• osmanlilar'da bir asker modeli.. (bkz: timarli sipahi) (bkz: yeniceri)
  • nöh (bkz: kapi coolu)
  • acemi ocagi tarafindan yeti$tirilirler .
  • okul yıllarında öğrencilerin kapı kolu diye dalga geçtiği askerler.
  • ingilizce'de six division cavalry olarak gecen birliklerdir.
  • sözcüğün düz anlamıyla kul ya da köle değillerdir. beyin, sultanın bendesidirler. devlette izzet ikbal görmek, beylerbeyi olmak, sancakbeyi olmak filan bu yolla mümkündür. o yüzden herkes yeniçeri olayım, cebeci olayım, altı bölük halkından olayım diye can atar imiş zamanında...
  • osmanlı düzenli askeri teşkilatının iki temel ögesinden biridir. diğeri için (bkz: tımarlı sipahi). bu iki temel güç haricinde eyalet askerleri ve yardımcı kuvvetler de bulunmaktadır. ancak 15. yy'dan nicelik ve bakımından, timarlı sipahilerin etkinliğinin azalması ile de nitelik bakımından osmanlı ordusunun çekirdeği haline gelmiştir. kapıkulu ocağı çok kapsayıcı bir organizasyondur. türk askeri eğitim tarihi içinde oldukça önenmli bir yere sahiptir.

    kapıkulu ocağı hakkında bilgi vermeden önce çok kısa bir şekilde türk askeri yapısının tarihi temelinden giriş yapmak istiyorum.

    türkler tarih sahnesine göçebe, hareket halinde bir millet olarak çıktı. bu hareketli özellik türklere; asya, avrupa ve afrika kıtalarına kadar yayılma olanağı tanıdı. bilinen ilk düzenli türk kara ordusu’nun m.ö. 209 yılında büyük hun devleti’nin başına geçen mete han tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. mete han, ordusunu (daha sonra göktürk, uygur, selçuklu, osmanlı ve türkiye cumhuriyeti’nin de kullanacağı) “onluk” sisteme göre tasardı. bu sistemin en küçük birimi onluklar idi, onluklar yüzlükleri ve yüzlükler de binlikleri oluşturuyordu. bu birimleri başında “onbaşı”, “yüzbaşı” ve “binbaşı” isimli komutanlar bulunuyordu. on binliğin oluşturduğu askeri birime tümen denmiş ve başında “tümenbaşı” vardı. mete han bu tipte 24 tümen kurdu. ordunun başkomutanlığını ise han üstelendi.

    türklerin islâmiyeti kabulünden sonra ordu sisteminde bazı değişiklikler olduğu görülmektedir. abbasîler ve emevîler zamanında orduda “gulâm” adı veriler esir, köle yahut başka millete mensup askerler kullanılmaktaydı, selçuklular ardında da osmanlılar bu sistemi kendilerine uyarladı. gulâmlardan ise “hassa ordusu” oluşuyordu. özel eğitim ile yetiştirilen ve saray muhafızlığı gibi üst düzey görevlerde de kullanılan bu askerî sistem kapıkulu ocağı’nın da esasını teşkîl etti.

    osman beğ (osman-ı evvel) zamanında sadece sefer zamanı toplanan ve belli bir askerî disiplini olamayan savaşçı türk kuvvetleri bulunuyordu. bu birlikler istekli, savaşçı, kalabalık ve kuvvetli olsalar da yaptırım güçleri çok yüksek değildi. öyle ki bu kuvvetlerin bursa’yı devlete katmaları yaklaşık on yıl sürdü. devletin gelişmesi de buna bağlı olarak daha yavaş oldu. bu durumun farkında olan devlet erkânından bursa kadısı çandarlı kara halil (hayreddin) paşa ve vezir alâeddin paşa düzenli osmanlı kara kuvvetleri kurulması teklifinde bulundu. orhan beğ devrinde gönüllü olarak yazılan 1000 yaya ve 1000 atlı (müsellem) askerden oluşan bu birlikler, savaş zamanı sefere katılıp, barış zamanı vergiden muaf bir şekilde tarım ile uğraşmaktaydı. bu yaya ve müsellem birlikleri kapıkulu ocağının kuruluşuna kadar esas askerî gücü teşkil etti. bu birliklerin muhtemel kuruluşu tarihi palekenon savaşından ve iznik’in alınmasından öncesine tekabül eder.

    "kapıkulu ocağı"

    türk devletlerinde geleneksel olarak, doğrudan hükümdara bağlı olan düzenli ve sürekli askerî birlikler bulunmakta idi. bu tip ordulara “hassa” veya “merkezî ordu” denilmekteydi. osmanlı devleti’nde ise bu dâimî orduya “kapıkulu” denilirdi.

    eski türk söylencelerinden de anlaşılacağı gibi hükümdar “kapısında” ona bağlı bu seçkin askerler bulunmaktaydı. öyle ki; ıı. göktürk devleti hükümdarı ilteriş kağan’ın (m. 682-681) kapısında ona bağlı on yedi n eren vardı zamanla bu sayı iki bine kadar çıktı. ancak bu hükümdarın kapısında hizmet eden bu erenler, türk-islâm devletlerinde olduğu gibi devşirme değil, soylu türk beğlerinin oğullarıydı.

    kelime kökenine baktığımızda ise açıklama şu şekilde yapılabilmektedir; kapı kelimesi eşya anlamı dışında, hükümeti veya devleti işaret etmektedir. padişah ve sadrazam saraylarına da genel olarak kapı, devlet kapısı denilmektedir. ancak zamanla, hükümeti korumakla görevli askerî birlikleri de tanımlayan bir kelimeye dönüştü. bu koruma görevini sürdüren askerlerin oluşturduğu on dört bölüme de “kapı” denildi. kul, ise özgürlüğü elinden alınmış anlamını taşımaktaydı. söz konusu askerî birliği oluşturan kişilerin savaş esiri olarak ya da devşirme usûlü ile devletin hizmetine girmesi sebebi kul olarak tanımlanmaktadırlar.

    ocak tabiri ise genel anlamda bektâşîlik kültürüne ait bir kavram olarak kabul edilse de pek çok kavramı karşılamaktadır. yeniçeriler ilerleyen zamanlarda kendilerini bektâşîliğe bağlı saymaya başladığı için, “ocak” kelimesi de bağlı oldukları kurumu tabir için kullanıldılar. kapıkulu ordusu’nun askerî gücü olan yeniçeri ocağı’nın kökeni ahîlik ile bağlantılıdır. ancak zamanla bektâşîlik ile bağlaştırmalar oluştu. kronolojik olarak tutmasa da ocağın hacı bektâş-î velî’den dua aldığı dahi söylene geldi. yeniçerilerin ocaklarına “ocağ-ı bektâşîyan” kendilerine ise “tâife-i bektâşîyan” gibi sıfatlar yakıştırdıkları görülür.

    "teşkîli"

    ı. murad (murad-ı evvel) zamanında edirne osmanlı topraklarına katılarak başkent yapıldı (h. 763-m. 1361/2). kadıaskerlik makamında da çandarlı getirildi. o zamanlarda karaman civarından mevlâna (ya da molla) kara rüstem isminde bir bilginin gelerek çandarlı’ya savaş esirlerinden belli bir kısmının (beşte birinin) devlet hizmeti için alınması gerektiği, bunun dinî bir emir olduğunu belirti. ı. murad’ın da onayı ile gelibolu’da acemi ocağı kuruldu. gazî süleyman paşa emrinde yeniçeri olan askerler iki akçe yevmiye ile askerlik yapmaya başladı. hem âşık paşazâde hem de oruç bey’in anlattıkları göz önüne alındığında, ilk düzenli birliklerin de kapıkulu ocağı’nın da kurulmasında çandarlı’nın önemli bir rol oynadığı görülmektedir.

    "kapıkulu ocağının alt birimleri"

    kapıkulu ocağı piyadeler (piyadeler, yaya askerlerden oluşan temel askerî güçtü. orhan gazî devrinde tesis edilmiş olan yaya birliklerin gelişmiş ve yeniden düzenlenmiş halidir de denebilir. piyadelerin esasını yeniçeriler oluşturuyordu) ve süvariler (kapıkulları içindeki süvari birlikleri daha çok yardımcı hizmet görevi görmektedir, esas süvari birliklerini oluşturan kişiler timarlı sipahilerdir) olarak iki kola ayrılmaktaydı. bu iki kol da kendi içinde pek çok farklı birim barındırmakta ve son derece iyi örgütlenmiş bir yapı olarak hizmet vermekteydi.

    - acemi ocağı ve ocağa asker temini
    kapıkulu olacak her kişi acemi ocağı içinde yetişmekteydi. bu bakımdan acemi ocağı kapı kullarından hariç bir ocak değildir bir alt birimdir. ( daha anlaşılır olması için şu örneği verebiliriz, bu ocak bir nev-i üniversitelerde bulunan zorunlu hazırlık sınıfı dır. temel bir lisans bölümü içinde yer almaz ancak lisans bölümüne geçmek isteyen kişiler bu birimden başarı ile mezun olup kendi branşlarına yönelmektedirler.) ocağa asker alımı başlarda iki şekilde yapıldı * *, daha sonraları kul oğullarının da alınması ile üç kaynaktan beslenmeye başlandı. yeniçeri kanunu olan kanun-i kadim’in bozulmasından sonra artık hiçbir kural tanımadan alımlar yapılmaya başlandı.

    ilk kullanılan sistem, fetihlerin çok olduğu dönemlerde ocağın ihtiyacı uygun savaş esirlerinden karşılanmasına dayanıyordu. bu sisteme “pençik” (penç-ü yek/ beşte bir) deniliyordu. gazâ ve fetihlerde elde edilmiş esirlerin beşte birinin devlete verilmesi esasına dayanmaktaydı. xıv. yüz yılın ikinci yarısından itibaren beş esir için değer olarak yüz yirmi beş akçe hesaplanmaya başlandı. her beş esirden ocağa girmeye uygun bir kişi ya da değeri olan 25 akçe devlet için alındı.

    pençik sisteminin uygulanması çandarlı ve molla rüstem’in sorumluluğunda idi. onların denetiminde gelibolu yarımadasında devlet adına pençik oğlanları toplanmaya başlandı. ancak bazı gazîlerin esirlerinden pay vermemek için anadolu’ya başka noktalardan girdiklerinin tespiti üzerine gazî evranos beğ, ı. murad tarafından görevlendirerek devletin payına düşen esirleri sınırlarda toplamaya başladı.

    islam hukukuna savaş esirleri de ganimet sayılmaktadır. esirler dâhil tüm ganimetin 5/1’i devletin hakkıdır. devletin kendi hakkı olan esirler üzerinde dört yaptırım seçeneği vardır; gerekli hallerde esirler öldürülebilir, müslümanların hizmet etmeleri için köle yapılabilir, devlet ile zımmîlik andlaşması yapabilirler ya da fidye karşılığında özgür bırakılabilir ya da sultan ı. murad’ın tercihi ise onları devlet hizmetinde kullanılmak olabilir.

    bu sistemde, akıncı subaylarının (toyca) ve akıncıların aldığı esirler, merkezden gönderilmiş memurlar tarafından (pençikçi) tarafından toplanırdı. askerliği uygun olmayan esirlerden “pençik resmi” alınırdı. uygun olmayan özellikler şu şekilde sıralanmaktaydı: şirhor (henüz süt emme çağında olan), gulâmçe (8-10 yaş aralığında), gulâm (ergen) yaşı büyük olanlar ise sakallı ya da pir idi. ıı. bayezîd devrinde verilmiş bir kanûnnâme’de pençik toplama usûlü hakkında ayrıntılı bilgiler mevcuttur.

    ikinci sistem, ı. bayezîd (yıldırım) zamanında gerçekleşen ankara savaşı’ndan (m. 1402-h. 804) sonra devletin girdiği fetret devrinde oluşturuldu. yeni fetihlerin yapılamaması, dolayısıyla pençik sistemini kullanılamamasına sebep oldu. bu sorunun çözümü olarak “devşirme sistemi” geliştirildi. özellikle balkanlardaki hıristiyan tebaadan devşirme alındı (çocuklarını devşirme vermek için kanuniçin kanun dışı yollara başvuran pek çok aile olduğu kayıtlarda geçmektedir, evet çocuklarını devşirme [vermek için]). ıı. mehmed (fatih) devrinde topluca müslüman olan bosna halkının ricası üzerine, onların çocukları da devşirme olarak alındı (normal şartlarda müslümanların ocağa alınması yasaktı, ancak bosnalılar da bu haktan yararlanmak için ısrar edince ıı. mehmet onlara bu jesti yapmıstır). ancak onlar acemi ocağı gönderilmeyip doğrudan enderun’a ya da bostancı ocağına yerleştirildi. ancak avrupalı tarihçiler bu sisteme çeşitli eleştiriler getirmişlerdir. örneğin hammer padişahları ve hizmetlerindeki yeniçeri sayılarını verirken yarım milyon hıristiyan gencin kılıç zoruyla müslüman yapıldığını, baskı artında savaşmaya zorlanan kurbanlar olduğunu ileri sürmektedir.

    devşirme sistemi sûistîmale çok açık bir sistem olduğundan, kayıtlar çok sıkı bir denetim altında tutulurdu. devşirme alımında belirli kurallar mevcuttu. devşirilen çocukların fiziksel özelliklerin iyi olmasına özellikle dikkat edilirdi, zeki ve yetenekli olmaları da dikkat edilen diğer bir husustu. bu tutumun başlıca sebebi devşirmelerin sadece yeniçeri yapılmamasıydı. devşirme oğlanları kabiliyetleri derecesinde devlet idaresinde de yer alıyordu. bir nevi devletin camekânında görünen yüzler oluyorlardı. bu yüzden en iyi olmalarına dikkat edilirdi.

    acemi ocağına alım yapılan üçüncü sistem de “kuloğulları”ydı. ı. selim (yavuz) devrinde emektar yeniçerilere tanınmış olan evlenme hakkı müteakip yeniçerilerin oğullarına babalarının yerine ocağa alınma hakkı getirildi. ancak devletin otoritesinin sarsıldığı bazı dönemlerde yeniçeriler ocaktan ayrılıp, ev ve aile edinmiş oldukları ve askerlik yetenekleri kaybettikleri bilinmektedir.

    yeniçeri ocağı hakkında ayrıca bilgi için ilgili girime bakılabilir..

    cebeci ocağı
    ocağın ismi anlamı “zırh” olan cebe kelimesine dayanmaktadır. cebeci ocağı kapıkulu ocağı’nın yaya kısmında yer almakta ve ocak; 31 orta ve 59 bölükten olşmaktaydı. yeniçerilerin kullanacağı; ok, yay, tüfek, kılıç, kazma, kürek, barut, fitil, kurşun, zırh, tolga başta olmak üzere savaş gereçlerinin yapımı ve tamirinde ile sorumluydular. ayrıca kalelere cephane ve savaş gereçleri gönderilmesi görevi de cebeci ocağına ve cebecilere aitti. ocak, acemi ocağından gelen oğlanlardan beslenmekteydi. ancak cebeci ocağı’nın nizamı da zamanla bozuldu. mevcudu ihtiyacı karşılamadığında, özellikle savaş zamanlarında, dışarıdan ücretli eleman almak durumunda kalındı.

    ocağın amiri olarak 50 akçe yevmiyeli cebeci başı ve onun altında da ocak kethüdası bulunmaktaydı. taşradaki kalelere hizmet için merkezden cebeci yollandığı gibi taşrada da tutulan “yerli kulu cebecileri” bulunmaktaydı. sayıları yeniçeri ocağının nüfusuna paralel olarak artıp azalırdı. zamanla isyanlara karışan cebeci ocağı da ıı. mahmud (mahmud-i sani) tarafından kaldırıldı. yerine cebecihâne ocağı teşkil edildi, başına cebecihâneci başı getirildi ve bir de cebehâne nazırlığı kuruldu.

    humbaracı ocağı
    istanbul’un fethinden önce cebeci ocağına bağlı iken daha sonra ayrı bir ocak olarak yeniden yapılandırıldı. bu yüzden bazı kaynaklarda ayrı bir ocak olarak söz edilmemektedir. humbara kelime köken olarak farsçadır. “hum-i pâre” (küp çarçası)’nin bozulmuş hâlidir. farklı ebatlarda içine patlayıcı doldurulan mermileri ifade etmektedir. bu mermilerin elle atılanlarına “humbar-i dest” ya da “humbar-i ma’den-idest” denirdi. humbaralar, bugünkü el bombalarının atalarıdır. ayrıca havan ile atılan çeşide de mevcuttu. bunlara ise “humbar-i kebîr” denirdi.

    humbaracı ocağı’nın komutanı merkezde bulunan humbaracı başı idi. ancak, humbaracılar merkezde ve taşra bulunmaktaydı. ocağın asıl kısmını kalelerde hizmet eden humbaracılar oluşturuyordu. taşradaki humbaracılar, ulûfeli değildi. timarları da ikamet ettikleri kale civarlarında bulunurdu. humbaracılar kendi içlerinde cebeci, topçu ve timarlı olmak üzere üç kısma ayrılmıştı.

    humbaracı ocağı için ilk ciddi ıslahat çalışmalarının yapıldığı birimdir denebilir. 1729 yılında (ııı. ahmed [ahmed-i selas] devri’nde) osmanlı devletine iltica eden comte de bonneval, müslüman olduktan sonra humbaracı ahmed paşa olarak anılacaktır, ocağın ıslahı için çalıştı. öncelikle ocağın tüm mensuplarını ulûfeli yapılarak merkezi istanbul üsküdar’a taşındı. humbarahâne ya da hendeshâne denen merkezdeki okulda teknik dersler alarak taşradaki birimlere gönderildiler. ancak ahmed paşa’nın vefatından sonra ocak tekrar ihmal edilmeye başlandı. ııı. selim (selim-i selas) zamanında yeniden ıslahat çalışmaları denendi ancak başarıya ulaşılamadı. ocak ıı. mahmud zamanında tophâne müşîrliği’ne bağlandı.

    lağımcı ocağı

    başta kale muhasaraları olmak üzere taktiksel önem taşıyan diğer bir birim de lağımcı ocağa ve ocağa bağlı lağımcılardır. surlara ve düşman siperlerine doğru tüneller kazmak ve içlerine patlayıcı yerleştirerek patlatarak düşmana zarar vermek vazifesini üstlenmişlerdi. lağımlar rastgele kazılan sıradan tüneller değildi. ocağın üyeleri mühendislik ve matematik (kazılan tünellerin yıkılmaması için, harita okuma, yazma ve haberleşme bu bakımdan bir nevi inşaat ve harita mühendisidirler) bilgisine sahip donanımlı askerlerdi. ayrıca zor çalışma koşullarında görevlerini yerine getirecek fizikî güce de sahiptiler. tüneller uzun ve dar inşa edilmekteydi bu tip tünellere “kubur” denilmekteydi ve tahrip etkisi oldukça güçlüydü.

    ocak, ulûfeli ve timarlı olmak üzere iki sınıf askerden oluşuyordu. lağımcıların komutanı lağımcı başı idi. lağımcılar kesinlikle hendek ve siper kazan “ur* yarar”lar ile karıştırılmalıdırlar. lağımcıları son başarılarını kandiye kalesinin muhasarası sırasında (1669) gösterdiler. ocak daha sonra önemini ve gücünü kaybetmeye başladı. xvıı. yüz yılda sayıları 5 bin kadardı. ancak xvııı. yüz yılda 200’e kadar geriledi. aynı yüz yılın sonunda kaynarca antlaşmasından sonra halil hâmid paşa tarafından ıslah edilmeye çalışıldı. ancak istenen modernleşme, ııı. selim zamanında nizâm-ı cedid ile birlikte sağlandı. ı. abdülhamid ise bizzat lağımcı ve humbaracı talimlerine katılarak ağalara hil’at ve bahşiş vererek onları teşvik ederdi.

    topçu ocağı
    osmanlı devleti’nin savaş sisteminde toplar her zaman önemli bir noktada olmuştu. ancak ocağın kuruluş tarihi ile ilgili kesin bir tarih belirlemek mümkün olmamıştır. acemi ocağından beslenen ocak; savaşta kullanılacak topları dökenler ve topları kullananlar olmak üzere iki kısımdan oluşuyordu. toplar ise sadece kuşatmalarda değil meydan savaşlarında da kullanılmaktaydı. toplar ve onları kullanmakla görevli topçular özel zamanlarda, merasimlerde de top atışları yapmaktaydı.

    savaş topunun, ilk kez 1389’da ı. murad tarafından ı. kosova savaşı’nda kullanıldığı söylenmektedir. ardından oğlu ı. bayezîd, istanbul ve niğbolu muhâsaralarında toplar kullandı. ocak asıl gelişimini ise ıı. mehmed devrinde gösterdi. öte yandan 1386 yılında osmanlı-karaman oğulları savaşında da bir adet demir topun kullanıldığı bilgisini içerin bazı rivayetler de vardır. savaşın gidişatı çok fazla etkilemese de psikolojik üstünlük sağlamak amacıyla bulundurulduğu ve kullanıldığı söylenmektedir. kuruluş devrine ilişkin kayıtların ı. bayezîd ve timur arasında gerçekleşen ankara savaşı ve ardından yaşanan fetret devrinde kaybolması bu bilgiyi teyide muhtaç kılmaktadır.

    bugün de istanbul’un tophâne olarak bilinen semtinde ıı. mehmed devrinde top imalatı için bir “tophâne” kuruldu. ilerleyen yıllarda bu merkez zamanın ihtiyaçlarına göre genişletildi ve modernleştirdi. toplar sadece istanbul’daki merkezde dökülmüyordu. kuşatma yapılan kalelerin önünde de top döküldüğü gibi belgrad, semendire, budin, işkodra, praveşte, temeşvar, kerkük gibi merkezlerde de döküm yapılmaktaydı.

    xıv. yüzyıldan itibaren gelişen ocak xv. yüz yılın sonlarında mükemmel hale geldi. ancak diğer tüm kurumlarda olduğu gibi bozulmalardan etkilendi. xvı. yüz yılda 1.200 civarı mensubu bulunan ocağın mevcudu bir asır içince iki mislinden fazla artış gösterdi. ocakta, xvıı. yüz yılda 3 bin, xıx. yüz yılda 5 bin kişi bulunuyordu. bozulan ocağın ıslahı için bazı çalışmalar yapılmıştır. bunların başında ııı. mustafa’nın emri ile baron de tott’un çalışmaları sonucunda “sürat topçuları ocağı” kuruldu. ancak ocağın ömrü padişahın ömrüyle paralel oldu. ııı. mustafa’nın vefatından sonra ocak kaldırıldı. halil hamid paşa’nın gayretleri ile 1872 yılında yeniden faal duruma geçti. ocak yeni haliyle dakika da 8 ila 10 atış yapacak hızdaydı.

    top arabacı ocağı
    ocağın xv. yüz yılda oluşturulduğu düşünülse de kesin kuruluş tarihi tam olarak belli değildir. küçük topların kendi tekerlekleri ile sevkiyatı mümkün iken daha büyük topların taşınmasında özel ve uzman bir grubun kurulması gereği hâsıl olunca kurulduğu düşünülmektedir. fatih kanûnnamesinde top arabacı ya da onların başı ile ilgili madde bulunmaz. ancak ı. selim zamanına ait arabacı başı’nın derecesi ile kayıtlar bulunmaktadır.

    ocağın en büyük zabiti arabacı başı idi. merkezi istanbul (tophane, ahırkapı ve şehremini semtleri civarında ) bulunmasına rağmen top arabacıları, topçuların bulunduğu kalelerde de bulunmaktaydı. araba îmâli, tâmiri ile arabaların kullanılması ocağın sorumluluğundaydı. ocak gerektiğinde dışarıdan demirci de alırdı.

    xvı. yüz yılın sonunda sayıları 63 arabacı bölüğü mevcuttu. sayıları 1610’da 684 kişiden ibaretti. xvıı. yüz yılın sonlarında sayıları, müteferrikalar* dâhil olarak, 1.000’i bulunmaktaydı. ııı. selim devrinde tophane semtine yeni bir kışla yapılarak yenilenmeye çalışıldı.

    süvariler
    kapıkulu süvarileri, osmanlı klasik çağında (1300-1600) kazanılan savaşlarda yeniçeriler ile birlikte önemli roller üstelenmişlerdir. ancak oağın mensupları savaşta ön cephede değil daha çok padişah'ın ve otağın korunması görevlerini yerine getirmişlerdir. ocağın kuruluşu ı. murad devrine dayanır. kara timurtaş paşa’nın tavsiyesi ile kurulmuştur. ancak ocağın kökenleri orhan gazî devrinde tesis edilmiş olan müsellem birliklerine kadar gider. ocakta başta silahdar bölüğü mevcuttu. sipahi bölükleri sonradan kuruldu. xv. yüz yılın ortalarında ise ûlûfeciyân-ı yemîn ve yesâr ile gurabâ-i yemîn ve yesâr bölükleri’nin eklenmesi ile ocak dört ana kısım olarak nihaî şeklini aldı. ocak üyeleri diğer ocaklarda olduğu gibi acemi ocağından temin edilmiyordu. ocağın üyeleri genelde terfii alan yeniçerilerin ve enderûn-i hümâyun’un iç oğlanları arasından alınmaktaydı.

    sipahi bölüğü
    bu bölük, ıı. mehmed zamanına kadar silahdar bölüğünün içinde yer almaktaydı. padişahın sağ tarafında yedek hayvanlarının önünde yürüyen bu grup beyzâde ve sipahizâdelerden oluşuyordu. zamanla çoğaldıkları için ayrı bir bölük olarak tesis edildi. bu bölüğün kendine has kırmızı bayrak’ı bulunmaktaydı. saygın ve önemli bir bölüğün mensubu olan sipahiler, önceleri nüfuzlu devlet adamlarının ve büyük komutanların oğullarından seçilmekteydi. bu yüzden, zamanla, silahdar bölüğünden daha üstün bir konuma geldi. kendi içinde 300 küçük bölüğe ayrılmış şekilde tesis edilmişti. ocağın en büyük zabiti ise sipah ağası idi.

    savaş esnasında padişahın sağ yanında yer almaktaydılar. aynı şekilde savaş alanında kurdukları çadırlar da padişah otağının sağ yanında yer almaktaydı. barış zamanında ise vergi toplamak, mukataalar ile ilgilenmek gibi miri işler ile meşgul olurlardı.

    silahdar bölüğü
    sarı bayrak taşıyan silahdar bölüğü kuruluş itibari ile sipahi bölüğünden daha eski bir bölüktür. ı. mehmed devrine kadar baş bölük olarak hizmet etmişlerdi. ancak soylulardan oluşan sipahi bölüğü karşında zamanla ikinci sıraya gerilediler. silahdar bölüğü enderûn koğuşlarından, edirne, galata, ibrahim paşa gibi saray okullarından beslenmekte idi. xvı. yüz yıldan sonra ise veledeş’ler (sipahi oğulları) de alınmaya başlandı. padişahın sol yanında hareket eden bölük savaş meydanında da padişah otağının kuracağı yeri hazırlar, kendileri de padişah sancağının solunda çadır kurardı. 200 küçük bölükten oluşmaktaydı.

    silahtar bölüğü padişahın sol tarafında seyrederdi. silahdarların başlıca görevi sefer gidilen yolun bakımı ve kullanışlılığını sağlamaktı. yeni yollar açılması, mevcutların genişletilmesi ve bakımı, köprülerin tamiri, bataklıkların kurutulması gibi vazifeleri ifa ederlerdi. padişahın da katıldığı seferlerde yolun sağında ve solunda küçük yapay tepeler oluştururlardı. eğer ordunun başında serdar olarak vezir-i azam bulunuyorsa “sancak tepesi” denen bu tepecikler sadece solda inşa edilirdi. bu görev için gerekli malzemeler de cebeci ocağı tarafından temin edilirdi. bölük içinde padişah tuğralarını taşıyan tuğracılar, padişahın yedek atlarından sorumlu yedekçiler ve padişahın fukaralara vereceği bahşişleri dağıtan buçukçular bulunmaktaydı.

    ûlûfeciyân-ı yemîn ve ûlûfeciyân-ı yesâr bölükleri
    ûlûfeci bölükleri de denen bu iki gruptan birincisi olan ûlûfeciyân-i yemîn bölüğü kendine ait yeşil bayrağı vardı kendi içinde 120 bölüğe ayrılmıştı. sarılı ve beyazlı bayrak taşıyan ûlûfeciyân-i yesâr ise kendi içinde 100 bölüğe ayrılmış haldeydi.

    yürüyüş düzenleri ise: ûlûfeciyân-ı yemîn bölüğü padişahın sağında yürüyen sipah bölüğü’nün sağında, ûlûfeciyân-ı yesâr bölüğü ise padişahın solunda yürüyen silahdar bölüğü’nün solunda yürürlerdi. vazifeleri ise: savaş alanında padişah sancağının sağında ve solunda bulunarak savaş meydanına götürülmüş olan hazineyi korumaktı. galata, ibrahim paşa ve edirne saraylarının yanı sıra savaşta yararlılık gösteren askerî efraddan ve veledeşlerden beslenirdi.

    gurabâ-i yemîn ve gurabâ-i yesâr bölükleri
    bu bölüklere “aşağı bölükler” de denilirdi. galata, ibrahim paşa ve edirne saraylarının yanı sıra türk, kürd, acem ve başka memleketlerden gelmiş, islâm dinini kabul etmiş ve ya savaşta faydaları olmuş kimseler bu bölüklerde istihdam edilirdi.

    gurabâ-i yemîn bölüğü, ûlûfeciyân-ı yesâr bölüğü’nün sağında, gurabâ-i yesâr, bölüğü ise ûlûfeciyân-i yesâr bölüğünün solunda yürürlerdi. iki bölükte kendi içinde 100’er alt bölüğe ayrılmıştı. savaş esnasındaki vazifeleri ise: gece nöbet tutmak ve sancağ-ı şerîf’i korumaktı.

    "kapıkulu ocağının ilgası"

    xvıı. yüz yıldan itibaren görülme bozulma artık devletin varlığına kast edecek boyutlara ulaşmış haldeydi. ıı. osman’ın (genç) da ocağı ıslah teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. padişah, yeniçeriler tarafından hal edildi (20 mayıs 1622/ 9 recep 1031). ıv. murad devrinde ise ocak şiddetle bastırılarak denetim altında tutulmaya çalışıldı. ııı. mustafa daha temkinli davranarak kısım kısım ıslahat hareketlerinde bulundu. topçu ocağının ıslahı ile bir başlangıç yapsa da vefatıyla sonra bu teşebbüs de bitti. ı. abdülhamid’in de ıslahat çalışmaları ilerleme kaydetse de istediği sonuca ulaşamadı. ııı. selim zamanında nizam-ı cedîd hayata geçirilmeye çalışıldı ancak bu ıslahat çalışmalarıı saltanatına mâl oldu.

    ocakta iyiden iyiye kendini gösteren bozulmaya karşı 25 mayıs 1826 ( 17 şevval 1241) tarihinde toplanan divân’da çözüm arandı, üç gün sonra bir toplantı daha yapıldı. yeniçeri ağası’ndan bir isyan olmaması için söz alındı. ancak yeniçeriler yaklaşık birkaç hafta sonra isyan teşebbüsü ile toplanmaya başladı. bu son isyan teşebbüsü devletin kaderini belirleyecek kadar önemliydi. zira isyan başarılı olsa devlet otoritesinin kökünden sarılması, ikinci bir “genç osman” vak’asının yaşanması muhtemeldi.

    ocak, ıı. mahmud tarafından kuruluşundan yaklaşık 465 yıl sonra, 15 haziran 1826 (9 zilkade 1241) tarihinde sancağ-ı şerîf altında toplanıldığı halde, ocak top atışlarıyla yıkılarak kaldırıldı. o günden sonra bu olay “vak’a-i hayriyye” olarak anılmaktadır.
    ocağın ilgasından sonra bektâşîler de yeniçeriler ile olan yakınlıkları sebebi ile olaydan etkilendiler. bu tarihte sonra gözden düşen bektâşîlik kısa zaman sonra yasaklandı ve izleri silinmeye çalışıldı. isyanlarla ilişkisi olan dervişler yakalanıp cezalandırıldı, cezalar; hapis, sürgün, idam ve benzeri olarak uygulandı. tekkeler kapatılarak toplantılar yasaklandı .

    ocak kaldırıldıktan sonra ıı. mahmud’un emriyle, aynı yıl, avrupaî sistemde eğitim alacak modern bir ordu olması planlanan asâkir-i mansûre-i muhammediyye kuruldu. yeniçeri ocağının imhâ ve ilgası halk içinde de olumlu etkiler yarattı. zaten halktan kimseler hem ocağın top ateşine tutulması esnasında hem de kaçan yeniçerilerin yakalanması için süren takibe aktif olarak katılmıştı.

    kaynaklarımız: uzunçarşılı, inalcık, cezar, danişmend, halaçoğlu, ortaylı, özcan, parmaksızoğlu, taneri, ünal, tok, mutlu, maden, erendil hocalar ve msb'dir, dönem kaynağı olarak; aşıkpaşade, oruçbey, evliyaçelebi. (isteyen olursa ayrıntılı olarak tüm kaynakları paylaşabilirim)
  • osmanlı döneminde, padişahın komutası altında bulunan, bahşiş adı altında hazineden ödenek alan, sürekli görev yapan askerlerden oluşan örgüt.
  • kapıkulu isimli pek hoş bir bektaşi fıkrası da vardır. vaktiyle ilhan selçuk şöyle neşretmişti:

    "baba erenler istanbul'da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. binadan sırmalı elbiselerle bir adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. adam faytona binerken, bektaşi meraklandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu.

    -faytona binen padişah mıdır?

    -hayır padişahın bir kuludur. cevabını aldı.

    bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. sonra da kendi haline baktıktan sonra, ellerini açarak:

    -ulu tanrım, bir padişahın kuluna bak! sonra, bir de senin kuluna bak! diye söylendi."
hesabın var mı? giriş yap