• don camillo'nun yaraticisi muthis italyan mizah yazari.
  • giovanni guareschi .

    (bkz: don camillo)

    ayrica "acele koca araniyor" adinda fena olmayan bir kitabi da vardir ..
  • kominist parti üyesi ve kasabanın belediye başkanı olan peppone ile katolik kilise rahibi sağcı don camillo arasında geçen tatlı politik sürtüşmeyi konu alan bir serinin yazarıdır. don camillo zaman zaman isa heykelciği ile konuşup günah çıkarır. minik entrikalar çeviren bu ikili genelde birbirlerinin kuyusunu kazmaya ,karizmalarını dağıtmaya ve kendi oylarını çoğaltmaya çalışırlarken zaman zaman da yıllarca süren dostluklarına ihanet edemeyerek geri adım atarlar. tabii bazen de bu geri adımın sebebi esaslı bir santajdır.
  • don camillo isimli mükemmel bir kara mizah örneği serisiyle altın palmiye ödülü kazanmış italyan yazar.muhabirlik aptığı gazetedeki sütununa bir gece yazacak bir şey bulamayıp kendi deyişiyle birşeyler uydurması üzerine halktan gelen yoğun istek üzerine seriye devam etmiş ve ünlü don camillo serisi doğmuştur.
  • ilk kitabının önsözünde -eğer benim don camillo'yu ele alış tarzıma içerleyen bir papaz çıkarsa, bulabildiği en büyük mumu kafamda kırmasına memnunlukla rıza gösteririm.aynı şekilde, peppone yüzünden bana içerleyen bir komünist olursa; buyursun, orağıyla çekicini kafamda parçalasın. ama, hz isa'nın konuşmalarına içerleyen biriyse bu, elimden birşey gelmez.çünkü bu hikayelerde konuşan hz isa değil, benim isa'm, yani vicdanımın sesidir.- demiştir.
  • kendi kaleminden :
    nasil geldim bu günlere

    1 mayıs 1908'de başlamış hayatım, olaylar arasında sürüp gitmekte... ben doğduğumda, annem dokuz yıldır ilkokul öğretmenliği yapıyormuş. 1949 yılının sonuna dek de sürdürdü bu işini.

    o zaman bölgenin papazı, bütün kasaba halkı adına, bir çalar saat armağan etti hizmetlerine karşılık. elektriksiz, susuz ama bol bol hamamböcekli, sivrisinekli okullarda elli yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, çalar saatinin tik tak'larını dinleyerek, hükümetin dilekçesine ilgi gösterip, kendisine bir emekli aylığı bağlanmasını bekliyor şimdi annem.

    ben doğduğum sıralarda, babam biçerdöverden gramofona kadar, her türlü makineye meraklıymış. benim burnumun altındakine benzer, koskocaman bıyıkları varmış. şimdi de güzel bıyıkları var, ama artık hemen hemen hiç bir şeye meraklı değil. gazete okumakla geçiriyor gününü. benim yazdıklarımı da okuyor okumasına ya, yazma tarzımı da, düşünme tarzımı da beğenmiyor. o eski günlerde, pırıl pırıl bir adammış babam. otomobille bütün italya'yı dolaşmış; hem de halkın "kendi kendine yürüyen şeytan arabası"nı görmek için bir kasabadan, öbür kasabaya gittiği günlerde...

    o parlak dönemlerden bana kalan tek hatıra, arkasında sıkılacak bir lastik yuvarlağı olan bir otomobil klaksonu. yatağının başucuna vidalamıştı babam onu, ara sıra çalardı, özellikle yaz günlerinde... bir de erkek kardeşim var, ama iki hafta önce aramızda bir tartışma geçti. onun için ondan söz etmesem daha iyi olacak. bunlardan başka, dört silindirli bir motosikletim, altı silindirli bir otomobilim, iki çocuklu bir karım var.

    ailem gemi mühendisi olmamı istiyordu, hukuk okudum bu yüzden. böylece kısa bir süre sonra, tanınmış bir afiş ressamı ve karikatürist olup çıktım. okulda hiç kimse bana resim öğretmeye kalkışmadığı için, elbette resim yapmanın özel bir çekiciliği olacaktı benim için. reklam resimleri, karikatürlerden sonra, tahta oyma işleri, tiyatro dekorları da yaptım. bu arada, bir şeker fabrikasında kapıcılık, bir bisiklet park yerinde kahyalık da yaptım.

    müzikten hiç mi hiç anlamadığım için, bazı arkadaşlarıma mandolin dersi vermeye başladım. nüfus sayımı memurluğundaki başarım dillere destan oldu. bir yatılı okulda öğretmenlik yaparken, bir mahalli gazetede düzeltmenlik işini buldum. mütevazi aylığıma bir ek olsun diye, mahalli olaylar hakkında öyküler yazmaya başladım. pazar günleri boş olduğumdan, pazartesi günleri yayınlanan bir haftalık derginin yayın müdürlüğünü üstüme aldım.

    işimi elden geldiğince çabuk bitirebilmek için, yazıların dörtte üçünü kendim yazıyordum. güzel bir gün trene atlayıp milano'ya gittim. orda bertoldo adlı bir mizah dergisine girmeyi başardım. yazı yazdırtmıyorladı bana bu dergide, ama resim yapmama izin vardır. bu izinden yararlanarak, kara kağıtlara beyaz çizgilerle resimler çiziştirip, dergide geniş, iç karartıcı alanlar yarattım.

    saul steinberg milano'da mimarlık okurken, ilk resimlerini bu dergiye çizmişti; amerika'ya dönünceye dek de, bu dergide çalıştı. hiç de benim elimde olmayan nedenlerle harp patladı. 1942'de, birgün, kardeşim rusya'da kaybolduğu ve ondan hiç bir haber alınamadığı için adamakıllı kafayı çekip sarhoş oldum. o gece milano sokaklarında bağıra çağıra dolaşarak sayfalarca resmi kağıt dordurmuş olduğumu, ertesi gün siyasi polis tarafından tutuklanınca öğrendim. durumuma üzülen birçok kişi, sonunda kurtardılar beni. ama polis ortada dolaşmamı istemediğinden, askere alındım.

    9 eylül 1943'de, faşizmin yıkılışıyla birlikte, bu kez kuzey italya'da alessandria'da, almanlar tarafından esir edildim. onlar hesabına çalışmak istemediğimden, polonya'daki bir toplama kampına gönderildim. birçok alman toplama kampını dolaştım. 1945'te bulunduğum kamp ingilizlerin eline geçti, beş ay sonra italya'ya gönderildim.

    esirlikle geçen günlerim, hayatımın en yoğun çalışma dönemi olmuştur. canlı kalabilmek için elimden gelen her şeyi yapmam gerekti. "beni öldürseler bile ölmeyeceğim" diye özetleyebileceğim bir programa kesinlikle kendime vererek başarıya ulaştım. (insan kırk beş kiloluk bir kemik torbasına dönüşür; üstelik bit, tahtakurusu, pire, açlık ve hüzün de buna eklenirse canlı kalmak kolay değildir)

    italya'ya döndüğümde, birçok şeyleri, özellikle de italyanları değişmiş buldum. bu değişiklik iki yönde mi olmuş, yoksa kötü yönde mi diye öğrenmek için oldukça uzun bir süre çaba harcadım.

    sonunda hiç değişmediklerini anlayınca, öylesine üzüldüm ki, evime kapandım. bundan kası bir süre sonra, candido adında bir dergi kuruldu milano'da. o zaman da, şimdiki gibi bağımsız olduğum halde, o dergide çalışmaya başlayınca, kendimi gırtlağıma kadar politikaya gömülmüş buldum. şu da var ki, dergi pek değer veriyor çalışmalarıma. (kimbilir, belki de şimdi yayın müdürü olduğum içindir bu.)

    birkaç ay önce, italyan komünistlerinin lideri bay palmiro togliatti, bir konuşmasında soğukkanlılığını yitirerek, "üç burun delikli adam"ı icat eden milanolu gazetecinin "üç misli aptal" olduğunu söyledi. bu üç katlı aptal benim; bu söz politika alanındaki gazetecilik çalışmalarımın en güzel değerlendirmesi olmuştur bence.

    üç burun delikli adam şimdi pek ünlüdür italya'da, onun yaratıcısı da benim. itiraf edeyim ki, bir kalem vuruşuyla, bir komünistin kişiliğini canlandırabilme başarımdan gurur duyuyorum. iyi bir buluştu o. (burnun altına iki yerine üç delik kondurmuştum, tamamdı.) neden alçak gönüllü olayım?

    seçimlerden önce yazıp çizdiğim başka şeyler de işe yaradı hep. inanmayanlar gelip baksın; tavan arasında, beni yeren bir çuval dolusu yazı var gazetelerden kestiğim. don camillo'nun küçük dünyası pek başarı kazandı italya'da.

    bu öykülerin ilk dizisi olan bu kitap daha şimdiden yedi kez basıldı. birçok kişi don camillo'nun küçük dünyası hakkında uzun uzun yazılar yazdılar, birçokları da, şu yada bu öykü hakkında mektuplar gönderdiler. şimdi biraz kafam karıştı; don camillo'nun küçük dünyası üzerine kendim bir yargıya varmaya kalksam, mahcup olacağım.

    bu öyküler, po irmağı boyunca uzanan emilian ovasındaki parma şehrinde, yani benim memleketimde geçer. orada politika tutkusu insanı rahatsız edecek bir yoğunluktadır; ama gene de halk sevimli, konuksever, eli açıktır. mizah duyguları oldukça gelişmiştir. ya bütün yaz boyunca beyinlerine vuran o dehşetli güneşten; yada kış boyunca üstlerine çöken o yoğun sistendir bu.

    bu öykülerin kişilerini gerçek hayattan aldım. hatta kimi öyküler öylesine gerçektir ki, birçok kez ben öykümü yazdıktan sonra, olay gerçekten olmuş, gazeteler yazmıştır. aslında, gerçek geride bırakır düşü.

    bir gün, bir politika toplantısında, muhalefetin broşürlerini alan bir uçağa kızan peppone adındaki bir komünist hakkında bir öykü yazmıştım. peppone makineli tüfeğe sarılır, ama uçağa ateş etmeye eli varmız bir türlü. bunu yazdığımda, kendi kendime, "fazla hayali oldu bu" demiştim. birkaç ay sonra spilimberg'de komünistler ateş etmekle kalmayıp, düşürdüler bile uçağı.

    don camillo'nun küçük dünyası hakkında başka söyleyeceğim birşey yok. zavallı bir adamın böyle bir kitap yazdıktan sonra, bir de onu anlamasın ummamalısınız. boyum 1.78.

    olup olacağı sekiz kitap yazdım. "böyle kişiler" adlı bir film de çevirdim, şimdi bütün italya'da oynatılıp duruyor. birçok kişiler beğendi filmi, birçokları da beğenmedi. bana sorarsanız, umurumda bile değil.

    hayatta birçok şey umurumda olmamıştır zaten. ama bütün suçu bende değil, savaştadır. savaş içimizdeki birçok şeyi yaktı, yıktı. gereğinden fazla ölen, gereğinden fazla da yaşayan gördük. boyumun 1.78 olmasına, saçlarımın dökülmediğini de ekleyebilirsiniz.

    küçük dünya

    don camillo'nun küçük dünyası, po irmağı vadisinde bir yerdir. kuzey italya'daki bu uzun vadide, hangi köye baksanız onu bulabilirsiniz. po irmağıyle apenin dağları arasında kalan bölgede iklim hiç değişmez. doğal görünüşün hep aynı olduğu bu ülkede, herhangi bir yolun bir noktasında durup; mısır, kenevir tarlaları arasındaki bir çiftliğe bakmayagörün, hemen bir öykü doğuverir.

    öykülerimi anlatacakken, bunları neden söylüyorum sizlere? anlamınızı istiyorum çünkü; ırmakla dağların arasındaki bu küçük dünyada, başka hiç bir yerde rastlanmayacak işler olur. irmağın derin, hiç kesilmeyen soluğu, hem canlılar hem de cansızların havasına bir tazelik verir. köpeklerin bile ruhları vardır burada. bunu aklınızda tutacak olursanız, köy papazı don camillo'yla düşmanı komünist belediye başkanı peppone'yi kolayca anlayabilirsiniz.

    köy kilisesinde, büyük bir haçın üstünden olup bitenleri seyredip, epeyce de konuşan hazreti isa şaşırtmaz sizi. birbirine kin duymadan, yolunca yordamınca birbirinin kafasını kıran iki düşmanın, sonunda ana sorun üstünde anlaştıklarının görünce de şaşırıp kalmazsınız.

    öykülerime başlarken, son bir sözüm daha var: don camillo'ya karşı tutumumdan alınan bir papaz çıkarsa, buyursun, elinde bulunan en büyük mumunu kafamda parçalasın. eğer peppone yüzünden bana içerleyen bir komünist çıkarsa, o da buyursun, orağıyle çekicini sırtımda paralasın. yok ama hazreti isa'nın konuşmalarına gücenen biri çıkarsa, işte o zaman elimden bir şey gelmez. çünkü bu öykülerde konuşan hazreti isa değil, benim isa'm, yani vicdanımın sesidir.

    guareschi 1968'de cervia'da öldü
  • patates şovalyeleri adında bir başka kitabı daha vardır guareschinin. don camillo kadar olmasada eğlenceli sayılır. lüks manyağı , inatçı ve gururlu bir soylu ile zar oyunlarında her zaman kazanan kumarbazın biri ve özelliklerini şimdi hatırlayamadığım bir başka adamın sıra dışı yolculuklarını anlatıyordu.
  • oğlum kızım hele karım adlı kitapta toplanmış ve kendi çekirdek ailesinden yola çıkarak yazmış olduğu çok güzel öyküleri de olan italyan yazar.
  • katır inadı adında, tıpkı don camillo serisinde olduğu gibi kimi zaman hınzır, çoğunlukla saf ama her daim çok tanıdık karakterleri anlattığı bir kitabı daha olan politik mizah ustası.
  • yarattığı üç burun delikli adam (ve dahi dört burun delikli adam) şurda görülebilir: http://mizahvesiir.blogspot.com/…11_21_archive.html
hesabın var mı? giriş yap