• rollo may bunu farklı perspektiflere dayandırarak temellendirir. bunlar:
    -cesaret
    -karşılaşma
    -bilinçdışı süreçlerdir.

    altta rollo may'in açıklamalarından yola çıkarak konuyu yorumlamaya çalışacağım.

    ...cesaret
    ilk perspektif cesarettir ve düşünülenin aksine psikotik süreçler içerebilir. çünkü psikotik süreçler yaşayan kişilerin cesareti çok yüksektir ve düzene karşı durabilirler. may cesareti fiziksel, moral ve toplumsal olarak 3'e ayırır. yalnız hastalığın buna neden olduğunu reddeder. hatta şöyle söyler: "bu psikolojik süreci iyileştirsek, yaratıcılıkları son mu bulacaktı?"

    cesaretle geldiğimiz nokta başkaldırıdır. örneğin prometheus, insanların ateşsiz kaldığını görerek tanrılardan ateşi çalıp insanlara hediye ederek bir medeniyeti başlattı ama zeus bunu sevmedi ve bir ölümsüz olan prometheus'un ciğerlerini kartallara yem etti. ölümsüz olan promethues her gün iyileşerek aynı acıyı yaşamak zorunda kalıyordu... bu hikayede de bir başkaldırış görüyoruz. ironik şekilde ölümlü olmayı karar verdikten sonra bu işkenceden kurtuldu.

    duygusuzluğu da ayırt etmek gerekir. şöyle der rollo may: kişinin dünyanın baskısı altında içe dönmek zorunda kalmasıdır ve bundan kaçınmak gerektiğini anlatır. çünkü insan dış dünyayla mücadele edemezse yaratamaz. korkaklaşır ve vazgeçer.

    kişiler tutkuyla tükenmişlik duygusuna kadar "cesaret" etmelidir. hatta büyük sanatçılar her gün bir keşfin yorgunluğu ile vazgeçer fakat ertesi gün yeniden başlamaya karar verir.

    ...bazı psikologların görüşleri
    alfred adler'in psikanalitik teorisi insanın eksik doğduğunu iddia eder, bunu tamamlamak için kendini geliştirdiğini ve yaratmak zorunda olduğunu belirtir. otto rank ise 2 korkudan bahseder, yaşam ve ölüm korkusu. yaşam korkusu; kendini tek hissetmemek için birine bağlanmaktır, orjinalliğin yok olmasıdır ve bu bağlılık kendini gerçekleştirmeyi ve yaratıcılığı yok eder, bir süreden sonra o kişiye dönüşür. ölüm korkusu ise özerkliğin yitirilmesi ve yok oluşu içerir. bu da bağlanmanın tersidir, kişi o kişiden kaçmaya çalışır. bu yüzden varoluşçulukta ölüm metaforları önemli bir yerdedir. yaratıcılık için gereklidir.

    yaratıcılıkta dogmatizme yer yoktur, bir şeyden sonsuz seviyede emin olan yıkıcılığa daha yakındır. yaratıcılık cesareti ve inancı gerektirse de kişi her zaman şüphe de duymalıdır. işte bu da cesaretin paradoksudur.

    ...buradan varoluşçu felsfeye ulaşırız.
    bir şeyin sonunda ölüm yoksa yaratıcılığın olmayacağını da belirtir. çünkü yaratmak ölüme başkaldırmaktır. eğer ölüm yoksa yaratmak anlamsızlaşabilir. örneğin adem ve havva; yehova'nın baştan çıkartmasıyla yaratıcıya ve kurallara karşı çıkarak elmayı yemeye cesaret etmiştir. bu merak onların cenetten kovulmasına neden olmuştur ve adem ve havva devamlı yaratmıştır. sonuçta yehova'nun kötü olduğu sorgulanabilir. yaptığı kötü görünse de insanlığın evrimine neden olmuştur. tarihte ilk başkaldıranın ve öldürülenin sokrates olduğunu görüyoruz, yine isa; inançlara karşı başkaldıran kişiydi ve çarmıha gerildi... örnekler çoğaltılabilir. işte rollo may'e göre psikanalizin temel görevi bilinci arttırarak iyi veya kötü elmadan yemeyi sağlamaktır.

    ...karşılaşmanın önemi:
    karşılaşma olmazsa yaratıcılık eksik kalır. örneğin ressamlar güzel bir sahnede yutulur, emilirler, ardından eserlerini üretilirler, eğer bu yapılmazsa ve sadece anın verdiği güzel duygularla kişi kendini kısıtlarsa yaratıcılık yarım kalır ve buna "kaçak yaratıcılık" denir. çoğumuz için "heves" diyebiliriz. o anla haz duymak yaratıcılık için yeterli değildir. karşılaşma anında kişi yoğun bir farkındalık haline girer. bir şey bulduğunu fark eder. bu aynı bir bilim adamının çözüm bulması ya da sanatçını eserini fark etmesidir. örneğin wolfgang köhler de bunu "içgüdüsel öğrenme" olarak açıklar. bulmaya çalıştığını şeyi devamlı düşündüğünüzde gelişme olmuyormuş gibi görünse de bir yerde çözüm zihninizde belirir. işte bu karşılaşmadır. bu aşamaların hepsinin emek ve inatla cesaret içerdiği unutulmamalıdır.

    ...şüphe duymak, bilindışı ve jung
    aslında buradaki farkındalık bilinçdışında gizlidir. kişinin amacı bu şimşeği çaktırmaktır ama bilinçdışı jung'a göre bilinçle hep kavga eder. bilinç, bilinçdışının sapkınlıklarını kontrol ederken, bilinçdışı da bilincin sıradanlıktan kurtulmasını sağlar, renklendirir. bu yüzden sadece bilinçle ve dogmatikleştikçe bir şeyi yaratamayız, yazıda bahsettiğimiz gibi şüphe de gereklidir, bilinçdışı burada devreye girer ve bizi sarsar, rahatsız eder!

    ...yoğun çalışma ve rahatlama
    picasso "her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir" demiştir.
    yaratıcı kişi buna izin verendir. dogmatik düşünceden uzaklaşmanın yanında bir ihtiyaç da rahatlamadır. yoğun bilinçli çalışmadan sonra örneğin uykudan uyanış, dalış veya sıradan otonom bir iş yaparken gerginliğin azalmasıyla ortaya aniden çıkabilir. sonunda kavrayış ve rahatlama gerçekleşir. bilinçdışındaki bilince taşınır. tarihe baktığımızda her yaratıcılık ve keşif, dönemin insanlarını sarsmış, hatta keşfi yapanın ölümüne mal olmuştur.

    burada yine otto rank'in bağlanma korkusuna geliyoruz, kişi bunları başarmak için bağımsız ve tek olmalıdır, kaygıyı hissetmelidir. kitle araçları bizi zaman zaman uyumlu hale getirerek yaratıcılığımızı yok eder. rollo may buna "uyumculuğa kapılmak" diyor. modern çağı da eleştirir rollo may. yeteneğin olduğunu fakat insanların uyumculuk yüzünden rahat bir yaşama yöneldiğini belirtir.

    ...yoğunluk ve vecd
    yoğunluğu vecd olarak da tanımlayabiliriz. yani duyguların taşması diyebiliriz. yaratıcı edim esnasında kişiler vecd duyar ve bir bilinç yoğunlaşması yaşar. rollo'a göre vecd, esnasında kişi entelektüel, iradi ve duygulanımsal işevlerinin hepsi aynı anda işlevseldir. ancak vecd halinde bir nesneyi net olarak görebiliriz.

    ...yaratıcılık bir gerileme süreci değildir.
    işte tam bu karşılaşmada duyulan vecd'in varlığından ötürü yaratıcılığın bir regresyon yani gerileme ile kendinde olanı çıkartma olduğunu reddeder rollo. klasik freudçu bakış açısını doğru bulmaz. güçlü bir tutkuyla cesaretle bilinçli bir çalışma olmadan rahatlama esnasında yaratım edimi görülmez. yani sadece gerileyerek, rahatlayarak, geçmişe giderek, balık tutar gibi bir şey gerçekleştirdiğimize inanmaz. etkisi vardır fakat yaratıcılık aynı zamanda ilericiliği, yani karşılaşmayı da içerir.

    bunu da yaratıcı edimin 2 kutuplu olmasıyla destekler. bir kutupta bilinçli kişinin kendisi vardır. diğer kutup kişinin kendi dünyasıdır fakat nesnelliği ve etkileşimi içerir. yani kişi çevresinden aldıklarını içinde kurgular, bu yüzden sanatçıların eserleri dönemlerini yansıtır. örneğin picasso'nun ilk eserleri yunan figürleri çizerken, faşist rejimin gelmesiyle bombalanmalarıyla çizdiği yüzler tanınmaz hale gelmiştir, metalleşmiştir. yani sanatçı çevresinden etkilenmiş, bununla "karşılaşmıştır," bunun vecdini duymuştur. her şey geçmişten çıkartılsaydı eserlerde o dönemin etkilerini görmezdik. demek ki tutkuyla bilinçli çalışma sonrası karşılaşma ile bilinçdışındaki dışarı çıkartabiliriz. aksi halde yaratıcılık gerçekleşmez.

    ...özetle
    özetle; kişi ilgilendiği nesne ile ilhamla "karşılaşma" yaşaması halinde öncelikli olarak "cesaretli" olmalı ve o konu hakkında yalnız kalarak tutkuyla bilinçli düşünmeye kendini zorlmalıdır fakat asla dogmatik bir yöne sapmamalıdır aksi halde "bilinçaltı" farkındalıkları yüzeye çıkamaz. en sonunda rahatlama haliyle birlikte kişi vecd duyarak yaratımı gerçekleştirir.

    ileri okumalar:
    rollo may - yaratma cesareti, metis yayınları

    debe edit.
  • talep edilmemişi oluşturma yeteneği
  • anlatılagelen popüler bir hikaye vardı yaratıcılıkla ilgili benim ortaokul yıllarıma tekabül eden. belki duymayanlar vardır diye tekrar edeyim:

    bir tane adam varmış. adını hatırlayamadığım yabancı bir profesör. ülke ülke gezip konferanslar düzenliyormuş yaratıcılık üzerine. neyse bu adam türkiye'de verdiği konferanslardan birinde(ulan hikaye dedik ama olay gerçek galiba) dinleyicilerden 1dk içinde bir toplu iğne ile yapabilecekleri 10 şey düşünmelerini istiyor.

    her ne kadar siz sözlükçülerin aklına daha ben toplu iğne der demez en az 100 şey geldiğine emin olsam da konferanstakilerden "kağıt tuttururuz", "arkadaşımızı cimciririz", "ölçü alırız" gibi yaratıcılık yoksunu bir kaç fikirden fazlası çıkmıyor. gerçi "toplu iğne ile kimi nereye cimciriyorsun arkadaş? anca batırırsın iğneyi" demezler mi adama? derler ya neyse biz konumuza dönelim.

    "peki ulan" diyor bizim profesör "madem yapacak 10 şey bulamadınız, yapamayacağınız birşey bulun 1dk içinde. istediğiniz kadar toplu iğne kullanmak serbest".
    işte böyle bir adamdı o koca profesör. yeri geldiğinde mütevazi ama yeri geldiğinde lafı gediğine koymasını bilen. bir nevi nasrettin hoca'nın gavur versiyonu. gerçi nasrettin hoca'nın neresi mütevazi ki şimdi? bir şu herkese haklısın dediği fıkrasında biraz alçak gönüllü davranmış o kadar. o da üşendiğinden zaten. yine de severim ben hocayı ama bu profesörü hiç sevmedim. ne o öyle? yok "yapamayacağınız birşey bulun"muş. al araba yapabiliyor musun? hayır. peki ya tüfek? o da hayır. marsa çıkabiliyor musun? yok. e ben ne anladım bu işten?

    hikayenin gerisinde konferanstakiler yapamayacakları hiçbirşey bulamayacaklardı, çünkü düşündükleri herşeyi yapabileceklerini anlayacaklardı. bizim profesör de "işte yaratıcılık budur!" diyecekti, tavan yapacaktı. ama yok anlatmayacağım. anlatmayacağım ki "bizim konferanstakiler de amma safmış ha" demeyesiniz.

    bu arada ne farkettim; "toplu iğne kullanarak, toplu iğne kullanarak yapamayacağım şeyi bulamam" desek adam pek şaşırırdı herhalde. bir bölümde itilmiş, kakılmıştan onu dövmesi için sebep bulmasını istiyordu, bulamayınca da kakılmışı dövüyordu, bu da ona benzedi.

    neyse uzun lafın kısası(ve tabii ki profesörün de söylemeye çalıştığı şey) odur ki; insan aslında yaratıcılığının sınırlarını çoğu zaman kestiremiyor. toplu iğneden neler yapabilirim? sorusunu cevaplamaya çalışırken tek ucu açık bir problem üzerinde uğraştığınızdan aklınıza sadece şimdiye kadar ne gördüyseniz, yani toplu iğneyi neyle ilişkilendirdiyseniz onlar geliyor. halubki olayı tersten ele alıp "peki ne yapamam?"ı cevaplamaya çalıştığınızdaysa ilk yaptığınız şey rastgele bir nesne ya da iş seçmek. örneğin; "saçlarımı tarayamam". tam bu noktada alışkanlıklardan kurtulup toplu iğneyi sıradışı bir nesneyle, tarakla ilişkilendiriyorsunuz ve pek kolay olmasa da bir sürü toplu iğneyi eğip büküp(bu arada eğilmiş bir iğneyi herkülün bile düzeltmeyeceği söylenir) birbirine kenetleyerek tarak yapabileceğinizi anlıyorsunuz.

    demek ki yaratıcı olmak sınırların dışına ne zaman ve ne şekilde çıkılması gerektiğini bilmekle fazlasıyla bağlantılı. tabi bütün bunlar yaratıcılığın sadece küçük bir bölümüyle ilgili. örneğin ben bu anlattıklarımla bir müzik eseri yaratma arasında pek bir bağ kuramıyorum. psikoloji konusunda benden kat kat daha bilgili olan yazarlar belki kurabiliyorlardır, hatta muhtemelen bu yazdıklarımın fazlasıyla basit ve bilindik olduğunu düşünüyorlardır. dediğim gibi, ortaokul yıllarında pek sık duyduğum bir hikayenin, kendimce küçük bir incelemesini yapayım dedim*.
  • herkesin gördüğünü görmek, ancak daha önce hiç kimsenin düşünmediğini düşünmek ve daha önce hiç kimsenin yapmaya kalkışmadığını yapmak...
  • şahsımda en mini minnacık düzeyde bile bulunmayan özellik. bir insanda bir özellik bu kadar mı bulunmaz yarabbim. kırıntısı, zerresi yok.

    çok net hatırlıyorum, 95 yılını 96 yılına bağlayan gece, yıl başı hediyesi olarak annemler kız kardeşime ve bana ayrı ayrı oyuncaklar almışlardı. annem zaten bayılır süslü püslü paketler yapmaya, acayip şaşaalı paketlemişti hediyeleri. bana alınan oyuncak "top", kız kardeşe alınan devasa bir lego seti. valla ne diyeyim, iyi tanıyorlarmış evlatlarını. bana alınan top 50 liralıksa (bayağı sağlam kaliteli bir şeydi) kardeşe alınan lego 500 liralık. hani bir kıskan di mi, koca lego seti kardeşe gitmiş, senin elinde basit yuvarlak bir nesne. umurumda bile olmadı var ya, sabahı zor ettim sokağa çıkıcam da topumla oynayacağım diye. annem de bir türlü izin vermedi hava soğuk diye, oturun kardeşinle lego yapın dedi. sanırsınız beni zindana koymuşlar, öyle mutsuz oturdum legoların başına. lego kutusunun üzerinde o lego setiyle yapılabilecek 8 tane örnek ev, bahçe vs fotoğrafı vardı. ne kadar uğraştım hatırlamıyorum ama çatladım resmen sıkıntıdan, hızlı hızlı resimlerde görünen bütün ev, bahçe modellerini sırasıyla yaptım, bitirdim. topumu aldım, ayakkabılarımı giydim, anneme "legoları bitirdim"* diye seslenip sokağa kaçtım. nihayet eve dönünce, o zaman diliminde olup biteni çözmüş kadın anam beni oturttu karşısına, anlattı, "kızım bak o legolarla bu resimlerdekilerden başka şeyler de yapabilirsin" diye. anca o zaman kafama dank etti, ille resimlerdekileri yapmak zorunda olmadığım.

    bu arada kardeş o legolarla, şehirler kurdu, gökdelenler dikti, uzay mekikleri yaptı. doğum günü, karne hediyesi vs her önemli gün ve haftada daha fazla lego, k'nex falan aldılar ona. istenc de sokaklarda çamurun içinde topuyla sapıtsın anca. bunlara rağmen, benden ümidi kesmedikleri ve beni okutmaya karar verdikleri için aileme minnettarım. gerçekten. gerçi benden çok ümitleri olmadığı için backup olarak kardeşimi yapmış da olabilirler. gerçek buysa asla kızamam onlara, bilakis hak veririm. cami avlusuna terk edilmediğime şükür.
  • mevcut malzemelerle yeni bir durum yaratabilmek ve mevcut kavramlar arasında daha önce kimsenin aklına gelmemiş yeni bir ilişki tanımlayabilmek kabiliyeti...
  • surekli beslenmesi gereken yoksa size ihanet edip arkasini donen olay
  • gunde 1 saat gulmeyi gerektiriyor, gerisi kolay
  • "one can discover only something that was already there, ready to be discovered." *

    polanyi..
  • etimolojik köken itibariyle latince "creare" sözcüğünden gelen yaratıcılık; yaratmak, doğurmak, meydana getirmek, bulmak, keşfetmek, yenilik yaratmak anlamlarına gelmektedir. yaratma ise yoktan var etme anlamı taşıyabileceği gibi, bilinen şeylerden yararlanılarak yepyeni bir şeyin gerçekleştirilmesi, özgün bir bileşime varılarak, bir takım sorunlara yeni çözüm yolları bulma süreci olarak da tanımlanabilir.
    yaratıcılık bu anlamda zihinde var olan iki ya da daha fazla kavramı, yeni bileşimler şeklinde formüle etme yeteneği olarak da tanımlanabilir.
    insanın yaratıcılığının eğitim ile geliştirilebilir olduğuna, bunun yanında yaratıcılığın hiçbir şekilde öğretilecek bir şey olmadığına inananlar vardır.
    yaratıcılığı en basit şekliyle daha önceden kombine edilmemiş elemanları
    kombine etme eylemi olarak da tanımlamak mümkün. sanatta, müzikte ve hatta
    ev aletlerinin tasarımında bile yaratıcılığın bu tarafı yatar.
    bağlantılarla oynamak ise olaya bir başka bakış açısıdır. yaratıcılık günlük
    sorunları çözerken bağlantılarla oynayarak alışılmışın dışında ama yararlı
    çözümler oluşturmaktır da diyebiliriz..
    yaratıcılık; yetenekleri ve vizyonları dış realiteye yeni ve yararlı
    bir şekilde sunabilmektir. yaratıcılığı belirli bir takım değerler, anlamlar, inançlar ve sembollerle tanımlamaya çalışırsak bir noktaya odaklanır ve yaratıcılığı sınırlamış oluruz ama değerlerin, anlamların , inançların ve sembollerin asıl oluştuğuna odaklanarak yaratıcılığı tanımlarsak yaratıcılık o denli özgür kalır.
hesabın var mı? giriş yap