• 2 yil yasadigim,hayatimda gördügüm en karanlik ve ayni zamanda en renkli mekan...camdan kafanizi çikarip baktiginiz her bir yer ayri bir ara güler fotografi.
    dünyamın en güzel gözlerine sahip kürt çocuklari, romanlar, afrikalilar ve sizin gibi kara koyunlarla bir arada yasayinca, sabahlari uyandiginizda pencereden söyle bir ses gelebiliyo'... (ben çalmadim savunmasi)
    - eeea,ööa...bak ayse teyze..(arada sarap içer) tamam evet ben hirsizim, meslegim hirsizlik (yine içer bu)ama komsularimin malini hayatta çalmam...
    sonra siz balkondan bakarken yoldan geçen bir adam eger üst komsunuzu taniyorsa,ona eliyle bir selam gönderiyo' ve komsunuz da bu selama jest olarak kültablasi içinde sarilmis, oturdugu yerden fosur fosur tütmekte olan bir takim kokulu bitkileri sepete koyup asagiya sallayarak ikram edebiliyo'.. adam bi' nefes çekip tesekkür edip,siz camdan dumurla bakarken yoluna devam edebiliyo'...
    ayrica duvarlarinda çok temiz bir sekilde, özel olarak tabelaciya yaptirilmis
    "buraya çöp atanin anasini bacisini s.kiyim"
    yazisini görebilecegimiz yegane mekandir kendisi... (oricinalinde s den sonra nokta yok bittabi)
  • taksim'den, şişhane'ye gitmek isteyenlerin tercih ettikleri istimlak yemiş caddedir. eskiden "fener alayı" bu caddeden geçerdi. işçi bayramında yürüyenlerin parkuru da bu caddeydi. o zamanlar tarlabaşı caddesi'nde karşılıklı sıralı, üç -dört katlı, ikinci katı mutlaka cumbalı binalardan birinde oturuyoruz. yanımızdaki evde, cumba hizamızda leyla ve arslan adında iki kardeş oturuyor. onlar benden çok büyükler. yaşları neredeyse annem kadar var. her ikisi de tiyatrocu. maaşlı oyuncu onlar. çalıştıkları yerin adı: devlet tiyatrosu'ymuş. gündüz oyunlarına ben de gidiyorum. leyla abla'ya bazan yardım ediyorum rolünü çalışırken. iki yıldır okuyabiliyorum. yeniyim bu işte ama, leyla abla beğeniyor okumamı. çok eğleniyoruz., çok gülüyoruz, birbirimizi çok seviyoruz.

    sonraki günlerde bir haber dolaşıyor evin içinde. leyla abla evlenecekmiş! kara haber bu. yas tutuyorum. istemeye geleceklermiş. "istemek" ne demek anlamıyorum. anlatıyorlar. adam denizciymiş. ve leyla abla'yı alıp cumbalı evinden, başka bir şehire götürecekmiş. kolay kavrıyorum. ama ayak diretiyorum. leyla abla'yı isterlerken ben de görmek istiyorum. "sen olmazsan vermem zaten.." diyor aslan abi. hazırlıklara yardım ediyorum. mesela, gümüş tepsiyi tek başıma parlatıyorum. herkes birbirine söylüyor. "tek başına parlattı koca tepsiyi annesi..." , "valla bravo evde su içse bardağı masaya koymaz." diyor annem. çok kolay birşey niye şaşırıyorlar, anlamıyorum. tek başıma çatal ve bıçakla balık da yiyebiliyorum oysa. kimse farkında değil. sirkeli su yapıp kristal avizeleri parlatıyoruz, gümüşleri de. dantel örtüler kolalanıyor, bir avcumdan bir diğerine savura, savura kurutup sertleştiriyoruz dantelleri. sonra da ütülüyoruz. hummalı bir hazırlık. günlerce. her yer lavanta kokuyor ve o gün gelip çatıyor.

    saçlarımı, en sevdiğim, kafamın yanından sarkan iki örük modelinde yaptıramıyorum. çünkü saçlarım erkek çocuğu gibi kesilmiş. hastalandığım için kestiler. "kuvvet çalıyormuş!" ananem öyle diyor. diken gibi kısacık saçlarımı ıslatıp, tarıyoruz. küçük bir de toka takıyoruz. leyla abla çok güzel. akşam yemeğinden sonra kapı çalınıyor. tahta merdivenleri inip ben açıyorum demir kapıyı. beyaz elbiseli, beyaz şapkalı olan arkada duruyor. şaşırıyorum. akşam karanlığında kapının önünde duran uzun boylu beyazlar içindeki adam bir asker. resmen asker bu. bana denizci demişlerdi. kaptan ahab'ı bekliyordum ben. bildiğim tek denizci o. bir de natulüs'ün kaptanı var. ama o sevimli adam leyla ablayı alıp gitmezdi. bizden ayırmazdı. bir yaşlı kadın ve iki adam daha var kapıda. kenara çekiliyorum. içeri giriyorlar. ahşap merdivenleri çıkıp evin kapısında bekleyen leyla abla'yla konuşuyorlar. yukarı çıkmıyorum. fark etmiyorlar. kapı kapanıyor. ışıklar da. karanlık holde bir süre bekliyorum. çok sürmez biliyorum. beni çağıracaklar, yokluğumu mutlaka fark edecekler biliyorum. kimse fark etmiyor.

    eve geri dönüp, cumbaya oturuyorum. sorulara cevap vermiyorum. "arkası yarın" başlıyor radyoda. dinlemiyorum. yan cumbadaki ışıkların kararmasını bekliyorum. kararmıyor. "arkası yarın" bitiyor. misafirler gitmiyor. ananem "yorgan balosu" saatini ikaz ediyor. yerimden hızla kalkıp, merdivenleri bir solukta iniyorum. kapıdan çıkıp, yan evin çevirmeli ziline parmak uçlarımda dikilerek asılıyorum. belki bin kez çeviriyorum. durmadan. durmadan. durmadan. sokak çınlıyor. kulaklarım çınlıyor. sonunda pencereden leyla abla'nın yüzü görünüyor. ağlayarak, bağırıyorum: "gitsinler onlar artık evlerine! arkası yarın da bitti. hani ben yokken vermeyecekti arslan abi seni.."
    babam gelip susturuyor beni. gözyaşlarımı siliyor. kendi basamaklarımızda oturup dertleşiyoruz. "ayrılığın" gerekliliğini anlatıyor bana ilk ayrılığımın arifesinde. "neden üzülüyorsun?" diye soruyor. onca sebebi sıralıyorum tek nefeste. çünkü oyun oynuyoruz. çünkü beni sinemaya götürüyor. çünkü bana sakızlı çörek yapıyor. çünkü süslü şapkaları var. çünkü bana kitap alıyor. çünkü çok güzel masal anlatıyor. çünkü..
    "leyla da çok üzgün senden ayrılacağı için.. neden üzgün biliyor musun?" diyor, ama cevabımı beklemeden devam ediyor. "seni çok sevdiği için üzülüyor." diyor. "iki saattir çünkülerini sayıp döktün de bi sevgini söyleyemedin"diyor. gücüme gidiyor babamın söyledikleri. seviyorum ben leyla abla'yı. babamın anlattığını anlamıyorum. ne demek istediğini de. ve beni niye böyle üzdüğünü de. yıllar geçmesi gerekiyormuş onu anlamam için.

    "kal" diyor, karşımda oturan adam. "neden kalmalıyım?" diyorum. sayıyor çünkülerini, cömertçe. dinliyorum. aklıma leyla abla'yla ayrılışımızın hikayesi geliyor. kalmıyorum. çünkü...

    biz mi taşındık o evden, yoksa leyla ablalar mı önce gitti hatırlamıyorum ama, sanırım leyla abla hiç evlenmedi.
  • zencilerin kürtçe konuşabildiği yere denir...
  • kimsenim kimseyi takmadığı, modern yaşam kriterlerinin uygulanmadığı için hergün bir süprizle karşılacağınız semt.

    özellikle romanların müzik keyfini tüm mahalleye yansıtmaları apayrı bir keyif ve bazen de bir zulümdür.
    yan apartmanda benim katımın hizasında pazar günleri deli gibi çalan arabesk, hint müziklerine en sonunda bir tepki olarak, camı sonuna kadar açıp, müziği de sonuna kadar getirip kardeş türküleri'ni koymuştum. tepkiyi almak için kafamı pencereden uzattığımda, yan komşum roman kadınla yüzyüze kaldık. "abii bu ne güzel şey yaaa, kim söyler bunu" "şeyyy kardeş türküleri" "abi versen de dinlesek biraz"

    camdan kardeş türkülerini uzattım, değişen birşey olmadı, bangır bangır müzik çalmaya devam etti, ama en azından kardeş türküleriydi, "abi cd'ni vereyim geri" dediğinde yok yok kalsın ben sana bir tane daha getireceğim" diyerek devam ettik bir süre.

    bir de tarlabaşı'nın ilginç bir ekonomik yapısı vardır. yeni palazlanan gecekondu semtlerinde apartmanların altına bir dükkan inşa edilir. burası rant kapısıdır. konut hakkı için çırpınan eski insanlar gitmiş yerine birdaire eksik yapıp rant kapısı inşa edilmiştir. tarlabaşı'nın o şansı yoktur. en alttaki katta da insanlar yaşar ve üretimlerini bu evlerde yaparlar. midyeler, mısırlar, kerhane tatlısı için şerbetler bu evlerde kaynatılır. hani evinizde kapınızı açtığınızda sokaktan koku gelir, tarlabaşı'nda tam tersidir. açılan kapılardan sokak kokar. bazen müdahaleleri bile dinlersiniz "geliiin kapatın şu kapınızı, sokak koktu beeeaa" . yani evler üretim yeridir aynı zamanda.

    tehlikeli midir ? hem de nasıl ama o mahallede oturduğunuzu mahalle gençleri, sakinleri öğrenene kadar, ondan sonra ister kadın olsun ister erkek rahatlıkla gecenin yarısı eve dönersiniz.
    biri laf atmaya kalktığında "şşşt o bizim mahalleden" sesini duyarsınız diğerinden. ama yine de, takipten sokağınıza girene kadar kurtulamazsınız.

    bir de garip olaylarla karşılaşırsınız, tam evin önünde çıkmaya hazırlanırken, birisi deli gibi koşar yanınızdan bir cep telefonunu toprağa atar, arkasından başak birisi koşarak "kendininkini de atttt, kendinikini de aatttt, ben de gaspçıyım laaaynnnn" diye kovalar öbürünü.

    zamanla komşularınız olur, gençlerle tanışırsınız. ve farkedersiniz ki, bu yoksulluğu paylaşan insanlar kadar birbirinden nefret eden başka semt yoktur. romanlar kayserililerden, siirtliler romanlardan, karadenizliler kürtlerden öldüresiye nefret ederler. kendi yoksulluklarına duydukları tepki diğerine yönelir. anlatamazsınız, onca rezilliğin yoksulluğun nedeni "öteki" değil, size yarım ağız hak verirler ama devrimden önce de kesmek lazımdır tüm romanları/kürtleri/lazları...
  • taksime arabayla gidildiginde bu mekana birakabilirsiniz arabanizi. hic bi $ey olmaz.
  • istanbulun tam merkezinde ki arka sokagi. dikkat etmek lazim burada yoksa basiniza asagida anlattigim benzeri bir olay gelebilir.

    new yorktan bir dostum istanbulu ziyarete gelir haftaligina. gezilcek yer gezilir yencekler yenir yapilcaklar yapilir. en son mevzu tabiiki sekstir. oldukca azmis gorunen arkadas her gece cikilan barlardan kimseyi dusuremeyince sorar nerde lan buranin keranesi diye. istanbul cocugu olmadigimiz icin arastirdim biraz mekanin karakoy oldugunu ogrendim. zaten cihangirde kaldigimiz icin 5 dakka mesafe uzakliktaydi.

    bi aksam gittik karakoy zurafanin girisine. bakti soyle mekan les tabii. birkac tek atalim sonra giderim dedi. derken o sirada pezonun biri geldi. herif anlatmaya basladi yok masaj yapcan, sikecen, dus alcan hepsi 100 lira diye. elimde rus turk rumen hepsi var falan dedi. dedim eleman turkce bilmiyor. hemen boktan ingilizcesiyle aynen anlatti soyle boyle diye mekanimiz taksimde bi otel gidelim taksiyle hemen falan diye. dedim ben bu iste bokluk var inanma buna sikerler bizi sonunda falan diye. pezo olmayan ingilizcesiyle halen is baglamaya calisiyordu tabii. sonucta benim kafam rahatti ne kari sikmeye ne sokmaya gelmistim, elciye zeval olmaz demisler. velhasil oyle boyle derken pezo cocugun kanina girdi ikna etti. iyi dedim bende gidelim oyleyse.

    derken atladik taksiye taksime dogru. tarlabasinda indik. longplay adinda pavyon gibi bi yere girdik, girer girmez icimden ben siki tuttuk dedim. sahnede bi kac kari oynuyor hepsi turk tabi. masaya oturduk. varan 1; hicbisey soylemedik ama uc kola geldi, biri buzlu. tabi bizimkiler buzsuz. direk kac goz isareti sakin icme dedim elemana. artik icinde ne varsa sabaha don paca kalirdik. neyse bunu atlattik derken iki kari geldi yanimiza. ben herife diyorum kari mari istemiyorum elemana verin bitsin su is artik falan ama hak getire. serefsiz ortam boyle olmak zorunda diyor. kizlar sampanya getirtiyor. isler iyice boka sarmaya basladi farkindayim ama cocuk bilmiyor tabi. neyse o da sikildi durumdan pezoya donerek hadi verin sunlardan birini bende isimi bitireyim cikayim dedi. derken hesap geldi. once bi baktim 110 gibi gorunen rakamlarin ortasinda ki cizgiyi gormemle 710 lira oldugunu farkettim. yarrak oyle degil boyle yenir dendi kisaca bize. yasli godosun biri anlatiyor menude soyle boyle ben diyorum eleman amerigali bilmiyor turkce birak tercume ediyim. tehdit ediyor fatura keserim 950 odersin falan diye. benim arkadas ilk soku atlatmis ne bok yicem havasinda. ben olaydan hem uzak hem icindeyim. bes kurus para yok cebimde, cocugun cebinde iyi kotu biliyorum 500 lira var. artik 10 dakka kadar bayici iyice boka saran bi konusma yok soyle yok boyle diye diye godos iyi tamam once 600 sonra 500 verin gidin amk dedi. tabi bu arada basimizda 5 zebani duruyor. kizlar coktan gitti. arkadas cikardi 300 lira arti 100 dolar. yetmez dedi serefsiz 40 lira daha var neyse verdi. sonra piskopatin biri geldi kasi gozu ayri oynuyor, biraksan tam sokcak kelebegi hemen, oyle bi tip. cikar lan cuzdani ver liralari falan demeye basladi. arkadas cikarmam bende bu kadar var derken neyse cikabildik mekandan. tabi ben bi ingilizce bi turkce derken beyin amciklamasi yasamak uzereydim. pezo halen yanimizda. hayatimda yasadigim en buyuk dumurlardan birini dedi pezo. abi kusura bakma ben niyetliyim iftara az kaldi gidecem bozcam orucu gelcekseniz gelin yoksa gidiyorum dedi. sikermisin sabaha mi birakirsin durumu. arkadasim fena tirsmis sekilde birak siktirsin gitsin bizde kacalim burdan havasinda. iyi dedim defol. bizde hizli adimlarla bulvardan yukari yuruduk.

    eleman hemen birakmam parami polise gidelim dedi. bi baktim etrafa beyoglu ilce emniyet mekanin tam karsisinda. ulan dedim adamlarda ki rahatliga bak karakol karsisinda milleti sikiyorlar. gidelim hemen dedim yok onunden gitmeyelim mekanin karsidan yukardan gecelim dedi baya tirsmis sekilde. giderken karakola arkadasa dedim benim turk oldumugu bilmesinler, ben kenarda durayim. niye boyle dedim aslinda hem godoslarla bi daha muhattap olmamak icin hemde turk polisinin yabanciya bakisini gormek istedim bi yandan. tabii olayin disinda kalmak istiyordum.

    tam iftar vakti, polisler yeni bozmus oruclarini, yemek yiyorlar. biz karakol onunde bekliyen polise gittik. arkadas lafa girdi. ingilizce anlatiyor iste surdaydik su kadar para istediler caldilar paramizi falan. adam bi bok anlamadi, icerden biraz ingilizcesi olan birini cagirdi. cevikten biri geldi. o yavas yavas anlatinca anladi. karsida ki orospu cocuklariymis yuksek ucret yine dedi. digeri bu yuz oldu amina koyim yeter artik biktim ya dedi. once baslarinda savip taksim karakoluna gonderceklerdi fakat derken anons gectim arastirma police is coming falan dedi. benim bildigimden habersiz kendi aralarinda dediklerini bende bi yandan arkadasa tercume ediyordum. tabi bi yandan gulmemek icin kendimi zor tutuyordum. neyse arastirmayi beklerken gectik kenara, cevikte ki polis heyecanli bulmusum amerikaliyi ingilizcemi gelistireyim derdinde. surekli biseyler demeye calisiyor tabi cok iyi anlasilmiyor. yasi isi gucu falan soruyor. mesela amerikaliyla turk polisini karsilastirmasi yarmisti beni. ordakiler nasil dedi no smile right falan diyerek yuzuyle gosterdi. onayladik evet oyle. cevikci iste turk polisi bize bak guluyoruz polis dostunuzdur demesiyle yardi bizi sagolsun. ah bana sor bide sen onu. neyse 10 dakka gecti falan mekanin diger pezolarindan iki kisi geldi. direk ceplerini aramislar. olay nedir ne degildir derken getirin parayi yoksa alacaz hepinizi iceri muhabbetleri. gittiler sonra bunlar. sonra biz konusmaya devam ederken arkadan kapida bekliyen polis lan ahmet ingilizce konuscam diye beynini siktin adamlarin diye bi bagirdi. neyse 5 dakka sonra ayni adamlar geldi elinde verdigimiz paranin aynisi ile 340 lira arti 100 dolar. polis parayi saydirdi dogrumu diye. tamam tamam dendi. bizim gotler tabi yusuf yusuf herifler arkadan bizi takip ederse diye. pezolar gitti, polise diyoruz ya takip ederlerse falan diye adam oyle cool oyle rahat ki burasi bizim korkmayin bisey olmaz havasinda. derken cevikci arkadas emailimi vereyim bisey olursa haberlesiriz dedi. kagida yazdi altina da cop guy :) notunu koydu. toplamda 15 dakka surdu surmedi parayi geri almistik. gercekten takdir ettim turk polisini ilk kez. tabi aklimin bi kosesinde oraya ben kendim turk olarak gitsem ayni hassasiyeti gosterirmiydi bilemiyorum.

    hemen karakolun onunden atladik taksiye galata koprusune. o geceki ilk planim koprude raki balik yapmakti zaten. biraz gecte olsa gittik gece bi guzel siseyi devirdik. yetmedi ciktik kucuk beyoglunda devam ettik biralara, midye dolmalara. sonra da yattik zibardik tabii.

    siz siz olun tarlabasinda yurumek disinda birsey yapmayin.
  • "sokaklarında binbir, pardon az söyledim, milyonlarca renk olan, her evinde farklı bir hikaye, hatta roman olan apayrı bir dünya. geçenlerde korkumu yendim ve elime birkaç bin liralık fotoğraf makinesi alıp başladım, yoksulluk pornosu çekmeye... inanır mısınız yoksullar ama yaşıyorlar, bir de samimiler, içtenler böyle... hiç bizim gibi değiller"

    o fotoğraf makinelerinizi var ya, kafanızda kıracağım. geçenlerde evden çıktım, tam apartman kapısını kapatacağım, birisi geldi suratımda flaş patlatarak fotoğrafımı çekti. hayvanat bahçesi sanki burası! "ne yapıyorsun sen" diye çıkışınca da depar atıp kaçtı. bak hala gülüyorum, manyak mısınız kardeşim?

    sizin tehlikeli dediğiniz yere gece 3-4'te girince bir oh çekiyorum. istiklal'den yürümenin bütün gerginliği birdenbire gidiyor, gülümseyerek evime giriyorum. torbacı varmış, çok ilginç! ne olacaktı, sanki o otu babam içiyor, hapı dedem atıyor. torbacılar kendi halinde takılıyor, isteyen gider alır, istemeyen yürür geçer. istiklal caddesinde de sürekli polis var, torbacıların size zarar verme ihtimali daha düşük emin olun.

    arkadaşlar oradaki insanlar iyi/samimi falan değil. artık bayağı oldu tarlabaşı'nda yaşamaya başlayalı. evet farklı ama bildiğin mahalle işte, iyisi var kötüsü var. sevdiğim bakkal var, sevmediğim pazarcı var. ingiliz komşu var, apart erasmus otelleri var(pıtrak gibi çoğalıyorlar), erzincanlı dırdırcı komşu var, bol bol tanıdık arkadaş var.

    kiralar uçtu, tarlabaşı'nda yaşamanın marjinalliği bile kalmadı. gerçekten eskiden forsum olurdu ömer hayyam tarlabaşı diyince. şimdi herkes taşındı, tıklım tıkış oldu. siz hala yok torbacı, yok amann çok yoksullar ama içtenler, nasıl duygulandım safsatası yapıyorsun.

    siz böyle dediğime bakmayın, tarlabaşı'nda yaşayan biri olarak çok samimiyim aslında ben asdfghjklşişlgfds
  • bundan bi 6-7 sene evvel, iyicene sarhoş olup gecenin üçünde yolumun düştüğü yerdir. bir işim olduğundan falan değil, bilinç kaybından. çıkabildim evet.

    olayları kare kare hatırlıyorum. üzerinden yıllar geçtiği için değil, ertesi gün de kare kare hatırlıyordum. öyle bi şekilde sokağa girmişim ben, duruyorum yolun ortasında. sığır gibi sarhoşum. ayakta duramıyorum. oraya nasıl gittiğimi, kimlerle konuştuğumu bilmiyorum. iki tane arkadaş belirdi önümde. evvela burnumun üstüne bir kafa yedim. sonrasında işlemeli bir bıçak gösterdi arkadaşlar, etkileyiciydi. her şeyimi verdim. gençlik gururumu da aldı götler. sonra onlar yürüdü gitti, ben de yürüdüm. aslında onların koşması gerekiyordu, benim de "durun lan itleeer" diye bağırmam. ama olmadı. yürüdük. bu anı unutalım dercesine yürüdük. burnum acıyordu. ekip otosuna rastladım. karakola gittik. bir-iki taşşak geçtiler, sonra uyumuşum orda. taksi çağırıp eve gönderdiler. ertesi gün çalınan kimlikler için falan görüşmeye gittiğimde oranın tarlabaşı olduğunu söylediler. vay anasını dedim. ağzınla içecen bu boku dayı.

    öyle yani. herifler sırtımdaki çantayı istediler. bendeki salaklığa bak, çıkarıp kolumdan saatimi de verdim. yapacaksanız bi işi tam yapın der gibi. hay amk. sevmiyorum seni tarlabaşı.
  • şehrin cadı kazanı. ara güler fotoğraflarına yansıyan kartpostallık siyah beyaz kareler kadar güzel evlerin birbirini kestiği daracık sokaklarında, bozuk para niyetine harcanan hayatların resmi geçit yaptığı semt. son zamanlarda; tarlabaşı sanki yıllardır orda değilmiş gibi, eski pera nostaljisi yaşamak isteyenler kadar bu şehre karanlık çöktüğü zaman yaşanan steril cihangir cumhuriyeti ve asmalımescid snobluğundan uzak yaşamları görmek isteyenlerin de deney - gözlem merkezi haline gelmiştir.

    beyoğlu istanbul'un başkentiyse eğer tarlabaşı kentin gece yaşayan ötekileri tarafından kurulmuş ayrılıkçı özerk cumhuriyetidir. gecedir tarlabaşı, melektir ve bizim çocuklardır. ağır bir romandır sinema perdesine yansıyan, puma zehranın bitirim cenazelerinde haplı helva kavurduğu. beyaz yakalıların cumartesi akşamları pera alemlerinden çıkıp güvenli sığnaklarına dönerken alkolden bayılmış kafalarla dolmuş camlarından seyrettiği, sokaklarına kan dökülerek kurulmuş ayyaş tarlabaşı bulvarı cumhuriyetinin, en aşşağılık başkentleri yol kenarı batakhanelerinin masalarında güneşin hiç batmadığı semttir . kentin tam merkezinde, hayatın en cıvıltılı olduğu neon ışıklarının hiç sönmediği taksimin göbeğinde, istanbul'a bu kadar yakın ve yakınlığı kadar uzak.. aralarda bir yerde duran, arafta kalmış bir tükeniş hikayesidir tarlabaşı.

    bir köşesinde; semti akademik tez çalışmaları için deney merkezi haline getiren bir kısım entellektüele karşın inadına tesbihini sallayıp kallavi cigarasını üfleyen, barbut atan kılıç kesen hayat yorgunu emekçiler hemen yanlarında sabaha kadar açık kalacak kumar postasını barbutun en azılı zarlarıyla donatan ağır abiler, bulvar kaldırımlarında büyük umutlarla yapılan bir göç sonucu başlayan istanbul macerasını travesti bir seks işçisine dönüşerek tamamlayan kız ''oğlan'' kızlar, evlerin daracık balkonlarında rakıyı susuz yudumlarken fonda çok eski içli bir orhan gencebay şarkısı eşliğinde 2 paket maltepe tüketip kollarındaki jilet izleriyle ''dali istanbul'da'' mottosuna inat vücudu deliliğin resmine dönmüş harita bilekli gençler, arka sokaklarında 2. dünya savaşı kaçağı polonyalı saat tamircisi ustasından hayat dersleri alan bitirimhane stajyerleri diğer köşesinde ise iç içe yaşadıkları istiklal caddesinin ışıl ışıldak caddelerinde yılbaşına hazırlanan bir aralık ayı koşturmasında pera barlarında sigortasız iş bulabilmek için gezinirken karşılaştığı ve asla kavuşamayacağı hatuna tutulup, tarlabaşına dönünce alkol komasına giren delikanlıları ''değer mi? bi kevaşe için be delikanlı'' mavralarıyla teselli eden dumanlı ablaları vardır tarlabaşının. buluş müzik hol, bulvar bar night club, kardeşler birahanesi, kadir'in yeri gibi mekanlarda kapı önünü tutarak ekmek için yol bulmaya çalışırken az evvel siyah bir mercedes'le yol kenarından alınıp kimbilir hangi grup seks partisine götürülen çocukluk aşkını akşam doğrayarak huzura kavuşturmak için planlar yapan semt çocuklarına sahiptir tarlabaşı

    tüm bunların üstüne bilenler bilir ancak bilmeyenler için yazmak gerekirse galatasaray tribünlerinin en eski kalesidir birde. eski abilerinin bıraktığı mirasla her nevizade çıkışında ; ''beyoğlu sadece cimbombomundur'' naralarının atılmasına neden olan, maça sabahlama yıllarından kalma alışkanlıkla bulvardan gümüşssuyuna yürüyerek gidilen beşiktaş derbilerinin hatrına, kırk yıl hatırlanacak acı kahve misali sokak arası dostluklarıyla.
  • vay amınakoyyım tarlabaşı'nı da öveni gördüm ya ben nerelere gideyim arkadaş! istiklal caddesi'ine yakın olması neden bağdat caddesi ve etiler'e bin basıyor onu da anlayan beri gelsin. güven vermeyen bir muhittir.
hesabın var mı? giriş yap