• suriyelilerden rahatsız olanları ırkçı, kemalist, elitist, gezici, solcu vs. diye yaftalayan adam kaç suriyeliyi evinde barındırıyor bi söylesin. davar sürüsü gibi memleketin içine 2 milyon yabancı salmak senin gibi adamların yapacağı iş. o düşman olduğun modernler yapmıyor böyle şeyler. niye? çok vicdansızlar di mi? burası ülke lan ülke, koskoca bir memleket. millet kirlayacak ev bulamıyor, it gibi çalışıp günde 50 lira kazanmaya çalışan insanların işlerini 20 liraya suriyeliler yapıyor. antepli, urfalı, hataylı insan değil di mi? bizim ülkemizde savaş yok diye hepimiz çok rahat yaşıyoruz di mi? klavyenin başından öyle görünüyorsa ülke biz de orda yaşayalım. bakabileceğin kadar adam alırsın, onu da belli bir alanda tutarsın. en azından adam gibi bakarsın. ne vatandaşını rezil edersin, ne o insanları perişan edersin. ustanızın suriye politikası yerlerde sürünüyor, şunu kabul edin de kafa ütülemeyin.
  • bak guzel kardesim. 80'lerde bu memlekete bir gecede 300 bin kadar bulgar turku akin etti. bir tanesi sokaga cikip dilencilik yapmadi, vatandasa satasmadi, dovlet bize bahmiir demedi, etrafa rahatsizlik vermedi. hepsi once kendine is bakti. seviyesinin altindaki ise bile burun kivirmadi. ucu-besi bir araya gelip baslarini sokacak bi yer yapmaya giristiler. insan gibi yasamak, kabul gormek icin it gibi calistilar. yasi musait olup o gunlere tanik olanlar daha iyi anlayacaktir aradaki farki.
  • ülkelerine gitsinler tabi. amerika her önüne gelen green card mı veriyor?
    türkiye'de sefalet almış yürümüş devlet daha kendi vatandaşlarına bakamıyorken, daha geçen sene van'da bir vatandaşın oğlunun ölüsünü çuvala koyup kar altında kilometrelerce yürümüşken sen neyine güveniyorsun da milyonlarca insanı ülkene alıyorsun. işsizlik gün geçtikçe yükselirken kayıt dışı çalışacak bunca insanı ülkeye doldurmak tam da stratejik deha davutoğlu'na yakışırdı zaten.

    yeme içme masraflarının karşılanmasında yanlış olan bir şey yok adamları aç bırakacak kadar vicdanımız körelmedi ama herifleri maaşa bağlamak ne demek?
  • humanist ibnelerin kendi aileleri gibi korumaya çalıştığı sığınmacılar.

    bu ibnelere desen ki al 2 tanesini evine göt korkusundan yanaşmazlar desen ki madem çok seviyosun al iş ver. haftalık 100 liraya çalıştırmak için can atarlar. sonra bu araplardan birisi bunu darp edip paralarını çaldığında koşa koşa sözlüğe gelip başlık açar.

    yahu arkadaş bu adamlar sığınmacı falan değil bildiğin istilacı pozisyonunda şuan. yol kesip para istiyor vermezsen elini kolunu tutup fiziksel temasa giriyor. her köşe başını her trafik ışığını mekan bilmiş yoldan geçenleri aylığa bağlıyorlar. mahallelerde sürü halinde dolaşıp eşimize dostumuza salça olup huzursuz ediyor insanların eşine çocuğuna sarkıntılık ediyor. mahalleden 1 kişi karşı gelse 100 kişi toplanıp mahallede racon kesiyor.

    ada vapurunun ortasında çocuğunun altını temizliyor yetmiyor çıkardığı bezi kotuklarına üstüne koyuyor. istanbulun en işlek caddesinde çocuğunun pipisini tutup işetiyor etrafındaki insanları gram umursamıyor.

    polise şikayet etsen biz birşey yapamıyoruz alıp götürme yetkimiz yok yabancı şubenin gelip alması lazım diyip geçiştiriyorlar.

    siz hala mülteci, sığınmacı, yağmacı, istilacı ayrımını yapamayacak durumdaysanız bunları görüp rahatsız olan insanların suçu gunahı ne ?

    bu ülke de insanlar vergi veriyor belediyelere her sene tonlarca para ödüyor. çöp toplama vergisi adı altında bile milyonlar kaldırılıyor, lakin benim evimin önünde bokunu temizleyip atmış suriyeliyi ben istemeyince ben mi suçlu oluyorum ben mi insan sevmeyen orospu çocuğu oluyorum ?

    isveç, norveç, kanada 5-10 tane multeci kabul edip etmeyeceğini bile halka sorarken 20 kişi için bile meclisi açıp referandum kararı alabiliyorken bizim gelebildiğimiz nokta tam olarak bu.

    sonra buraya gelip turkiye şöyle ilerledi şöyle gelişti böyle medenileşti diye ahkam kesen din seviciler bunları söylediğimiz zaman uç noktalardan örnek veriyorsun diyorlar.

    debe editi: debe de double yapınca sedet maaşa zam yapmış.
  • hepsini toplayıp ahmet davutoğlu'nun evlerine yerleştirmek istediğim sığınmacılardır. rahat rahat banyolarını yapsınlar, ahmet'in karısı onlara yemek hazırlasın, çocuklar; ahmet'in torunlarının yataklarında uyusun istiyorum ben şahsen.

    ne dersin ahmet? gelsinler mi?
  • kendi ülkelerinde savaşmamış, bizim ülkemizde sevişmişlerdir
  • türkiye'de olanları uluslararası literatürde syrian guests olarak geçer. mülteci* olarak değil sığınmacı* olarak adlandırılma sebepleri basit: çünkü mülteci statüsünde değiller. her ne kadar türkiye, cenevre sözleşmeleri'ni imzalayıp mülteci statüsünü tanımış olsa da, bu maddeye coğrafi sınırlama şerhi düşmüştür. bu şerhe göre türkiye'ye sadece ve sadece batı'dan gelen sığınmacılar mülteci statüsündedirler. doğu'dan gelenlerin statüsünü belirleme imtiyazı türk hükümetine aittir.

    peki bu statü farkı neyi değiştiriyor?

    birincisi, bu insanların ne oranda ve ne sürede kabul edilecekleri keyfiyete biniyor. 2011'den beridir türkiye, suriye'ye açık kapı politikası* uyguladı. haliyle dünya tarihinin en büyük mülteci alımı gerçekleşti. sadece yasal göçmenlerin sayısı iki milyona ulaştığında ise bu açık kapı politikası gevşetilmeye başlandı. bugün bildiğim kadarıyla her önüne gelen sınırdan alınmıyor. hükümet isterse hiç kimseyi de almayabilir; statü farkı bu keyfiyeti sağlıyor. dahası ve çok daha önemlisi, bu statü farkı sayesinde türk hükümeti istediği an sığınmacıları ülkeden çıkarabilme yetkisine sahip.

    ikincisi, bu statü farkı, konvensiyonda belirlenmiş ve daha sonra da hem birleşmiş milletler hem avrupa birliği tarafından genişletilmiş mülteci hakları hususunda keyfi bir tutumu mümkün kılıyor. yani mesela türkiye suriyeli sığınmacılara çalışma izni vermek zorunda değil. nitekim çoğunlukla vermiyor da. ya da mülteci kamplarının yeri normalde sınırdan bir hayli uzakta* olmak zorundayken türkiye'deki kamplar direk sınırın dibinde. buna da kimse karışamıyor.

    peki bu kamplar ne durumda?

    çoğunlukla hatay, gaziantep, kilis gibi sınır kentlerinde bulunuyorlar. bazısı da osmaniye ve adıyaman gibi sınıra görece uzak noktalarda. her ne kadar ürdün ve lübnan gibi ülkelerin kamplarından katbekat daha iyi durumda olsalar da, alelacele açılan bu kamplarda büyük altyapı eksiklikleri bulunmakta ve bu kamplarda kalanların en çok şikayet ettiği konu da bu. ikinci şikayet sebebi ise yemeklerin çoğu zaman yenilebilir durumda olmaması. kamplarda birçok kez gıda zehirlenmesi vakası yaşandığını da not düşelim.

    neden bu kamplarda kalmıyorlar?

    sığınmacıların %85'inden fazlası kamplarda yaşamıyor. sebebi ise kampların dolmuş olması. ciddi beslenme ve konaklama sorunları olsa da kamplarda kalabilen sığınmacılar kendilerini şanslı sayıyorlar. kamplarda kalamayan sığınmacılar ya sokaklarda yaşıyorlar ya da birkaç aile birleşip varoşlarda bir eve çıkıyor ve sadece kirayı karşılamak için yasadışı işçi olarak ne iş varsa orada çalışmak zorunda kalıyorlar.

    sekiz yüz lira maaş?

    şehir efsanesi. sadece yüz liralık kızılay gıda kartı veriliyor. bu da aynı kredi kartı gibi. nakit değil. bununla kira ödeyemezsin ya da kılık kıyafet alamazsın.

    haliyle yaşamlarını geçindirebilmek için tek olanakları çalışmak. biz türklerin bile iş bulamadığı ya da karın tokluğuna çalıştığı bir ekonomik belirsizlik ortamında bu suriyelilerin, dil bilmeden ve ellerinde bir çalışma izni bulunmadan ne tür işlerde çalıştıklarını da siz düşünün artık. suriye'de doktorluk, mühendislik yapan adamlar burada amelelik yapıyorlar. türk amelesinin aldığı yevmiyenin dörtte birine razı olmak zorundalar, o da iş bulacak ve işe alınacak kadar şanslılarsa tabii. birçoğu onu bile bulamadığından dileniyor. şimdiye dek organize suça pek de fazla bulaşmamış olmaları şaşırtıcı dahi sayılabilir.

    memleketlerinde paraları yok muydu bunların?

    sığınmacıların büyük bir kısmı halihazırda alt gelir grubundan. orta sınıfın cebindeki para ise türkiye'de geçer akçe değil. 75 suriye poundu 1 türk lirasına eşit ve haliyle geldiğiniz anda cebinizdeki para buharlaşmış oluyor.

    avrupa macerası?

    sığınmacıların önemli bir kısmı türkiye'den yunanistan'a, oradan macaristan'a, oradan da herhangi bir kuzey avrupa ülkesine gitme macerasına giriyor. kendi cümleleriyle söylersek, türkiye'de hayat pahalı ve geçinmek imkansız. bunun üstüne kazanamadıkları mülteci titrinden ötürü kıçlarına tekmenin ne zaman basılacağı da belli değil ve suriye'deki iç savaş bitmedikçe geri dönmek istemiyorlar.

    ege bölgesi'nden yunan adalarına lastik botlarla geçiriliyorlar. genelde bin, bin iki yüz lira gibi bir ücretten bahsedilse de bu ücret ortalama botlar için. daha düşük ücretlerle de geçirilenler oluyor. geçenlerin hepsi sığınmacı değil; doğrudan suriye'den gelip türkiye'de durmadan avrupa'ya geçenler de var, hatta kuzey afrika'dan, doğu afrika'dan, ırak'tan falan gelip geçenler de var. sebebi basit: akdeniz'den açılmak, ege'den açılmaya göre hem çok daha riskli, hem çok daha pahalı.

    bodrum otogarında uyuyan suriyeliler bu botların gelmesini bekleyen alt sınıf sığınmacılar. izmir basmane'deki otellerde kalanlar da biraz daha orta sınıf sığınmacılar. hemen hepsi botların yanaşmasını bekliyor. sabahın köründe gizlice yola çıkıyorlar. alt sınıfın ve orta sınıfın bindiği botlar ayrı; çünkü ödenen ücretler farklı. alt sınıf, yirmi kişilik botlara balık istifi kırk elli kişi bindiriliyor. haliyle bu botların önemli bir kısmı batıyor. kıyıya vuran suriyeli göçmen çocuk ceseti de bu botlarla yunanistan'a açılıp botu devrilen sığınmacıların akdeniz'de yok olup gitmemiş cesetlerinden sadece biri.

    yunanistan'a türkiye'den ayda elli bine yakın sığınmacı kaçak giriş yapıyor. özellikle kos adası ufak bir suriyeye dönmüş durumda. yunanistan'ın ekonomik durumu da ortada, "avrupa'nın enayisi biz miyiz?" moduna çoktan girmişler, bu adamları hiçbir şekilde istemiyorlar. haliyle bazen batan botlardan düşüp de boğulmak üzere olan sığınmacıları kurtarmaya dahi çalışmadıkları oluyormuş. ancak dediğim gibi; bu sığınmacıların çoğu yunanistan'da kalmıyor, avrupa'ya yayılıyorlar. türkiye üzerinden yola çıkıp avrupa'nın çeşitli yerlerine dağılan sığınmacıların sayısı da yüz binlerle ifade ediliyor.

    not: kişisel araştırmalarımın ürünüdür. hatalı bir içerik bulursanız uyarmaktan çekinmeyin.

    edit1: nesta13nesta uyardı. kaçak geçiş için ödenen para şimdilerde 2000 euro'yu geçmiş. inanması güç olsa da gerçekten öyle
  • yaz tatilimi geçirdiğim hatay'da dün akşam ikiz yeğenlerimi parka götüreyim dedim. beş yaşında ikisi de. amacım zıpırlar biraz yorulsunlar erken uyusunlar idi. yoksa gece ikilere kadar bitmek bilmeyen sorularıyla uğraşacağımı iyi biliyordum *
    bilenler bilir vali göbeği parkını. salıncaklar kaydıraklar vs. parkın iki farklı yerinde bunlardan var. neyse ikisini saldım ben bu oyun parklarından birine parkı gören banklarda yer arıyorum. oyun parkı biraz kalabalık ve neredeyse on çocuktan sekizi suriyeli çocuklar. yüzlerindeki neşeyi görmek beni de mutlu ediyor çok takılmıyorum bu detaya. aileleri banklara yayılmış piknik havasında takılıyorlar. aileler bir yanda işid çilere benzer tipler bir yanda; onlar tek idi banklarda, sanırım kimsenin ötü yemiyo yanlarına oturmaya..çekirdek çitleyip kabuklarını yere atmalar; hoş bunu bizim insanımız da yapıyor, içilen şişeleri yere atanlar vs. parkın her yanında irili ufaklı çöpler. halep sokaklarını bildiğimden dolayı bunları da normal karşıladım. neticede temizlik kültürü bir anda edinilecek bişey değil ve adamların mayasını biliyordum.
    neyse yeğenlerime baktım kalabalıktan ötürü oynamak istedikleri aparatın önünde bekleyip sıraları gelince biniyorlardı. ben de uzaktan izliyorum. bir ara bi baktım yeğen aparatın birinde sıra bekliyor. sırası gelince binmesiyle birlikte, yanında küçücük kardeşiyle 10-12 yaşlarında bir kızın gelip yeğenimi kolundan tutarak indirp küçük kardeşini bindirmesi bir oldu. bir eliyle de bizimkini ittirip arapça çekil çekil diyor. bizimki kenara geçip durdu öyle. ama nasıl masum masum izliyor diğer çocuğun bindirilişini. yerimden kalkıp yanlarına gittim. kıza arapça bu yaptığının yanlış olduğunu sıra beklemesi gerektiğini söyledim. baktım omuz silkiyor 'indir hemen kardeşini,başka bir aparata götür' dedim ve yeğenimi kollarından kaldırıp oyuncağa bindirecekmiş gibi yaptım. kız küçük çocuğu aldı ve yüksek sesle, arapça 'biz erdoğan'ın çocuklarıyız, onun misafirleriyiz erdoğan'ın çocuklarıyız biz!' söylene söylene yürüyüp yüzüme öfkeyle bakıp yürüyor. bir taraftan yeğenimi üzmesi diğer taraftan bunların her b.kta tayyip tayyip diye mızıklanmalarını düşünüp tam kızı azarlayacaktım ki; çocuk daha bu sakin ol dedim kendime ve kıza 'ben erdoğan'ı tanımıyorum dedim. küçük çocuğu çekiştirip şaşkın bakışlarla bana bakıp öbür köşeye yürüdü gitti.

    diğer yandan parkta kaçak sigara satışını açtıkları tezgahlarda suriyeliler yapıyor. yani buna da diyecek bişeyim yok da. ne bileyim sığınmacı deyince insanın aklına azınlık bir grup geliyor. geldiği yeri domine edip yerli halka kendini azınlık hissettiren bir populasyon değil. onların da suçu değil ya bu durum, müsebbibi herkesin malumu..
  • net olarak söylemeliyim ki adam değildirler.

    bunlar yüzünden ırkçı-faşist olacağım yemin ediyorum. hepsinden nefret eder hale geldim.

    bir kaç gün öncesinin akşamı metrobüsten inip dolmuşa atladım, ayakta gidiyorum. yanımda da orta yaşın biraz üzerinde bir adam ve kadın var, beraberler. ellerinde iki küçük el bavulu var sanırım hava alanından geliyorlar. neyse bizimle birlikte iki kadın daha ayakta duruyor. dolmuşun orta kapısındaki merdivenlerinde de 25-30 yaşları arasında, kılığı kıyafeti düzgün ( dilenci olmayan ) bir suriyeli, dolmuşun iniş-biniş merdivenine oturmuş son ses ( arapca ) konuşuyor.çantalı olan çift inmek için müsaade istediler ama bu lavuk telefonla konuştuğu için duymadı adam kibar bir şekilde tekrar izin istedi tekrar tık yok sonra adam eliyle bunun omzuna dokunarak '' oğlum şöyle bir yol ver inelim biz '' dedi. bu göt veren oturduğu yerden artistce doğruldu ve adama arapca bir şeyler söyledi muhtemelen küfür etti ya adamın kendisini eliyle dürtmesinden rahatsız oldu. adam da bu arapca bir şey saydırınca küfür ettiğini düşünerek tam inerken buna '' oh be memleket sizin olmuş tamamen rahatlığa bak '' demesiyle dolmuşun içinde yüksek bir yerde olan bu yavşak, adamın ense köküne doğru bir tekme salladı ve tam arkadan omuzuna bir tane yapıştırdı. adam şok oldu eşi de çığlık attı ki tam o anda dolmuş şoförü otomotik kapıyı kapattı. içeride olayı görenler de ben dahil şoktayız ama benim beynime kan sıçradı tabi. o sırada içeride oturan vatandaşlardan birisi de bu yavşağa '' sen o adama neden vurdun şimdi, sana bir şey mi dedi adam, müsade istedi senden '' dedi. bu yavşak sanki az önce az bir bok yemiş gibi bir de üstüne diğer adama diklenmeye başladı. artık benim devler yandı ve tutamadım kendimi. allah ne verdiyse bu yavşağa girdim arabanın içinde. muhtemelen de hayatı boyunca öyle bir sopa yememiştir kimseden.

    sözün özü şu bu insanlar adam değiller. bu insanlarda saygı yok. ne kendilerine kapıyı açan bu ülkeye ne de bu ülke insanına gram saygıları ve şükranları yok. bunlar daha şimdiden bu kadar geniş, rahat ve saldırgan davranıyorlarsa yarın öbür gün vatandaşlık aldıklarında ve örgütlendiklerinde neler yaparlar varın siz tahmin edin. çok değil üç beş sene sonrası için nur topu gibi bir yeni gündem maddemiz var.

    edit: imla.
  • nisan ayında aştideyiz arkadaşımla. 3-4 saat otobüs bekleyeceğiz. bütün gün vize işlemleri o bu derken yorulduk. başka bir yere de adım atacak halimiz yok. mecbur orada oturup bekleyeceğiz. 2 kız.

    resmen kendimize oturacak yer bulamadık korkudan. bu nasıl bir şeydir ya. her yer ama her yer suriyeli. yalınayak, çığlık çığlığa koşan çocuklar, bağırarak konuşan adamlar.

    baya bir dolandık. ama nafile.

    en sonunda mecbur bir yere oturduk. yorgunluktan gözlerimiz kapanıyor. ama karşı taraf komple suriyeli. korkudan tetikteyiz. makarna gibi çocukları da var zaten. sürekli arkamıza, önümüze bakıp durduk. çantamızı kucağımıza koyup sarıldık. poşetlerimizi iki bacağımızın arasında sıkıştırdık, çekerlerse hissedelim diye.

    en sonunda küçücük bi velet - ama hakikaten küçücük- bana yaklaştı, gülümsedi. şirinlik yaptı. ben de gülümsedim çocuk neticede. çokta severim, dayanamam. az daha gülümseyerek yaklaşıp, cebinden çakı çıkartıp üstüme salladı resmen. dedim hestia senin gülümseyen ağzına sıçayım. anası desen bakıyor, hiçbir şey yapmıyor.

    "yürü git lan bacaksız" dedim, azcık doğruldum oturduğum yerden. dedim, dedim ama küçükte olsa insan bir an korkuyor işte. üstüne yürüsem çocuğun, benim 5 dakika sonra ne halde olacağımın garantisi yok. kalabalıklar zaten -ki biz 2 kişiyiz- .

    babam arıyor bir yandan. adam tedirgin. bir an önce otobüse sağsalim binmemi bekliyor. ona belli etmemeye çalışıyorum daha da telaşlanmasın diye.

    velhasıl kelam burada gelip insanlık kasmayın anam babam. yeter.

    yeter kendi vatanımızın sokaklarında korka korka dolaştığımız.
    yeter çocuklarımız, kardeşlerimiz, analarımız- babalarımız dışardayken ödümüz koparak eve gelmelerini beklediğimiz.
    yeter sömürülen insani duygularımıza sustuğumuz.
    yeter bunlara bu kadar verdiğiniz yüz.

    ben yurtdışında* sabah 4'te, korkmadan, tek başıma sigara almaya giderken zerre tereddüt duymadım başıma bir iş gelir diye. ama ben kendi ülkemde akşam ekmek almaya giderken bile, benim ailem tedirgin oluyorsa artık bir durun da vay anam vay neler dönmüş serhat yadiyin.

    hala onların suçu ne diyen var. hala hükümetin çapsız politikası diyen var. hala empati kurun diyebilen var.

    ben empati kuruyorum. savaştan kaçıp suriyeye sığınmışım;

    -kimsenin karısına, kızına dik dik bakmam. taciz etmem.
    -kimsenin yemek yediği masaya gidip, onu rahatsız edip, dilenmem.
    -kimsenin canına kastetmem.
    -kimsenin rızkına göz dikmem.
    -parklarda, sokaklarda, plajlarda çoluğumu çocuğumu dilendirmem.
    -ben sığındığım ülkenin malına zarar vermem.
    -ben bu kadar arsız olmam. mahcup olur, kaderime lanet ederim. oraya buraya saldırmam.
    -ben hırsızlık, kapkaççılık yapmam.
    -çaresizlik içinde sınırdaki tel örgülerin ardında beklerken içeri hemen almıyorlar diye gidip askerleri taşlamam.
    -otobüslerde milletin karısına kızına dayamak için sırıta sırıta fırsat kollamam.

    ulan ben çocukken annemin gelmesini bekleyene kadar komşuda otururken bile sesimi çıkarmadan beklerdim. bir bardak su istemeye çekinirdim.

    düğünden gelmiyorlar. evet. ama savaştan kurtulmuş gibi de değiller.

    evet, ben empati kuruyorum. savaştan kaçıp suriyeye sığınmışım mesela. mahcubiyet yaşarım her şeyden önce. beni belki de iğrenç bir şekilde ölmekten kurtardıkları için her gün minnet ederim.

    ben artık bıktım her gün "saldırılardan kaçan suriyeliler türkiye sınırından geçti" başlıklı haberleri okumaktan.

    yeter artık.

    yeter.
hesabın var mı? giriş yap