• bu olgu, aslen eğitim sistemine adım atar atmaz yüz goz olunan bir anlayıstır. ancak ve maalesef, bunu en iyi ihtimalle universite yıllarında kavrayabildiğimiz için olay universite bazına indirgenir. eski yıllara donup bakınca da, gecmise mazi demekten baska da bise gelmez elden hani...

    deep not : fasizm de demokrasi, laiklik ve diğer bir cok siyasi ve sosyal kavram gibi, nereye çekersen oraya bir kavramdır. ancak ne taraftan bakarsanız bakın eğitim sistemimize bir kenarından bulaşmıstır.
  • üniversite öncesi öğrenim sürecindeki faşizmi akademik faşizm olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.
    zira akademiye kadarki faşizm ulusalcı faşizmin bir parçasıdır. eğitim kurumları mevcut ideolojinin aşılanması için kurulmuş araçlardır. kitaplar, müfredatlar, ritüeller... belli amaçlara hizmet ederler ancak bu amaçlar eğitim kurumunun öznel varlığına değil mevcut iktidar sistemini yaşatmak ve sürdürmek adına kurgulanmışlardır. (hobsbawm, benedict anderson, althusser, foucault, begona aretxaga vs üzerinden detaylandırabiliriz elbette, gel gör ki konumuz akademik-olmayan faşizm değil)

    akademik alanda ise kurumlar görece öznelleşmiş, kendi bağlamlarını oluşturmuşlardır. bundandır ki farklı akademik kurumlar farklı ideolojik ve paradigmatik çerçevelerde ekolleşirler. dolayısıyla üniversiteleri ulusal faşizmin boyunduruğu altındaki bağımsız faşist beylikler olarak okumak mümkün.
    hayal edilir ki burada son derece objektif, bağımsız, tarafsız, saf bilim/sosyal bilim öğretilmektedir. (en çok da sosyal bilim yazarken kıkırdadım) yok öyle bir dünya.
    üniversite departmanları farklı ideolojik önceliklerle kurulur. kadroları bu ideolojik öncelikler belirler.
    bu ideolojik kadrolar eğitim çerçevesini özgün olarak çizerler. ders içeriklerine baktığınızda örneğin disiplinin tarihi üzerine bir ders görürsünüz, ancak o tarihin size nasıl, hangi yorumlarla, kimin ağzından daha doğrusu kimin ideolojisinden aktarılacağını belirleyemezsiniz.
    ders programları, tez süreçleri, araştırma konuları... son derece öznel olarak belirlenir akademik kurumlarda. ki buraya kadar sorun yok.

    ancak, metaforik olarak "koltuk" tabir ettiğimiz o erk vardır ya... işte o akademinin boynundaki faşizm madalyonudur tam olarak. siz o kuruma adımınızı attığınız andan itibaren bir ev hanımının elinde çamaşır suyuna bastırılmış bir masa örtüsünden farkınız yoktur artık. sizinle ne isterlerse yapabilirler. size ne isterlerse yapabilirler. beden sağlığınızın, ruh sağlığınızın, akıl sağlığınızın mülkiyetini zaten girişte teslim alırlar. ideolojinizi, düşünme biçiminizi, konuşma biçiminizi, yazma yönteminizi, okuma seçiminizi, benliğinizi söküp alırlar. bütün çaba bunların yerine kendilerinin bir imgesini yerleştirmektir. o kurumun fiziksel sınırları içinde tek genel geçer doğru onların takip ettiği paradigmadır. alternatif bir yol çizmeye çalışmak asiliktir, isyandır, cahilliktir, deliliktir. mimlenirsiniz. fişlenirsiniz. aforoz edilirsiniz.

    akademik kurumlar, diğer bir deyişle ekoller arası savaş da bu faşizmden doğar. o okuldaki bölüm de şöyleymiş yok şurda hiç ilerleme kaydedemiyorlarmış... en mükemmeli hep nedense sizin girdiğiniz bölümdür, en birinci hocalara siz denk gelmişsinizdir... nasıl şanslıymışsınız meğer yeryüzündeki en iyi kuruma gelmişsiniz. hangi okulda olursanız olun bu böyledir. o yüzden siz de o kurumdaki paradigmayı izlemek zorundasınızdır. aksi düşünülemez.

    bu durum istisnasız, (beyana bağlı olarak) en marxist, en postmodern, en feminist kurumda bile böyledir.
    buralarda bile öteki gibi olursan, ölürsün.

    heil akademik faşizm!
hesabın var mı? giriş yap