yapsın, ben kendimi ne yapacağımı bilmiyorum' dediğinde ben de ellerimi koyacak bir yer bulamayışıma üzülüyorum. kocaman bir masa kuruyorlar ve ben de orada aşırı önemsiz olmanın keyfini sürerek durup izliyorum. sonra hikmet gidiyor. son perde diyor. ben kendi perdemi görüyorum.

    oğuz atay bir edebiyatçının, ekolün ve yapabileceğimiz tüm tanımlamaların ötesindedir.
    aramızdan ayrıldığında 43 yaşındaydı ve “şarkısı yarıda kaldı” ne kadar teşekkür etsek az. iyi ki var oldun, her zaman hatırlanacaksın.
  • asagıdakı kıtapları okumus, gondermeler yapmış yada tavsiye etmiştir.

    genc torless - robert musil
    m.e.b batı klasikleri
    cyrano de bergerac - edmond rostand
    the picture of dorian gray - oscar wilde
    benim universitelerim - maksim gorki
    ulysses - james joyce
    godot yu beklerken - samuel beckett
    buzul çağının virusü - vusat bener
    babalar ve oğullar - ivan sergeyevic turgenyev
    sisyphe efsanesi - albert camus
    karamazov kardesler - dosteyevski
    yer altından notlar - dostoyevski
    ecinniler - dostoyevski
    budala - dostoyevski
    niteliksiz adam - robert musil
    içimizdeki şeytan - sabahattin ali
    tristram shandy - laurence sterne
    don kişot - cervantes
    pale fire - vladimir nabokov
    ficciones - jorge luis borges
    tehlikeli ilişkiler - choderlos de laclos
    the real life of sebastian knight - vladimir nabokov
    hamlet - shakespeare
    great expectations - charles dickens
    der prozess - kafka
    dun bugun yarın - dogan avcioglu
    faust - goethe
    the portrait of a lady - henry james
    voyna i mir - tolstoy
    la chartreuse de parme - henri beyle stendhal
    anna karenina - tolstoy
    das schloss - kafka
    alice harikalar ülkesinde - lewis carroll
    varolmanin dayanilmaz hafifligi - milan kundera
    games people play - eric berne
    zen and the art of motorcycle maintenance - pirsig
    walden - henry david thoreau
    körleşme - elias canetti
    der untergang des abendlandes - oswald spengler
    mai ve siyah - halit ziya usaklıgıl
    kirik hayatlar - halit ziya usaklıgıl
    tum eserleri halit ziya usaklıgıl
    dünyanın lanetlileri - frantz fanon
    yoksulluk kulturu - oscar lewis
    palto - gogol

    aşagıdakı yazarlarıda begenmiş, etkilenmiş,ya da başkalarına tavsiye etmiştir.

    jean jacques rousseau
    balzac
    panait istrati
    gorki
    kemal tahir
    andre gide
    jean paul sartre
    georges bernanos
    graham greene
    oswald spengler
    oscar wilde
    kafka
    niçe
    tolstoy
    henri beyle stendhal
    henry james
    william faulkner
    ece ayhan
    cemal sureyya
    virginia woolf
    halit ziya uşaklıgil
    joseph conrad
    çehov
    soren kierkegaard
    thomas mann
    henri rene lenormand
    elias canetti
    jean rhys
    paul bailey
    jacob lindt
    gyorgy lukacs
    ludwig wittgenstein
    albert camus
    arnold joseph toynbee
    arthur schopenhauer
    ve tabiki dostoyevski

    kaynak: ben buradayım
hesabın var mı? giriş yap