• * 1874-1954 yılları arasında yaşamış amerikalı besteci. uluslararası anlamda ünlenen ilk amerikalı besteci olarak ta bilinir. 1947'de pulitzer müzik ödülünü kazanmış ve aldığı para ödülünü lou harrison'a vermiş, verirken de "ödüller çocuklar içindir ve ben zaten büyüdüm" demiştir *.
  • pulitzer ödülü, yazdıktan tam 39 sene sonra üçüncü senfonisi için verilmiştir.
  • gündüzleri kapi kapi dolasip sigorta poliçesi satmis, geceleri müzik yazmis pragmatist besteci.

    ilhan mimaroglu'na göre "birden fazla tonalite kullanilmasini stravinski'den ve milhaud 'dan önce, atonaliteyi schoenberg'den önce, halk müziginin sanat müzigi gereklerine göre yorumlanmasini bartok'tan önce, çeyrek tonlari haba'dan önce uygulayan charles ives'dir." her dört bölümünden birinin 19. yüzyilin önde gelen amerikan düsünürlerinin adini tasidigi ve müzikte inis ve çikislarin kulaga bu kadar güzel gelebildigi ender yapitlardan "concord, mass." adli ikinci piyano sonati herhalde en saglam eseridir. amerika'dan yüksek sanat çikmaz diye kafa siken eski kitacilara girsindir.

    ama yine de insan sunu da söylemeden edemiyor:

    bunu yapan sigortaci olamaz.
  • klasik müzikte milli geleneklerin oluşması 18. yüzyıl sonu ile başlar. daha evvelki besteciler milletsiz ya da milletler üstü gibidirler. bach’ta belki germen halkının sesini duyabilirsiniz ama mozart’ın müziği germenden çok italyan’dır. fakat 19. yüzyıl ile birlikte köy müziği bile dahil olur klasik müziğe (bkz: bela bartok) onu takip eden ulusal müzik arayışı ya da ulusal bir müzik kimliği oluşturma çabası muhtemelen lizst ile başladı. arayışı ilk sahiplenenler fransızlar oldu. nedeni herhalde napolyon savaşları’dır. societe nationale de musique’nin kurulması ve ars gallica şiarıyla kolları sıvamasıyla hareket ivme kazandı. fransız müziğinin alman boyunduruğundan kurtulduğu yıllar. gabriel faure, camille saint-seans vs. bu geleneğin önderleridirler. macaristan’dan bela bartok, finlandiya’dan sibelius, çekya’da bedrich smetana, norveç’te edward grieg benzer dönemlerde çıkarlar. rusya için de çaykovski örnek verilir ama diğer örneklerle benzerlik göstermez çünkü onun müziğinde slav kimliği okunmaz. evet o ilk büyük rus bestecidir belki ama rus’tan çok fransız’dır. tıpkı stravinski gibi. bazen de glinka ismi zikredilir ama o da bir geleneği başlatacak güçten yoksundur. bu paye korsakof’un veya mussorgsky’nin hakkıdır bana göre. bizim memlekette de ahmet adnan saygun sayılabilir belki.

    ulusal müziğin dünü bugünü lafzından sonra gelelim yeni kıta’ya. amerika’da işler biraz farklı ilerlemiş. klasik müzik burada basbayağı antonin dvorak ile başlamıştır. hatta 9. senfonisiyle başlamıştır diyebilirim (bkz: yeni dünya senfonisi) kökü dışarıda bir gelenek olması bakımından hayli enteresandır. bu geleneğin ilk büyük amerikalısı (ve son bana kalırsa) charles ives’tir. liedlerini, sonatlarını şimdilik bir tarafa koyup senfonileri üzerinden yazacağım.

    ives senfoni no.1
    birinci senfonisiyle başlayalım. yazmaya 1895’te başlamış. 21 yaşındayken yani. dvorak’ın sesi en çok bu eserde duyulur. özellikle birinci (allegro) bölümde. tüm orkestranın katıldığı uysal, kalabalık bir vals baskın. dvorak’ın 6. senfonisi de benzer şekilde açılır. charles ives’te farklı olarak bitmek bilmeyen modülasyonlar var. neredeyse tüm dizileri geziyor.

    ikinci bölümde (adagio) dvorak esintisi hat safhada. 9. senfonisinin adagio bölümünü dinlemenizi öneririm.

    üçüncü bölüm (scherzo) tipik bir orta avrupa ezgisi. sürpriz yok. ilk senfonide kimse sürpriz beklemez sanırım. sürpriz isteyenler 10 yıl sonra yazdığı scherzo’ya göz atsınlar. taşkın, zorlayıcı ve hakikaten çok güçlü. deha ürünü. kapanış alelade fakat sonraki senfonilerin bir taslağı gibi. timpani, trampet ve bakır üflemelilerin curcunası, ives’in kimliğinin bir parçası olacak.

    ives senfoni no.2
    ikinci senfoniye 1897’de başlamış. iki senede kat ettiği yol muazzam. ağırbaşlı, ciddi bir açılışı var. başlı başına bir bölümden ziyade ikinci bölümün hazırlayıcısı gibi. yavaş yavaş gelişen bir nüve.

    ikinci bölüm fazlasıyla amerikalı. amerikan kırsalının sesini klasik müzikte duyurmak pek rastlanır şey değil aslında. bu iç bunaltan neşe ikinci bölümün tümüne hakim. birkaç cümlede anlatacağını sayfalarca anlatmış. bölümü kapatan armoni de bu yüzden yeter çığlığı gibi duyuluyor. reveille denir aslında buna. sıradışı bir reveille. 12 sesli kromatik dizinin 11 sesiyle bağırıyor orkestra. üst perde bir mizah anlayışı. satie’den epey farklı. peşi sıra gelen üçüncü bölüme bakınca bu hareketi fazla bulanlardanım. tenkitçilerin bu eserde en fazla tartışlıkları an da bu reveille galiba. “olgunlaşmamış” bulanlar olmuş. bence geç bile kalmış o çığlık fakat arkasından yelkenler bu kadar hızlı inmemeliydi suya.

    üçüncü bölüm, ikinci bölümdeki reveille’nin akisi gibi. silik. tek işlevi o taşkınlığı -kimi eleştirmenlerce kusuru- (ben asla kusur demem. taşkınlık 23 yaşındaki bir adamda erdemdir) telafi etmek sanki.

    dördüncü bölüm karmakarışık bir örgü. bir dakika içerisinde yakası açılmadık şey kalmıyor. müthiş bir dağınıklık fakat taş gibi sağlam bir çekirdek var. her an kopacak gibi dursa da kopmuyor.

    son bölüm enteresan. ives’in anılarını geviş getirmesi gibi duruyor. her yana uzanan, yalpalayan ama kopmayan, odaklanamayan, fazlasıyla coşkulu bir zihnin ishali. ilk iki dakikada sırayla camptown races’tan, turkey in the straw’dan, pigtown fling’ten ve oldblack joe’dan pasajlar var. sonra bir anda dvorak’ın 9. senfonisinin ilk bölümünden bir pasaj geliyor. tek tek yazmayım. peter burkholder yazmış: all made of tunes: charles ives and the uses of musical borrowing. kakafoni gitgitde boğucu bir hal alıyor ve yine ikinci bölümün sonundaki 11 sesli reveille ile bitiyor. aynı espiride ısrarcı olmasını mazur göremeyeceğim. ıves’in üstüne en çok konuşulan ve en kişisel eseri bu olsa gerek. favorim değil.

    ives senfoni no.3
    üçüncü senfoniyi yazmaya 1908’de başlamış. yaş 33. 1947 yılında pulitzer ödülüne layık görmüşler eseri. beyefendinin yorumu: “ödüller oğlanlar içindir” üç bölümden oluşuyor. ilkinin başlığı old folks gathering: eski topraklar buluşuyor. açılış kısmı için yazılan pek çok övgü okudum fakat ben aynı heyecanı duyamadım. 7 küsür dakikalık uyuşuk bir geveleme gibi duyuluyor. ilk iki senfoniden farklı olarak bu senfonide vurmalı çalgı yok. tek tük zil sesleri duyuluyor. ritmin altı vurmalılarla çizilmeyince zemin bulanıklaşıyor.

    ikinci kısmın başlığı children’s day: çocukların günü. yaylı çalgılar dörtlüsü eseri gibi bir açılışı var bu bölümün. önce viyola ve çello zemini oluşturuyor, kemanlar konuşuyor; sonra fagot ve kemanlar karşılıklı konuşurken zeminde üçlemelerle bezeli yeni bir örgü kuruluyor. fagot adeta diğer üflemelileri çağırır gibidir. birkaç ölçü sonra diğer üflemeliler de konuşmaya dahil olurlar. başka eleştirmenlerden böyle bir yorum görmedim fakat yaylıların konuşmanın zemininde üçlemelerle zemini değiştirmesi, beethoven’ın razumovski dörtlüleriyle kullanmaya başladığı bir üslup. bilhassa yedinci yaylı çalgılar dörtlüsünün ilk bölümünde bunu kolaylıkla duyarsınız. (f majör, 7 numaralı yaylı çalgılar dörtlüsü, op.59, no:1) sazların birbirleriyle karşılıklı olarak konuşmasına da dikkat ediniz. ıves bu eserin ikinci bölümünde ne kadar iyi bir öğrenci olduğunu gösterir gibi. teknik kusursuzluğuna rağmen sıcak bir melodiden yoksun. fagotun anlattığı her hikayeye karşılık flüt, obua ve klarnetin bir hikayesini dinliyorsunuz. nihayet beraber aynı hikayeyi anlatmaya başlıyorlar ve uzun bir decrescendo ile bölüm kapanıyor.

    son bölümün başlığı komünyon. yüzlerce ufak motifin iç içe girdiği, takibi, dinlemesi ve çalması epey güç bir bölüm. kaos, patlamayan bir yükselişin yerini flüte bırakmasıyla çözülüyor. ve ikinci bölüm gibi sakin bir kapanışla sona eriyor. fazlaca kişisel ve mütevazı (orkestra seçimi bile öyle) bir eser olduğunu düşünüyorum. ıves’in bu eserde tarif ettiği duyguların ve anlattığı hikayelerin büyük kısmının bende bir karşılığı yok.

    ives senfoni no.4
    son senfoniyi yazmaya 1910’da başlamış. 10 yıl kadar uğraşmış. bir önceki senfonideki orkestra seçiminin mütevazılığına kıyasla son derece gösterişli ve görkemli bir orkestra var bu kez. açılıştan hemen sonra john bowring’in ilahileri karışıyor müziğe (john bowring de çağının en renkli simalarından biri. 100’e yakın dil konuştuğu söyleniyor! yazdığı kitaplara bakılırsa mümkün; sırpça, rusça, ispanyolca, macarca, rusça, tayca, çince üzerine kitaplar yazmış. bir ara hong kong valisi olmuş. pek çok da ilahi yazmış sıradışı bir tip) kısa süre içinde sönen bir görkem girizgahı.

    sonra ikinci bölüm açılıyor. scherzo dememiş de komedi demiş. haklı. scherzo bir şakadır. içinde öfke de barındırır bazen ama bu öfke de şakadır. ıves’inki eşek şakası. yakıp yıkıyor ortalığı. gürültünün arasında ara sıra beylik melodiler çalınıyor kulağıma. sonra onları paramparça ediveriyorlar.

    üçüncü bölüm bir füg. bu yüzyılda füg yazana pek rastlanılmıyor. ıves’in yazdığı en muhafazakar, duru müzik bu olsa gerek. hemen hemen hiç sürpriz yok. yine melodi yok. bu kez dikey yazı da yok. uzun yatay yazılar, kontrpuanlar vs. "yaşamın biçimciliğe ve ritüellere verdiği tepki" olarak tanımlamış ives bu bölümü.

    son bölüm aynı sessizlikle başlıyor. "varoluşun gerçekliği ve onun dini deyeimle yüceltilmesi". iki farklı metronomda çalan iki farklı orkestra duyuyorsunuz. son derece sabırlı bir crescendo’dan sonra beklenmedik şekilde teremin giriyor! tuba ve kontrbasların da desteğiyle dev bir iç çekiş başlıyor. eserin son dakikalarında orkestradaki çalgıların hepsinin hemen hemen tek tek duyacaksınız. ve nihayet koro. duyduğum en iyi sonlardan biri.
hesabın var mı? giriş yap