• “filozof kesinlikle insanın günahı kavramını benimseyebilir; ancak bu benimseme filozofun, insanın kurtarılma gereksinimi içinde olduğunu bilmesini gerektir-mez. her şeyden önce bir kurtarılmanın - sıradan varlıkların gü-nahkarlığına karşılık gelen kurtarılmanın - göreceli bir kurtarılma (yani insanın kendisini kurtarmasından) olmayıp, allah'a bırakıl-ması gerekir. evet, mesele böyledir.”

    (bkz: günlüklerden ve makalelerden seçmeler) (bkz: sören kierkegaard)
  • ''tanrı insanı geçmişini unutmaya çağırabilir; çünkü o'nun faaliyetlerinin gücü karşısında, böyle bir şey için vakit yoktur.''
  • "bir şeyden uyuyarak kurtulmaya çalışmak, bir şeyi uyuyarak elde etmeye çalışmak kadar yararsızdır."
  • tamamen dağınık bir zihin, tematik olarak sistemleştirilemeyecek düzeyde karmaşa, bir takım yalın çelişkiler, görülenlere ironi, görünmeyenlere yönelik derin saygı.

    kişisel ise, savaş. toplumsal ya da ruhani ise, barış.

    onun en temel sorunu, her masaya "kral çıplak" deme hevesiyle oturuyor ama masada olmayanlara -metafizik- taç takmak konusunda haddinden fazla cömert davranıyordu.

    korkudan sıyrıldığında ise aktarım yeteneği şahane idi.

    çoğusu onu geçerli nedenlerden -tutarlılık- ötürü filozof olarak kabul etmez ama keskin, derin ve hatta mizahi tarzı herkesi etkilemiştir.

    onun zihninden birkaç damla;

    "hangisi daha büyük bir yanılgıdır;

    doğru olmayana inanmak mı?
    doğru olana inanmayı reddetmek mi?"

    "insanın yaşadığı hayatın yoğunluğu ancak risk alma yürekliliği ile ilintilidir."

    "hayat yalnızca geriye doğru anlaşılabilir. fakat ileriye doğru yaşanmalıdır."

    "tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?"

    "nefret, başarısızlığa uğramış sevgidir."

    "kendini açmamak sevginin ölümüdür, açmak ise sevgilinin ölümü"

    "iyilik acı doğurur"

    "az önce insanların neşesine neşe kattığım bir partiden geldim; dudaklarımdan nükteler döküldü, herkes güldü ve bana hayran kaldı -fakat ben ayrıldım-

    ve kendimi vurmak istedim."

    “kim olursan ol, sonsuzluk sana sadece tek şey sorar: kendine has biçimde yaşadın mı, yaşamadın mı?”

    ''yaşam çözülmesi gereken bir sorun değil, yaşanması gereken gerçekliktir.''

    "hepsi anımsanacaktı; ama herkes bekleyişi kadar büyüktü. biri olabilecek olanı beklediği kadar büyüktü. oysa imkansızı bekleyen herkesten büyüktü. hepsi anımsanacaktı; ama herkes mücadele ettiği şeyin büyüklüğü kadar büyüktü."

    "sözde kurnaz insanlar, çoğu zaman bir delinin söylediği her şeye inanacak kadar aptaldırlar ve çoğu zaman onun söylediği her şeyin delilik olduğuna inanacak kadar aptaldırlar.

    ne var ki hiç kimse saklamak istediği şeyi saklamakta bir deli kadar becerikli değildir..."
  • "velhasıl kadın hiçbir erkeğin sahip olmadığı bir olanağa, müthiş bir olanağa sahiptir; lakin kadının gerçekliği de buna nispetledir, ve hepsinin en korkuncu, kadının kendini içinde mutlu hissettiği o boş hayalin büyüsüdür."

    (bkz: hakikat şaraptadır)
  • insan ruhtur. peki ruh nedir? ruh benliktir. peki benlik nedir? benlik, kendisine kendisiyle ilişki kurduran bir ilişkidir.
  • “the crowd, in fact, is composed of individuals; it must therefore be in every man's power to become what he is, an individual. from becoming an individual no one, no one at all, is excluded, except he who excludes himself by becoming a crowd. to become a crowd, to collect a crowd about one, is on the contrary to affirm the distinctions of human life. the most well-meaning person who talks about these distinctions can easily offend an individual. but then it is not the crowd which possesses power, influence, repute, and mastery over men, but it is the invidious distinctions of human life which despotically ignore the single individual as the weak and impotent, which in a temporal and worldly interest ignore the eternal truth- the single individual.”
  • søren kierkegaard, 19. yüzyılın önemli bir filozofudur. varoluşçuluk ve hristiyan düşüncenin önde gelen isimlerinden biri olarak kabul edilir. özellikle bireyin özgürlüğü, inanç paradoksu ve çelişkiler üzerine odaklanan düşünceleriyle tanınır.

    kierkegaard'ın felsefi ve teolojik çalışmalarının temelini oluşturan düşünceleri tek tek incelemek gerekirse şu sırayla gidebiliriz;

    ilki varoluşçuluk: kierkegaard, bireysel varoluşun anlamını ve önemini vurgular. insanın varoluşsal özgürlüğünü, sorumluluğunu ve anlam arayışını ön plana çıkarır.

    ikincisi inanç paradoksu: inanç konusunu merkeze alan kierkegaard, inanç ile mantık arasındaki çatışmayı ele alır. ona göre, inanç mantıkla çelişebilir ve bazen irrasyonel olabilir, ancak bu inancın gücünü ve derinliğini azaltmaz.

    bunlardan sonra sürekli devinim fikri gelir: kierkegaard, insanın sürekli bir içsel gelişim ve değişim içinde olduğunu savunur. insanın yaşamındaki farklı aşamaları ve gelişimi üzerine odaklanır.

    çevirmenlerimizin uygun gördüğü şekliyle "tekrarlama" kavramı vardır :bazı eserlerinde "tekrarlama" kavramını tartışır. bu, insanın geçmiş deneyimlerini yeniden yaşama ve anlama yeteneği olarak değerlendirilebilir.

    son olarak günümüzde yaygınlaşan anksiyete ve depresyon kavramlarını ele alır: kierkegaard, insanın yaşamındaki anksiyete ve depresyon gibi duygusal durumları ele alır. bu duygusal durumların insanın varoluşsal durumu ve inanç ile ilişkisi üzerinde derin etkileri olduğunu savunur.

    genel bir bilgi sahibi olmak isteyen genç okurlarımız için yüzeysel bir tanımlama yapmaya çalıştım.
  • “insan sadece başkaları için değil kendisi için de bir gizem olmalıdır. kendime bakıyorum, kendimi inceliyorum; bundan sıkılınca da vakit geçsin diye bir puro yakıp düşünüyorum:
    tanrı'nın benimle ne kastettiğini ya da benden ne yapmak istediğini sadece o biliyor.
    bu dünyada sadece benim yapabileceğim, parmak izim gibi bana ait bir şey var, bir varoluş var. onu iyi kılmanın, değerli kılmanın derdinde olmalıyım.”

    hz. isa'nın dağdaki vaazından mülhem eseri
    kırdaki zambak ve gökteki kuş'ta;
    zambak ve kuşun akıl hocalığında, tanrı huzurunda bir hiçe dönmek için susmayı ve sükutu, koşulsuz itaati öğrenirken, o sessizlikte tesellinin tanrısını bulup, ilahi sevinci keşfediyor. “sevinçli olmak kendine yakın olmaktır, hakikatte kendine yakın olmak ise bugünde kaim olmaktır” sonucuna varıyor nihayetinde de.. insan sessizlik içinde, kendini ve diğerlerini yargılamadan, sakinlik içinde yaşamayı, kuşlara ve çiçeklere bakarak bile öğrenebilir, yarın ne olacağını önceden kestirebilmek mümkün mü? dolayısıyla bırak endişeyi, tam şu anda yaşa, bırak yarının kaygısı yarının olsun, her günün derdi zaten kendine yeter diyor. ve siz hiç ahh keşke insan olsaydım diyen bir kuş gördünüz mü? göremezsiniz, fazla lâf, insanı endişeye götüren ilk adımdır, kuştan ve zambaktan önce susmayı öğrenelimi öğütlerken, insanoğlu hem sonluluk, hem sonsuzlukla, hem olasılık, hem zorunlulukla kayıtlanmış durumda, ne ki doğa, bize hiç olmazsa endişeden azade, özgür bir hayatı öğretebilir görmek isteyene, sessizliğin de bir sesi vardır duymak isteyene pekâlâ diye anlatıyor.. kierkegaard'da endişe ve korku; “özgürlüğün verdiği bir baş dönmesi”dir tam manasıyla, düşüncenin sesini duyun, “sessizlik fazlasıyla üstündür konuşmalarla dolu insan dünyasından” diyor.

    kierkegaard;
    varoluşu soylu bir eylem olarak görür, aslında varoluş ana sorunudur demek daha doğru. onun zihnini birtakım sorular meşgul eder. şu hayatta nasıl var olmalı?
    sahiden, bu varoluşun kastı nedir ki?
    kişide/ bende var olan ama açığa çıkmamış özelliklerin, niteliklerin veya her ne ise o şeylerin açığa çıkmasını sağlamalıyım. kendimle karşılaşmalıyım, kendime tanık olmalıyım. varoluşumla birlikte kendime ait öze ulaşmalıyım.
    kendi içimde çözümlenmeliyim, kendi içimde çözülmeliyim. kendi varlığıma, kendi tanımıma dönmeliyim.
    tanrım, benimle ne kastettin? ben ne için varım burada? ben bir birey olarak nasıl yaşarım?

    evrene bakan, etrafına, kendine kulak veren herkes bir noktada bu sorunun etrafında bir dönmüştür sanırım.
    ona göre önemli olan insanın mutlak surette 'insan olma cesareti' göstermesidir. tek derdi bireyi anlamak dolayısıyla kendini anlamaktır.
    hayatın anlamının peşine düşmeyin, hayat bize, size ne anlatıyor ona bir kulak verin der özünde.. cevaplardan çok sorularla ilgilidir.
    öyledir ya,
    akıllı, güçlü sorular soran insanlara çekiliriz.
    zira her soru, merak etmenin, öğrenmenin ilk adımıyken, anlamlı bir hayat, anlamlı ilişkiler kurma fırsatı da yaratır.

    iman ve etik anlayışını da en iyi korku ve titreme'de anlayabiliriz.
    insanlığın en büyük kurban etme hikâyesi, semavi dinler tarafından ortak paylaşılan ibrahim'in kıssasını da dört farklı şekilde yorumlar kierkegaard.
    iki duygunun altını çizer; sevgi ve korku.. hikâye etik varoluş evresinden dinsel evreye geçişin hikâyesi gibi gözükse de kierkegaard'ın sanki bütün çabası, bu hikâyeyi kutsal kitap bağlamından çıkarıp gündelik hayat pratiklerimizde düşündüğümüzde, böylesine korkunç bir durumla baş ederken sevgi ve korkunun ilişkisini incelemek gibi düşünür sanırım.

    kıssa şöyledir;
    gün olur, ibrahim'in imanı bir gün sınanır ve oğlunu kurban ederek varlığını tehdit edecek bir bedel ödemesi istenir. ibrahim çok inançlı, tanrı korkusu olan bir insan ve fakat aynı zamanda oğlunu çok seven de bir baba. ancak böyle bir insan tanrı'nın bu dehşetli sınavına tabi tutulabilirdi zaten bundan asla şüphe duymaz.

    "ve tanrı ibrahim'i sınadı ve ona dedi ki: ishak'ı, biricik oğlunu al ve onu moriya diyarına götür ve onu orada, sana göstereceğim dağda, yakılı kurban yerine sun."

    ibrahim, ishak'ı, biricik oğlunu, olması için günlerce gecelerce yalvardığı en yüce varlığını tanrı'ya kurban edecekti.
    modern bilinç açısından bu öykü, bir yok etme kıssası gibi, korkunç, akıl dışı..
    bugün birisi böyle bir şey söylese hepimiz öfkeleniriz, oğlunu kesmek isteyen cani deriz,
    kabul edemeyiz, haklıyız çünkü birinin yaşam hakkını elinden alamayız, evrensel kurallara aykırı, etik değil..
    ancak kierkegaard'ın yorumlamasına göre;
    tanrı'ya inanmak basit bir karar değildir, hatta karanlığa adım atmayı gerektirir ve inanca dayanarak karar vermek, ne yapmanız gerektiğini söyleyen geleneksel fikirlere ters düşer çoğu zaman..

    ibrahim'e göre etik, günah işlememektir ve ona göre bu durum yaşamın paradoksudur.
    ibrahim ne yapacaktır? tanrı'nın buyruğu karşısında tüm evrensel ahlak yasalarını, etiği, kendi babalık güdülerini dahi ayaklar altına mı alacaktır yoksa en sevdiğine biricik yavrusunu armağan mı edecektir? korku ve titreme buradan gelir, tanrı'nın isteğiyle yüzleşmesidir. çünkü gerçek sınav, kişinin ancak en değerli bulduğu, onsuz yaşayamayacağı şeyi kaybetmeyi göze alıp almadığında ortaya çıkar ibrahim'in inancına göre..

    işte etik onu kararından alıkoyan, saptıran bir kavram burada. etik geleneksel ahlaki kurallar bütünüdür, herkes için geçerlidir. geleneksel etik kaygılarına mı tutunacak yoksa tanrı'ya mı güvenecekti ibrahim? tabii ki tanrı çünkü o asla kimseyi kandırmaz, burada ibrahim etiği düşünmemeli, tanrı'ya güvenmeli aksi takdirde inanç olmaz. çünkü etiğin doğrudan tanrı ile ilişkisi yoktur ancak kurban etmek doğrudan tanrının isteği, onunla ilgili. etiğe uyamazdı çünkü etik bu dünyaya aitti, evrenseldi, iman bireyseldi ve bireysel, evrenselden üstündü. iman, etikten üstündü. yani ebedi olana ulaşmak ve onu kavramak için fani olandan vazgeçmeliydi. ona göre iman aklın kavrayabileceği bir hakikat değil tam tersine bir paradokstu. yani aslında iman çok soyut, çok anlatması mümkün olan bir duygu değil. tamam çok saçma ama inanıyorum demek gibi.. kierkegaard'ın ısrarla vurguladığı iki kavramdı bu, saçma ve paradoks.
    mantıklı olan şeylere inanılmaz, onlar bilinir, görülür zaten. çünkü inanç rasyonel değildir, risklidir, inanca adanmış bir hayat kolay bir hayat da değildir, bir sürü sorumluluğu var vs.
    yaşaması, uygulaması, beşeri hesaplardan, akli sebeplerden azade, yüzleşmesi, tamamen koşulsuz teslimiyet hali, gözün gördüklerinden bağımsız, etikten bağımsız, kişiye özel, çok öznel. gündüz vassaf yazmıştı.
    “büyük patlamadan önce ne vardı? cevabını veremediklerinden tanrı'ya inanan nice fizikçi yok mu? beni, bizi tanrı'ya yakınlaştıran korkumuz mu? cehaletimiz mi? açan çiçekte mucizeyi görmem mi?” demişti. tabii ki mevcut cehaletimiz tanrı'nın varlığının kanıtı olamayacağı gibi, yokluğunun da kanıtı olamaz denilebilir. bilmiyoruz, bilemiyoruz. veya bir çiçeğin açmasındaki güzellik ispat istemez, ikna istemez. sadece o güzelliğe inanırsın, bunun gibi.
    ya da carl sagan'a atıfta bulunmak gerekirse, kimisi bir olguya inanmaktansa, onu bilmeyi tercih eder, kimisi de hiçliğe inanır, ispata dayandırılmasını, arkasındaki nedenselliği sorgulamaz, kadir-i mutlak bir irade der, doğru kabul eder, geçer. sonuçta inanç kabulle başlar.
    işte iman, inanç burada devreye giriyor.
    dolayısıyla iman eri olan ibrahim herhangi bir şüpheye düşemezdi. kolunu dahi titretemezdi, kimseye anlatamazdı, içine hiçbir korku karışmamalıydı. eli titrerse imanını hiçe sayardı. tanrı'nın emri karşısında etik veya başka hiçbir şey anlamlı değildi çünkü.

    bu kıssa basit bir kurban hikâyesi değildir. ibrahim'in eylemi göründüğünden daha derindir aslında, etik ile itaatin veya imanın her zaman el ele gitmeyeceğini de söyler bir nevi. onun amacı tanrı'sının kastını anlamak, onunla arasındaki perdeyi kaldırmak, inancına, arzusuna tutkuyla iman etmek, seçim yapma ve bu seçimi sınama cesareti ile iman sıçrayışını gerçekleştirmektir.
    ister bir yaratıcıya inanalım, ister inanmayalım
    kendi gücümüze tutunarak, evlat gibi bizi sonsuzluğa taşıyabileceğine inandığımız bir şeyi yok ederek hissedebileceğimiz bir varoluşsal pratiği bize yaşatmak ister özünde bu kıssa..
    böylesi bir pratik bizi kaybetme korkusuyla da
    yüzleştirir aslında.. ayrıca kierkegaard öyküde anlatılan ıstırabın doğasına odaklanmamızı da ister çünkü insanda iyi adına ne varsa acının ondan doğduğunu düşünür.

    bu arada,
    kierkegaard'da levinas gibi dindar filozoflardandır. hegel'in antitezidir denilebilir, ya da hegel filozofsa kierkegaard filozof değildir der bazı felsefe tarihçileri, teolog denebilir. o da kendini filozof olarak addetmese de filozoftur tabii, hem de jean-paul sartre'dan önce bile varoluşçudur. dünyayı bir tasarım olarak gören schopehauer gibi de değildir. daha umutlu daha insani, olumlu bir bakışı vardır. şu çok önemli örneğin benim için; “akıl ve bilim size çok şey anlatabilir ancak bir şeye anlam ya da değer veremez. bunu siz yapmalısınız.” öyle, anlam, metalaştırılacak, ölçüp, tartılabilecek bir şey değildir ya..
    ben seviyorum, kendime yakın, anlaşılır buluyorum.
    çünkü birey olanın, bir birey oluşun, yanılsamalara yenilip karanlıklara düşen, oradan tekrar çıkan, somut, uyuyan, kazanan, kaybeden, üzülen, hayal kırıklıkları yaşayan, aşık olan, sevişen, sarhoş olan, yanılan, hüzünlenen, hayal kuran, kaygılanan, pişman olan, bazen dört başı mamur, bazen kusurlu, ölümlü o tek bir bireyi, insanları, kendimi merak ederim, bu yönleriyle daha çok ilgileniyorum galiba.. insan sadece eylemsel, bilen, öğrenen, etten kemikten ibaret bir varlık değil ki! canlı bir kere, inanan, hisseden, zayıflıkları/zaafları olan, bugün neşeyi, yarın hüznü ağırlayan yaşayan bir organizma. yani aklı ana eksene alan, evrensel olanı yakalamaya çalışan felsefe kuramlarının veya büyük sistem anlatıları içinde, insanın salt bilgiden, fikirlerden önemli ve öncelikli olduğunu, insanın özne olduğunu savunması çok değerli. duygusal bir sistemiz aslında, hedonik uyumumuz veya mutlak bilim bile sonsuz bir mutluluk yok derken onun hüzünlü, şiirsel üslubu, insana insanca seslenen hâli daha derin daha anlamlı geliyor bana..
    bir yerde de bir psikiyatrın;
    “kierkegaard'ın yazılarını okurken sanki onun sürekli acı çeken, sıkıntı dolu bir yolculukta benliğinin gerçekliğini bulmaya çalışan hastalarımızı dinlemiş de bunları yazmış gibi bir hisse kapılıyorum” diye yazdığını okumuştum.
    doğru, çok doğru, tam olarak böyle..

    e bir de pek romantik,
    nişanlısı regine olsen'den günlüklerinde “kalbimin egemen kraliçesi” olarak bahsediyordu, mektuplarında ona şiirler yazıyor “senin o capcanlı varlığınla doluyum ben”
    diye bitiriyordu yazılarını.. gerçi bu ilişki de uzun sürmemiş,
    baştan çıkarıcının günlüğü'nde yazmıştı, regine olsen'e olan aşkının ömürlük kalabilmesi adına terk etmiş, onu kendi melankolisinden korumak zorunda hissetmişti.
    böylece beraberken sınırlı gördüğü aşkı, ayrıyken sonsuz kılabileceğini düşünmüş.
    lakin sanıldığı gibi bir ayrılık değil elbette bu.
    kierkegaard'ın aşkı, aşktan ayrılarak benliğine ait her köşede vücut bulmaya devam ediyordu..
    sebepleri başka bir yazının konusu olsun ama
    ya / ya da'da da kendisine bu bitiş şöyle yer bulmuş:

    “evlenirsen pişman olursun; evlenmezsen yine pişman olursun. evlen ya da evlenme, ikisinden de pişman olursun”

    olur bazen öyle;
    insan bazen kierkegaard gibi hissediyor, ne yapsa, neyi seçerse pişman olacak gibi, ya da bir mutluluk avuntusu belki bilemiyorum.. onun teorisi aşk ve tutkunun etik bir buyrukla kalıcı hâle getirilişine bir itiraz olsa da; özünde çok hayata, çok insana dair.. “ya” birini seçersin, “ya da” diğerini..
    bir köşeden de sartre çıkıp;
    “pişmanlık çok büyük suç, kendi yaptığından pişmanlık duyan kimse, kendi özgürlüğüne ihanet ediyor demektir.” diyor en çıplak, en gerçek haliyle..

    kierkegaard ise bu duruma bilgelik yolunda atılan adım der mesela sonra şunu ekler;

    “dünyanın aptallığına kahkahayla gülün, pişman olun. onun için ağlayın ve yine pişman olun..”

    ve sören aabye kierkegaard öldüğünde sadece 42 yaşındaydı. rivayete göre son sözü “süpürün beni” olur. kendisi melankolik ruh hâli üzerine bir de olsen'den ayrıldıktan sonra, onun bir başkasıyla evleneceği haberini alınca sokaklarda gezinen bir ruha dönüşerek yapayalnızlaşmıştı.
    tam kierkegaarvâri bir cümle..
    ne demek istemişti acaba?
    artık beni kuşatan kaygı yok, bu her hâliyle çok saçma hayat yok, korkmak, anlam peşinde koşmak yok, ne olduğumla ilgili tüm yüzleşmeler geride kaldı, “bu hayat korkunç, dayanılacak gibi değil” dediğim yaşamım nihayete eriyor sonunda..
    bu da hayata yaptığım son ironi olsun,
    işe yaramaz bedenimi de sokaklardan süpürün gitsin mi?
    kim bilir?
  • kierkegaard'ın "ya / ya da" kitabından alıntılar:

    son saatim gelmiş olsaydı ve bu saatte küçücük oğlum beni anlayabilecek yaşta olsaydı, ona şöyle derdim: sana bir servet bırakmıyorum, bir ad ve şan şeref bırakmıyorum ama seni tüm dünyadan da zengin kılacak hazinenin nerede gömülü olduğunu biliyorum. bu hazine senin iç varlığında yatıyor: bir insanı meleklerden de üstün kılan bir "ya / ya da" var. ...

    velhasıl, insan ya estetik tarzda ya da etik tarzda yaşayacaktır. estetik tarzda yaşayan kimse seçim yapmaz çünkü estetik olan kayıtsız olandır. fakat etik olan ona kendini gösterdikten sonra, estetik olanı seçmiş kişi artık estetik tarzda yaşayamaz.

    mutlak ya / ya da, iyi ile kötü arasındaki seçimdir. benim ya / ya da'm ise, iyiyle kötü arasındaki bir seçimden ziyade, iyiyle kötüyü seçme seçeneğini tanımlar. bir başka ifadeyle, benim ya / ya da'm seçmekle seçmemek arasındadır.

    bir insanda estetik olan, neyse o olmaktır; etik olan ise, ne olacaksa onu olmaktır.

    ***

    evlen, pişman olursun; evlenme, buna da pişman olursun; evlensen de evlenmesen de pişman olursun. dünyanın aptallığına gül, pişman olursun; ağla, buna da pişman olursun; dünyanın aptallığına gülsen de ağlasan da pişman olursun. ... bu, sayın baylar, hayatın tüm bilgeliğinin özüdür.

    ***

    bunalımda olmak günümüzde pek bir marifet haline geldi. ... belirtmem gerekir ki bir insan keder ve üzüntü içinde bulunabilir, hatta bu öyle derin olabilir ki ömrü boyunca kişinin peşini bırakmaz ama bir insan sadece kendi hataları yüzünden bunalıma girebilir.

    ***

    başkalarının canını sıkanlar avamdır, sürüdür; kendi canını sıkanlarsa seçkin olanlardır. ... canları sıkılmayanlar genelde hayatta şu veya bu şekilde bir şeyle meşgul olanlardır, lakin bunlar tam da bu nedenle en sıkıcı olanlardır. ...

    ***

    kişi temenni eder: keşke o adamdaki akıl bende olsaydı ya da şu adamdaki kabiliyet vb. ama, cidden bir başkası olabilmeyi temenni eden birini sen hiç duydun mu?

    ***

    arzu ettiği her şeye ancak onun karşıtı vasıtasıyla erişebilmesi insana has bir kusur. (melankolikler diğerlerine göre daha gelişmiş mizah anlayışına sahiptir, en varlıklı insanlar gösteriş meraklısı değildir, tanrıdan şüphe edenler dine meylederler.)
hesabın var mı? giriş yap