• kişisel imza günüm:

    yıllar önce, teyze ile beraber, sıradan bir nedenden ötürü,tam ders vakti kızının ortaokulunu ziyarete gitmiştik. teyze, gidip görüşme yaparken, ben de okulun içinde dolanmaya başladım vakit öldürmek için.

    dolaşırken, kısa bir süre sonra ufaklıklardan biri yanıma geldi ve "siz bu konsere çıkacak şarkıcı mısınız?" diye bir soru sordu. ben de doğal olarak "ne konseri yaw? ben şarkıcı değilim, karıştırmışsın sanırsam" diye yanıt verdim. çocuk gittikten sonra, okul panolarının birinden fark ettim ki yerel bir şarkıcının okulda konseri varmış meğerse yakında. adam da benim gibi uzun siyah saçlı biri, cidden biraz da yüz benzerliği var. güldüm geçtim o an.

    öğle teneffüsü vakti, yine gezinirken, bir grup öğrenci yanıma geldi ve "siz o şarkıcı mısınız?" diye yine soru sordu, ben de yine "o şarkıcı ben değilim, benzerlik var sadece" diye açıklama yaparak gönderdim çocukları.

    tam konu kapandı diye düşünürken, daha çok öğrenci gelmeye başladı aynı soruyla, her seferinde "ben o değilim, cidden değilim yaw " diye yanıtlamaya devam ettim. en sonunda o ufaklıklardan biri "sizden imza alabilir miyim?" diye bir sordu. "ben o şarkıcı değilim ama" dememe rağmen "olsun, yine de imza atabilirsin" dedi bana. ben de, yüzünden masumiyet fışkıran bu çocuğu kırmayıp boş bir kağıda imza attım.

    olay bu sefer kapandı diye düşünürken, meğerse bu masum hamlem bütün durumu iyice beter hale getirmişti. bu imza sonrası, meğerse bir şekilde "şarkıcı okulu ziyarete gelmiş, imza dağıtıyor!!" diye bir haber okulda hızla yayılmış.

    kısa süre sonra, yavaş yavaş bütün öğrenciler etrafıma toplanıp direk imza istemeye başladılar. "ben o değilim, değilim ben o" diye çığırmama rağmen kimse beni sallamıyordu, "olsun sen gene imza ver" diyorlardı. son çare, artık her gelene imza vermeye başladım.

    en sonunda, iş tam çığırından çıkarak neredeyse bütün okul etrafıma toplandı ve herkes ellerindeki kağıtları imza için orama burama sokuşturmaya başladı. bir yandan "ben değilim o" diye bağırırken bir yandan da kağıtları imzalamaya çalışıyordum. teneffüs bitiş zili çalmasına rağmen, daha çok öğrenci geliyor, kimse sınıflara girmiyordu. belli ki bir nevi bir oyuna dönüşmüştü bütün olay.

    en sonunda müdür ve öğretmenler gelerek, çocukları zorla, ite kaka sınıflara soktular ve kendimi zar zor kurtarabildim, kaçarcasına çıktım binadan. olayı gören teyzeme durumu anlattığımda, beraber bir 5 dakika yarıldık ne saçma bir durum diye. hala hatırlar hatırlar gülerim yıllar sonra.
  • az önce hanım ve arkadaşları "merve şimşek hedehodo" isimli bir kadını stalklamak istediler.

    - instagramı var mı ben de bakayım?
    + nevresim(hımmm diye düşünür)sekhedehodo
    - nevresimdeppo çıkıyor :/ ver kendim bakayım.

    yazan, mervesimsekhedehodo'dur.

    + siz bi daha kimseyi stalklamayın lütfen shxhshsjsjsjw
  • 2000 lerin başında geçiyor olay.arkadaşım fefe binbir güclükle lada tavria diye bir araba aldı. ama anlatamam yarabbin nasıl dandik bir araba, böyle birsey olamaz, her gün ve her saniye arıza yapıp yolda kalıyor. tamirciler bıktı bizimle ilgilenmiyor. satmaya çalışıyoruz, kimse almıyor...
    neyse bir gün -artık hangi hastalikli beynin fikriyse- bu arabayla pikniğe gitmeye kalktık. haliyle yolda bozuldu ama bizde endişe yaratmıyor artık bu durumlar, ite dürte getirdik bir agaç altına. mangalı yaktık, biraları ictık akşam eve dönuş saati geldi.eee her zamanki gibi bas bas çalışmaz, bir de inadı gibi yokuş felaket dik. neyse iki kişi geçtik arabanin arkasına geberiyoruz ama milim milim ancak gidiyor. sonra ne oldu bilmiyorum buzadam herhalde daha kuvvetli itneye başladı, araba bayağı hareket etti. zaten dişımizi sıkıp rampanın başına çikarsak yeter, diye düşünüyoruz.
    uzatmayayım rampanın başına gelip son bir kuvvetle ittirdik araba iyice hızlansın diye. aynen düsündüğümüz gibi rampa aşagı cilgınlar gibi gitmeye basladi hurda ama hala çalişma emaresi yok. ben var gücümle direksiyonda olan arkadaşa bagirdim "fefe 2 ye tak kontaği aç, vurdur laaannn"
    ve sevgili dostlar bağirmami muteakip çizgi filmlerde olabilecek bir efektle birbirimize baktık ki, direksiyonda olmasi gereken fefe, kanli canlı yanimizdaydı ve mal mal yüzumuze bakıyordu.demek arabayi bu kadar rahat itebilmemizin sebebi de buydu...
    yokuş aşağı son sürat ormana dalan arabayı keder ve gülme krizi arası bir hisle izliyorduk. araba önce ağaçlara vurdu sonra takla atmaya başladı, takla atma sesleri kesilince fefe'den 'kurtulduk en azından aq' tarzı bir cümle çıktı. kimse konuşmadı, kimse kimseyi suçlamadı. mangalı tekrar yaktık, biraz daha bira içip gülme krizi bitince eve döndük.
  • sene 2002 ya da 2003 adsl bizim taraflara yeni gelmiş. olay günü evinde 128 kb adsl olan bir arkadaşın evindeyiz. o dönemler canlı sex efsane bir olay. bir kadının kamera karşısında soyunması ve onunla yazışmak ilk kez şahit olduğumuz olaylar. ismini hatırlamadığım bir siteden (o dönem çok meşhurdu hatta alanında bir numaraydı) sarışın son derece güzel bir ablanın yayınını açtık. evde 3 kişiyiz aralarında bir tek ingilizce ben biliyorum. benimki de anadolu lisesinin orta kısmında öğrendiğim kadar. seks konuşacak kadar bilmiyorum. neyse hatuna yazıyorum bir şeyler, benim gibi yayına katılan yazan 50 kişi daha var ve hepsi de birbirinden saçma şeyler yazıyor. yazılan saçmalıkları görünce benim kafada bir şimşek çaktı. beyler galiba hepimiz türküz türkçe konuşalım, dedim. 15 dakika türkçe konuştuk amk. herkes mi türk olur * acun firarda'daki türk magandanın imkan sahibi olmayan versiyonları gibi toplanmışız bir yere *

    sonra kadın bütün chat türkçe konuşunca bizi aşağıladı. monkey language falan diye hakaret etti. biz de hayvan gibi sövdük en son yayını kapattı *
  • günlerden bir gün yine, tam olarak bu yaz, 5 ağustos akşamı. sınav iptal edilince dayanamadım, aynı gün yola çıktım. bir yıl aradan sonra kuşadası'na, canım egeme saygımla geldim. kuzenimin çokça güzel bir bahçeye sahip olan işletmesine giriş yaptım. ancak o da ne, bizim pekmez hanımlar ortada yoklar. çokça özlemiştim halbuki onu. meğer akşam 8 olduğu için rezervasyonluymuş gibi gezmeye ve tıkınmaya restoranların önüne gitmiş bizim hanımefendi. aradım taradım bunu çarşıda. bir restoranın önünde buldum. tanıdı, koştu üzerime atladı. yaladı, döndü dolaştı, bi daha atladı üstüme, kıçını sürttü, zıpladı, ağladı. öyle bir an ki, çarşının ortasında, onca insanın arasında köpekle boğuşuyorum ama bir yandan da sevgisini iliklerime kadar hissediyorum. hadi dedim gel eve gidelim. geldi benimle bahçeye. yattı yere her zamanki gibi. beni görüp heyecanlanıp bir ton sevgi gösterisinde bulunduktan sonra yorulup fosur fosur uyur çünkü. ben de o yatarken az çok oynamaya, sevmeye başladım. derken bir adam geldi. misafirlerimizden birisi olduğunu anladım. bana köpek hakkında ingilizce sorular soruyor. ben de tüm çarşının onu tanımasından tut istediği zaman denize gitmesine kadar, bununla birlikte bir yıldır birbirimizi görmediğimizi de ekleyerek bir şeyler anlatıp duruyorum. ancak konuşurken şöyle de bir durum vardı ki; ben bir yıldır ingilizce konuşmadığım için de bayağı hazırlıksız yakalanmıştım, yani pratiğim yoktu. ben derdimi anlatmakta zorlanıp basit kelimeler seçtikçe ingilizcemin kötü olduğunu anlayan karşı taraf da basit kelimeler seçmek zorunda kaldı. hal böyleyken biz en son köpeğin maması hakkında en kol hareketleriyle konuşmaya kadar düştük. iki adam, gece 12, bahçenin ortasında, uyuyan bir köpeğin başında çömelmiş bir şekilde konuşmaya çalışıyorlar. yaklaşık bir saat sürdü bu durum. derken konuyu değiştirmek adına yine ingilizce nereli olduğunu sordum. azerbaycan demez mi...... abi baştan söylesene neden birbirimizi yoruyoruz ya deyince gülmeye başladık. türkçeye geçtik. meğer adam beni yabancı bir müşteri sanmış. bu da böyle bir anımdır.

    birkaç gün sonra da bir müşterinin küçük kuzenimden o aşırı yoğun kahvaltı saatinde ingilizce ütü* istemesi benim onca iş arasında bir telaşla bu isteği yerine getirmeye çalışmam, sonra istediğini müşteriye götürmem ve müşterinin hayır bu değil deyip iron kelimesini bana söyleyip gogıldan göstermesi ayrı zortluk bir durumdu. nitekim tüm bahçe yarıldık. verdim ütüyü, özür diledim, bunu da deneyin, güzeldir deyip ayranı uzattım. eyyorlamam bu kadar.
  • geçtiğimiz günlerde beden eğitimi öğretmenimiz voleybol için egzersiz planını getirdi, inceledik. günde ikişer saat ders yapacak, kurs bitecek. yanlışlık yok. ilçe milli eğitim şube müdürü imzalayacak sonra kurs açılacak.

    dosyayı ilçe mem'e gönderdik. yıllık planda smaç, blok gibi ifadeler var. şube müdürü incelemiş, dosyayı reddetmiş. "müdür bey neden reddettiniz? incelemistik, bir sıkıntı yoktu." verdiği cevap hepimizi dumura uğrattı:

    " egzersiz çalışmaları blok olmaz.
  • murphy yasalarının azizliğine uğramamak için dua bilen varsa lütfen yazsin bana.

    cuma günü hasta olmamdan mütevvellit öğle çorbama deli gibi sarımsak koydum. öyle ki garsonlar masamın etrafından bile geçmiyordu, öyle bir durum. nasıl olsa çocuğu okuldan alıp eve geçecem ve kimseyi rahatsız etmem rahatlığındaydım.

    hani termal kamera ile izlese birileri, her nefes alışımda atmosfere dahil ettiğim sarımsak monoksiti yarım saat sonra bile takip edebilirlerdi. sarımsak iyi gelir önerisini hangi kitapsız yaptıysa hep onun suçu işte.

    neyse okula gidip cocugu alıp aradan sıvışacaktım. tam kapıdan çıkacakken oğlumun öğretmeni konuşmak istedi. sınıfta 20 dakikalık konuşma esnasında geniş ünsüzler ve bilmem ne ünlü harfleri kullanmamaya özen gösterme çabam görülmeye değerdi.

    dışarda uzun süredir görmedigim birkaç arkadaş ve çok uzun süredir görmediğim başka bir okul müdürünü de savuşturduktan sonra kapalı ağız ve hafif bi gülümseme ile komşuları da atlatmayı başardım.

    sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden daha da ben sarımsak, soğan yemem. evrenden ve tüm insanlıktan özür diliyorum.
  • hastaneye gelip muayene olan olan ve raporunu alan teyzemize onay esnasında, "ablam bu raporda imza eksik dursun bey'e imzalattır gel" denmesi üzerine, dursunbey'e giderek bu burada imzanacakmış demesi.

    dursun bey (rapora imza atması gereken doktor)
    dursunbey = merkez'e 80 km uzaklıktaki bir ilçe.
  • yeğenim (3), evdeki kediye ıslak mamayla yaptıkları doğum gününde 'ama hiç arkadaşı gelmedi anne' diye ağlama krizine girmişti.
  • çok yarmaz ama paylaşayım bu başlık altında...

    1997'de babam vefat etti. bir sene sonra üniversiteye gidecektim. bulunduğum küçük ilçede 10 parça arsamız vardı. hepsini satınca istanbul'dan bir ev alınıyordu. hemen hepsini ben (17-18 yaşımdayken...) sattım ve istanbul'dan ev aldık. neyse... madem emlakçı girmedi araya, anneme "bana cep telefonu alalım" dedim, o da kabul etti.

    1998 yılı eylül ayı. gittik bayiye ericssonn gh 688 aldık. telefon tamam. sıra hat kısmında. adam formu dolduruyor, isim soy isim adres bilmem ne...

    geldik tercihlere... "numaranız görünsün mü?" diye sordu adam.

    - numaramın görünmesi mi? o ne demek ki?

    diye sordum. yani evet, numaramın görünmesini bilmiyordum. soran adam da bilmiyordu. diğer çalışanlara sordu. oraya buraya sağa sola sordu. bildiğin 10-15 dakika geçti yani. biz de bekliyoruz.

    adam en sonunda:

    - cep telefonu açılınca numaranızı ekranda görüyormuşsunuz

    dedi. bildiğin bunu dedi yani. adam artık nasıl bir bilgi aldıysa olayı cep telefonu açılış notları ile karıştırmış. doğal olarak bana anlamsız geldi bu. neden telefonu açtığımda kendi numaramı ekranda göreyim ki? hatta "herhalde yaşlılar falan numarasını unutmasın diye yapmışlar bu özelliği" dedim.

    istemedim sonuç olarak. neyse aldım telefonu. kullanmaya başladım ve aradığım kişiler şikayetçi. numaram görünmüyor çünkü. sonra aradım müşteri hizmetlerini. açtırdım. açılması bile 1-2 gün sürdü.

    öyle yani. açılış notu ne alaka numaranın görünmemesi ne alaka amk.
hesabın var mı? giriş yap