• hafızalarımızı tazeleyelim;

    - 22 haziran 2012: radar testi amacıyla silahsız uçuş yapan türk rf-4e uçağı suriye tarafından düşürüldü. iki pilot şehit oldu. uçağın deniz seviyesinden 200 feet yükseklikte, saatte 900 kilometre hızla suriye karasularını 5 dk ihlal ettiği ama ihlalden 12-13 dk sonra uluslararası sularda vurulduğu açıklandı. (genelkurmay'a yakın bazı kaynaklar uçağın rus füzesi ile düşürüldüğünü iddia etti. iddia kamuoyunda yer bulmadı, ilgili haberlerin büyük kısmı silindi).

    - 25 haziran 2012: nato ve ab temsilcileri ile olaya ilişkin toplantı yapıldı. nato, türkiye'yle tam dayanışma içinde oldukları açıklamasını yaptı. fakat nato üyesi bir ülkenin uçağı uluslararası hava sahasında düşürülmesine rağmen "toplu savunmayı içeren" washington antlaşması'nın 5. maddesi toplantıda söz konusu edilmedi

    - 26 haziran 2012: "dönemin başbakanı" erdoğan'ın açıklaması ile türkiye'nin angajman kuralları değişti: "suriye'den türkiye sınırına güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde yaklaşan her askeri unsur, bir tehdit olarak değerlendirilecek, askeri hedef olarak muamele görecektir".

    - 28 haziran 2012: mgk toplantısı sonrası "test ve eğitim görevi icra eden silahsız bir uçağımızın 22 haziran 2012 tarihinde uluslararası hava sahasında suriye tarafından vurulması olayı ayrıntılı olarak ele alınmıştır" açıklaması yapıldı. olayın ardından sıcağı sıcağına yapılan bazı açıklamalara değinilmedi.

    - 3 ekim 2012: dünyanın asker, donanım, mühimmat ve eğitim olarak en güçlü ordularından birisine sahip olan türkiye -hem de yıllardır kendine göre çete büyüklüğündeki oluşumların çatıştığı suriye'den gelecek tehditler için- ulusal hava savunmasının müttefik hava savunma unsurlarıyla takviyesini nato'dan resmen talep etti.

    - 3 ocak 2013: nato'nun almanya, hollanda ve abd vasıtası ile sağladığı patriot hava savunma sistemlerinin kurulumu adana, kahramanmaraş ve gaziantep'te başladı.

    - 11 mayıs 2013: ışid hatay'ın reyhanlı ilçesinde iki bomba yüklü araç patladı. saldırıda 51 kişi öldü, 140 kişi yaralandı. saldırı, türkiye topraklarında gerçekleştirilmiş o güne kadarki en ölümcül terör saldırısı oldu. fakat buna rağmen kamuoyunda hükümetin saldırı soruşturmasına gerekli önemi vermediği fikir birliği oluştu. olay öncesinde ve sonrasında ışid militanlarının sağlık bakanlığı ambulansları ve kızılay'ın araçları ile sınır ötesine taşındığı iddia edildi, birçok militanın türkiye'deki hastanelerde tedavi edildiğine dair görüntüler ortaya çıktı.

    - 11 haziran 2014: musul konsolosluk binasına 900'den fazla ışid militanı tarafından yapılan baskında başkonsolos öztürk yılmaz'ın da dahil olduğu 49 kişi rehin alındı.

    - 20 eylül 2014: musul başkonsolosluğu'nda rehin alınan vatandaşlar serbest bırakılarak türkiye'ye döndü. mit operasyon sonrası "hiç ücret ödenmedi, takas yapılmadı" dese de tayyip erdoğan'ın "velev ki bir takas yapıldı, ben vatandaşlarımın kurtarılmasına bakarım" cümlesi büyük tepki topladı.

    - 22 şubat 2015: şah fırat operasyonu ile süleyman şah türbesi'nde görevli 38 personeli ülkeye geri getirmek için suriye'ye girildi. süleyman şah'ın naaşı ve diğer manevi değeri bulunan eşyalar alındıktan sonra süleyman şah türbesi ve yakındaki karakol patlayıcılarla havaya uçuruldu. iran, türkiye'nin karakolun kuşatmasını bahane ederek suriye'nin topraklarını ihlal ettiğini iddia etti. suriye rejim yönetimi ise operasyon için kendilerine bilgi verildiğini ama izin alınmadığını bunun "açık bir saldırganlık" olduğunu söyledi.

    - 7 haziran 2015: 2015 genel seçimi yapıldı. akp meclisteki çoğunluğu kaybetti.

    - 20 temmuz 2015: kobani'ye giderek yıkılmış olan kentin yeniden inşa çalışmasına katılmayı hedefleyen gruba suruç'ta basın açıklaması sırasında ışid tarafından intihar saldırısı gerçekleştirildi. 34 kişi öldü, 100'den fazla kişi yaralandı. saldırının ardından t.s.k. önce ışid'in suriye'deki mevzilerini bombaladı, bu sırada suruç'taki bombalı saldırıya karşı misilleme olarak pkk 2 polisi şehit etti. t.s.k. ışid mevzilerini bırakıp kuzey ırak'taki pkk mevzileri bombalamaya başladı. yapılan hava saldırılarında 190 pkk'lının öldürüldüğü açıklandı. sürdürülen çözüm sürecinin bittiği dile getirildi.

    - 28 ağustos 2015: moskova’ya giden abd özel suriye temsilcisi michael ratney rus mevkidaşı mihail bogdanov’la suriye krizi üzerine görüştü.

    - 3 eylül 2015: rusya ve abd arasındaki suriye krizi görüşmelerinden sonuç çıkmayınca rusya, suriye rejiminin daveti ile birliklerinin bir kısmını suriye'ye sevk etme kararı aldı. rusya bu süreçten itibaren düzenli olarak rakka, halep, şam, idlib, lazkiye, hama, dera, humus ve deyrizor'daki birçok rejim karşıtı hedefi vurdu.

    - 10 ekim 2015: hükümetin türkiye'yi suriye'deki savaşa dahil etmesine karşı çıkan "barış bloku" tarafından düzenlenen miting öncesi ankara garı önündeki toplanma alanında ışid tarafından birkaç saniye ara ile 2 bombalı intihar saldırısı yapıldı. cumhuriyet tarihinin bu en kanlı ve vahşi saldırısında 109 vatandaş hayatını kaybetti, 500'ün üzerinde vatandaş yaralandı (yaralılara yardım etmek isteyen eylemcilere, olay yerine ambulanslardan önce gelen çevik kuvvet biber gazı ile müdahale etti ve belki de hayatı kurtarılabilecek birçok kişiye yapılacak acil müdahale yapılamadı. hükümetten yapılan ilk açıklamada "saldırının mağdur duruma düşmek için yapılan bir provokatif eylem olduğu" ve pkk'nın yaptığı söylendi. fakat daha sonra canlı bombalardan birinin suruç'taki ışid'li canlı bombanın kardeşi olduğu ortaya çıktı).

    - 31 ekim 2015: mısır'dan rusya'ya giden rus metrojet havayolları'na ait yolcu uçağı havalandıktan 23 dakika sonra 214 yolcu ve 7 mürettebatla sina yarımadası'nda ışid tarafından düşürüldü. teyit edildikten sonra rusya'nın suriye'deki hava operasyonları yoğunluk kazandı.

    - 1 kasım 2015: tekrarlanan genel seçimde akp tekrar meclis çoğunluğunu sağladı.

    - 13 kasım 2015: ışid, kendisine yapılan hava operasyonlarına en fazla destek veren ülkelerden fransa'da, aynı anda paris'in birçok noktasında gerçekleştirdiği saldırılarla 140 kişiyi katletti. olay sonrası fransa olağanüstü hal ilan edip ülke sınırlarını kapattı.

    - 23 kasım 2015: 20 kasım'da der zor'da sadece tek bir operasyonda 600'den fazla ışid militanının öldürüldüğünü açıklayan rusya savunma bakanlığı, 21-22 kasım hafta sonu boyunca 69 rus savaş uçağının 141 sorti yaptığını ve teröristlere ait 472 hedefin vurulduğunu açıkladı.

    - 24 kasım 2015: ruslara ait 2 adet su-4 savaş uçağı türk sınırına doğru yönelince 5 dk içinde 10 kez uyarıldı. uyarılara cevap vermeyen uçak hava sahamızı terk etti, onu takip eden ve 17 saniye süreyle türk sınırını ihlal eden uçak hava sahamızdan çıkmak üzere olduğu sırada türk f-16'ları tarafından düşürüldü. uçaktan paraşütle atlayan iki pilottan biri kurtuldu, diğeri muhalifler tarafından açılan ateş sonucu hayatını kaybetti. sağ kalan pilotu kurtarmaya giden ekipteki 1 piyade çıkan çatışmada hayatını kaybetti. uçak düşürülme olayı yaşanmasa, rusya dışişleri bakanı lavrov, türkiye'yi ziyaret edecekti. ziyaret iptal edildi.

    - 26 kasım 2015: 400 km menzilli s-400 hava savunma sistemi lazkiye'deki rus hmeymim hava üssü'ne konuşlandırıldı.

    evet;

    hava sahasını 5dk boyunca ihlal ettiği suriye kendi uçağını düşürünce nato'yu olağanüstü toplantıya çağıran, angajman kurallarını değiştiren, birdenbire ülkesinin sınırlarını nato'nun füzelerine emanet eden türkiye, hava sahasını 17 sn ihlal eden rusya'nın uçağını niye düşürdü?

    makul cevap: "uçağın milliyeti bilinmiyordu"...

    türkmen tepelerinin güneyi zaten suriye tarafından vuruluyorken, kuzey yamaca yapılacak saldırı sadece uçakların tepenin arkasına dolanmasıyla yani ihlali göze alıp türk hava sahasına kısa süreli girip çıkmasıyla mümkün. zaten 24 kasım'dan önce de birkaç gün üst üste rus uçakları bu rotayı kullandı. işte tam bu noktada "türk dış politikası" devreye girmedi. ankara'ya danışıldı. rusya'yla konuyu diplomatik yollarla çözmek yerine angajman kurallarının uygulanması için pilotlara yetki verildi. işte rusya'nın "uçağın bizim olduğunu biliyordunuz" tepkisi de aslında adresi bu olan "yahu zaten kaç gündür giriyorduk, biliyordunuz" tepkisi aslında.

    o halde 3-4 gün boyunca yaklaşık olarak aynı rotada uçan rus uçaklarına hiç müdahale edilmemişken; tam da cumhuriyet tarihinin en büyük iki terör saldırısında 170 kişiyi katledip 700 kişiyi yaralayan terör örgütü ışid'e üç gün üst üste en ağır darbe vurulmuş, militanlar dağılmaya ve kaçmaya başlamışken; ve yine tam da rus dış işleri bakanı lavrov'un önemli ziyaretinin arefesinde;
    sadece 17 saniye sınırımızı ihlal eden rus uçağı hava sahamızdan çıkmak üzere olduğu sırada düşürüldü. haber ajansların birçoğuna ve ulusal basına düşmeden t.s.k. düşen uçakların uçuş iz haritasını yayınladı. daha uçağın rus uçağı olduğu teyit edilmeden nato "türkiye'nin yanındayız" açıklamasını yaptı.

    kısaca nato "vur" dedi, planlandı, ilk fırsatı bulduk, vurduk. planda olmayan tek şey osman salih komutasındaki türkmen birliğinin düşen uçaktan atlayan pilotları uzun namlulu silahlarla vurmasıydı. pilotlar vurulmasa, hem nato rusya'yı türkiye üzerinden "ışid dışındaki muhaliflerle uğraşma" diye uyarmış ve kendini hatırlatmış olacak, hem de türk hükümeti seçim sonrası iç politikada kullanacağı bir malzeme elde edecek ve rusya'nın türkiye'nin güneyinde kürtleri güçlendirmesi konusunda bir mesaj verilecekti. üstelik 2 saldırıda 170 kişiyi öldüren ama üzerine gidilmeyen, sadece silah ve mühimmat desteği ile değil öfke ile de büyüyen çocukların kısa da olsa rahatlaması sağlanacaktı.

    ama gel gör ki uçakları sınırı ihlal ettiği için teknik olarak haksız olan rusya "türkiye ışid'e yardım ediyor" ve "pilotlarımız öldürüldü" savları ve paris saldırılarının da sıcaklığı ile uluslararası kamuoyunu arkasına alıp, türk dış işlerinin yıllardır kıbrıs'a yerleştirtmediği** s-300 füzelerinin daha modernize edilmiş hali olan s-400'leri göstere göstere türk sınırının dibine, ülke coğrafyasının önemli bir bölümünü tehdit edebilecek bir mevkiye yerleştirdi.

    gerçekte sadece sınır ihlali olsa bürokratik yollarla basitçe çözülebilecek bir mevzu, planda olmayan türkmen muhalifler ve rusya'nın krizi fırsata çevirmesi ile ele yüze bulaştı.

    peki türkiye nato'nun güdümünde rusya ile yaşayacağı tüm bu diplomatik ve ticari zorlukları niye göze aldı? sonuçta muhatap artık hem kuzeyden hem güneyden komşu olduğumuz dünya devi rusya'ydı. işte kardeşlerim, hani meşhur bir deyiş vardı hatırlar mısınız: orospu ile memurun bahşişi işin başında verilir

    siz isterseniz hala bu 3 milyar €'nun bize mülteciler için verildiğini düşünün. ben de artık gidiyim facebook'a berner konvansiyonu yoluyla yine facebook üzerinden ihtar çekeyim, kim jong-un ülkenin haritadaki şeklini beğenmediği için 100 kişiyi öldürttüğünü yazayım da biraz "like" alayım.

    sevgiyle.
  • kurtuluş savaşı kazanılır, 1 kasım 1922’de saltanat kaldırılır. padişah vahdettin'in de ülkeyi terk etmesi ile osmanlı devleti resmen sona erer. lozan barış görüşmeleri henüz devam ederken ankara hükümeti yabancı temsilcilikler ve dışişlerine ait meseleler ile uğraşmak üzere istanbul’da geçici bir yapı oluşturur ve "dersaadet murahhası*" olarak adnan bey* görevlendirilir.

    24 temmuz 1923 günü imzalanan lozan barış antlaşmasında, antlaşmanın türkiye tarafından onaylanmasının ardından 6 hafta içinde işgal kuvvetlerinin istanbul’u boşaltması kararlaştırılır. tbmm, lozan barış antlaşmasını ve eklerini 23 ağustos 1923 günü onaylar. tam 6 hafta sonra 2 ekim 1923 günü tüm yabancı işgal güçleri dolmabahçe önünde türk bayrağını selamladıktan sonra, mustafa kemal paşa'nın dediği gibi, geldikleri gibi giderler.

    6 ekim 1923'te* istanbul teslim alınınca, özellikle ingiltere lobisinin etkisi ile, meclisin ve başkentin, milli mücadele’nin merkezi olan ankara’dan istanbul’a taşınması hararetli bir şekilde gündeme gelir. en başta mustafa kemal paşa'nın tarih ilgisi* ve ısrarları, üstüne de olası bir savaşta istanbul'un işgale çok müsait olması gibi askeri gerekçelerle meclisin ankara’dan istanbul’a taşınması kabul görmez. lakin halen ankara'nın başkent olduğu da anayasada ya da başka bir kanuni metinde yazmamaktadır.

    dışişleri bakanı ismet paşa, 9 ekim 1923 günü ankara'nın başkent olmasına yönelik tek maddelik yasa tasarısını meclis'e önerir. uzun görüşme ve tartışmalardan sonra 13 ekim 1923'te kanun büyük bir çoğunlukla kabul edilir: "türkiye devleti'nin başkenti ankara şehridir"

    kapitülasyonların kaldırılması ve musul sorunu sebebiyle sorunlu diplomasi yürütülen ingiltere başta olmak üzere itilaf devletleri ankara’nın başkent kalmasına diplomatik boykot uygularlar ve milli mücadelenin başkenti ankara’ya büyükelçi göndermezler. savaştan çıkmış fakir türkiye "yabancı temsilcilikler ile elçilikler için başkent ankara’da ücretsiz arsa hibe edeceğini" yasalaştırır ve diplomatik bir dil ile de ankara’dan başka bir şehrin kabul edilmeyeceğini belirtir. 1924 yılının temmuz ayında istanbul dersaadet murahhası olan adnan bey'in yerine de bakanlıktan bir hukuk müşaviri atanır ve elçilerin ankara’ya gelmeleri gerektiği mesajı verilir.

    istanbul’daki ingiliz temsilcisi, mustafa kemal paşa’ya güven mektubunu sunmak üzere 15 mart 1925'te ankara’ya gelir. büyükelçi ve diğer elçilik görevlileri ankara'ya gelince geldikleri trenin vagonunda konaklarlar. bu ziyaretten kısa bir süre sonra türk hükümeti başta ingiltere olmak üzere halen elçiliklerini istanbul pera'da tutan tüm devletlere "uluslararası hukuk ve diplomasi geleneğine göre büyükelçilerin başkentte ikamet etmesi" gerektiği hususunda diplomatik nota verir. ardından tam anlamıyla bir diplomatik nota dönemi başlar. türkiye ile ingiltere, fransa ve italya tarafı birkaç ay içerisinde birbirine yirminin üzerinde nota verir. türkiye sürecin sonunda istanbul’daki dersaadet murahhaslığını kapatacağını bildirir.

    bunun üzerine ingiltere hükumeti üzerindeki ciddi tasarruf baskısı ve uzun süre sürdürdüğü başkentin istanbul'a taşınması umuduyla ankara'da bir elçilik binası "kiralamayı" düşünür. ankara'nın yeniden yapılanması için önemli krediler veren almanya, şehir merkezinden çankaya köşküne giden yol üzerine bir elçilik açar. polonya daha önce ankara'nın biraz dışında açtığı elçiliğini şehir merkezine taşır. 15 aralık 1920’de ankara’ya atanmış ilk elçiyi atayan rusya ise yeni bir elçilik inşaatına başlar. bu gelişmelerin üzerine fransa ve italya da elçiliklerini ankaraya taşımayı beyan eder. ingiltere dışında neredeyse bütün ülkeler temsilciliklerini ankara'ya taşır. ankara hükumeti ingiltere'ye elçilik yapılması için salih bozok'a ait bir arsayı hibe eder. bir süreliğine ingiliz temsilcilik bürosunda görevli çalışanlar çankaya köşkü'ne çok yakın bu çiftlik evini kullanır. elçi ise halen istanbul'da kalmakta direnmektedir, ankara'daki evi sadece ziyaretlerinde kullanır.

    ingiliz büyükelçisi istanbul’da 3 haziran 1929 günü kral beşinci george’un doğum gününü kutlamak için bir etkinlik yapılacağını duyurur. mustafa kemal paşa da, ankara'daki tüm temsilcilere 1 haziran 1929 'da çankaya köşkü'nün bahçesinde bir bahar daveti düzenleyeceğini iletir. ankara'daki elçilerin tamamı bu davete katıldıktan sonra istanbul'daki davete yetişemeyeceğinden, ingiltere elçisi kralın doğum günü kutlamasını ankara'da düzenlemek zorunda kalır ve çiftlik evini elçilik olarak kullanmaya başlar.

    bir süre sonra ingiltere dışişleri bakanlığı yeni atanan büyükelçiye ankara’da kalması konusunda kesin bir uyarıda bulunur. hibe edilmiş olan arsaya da şu an halen büyükelçilik binası olarak kullanılan kalıcı ve büyük bir bina yapılır.
  • farkli ülkelerden gelen bir turist grubu, sehir merkezinde bir cafeye gitmisler ve birer kola ismarlamislar.
    kolalar gelince bardaklarinda birer kara sinek oldugunu görmüsler.
    ingiliz yeni bir bardakta yeni bir kola istemis.
    isveçli ayni bardakta yeni bir kola istemis.
    finlandiyali sinegi bardaktan çikardiktan sonra kolayi içmis.
    rus kolayi sinekle birlikte içmis.
    çinli sinegi yemis, kolayi içmemis.
    yahudi sinegi yakalayip çinli'ye satmis.
    yunanli kolanin yarisini içtikten sonra itirazederek yeni bir kola istemis.
    norveçli kolayi içtikten sonra bardaktaki sinegi balik yemi olarak kullanmis.
    irlandali sinegi ezip kolayla karistirmis ve ingiliz'e içirmis.
    amerikali cafeye tazminat davasi açmis ve 10milyon dolar kazanmis.
    türk ise olayi siddetle kinamis.
  • türkiye dış politikada, golü yedikten sonra topunu alıp giden çocuk gibi sürekli küskünleri oynuyor.
    feto'ya selam, atara devam yöntemi ile hükümetin kalesi adeta follofoş oldu.

    son birkaç yılı anımsayın.

    - rumlar 2004'te ab'ye, 2008'de ise euro bölgesine girdi. bugünlerde ise akdeniz'de petrol/gaz arıyorlar. kktc'de yaşayanlar arasında türk ordusu'na karşı rahatsızlık başladı. ada elde patladı.
    - abd ekseninde askeri araç ve top satarak toprak bütünlüğünü desteklediğimiz gürcistan'ı ruslar kek niyetine hüpletti 2008'de.
    - 17. yüzyıldan beri sabit bir sınır ile komşu olduğumuz iran bugün kucağımıza kabul ettiğimiz füze kalkanı planı nedeniyle gerektiğinde ilk malatya'yı* vurabileceğini açık açık hiç de çekinmeden söyleyebilir halde.
    - daha 2 hafta önce türkiye ırak'a, terörle ortak mücadele kapsamında bazı isimlerin tutuklanması isteğini iletti. ırak ise cevap olarak abd dışişleri bakanına ''türkiye içişlerimize haddini aşarak karışıyor.'' diyerek adeta şikayette bulundu.
    - suriye ile şimdilik amiral battı oynuyoruz. işin çatışmaya dönüşmesi bile konuşulur hale geldi. hatırlatırım, son mgk'da ülkenin savaşa hazırlık durumu konuşulmuş. geçen ay ise 2. ordu hatay ve adana'da tatbikat yaptı.
    - israil'in açık açık çatışma bölgesi olarak ilan ettiği -ki bu ilanın aynısını türkiye 1974 kıbrıs barış harekatı'nda yapmıştı- yere türkiye hiçbir koruma olmadan onlarca vatandaşını yolladı. sonuç malum. israil ile de papazı bulduk.
    - mısır'da başbakanın sultanlar gibi karşılanmasından yaklaşık 2 ay sonra, ülkede iktidara yürüyen müslüman kardeşler ''türk modeli''ni istemediklerini belirtti.
    - libya'da da tıpkı kore, bosna'da olduğu gibi yine batı adına bekçilik yaptık. sonuç, demokrasi ihraç etmeye kalktığımız libya'dan şeriat kararı çıktı.
    - somali'yi nihat doğan ile ajda pekkan'la kalkındırdık, ihya ettik.
    - avrupa birliği'ne üyelik için gerekli 11 fasıl aleyhimize süresiz kapandı.
    - son süpriz ise fransa'dan geldi. 1915 olayılarının doğru/yanlış olup olmadığı bir kenara dursun, fransa türkiye'ye ileriki yıllarda büyük hukuksal ve mali sorunlar açabilecek bir tarihi sorunu siyasi arenada silah olarak kullanarak adeta topu doksana astı.

    hükümetin yukarıda belirttiğim türden her hüsrana cevabı aynı oldu. yaptırımlar, açılan derin yaralar, büyük üzüntüler...
    kısacası, hükümetin her yaptığı koca bir laf salatası. türkiye dış politikada adeta bir itfaiyeci misali sadece yangın çıktıktan sonra olaya müdahale etmeye girişiyor. onu da beceremiyor ya neyse. halbuki işin özü o ilk kıvılcımı önlemekte.
  • ne kadar bağımlı bir dış politikamız olduğunu maalesef şu son suriye olayı yüzümüze tokat gibi çarpmıştır. öngörüsüz, vizyonsuz, başkalarının sözleri, gazı ile yürütülen türk dış politikasının böyle bir duvara çarpması kaçınılmazdı ki bu ilk değil.

    doğalgaz'da rusya, iran ve azerbaycan'a bağlısın. ermenistan açılımları ile azerbaycan'ı küstürdün ilişkiler diken üstünde yürüyor. şimdi ağzının tadı ile suriye'ye rest çekemiyorsun çünkü gaz bağımlısı olduğun iki ülke suriye'nin yanında olduğunu açıkladı. suriye'ye rest çeksen kralını rusya, iran gösterecek o zaman ne ısınmaya ne de elektrik üretmeye gazın kalmayacak. rusya'nın akdeniz'deki tek üssünü kaybetmeyi göze alamayacağını, suriye'nin arkasında duracağını, haliyle gazına bağımlı olduğun rusya ile karşı karşıya geleceğini hesap edemeyen bir dış politika olur mu? oluyor işte. sonra stratejik derinlikmiş, hadi oradan be.

    amerika'nın ittirmesi ile bugüne kadar geldik. şimdi deniyor ki hava sahamıza girme vururuz. lan zaten suriye bugüne kadar toplamda kaç kere girmiş hava sahana? sen de biliyorsun bunun böyle olduğunu da işte dostlar alışverişte görsün. senin uçağını düşüren rusya, onun silahları, onun radarları, onun füzeleri, onun ekipleri, bilmiyor musun bunları? biliyorsun da ne fayda gaz gelecek yerden uçak esirgemiyorsun. bunun müsebbibi vizyonsuz türk dış politikasıdır. dibine kadar bağımlı, her yönden sıkışmış, cahillerin elindeki türk dış politikasıdır. 10 yıllık iktidarınız süresinde dik duruş dedikçe yerin dibine girdiniz. ecevit'in clinton karşısındaki fotoğraflarıyla dalga geçtiniz, o ecevit ki kıbrıs çıkarmasıın yapan adam. eğer 1974'te siz iktidarda olsaydınız aman amerika ne der diye seyrederdiniz olanı biteni adım gibi eminim.

    netice olarak türk dış politikası kadar vizyonsuz, öngörüsüz, bağımlı bir dış politika daha bilmiyorum ben. 24 saatte alırız dediğin suriye uçağını vurup indiriyor ve sen ben de düşürürüm diye beylik laflar etmekten öte gidemiyorsun. adım gibi eminim, suriye uçağını hatay üzerinde şöyle bir gezdirse vuramazsın. bunu sen de biliyorsun. ah ah ne günlere kaldık, ne hallere düştük inanamıyorum. yazık valla.

    hala recep tayyip erdoğan'ın asarız keseriz lafları alkışlanıyor ya diyecek, yapacak bir şey yok.
  • temmuz 2013 itibariyla turk dis politikasi:

    iran: suriye ve nato ussu konusunda ihtilaf. altin transferli petrol ithalatinin suya dusmesi.

    rusya: suriye konusunda ihtilaf. nabucco projesinin resmi olarak bitisi, azeri dogalgazi konusunda kesin rus zaferi.

    suriye: merkezi yonetim ile kanli bicakli olma. yenilmekte olan oso'ya yapilan korkunc yatirim. uluslararasi konferanslara cagrilmama tehlikesi.

    misir: nursi'ye yapilan yatirimin patlamasi. geri alinmasi mumkun gozukmeyen milyar dolarlik borcun hibeye donusmesi.

    irak: merkezi yonetimin basbakani ile alenen kavgali olma.

    israil ve ermenistan: malum.

    ab: super yavas ilerleyen muzakere sureci. degisik avrupa kurumlarindan ardi ardina gelen olumsuz aciklamalar. almanya ile gerilen iliskiler. kibris, gocmen sorunu vs.

    unuttugum var mi?
  • ülke akıl hastanesi gibi. herkes sağda solda hayali büyük resimler görüp duruyor.

    şu aralar en popüler olanı; "batı diyorsa yanlıştır" kafası. bir insan nasıl ilk refleksiyle üstüne yıllarca düşünülmüş fikirler ve kararlar üzerine hemen bir senaryo çizip ondan emin olabilir? bu o kadar yanlış bir yargı ki bizi felakete götürdüğünden haberimiz yok. hayır, batı'nın yaptığı doğrudur demiyorum; ya "yapma" diyerek istediklerini yaptırdıklarının farkına vardılarsa (ki kuvvetle muhtemel) ve şu an bayır aşağı gidiyorsak ne olacak diyorum. önce buna cevap verir misiniz lütfen?

    "dünya bize oyun oynuyor." öyle bir lanse ediliyor ki, tüm dünya başka hiçbir ülke üzerinde oyun oynamıyor da sadece türkiye üzerinde oynuyormuş gibi. ab ülkeleri bile en küçük fırsatta birbirine geçirmeye çalışıyor. bak brexit yüzünden ingiltere'nin bir sürü ekonomik avantajını kaybetmesi söz konusu; ingilizler oturup "ab ve tüm dünya bize karşı :(" diye ağlıyor mu? karar vermişler arkalarında duruyorlar. her problemin kaynağını kendilerinde, kendi kararlarında arıyorlar. ağlamıyorlar. çünkü bir karar alıyorsan, karar mercii isen ağlamazsın, karar verisin ve sonuçlarına katlanırsın. siyasette ağlamak kavramını da sağ olsun akp getirdi. dünyada oyun oynanıyor evet; günaydın einstein! mesele zeki, iki yüzlü, bilgili, donanımlı oyuncu olarak bu arenada hayatta kalmak zaten. hayatta kalmanın şartları bunlar zaten.
    siz bir futbol takımının sahaya çıkıp; "karşı takım bize gol atmaya çalışıyor :(" diyebileceğini hayal ediyor musunuz? akp'nin yaptığı tam olarak bu işte ve bunu normalleştirdik. dünyada güçsüz ve aptal olanın üzerinde oyun oynanır, çünkü oynanabiliyordur.

    resmen politikacıların bütün sıkıntılara kendi beceriksizlik ve vasıfsızlıklarından girmelerine göz yumduk, onları mağdur bulup içimize kapanmaya başladık.
    peki bu kadar büyük resim görüyorsunuz; hiç düşündünüz mü acaba sizin bu "batı diyorsa yanlıştır." kafasını dünyadaki en büyük oyuncuların gördüğünü ve sizi kasti olarak dünyadan soyutlamaya çalıştıklarını, aslında yapmanızı istedikleri şeylere kasti olarak "yapmayın" diyeceklerini hiç düşünmediniz mi? 300 yıldır dünyayla top gibi oynayan zihniyet, kaç tane büyük düşmanı (naziler, sovyetler) dize getirmiş bu "batı" kafası senin aşırı dinden sulanmış beyninin ne karar alacağını mı kestiremeyecek? "üst akıl" dediğin 300 senedir dünyayı yönetirken sen ne yapıyordun? 300 yıldır dünya arenasında sürünen, sürekli yenilen bir milletiz. büyüklük falan yok, sadece dünyanın 1%'iyiz ve dünya bizim etrafımızda dönmüyor. dünyanın büyük kısmı türkiye diye bir ülkenin varlığından bile habersiz, yerimizi bilmiyor. (çıkın biraz dünyayı dolaşın bakalım ne ile karşılaşacaksınız; öyle konya ovalarında kafada sarıkla dolaşmakla olmuyor bazı şeyler.)

    son yüzyıl içinde (20.yüzyıl) "abd'nin dediği yanlıştır." deyip kasten bayır aşağı sürüklenmeye davet edilen kaç ülke oldu biliyor musunuz? güney amerika'da da oldu, orta doğu'da da oldu. (ırak, ekvador, guatemala, panama, iran, suudi arabistan-70 petrol krizi-) her bir olayda ülkelerin "batı'ya karşı çıkıyoruz." diyerek felakete sürülmelerine bizzat çanak tutuldu ve en son kendilerini abd (&batı)'nin kucağında buldular. tüm bunlar olurken henry kissinger'ın "çoğu lideri kendimize çalıştırırız ve onları kendi ülkelerinde kahraman ve bizim düşmanımız gibi gösteririz." itirafını da unutmayın. tarih bunların hepsini yazdı zaten. liderin ülkeyi zayıflatmasına izin verdikten sonra da, lider ile gerçekten çatışıyorlar (artık lidere ihtiyaçları kalmıyor çünkü ülke güçsüzleşmiş oluyor.) ve sonu kaddafi veya saddam gibi oluyor. evet, bizzat batı ve abd tabir-i caizse toplulukları gaza getiriyor. onların mantıksız ve plansızca akılcı çözümlerden uzaklaşarak hareket etmelerini sağlıyorlar. bu şekilde en son tuzağa düşürmüş oluyorlar. senelerdir dünyada dönen şeyler bunlar.

    bu kadar resim görüyor da insanlar (sözde), tüm bunları nasıl ve ne akla hizmet göremiyorlar anlamış değilim. koskoca bir "üst akıl" var diyorsunuz, senelerdir dünyayı yönetiyor diyorsunuz; ve sizin en primitif şekilde vereceğiniz "onlar diyorsa yanlıştır!!!1!!11" tepkisini mi göremeyecekler? her söylenene aynı tepkiyi verdiğiniz müddetçe (adamlar sizden daha zeki biliyorsunuz.), bir noktadan sonra yaptırmak istediklerini "yapmayın böyle yahu" diyerek yaptıracaklardır. siz onlara karşı çıkarken de kıs kıs güleceklerdir; kaldı ki şu aralar olan da bu.

    politikada etiketine bakılmaz, güçsüzsen seni direkt sömürürler ve yerler. kamuoyu algısında akbaba gibi gözükmelerine neden olmadığı müddetçe hemen yerler. affı yok bunun. sen güçsüzsen, zayıfsan, akılsızsan seni her gücü yeten sömürür. insan bu, insan içgüdüsü. politikayı yapanlar da insanlar. bireysel hayatlarımızda dahi insanlar zengin olmak adına güçsüzlerin üstüne basa basa çıkıyorlar. politikada affı olur mu bunun? ister ab üyesi, ister nato üyesi ol; güçsüzlüğün ve akılsızlığın fark edildiği anda üstüne oynanır. akılcı politika, iyi ilişkiler ve sinsi politikalar ile ilerleseydin buna cesaret edemeyeceklerdi. ama aptalsın. bu sebeple senin güçsüzlüğünü ve zayıflıklarını fark ediyorlar ve üstüne oynamak istiyorlar. oynuyorlar da. ancak nato üyesi bir ülkeden istediklerini alenen almaları, ilişkileri alenen yıkmaları mümkün değil (akbaba gibi gözükmemek adına). sen bu arenada yanlış politikalar güttüğün, aslında güçsüz olduğun ama dayılandığın için, onları manipüle etme donanımın ve zekan olmadığı için dışlanıyorsun; bu sebeple senin kendi kendini gruptan dışarı çıkarmanı izleyip, kendini güçsüzleştirmene izin verip seni sömürecekler.

    politika tamamen satranç gibidir. birkaç hamle sonrasını görüp ona göre planlarını yapman lazım. düşman dost yoktur, herkes rakibindir ve daha uzun vadede kazanmak için bazı ellerde daha iyi pozisyon almak uğruna karşındakinin taşını almadan geçmen lazım. biz ise her hıyar gördüğümüzde tuzla koşuyoruz. çünkü bizim birkaç hamle sonrayı hesaplayabilecek bir aklımız ve vizyonumuz yok. bu sebeple sürekli manipüle ediliyoruz. ancak farkında değiliz. biz akılcı oynamadık, oynamak istemiyoruz. ilkel içgüdülerimizle rüzgarda sağa sola savrularak, içgüdümüzün götürdüğü şekilde ülke yönetiyoruz. minimal bir akıl ile. minimal planlama ve minimal uzun vadeli planlar ile... bu şekilde kendimizi baş kaldıran olarak görsek de aslında yönetiliyoruz ve hayal alemindeki bir kukladan başka bir şey değiliz. hükümetin akılsız politikalarını destekleyen onlarca "akılsız" her "batı diyorsa bu sefer dinlemiyoruz, o devir geçti." dediklerinde artık bir tarafımla gülüyorum. bilakis kucaklarına oturuyorsunuz haberiniz yok.

    akılcı oynamak ise ilişkilerini herkesle iyi tutup, güçlü ekonomi, güçlü üretim, güçlü eğitim sistemi ile küresel arenada rakiplerini korkutmak, zeka, iyi eğitim ve en önemlisi iki yüzlülükle kurduğun devlet ilişkilerinle istihbaratını sağlamlaştırmaktır. sonra bunları koz olarak rakiplerine karşı kullanabilmendir. "ben dünyaya karşıyım." kafasıyla çıkan liderlerin sonu hep hüsran olmuştur, çünkü kimse dünyadan büyük değildir. asıl büyük lider olmak güç dengelerini doğru okuyarak, zayıflıkları ve fırsatları kollayarak, kendi gücünü bilerek akılcı politikalar izlemektir, ataklarını doğru zaman ve doğru ortamda yapmaktır. yoksa her önüne verilen havuca saldırırsan sadece iç güdüleri ile hareket eden budala bir hayvandan ne farkın kalır?
  • akape'den önce de çok matah değildi ama akape'den sonra çok utanç verici bir hal aldı. ilkokul seviyesine döndük.

    ana hatları şöyledir: olursa olur, olmazsa olduğu kadar. verirse ne âlâ vermezse götünü avuçla. ne koparsak kârdır, karaköy sokakları dardır. çok bağıran çok duyulur, erken kalkan yola koyulur. isteyenin bir yüzü kara, vermeyen kazandibi. bunaltırsan kazanırsın. bu yolda olma mağrur üzülürsün, mağdursan bas gaza öttürürsün.
  • 2002 yılı yani akp hükümeti ile daha da bölgesel anlamda rol oynama iddiasındadır. kırmızı çizgiler sebebiyle uzlaşmaz olma görüntüsü bir kenara atılıp her konu müzakere edilebilmiştir. komşularla ticaret hacmi artırılmış ve sıfır sorun siyaseti izlenmiştir.

    bu noktaya kadar her şey güzel ama türk insanı son derece duygusal ve dış politika denilen şey son derece rasyonel. düşmanlık ya da dostluk diye bir konu yok. türk dış politikası ise küsüp gemileri yakma, sonra da öpüp kan kardeşi olma gibi uçlarda geziniyor.

    genel olarak türkiye'nin dış politika sorunlarına ve bu sorunlar için gelinen noktalara bakmak gerekirse:

    - kıbrıs sorunu

    müzakerelere başladık. kırmızı çizgileri kaldırık. masada bir an için istediğimiz şartları elde ettik. rum kesimini zorda bıraktık. fakat ne değişti? bugün avrupa birliği'nin o dönemde verdiği sözleri dillendirenler bile yok. rum kesimi üye oldu hatta dönem başkanı oldu. hala uzlaşmaz konumunda olan biziz.

    - ermenistan ile ilişkiler

    ermeniler ile bir anda kanka olduk. maç izledik. hatta azerileri bile kızdırdık kısmen. protokol imzaladık. amerikan başkanı gelip aracı oldu. tam sınırlar açılacak derken, ermenistan caydı. biz de kırmızı çizgilerimizi hatırlayarak karabağ sorununu gündeme yeniden aldık.

    - avrupa birliği

    avrupa birliği'ni hedef olarak koyan, reformları üzerinde durarak yapan bir ülke haline geldik. ab ile müzakere sürecini başlattık. bizden sonra adaylığa kabul edilen ülkeler bile birliğe girmişken, biz hala rum kesimi'nin veto bahaneleri ile uğraşmak durumundayız. artık ab'yi ne kadar istediğimiz de meçhul.

    - suriye ile ilişkiler

    suriye ile mesafeliydik. zaman içerisinde suriye - israil arabuluculuğu noktasına kadar geldik. ticaretimizi artırık. vizeleri kaldırdık. tam bir noktaya gelmişken, güvendiğimiz adam totaliter çıktı. bilemiyosun ki işte.

    bu noktalardan bakınca ben türk dış politikasında bir ilerleme görmüyorum. sıfır sorun yerine sorunlarda sıfır ilerleme görüyorum.
  • şu fotoğraf özetidir kısa yoldan..

    http://i.posta.com.tr/…11/12/17/fft31_mf853502.jpeg

    mavili utanmasa kendisi atacak ama zaten sorun yok kendisi atmış kadar oldu imzayı..

    edit: link.
hesabın var mı? giriş yap