• emmanuel carrère'nin yazıp yöneteceği, juliette binoche'un da kadrosunda yer alacağı uyarlama drama.
  • ouistreham (between two worlds) (ayrı dünyalar), bir emmanuel carrère filmi.

    vizyon tarihi: 21 ocak 2022
    ithalatçı: mars production
    türkiye dağıtım: başka sinema
    tür: dram
    yapım yılı: 2021
    süre: 106 dakika
    ülke: fransa

    filmin konusu:

    “yazar marianne winckler, sosyal adaletsizlik ve gelecek kaygısıyla ilgili kitap yazmayı planlar.

    kitabı için araştırma yapmak isteyen marianne, kimliğini gizleyerek fransa'nın kuzeyine gider ve temizlik işçiliği yapan kadınların arasına katılır.

    bu sayede geçim kaygısını bizzat deneyimleyen marianne, kadınlar arasında dayanışmanın gücüne şahit olur.

    ancak gerçekler ortaya çıktığında aralarındaki güven sarsılacak mıdır?”

    yönetmen: emmanuel carrère
    oyuncular: juliette binoche, hélène lambert, louise pociecka, steve papagiannis, aude ruyter
    senaryo: emmanuel carrère, hélène devynck, florence aubenas
    görüntü yönetmeni: patrick blossier
    müzik: mathieu lamboley
    kurgu: albertine lastera

    vizyon tarihi: 21 ocak 2022

    filmin altyazılı fragmanını buradan izlemek mümkün.
  • (bkz: #132999900)
  • çıtır çerezlik, hikaye de yüz kez işlenmiştir dah önce herhalde. orijinallik, derinlik falan aramak, uzun uzadıya yorumlamak entellik. filmin sonu zaten belli ediyor.

    --- spoiler ---

    keşke temizlikçi rolüne temizlikten anlayan oyuncular seçselerdi. genç kızın 8 çizerek (kendi deyimiyle amerikan stili) cam silme sahnesinde camlar hep çamurlu kaldı.

    filmin sonunda kim düşüncesinde haklı, yazar ablanın yaptığı kendi çıkarı için miydi yoksa emekçilerin çilesini anlatmak için miydi tartışmasına girmeyeceğim, gereksiz. zaten film boyunca haklı bulduğum 2 kişi var, onlar da bunları işten kovduran lezbiyen kardeşler. o camların hali neydi aq.
    --- spoiler ---
  • 2021 yapımı emmanuel carrere filmi. şu an mubi'de gösterimde, oyunculardan juliette binoche'u görünce konusuna bakmadan açıp izlemeye başladım. durağan ama sıkmayan filmlerden, sosyal sınıf farkını konu alan, merak duygusunun olmadığı, sonunun tahmin edilebilir olduğu filmlerden. konu klişe fakat juliette binoche kendisini izlettirmeyi biliyor.
    oyunculuklar gerçekçi, çekimler de öyle, alt ve üst sınıf farkı görsel anlamda ve duygusal anlamda izleyiciye geçiyor. çatışma yok, ana karakterin yazar olduğunun öğrenilmesiyle belki bir çatışma gelir diye beklesem de bu beklenti boşa çıkıyor.
    haftasonu sakin, oyunculuğu iyi olan, durağan bir film izlemek isteyenler için ideal.
  • marianne wincler, hukuk fakültesini bitirir bitirmez evlenmiş, 23 yıllık "ev hanımlığı"ndan sonra kocası tarafından önce aldatılıp sonra terk edilmiştir. kendini bir anda, başının çaresine bakma ve ayakta kalma mücadelesinin içinde bulan marianne, hayata sil baştan başlamak zorundadır ve yıllarca yaşadığı paris'i terk ederek geçici işlerde çalışabilmek için normandiya bölgesindeki caen şehrine gelir. ürkek bir şekilde iş bulma kurumuna başvurur lakin çok deneyimsizdir, herhangi bir cv bile hazırlamamıştır. görüştüğü memur ona, iş bulabilmek istiyorsa temizlik şirketleriyle görüşürken "her işi yaparım, pazar günleri de dahil her gün çalışabilirim." gibi cümlelerle kendini iyi pazarlaması gerektiği telkinlerinde bulunur. başvuruda bulunduğu firmalar marianne'yi detaylı sorgulamalar yaptıkları mülakatlara tabi tutarlar. arabasının olmaması büyük handikaptır, zira sabah saat altıda başlaması gereken işe kendi imkânlarıyla ulaşmak zorundadır. ayrıca dakik ve disiplinli olmalı, kurallara uymalıdır. aksi takdirde derhal kapıya konulacaktır.

    marianne temizlikçi kadın olarak başladığı ilk işinden sadece kirasını ödeyebilecek bir gelir elde edebilecektir. o yüzden başka işler de bulmalıdır. ama öncesinde temizlik işiyle ilgili kurs alıp sertifika sahibi olmak zorundadır. kursta ilk öğretilen bilgi şudur: selamını bile almayan, kendisini insan yerine koymayan kişilerle karşılaştığında saygıda kusur etmemeli, gülümsemeli, merhaba demeli ve teşekkür etmelidir.
    marianne ilk işinde çok zorlanır çünkü hayatında hiç umumi tuvalet temizlememiştir. canla başla çalışır fakat kontrolörler tarafından yaptığı temizliğe bahane bulunur, çok kaba biçimde uyarılır. çalışandan makine hızı ve titizliği bekleyen şirketin, talep ettiği hizmetle çalışana verdiği süre çok orantısızdır. dolayısıyla haksızlığa maruz kalan marianne, kendisinden yüksekteki kişilere ders vermeye kalkıştığı gerekçesiyle işten kovulur, kovulmakla kalmaz bir de hakarete uğrar.

    gençlik yıllarından beri piyasanın dışında kalmış olan marianne, karşılaştığı gerçekler karşısında afallar. alt sınıfın çalışma koşulları içinde geçirdiği kısa sürede; aylık ödemesi, sigortası, ücretli izinleri olan gerçek bir iş sahibi olabilmesinin ulaşılmaz olduğuna kanaat getirir.
    marianne'nin süreç içinde edindiği dostları vasıtasıyla külüstür bir arabaya sahip olmasıyla önündeki iş seçenekleri artacak, sabah 4.30'da başladığı mesaisi üç-dört farklı iş için gece 23'e kadar oradan oraya koşturarak geçecektir.

    fransız senarist ve yönetmen emmanuel carrère'in, vapurlarda kamaraları temizleyen geçici işçi statüsündeki kadınların arasında aylarca çalışan gazeteci florence aubenas'in kaleme aldığı kitabın hikâyesinden uyarladığı film, ekonomik kriz, işsizlik, güvencesiz çalışma koşulları ve prekaryalaşma kavramlarını ele alıyor.

    guy standing'in prekarya yeni tehlikeli sınıf ' başlıklı eserinde ele aldığı gibi artık eskinin proleterya, orta sınıf vb kavramları mevcut durumu karşılamaya yetmiyor. bu gibi kavramlar "mcdonaldlaşan" küresel ekonomide işlevsiz kaldılar. proleteryanın özlük hakları ve iş güvencesi sözleşmelerle garanti altına alınmıştı. bugünün çalışanlarının hayalini bile kuramadığı "istikrar" gibi bir avantajı söz konusuydu. emekli olana kadar mevcut işinde çalışabileceğine emin olabiliyordu. standing’in deyişiyle, proletarya “zamanının kontrolüne” sahipti. ayrıca sırtını yaslayabileceği, kendini güvende hissetmesini sağlayan sendikalar tarafından korunuyor, siyasetle bile uğraşabiliyordu. günümüz prekaryası bunların hiçbirine sahip değil.

    prekaryalaşmayı temizlik çalışanları üzerinden ele alan filmde detaylıca resmedildiği gibi yeni çalışma koşullarının en temel özelliği geçicilik, istikrarsızlık, öngörülemezlik ve güvencesizliktir. günümüz işçisi herhangi bir gelecek planı yapamadığı gibi patronla masaya oturup pazarlık yapabilecek konumda da değil.
    prekarya kavramına en açık tanımlamayı, "artık hepimiz prekaryayız" başlıklı kitabında prekaryalaşma olgusunu en kapsamlı şekilde inceleyen alphan telek getiriyor:
    "prekarya iş bulmakta zorlanan, iş yerinde yöneticileri karşısında güçsüz olan ve yöneticilerinin sözünden çıkamayan, hedef performans sistemi altında stresle boğuşan, aylık geliri harcamalarına yetmeyen, krediyle yaşamak zorunda kalan, vergilere tepki duyan, tatil yapamayan, siyasetçilere güvenmeyen, stres ve öfkeyle yaşamak zorunda bırakılan, aldığı eğitimle yaptığı iş arasında dağlar kadar fark olan ve en nihayetinde kendi hayatı üzerinde kontrole sahip olamayanların oluşturduğu bir sınıf."

    şimdi, meseleyi biraz geriden alalım.

    katı modernite veya ağır kapitalizm olarak adlandırılan sanayileşme döneminde sermaye ile işgücü arasında karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi söz konusuydu. işçiler geçimlerini sağlamak için işe ihtiyaç duyuyordu, sermayenin de gelişmek için insan gücüne ihtiyacı vardı. bu ikisinin buluşma yeri fabrikaydı. zgymunt bauman'ın deyişiyle sermaye ile işgücü iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta ölüm onları ayırıncaya kadar birleşmişti. bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi güçlü sendikaların ortaya çıkmasıyla işçi haklarının gelişmesini de beraberinde getirmişti.

    henry ford, hareketli işgücünü dizginlemek ve kendine bağlamak için, çalışanların ürettikleri arabaları alabilmelerini arzu ettiğini söyleyerek işçilerin ücretini iki katına çıkarmıştı. çünkü henry ford'un serveti ve iktidarı onların çalışmasına ve emeklerine bağlıydı. işçiler fabrikaya bağlanmalı ve güçleri tükenene kadar ford için çalışmalıydılar. nitekim "ford fabrikalarında çırak olarak işe başlayan biri, çalışma hayatının sonuna kadar aynı yerde kalacağından emin olabilirdi. zira ağır kapitalizmin zaman mefhumu uzun vadeliydi."
    "uzun vade" anlayışı akışkanlığın hakim olduğu günümüzde yerini "kısa vade"ye bıraktı. tüm insan ilişkilerinde olduğu gibi "ölüm bizi ayırıncaya kadar" anlayışının modası geçti.

    richard sennet'in verilerine göre ortalama bir eğitim düzeyine sahip amerikalı bir genç, çalışma hayatı boyunca en az on bir kez iş değiştiriyor.
    bauman'a göre artık esnekliğin hakim olduğu iş hayatında bilinen anlamda kavramı geçerliliğini yitirdi. kısa vadeli sözleşmelerle ya da sözleşme olmadan verilen güvencesiz işlerin geçerli olduğu bir dönemi yaşıyoruz. yani belirsizliklerle dolu iş hayatında beyaz yakalıların da içine dâhil olduğu bir prekaryalaşma süreci yaşadığımızı söyleyebiliriz.

    bauman, akışkan modernite eserinde robert reich'e atıfla ekonomik faaliyet içinde bulunan insanların dört kategoriye ayrılabileceğini söyler:
    birinci kategoride fikir üreten ve bunları pazarlanabilir kılan "simge cambazları" yer alıyor. işgücünün yeniden üretimini sağlayanlar ikinci kategoriyi oluşturuyor. üçüncü grupta ise kişisel hizmet alanında istihdam edilenler yani ürünleri satanlar ve ürünler için arzu üretenler yer alıyor.
    dördüncü kategoride ise işgücünün en alt katmanı olan "rutin işgücü" bulunuyor. en kolay gözden çıkarılabilir, atılabilir veya değiştirilebilir parçalardır bunlar. işverenlerin ellerinden kaçırmamak için uğraşmalarını gerektirecek bir özellikleri yoktur, pazarlık güçleri oldukça zayıftır ve vazgeçilebilir olduklarının farkındadırlar. geçicidirler, o yüzden iş yeriyle de iş arkadaşlarıyla da duygusal bir bağ kurmazlar.

    filmde hikayeleri aktarılan çalışanlar işte bu dördüncü kategorideki vasıfsız rutin iş gücüdür. filmdeki temizlikçi kadınlar kurgu gereği birbirleriyle sıkı bir dostluk ve dayanışma içerisine girebiliyorlarsa da işverenleri tarafından verilen ücretle ve uygun görülen çalışma koşullarıyla çalışanlar değersizleştiriliyor, değersizlikleri önemle hissettiriliyor. zira dışarıda aynı işi hiç sıkıntı çıkarmadan yapmak üzere onların yerini almayı bekleyen binlerce işsiz vardır. o yüzden çalışanlar iş yükünün olanca ağırlığına ve çalışma saatlerinin uzunluğuna rağmen herhangi bir ekstra talepte bulunmayı aklından dahi geçirmez. ayrıca prekaryanın çalışma süresi ortalama altı ayı geçmediğinden uzun vadeli, örgütlü mücadeleyi yapacak bir vasat da yoktur.

    prekaryalaşmanın tüm acımasızlığıyla ülkemizde de yaşandığını betimlemek üzere bir türk filmine gidelim.
    çağrı merkezi çalışanlarının iş yaşamını yan hikâye olarak işleyen 2009 yapımı `başka dilde aşk` 'ta, çalışma koşullarına itiraz yükselten çalışanların örgütsüz, sendikasız şekilde patrona karşı eylemlere girişmesi anlatılıyor. bu yan hikâyede, üniversite mezunu pırıl pırıl gençlerin asgari ücret karşılığı ve birçok güvenceden yoksun olarak insanlık dışı şartlarda çalıştırıldıkları işler sorgulatılıyor. filmde, üniversiteden mezun oldukları mesleklerine dair iş bulamayan vasıflı gençler, başlarında gardiyan gibi bir yönetici bağırarak dolanıp dururken dokuz-on saat boyunca oturdukları sandalyede, kafalarına geçirdikleri kocaman kulaklıklarla telefonda insanlara bir şeyler anlatıyorlar. sürekli mobinge maruz kalıyor, kapıya konulma tehdidiyle çalışıyorlar. itiraz yükselttikleri anda da malum sonuçla yüzleşmekten kurtulamıyorlar.

    ülkemizde bu tarz işler hayatlarının baharında olan gençlerin verimliliğini boşa harcadığı gibi hayat enerjilerini sömürüyor, sosyalleşemeden ve keyif alamadan çalışmak ruhlarını karartıyor. piyasanın acımasız koşulları, vasıflı-işsiz üniversite mezunlarını bu tip işlerde veya üç harfli zincir marketlerin ürün reyonları arasında tüketiyor. günde 12 saat haftada altı gün hiç oturma imkanı olmaksızın ya kasada ürün okutup para alıp vererek ya da gün boyu mal taşıyıp reyon düzenlemesi yaparak dayanması gerçekten zor koşullarda asgari ücret karşılığı çalıştırılıyorlar. ve işin en hazin yönü de, bu işlere araya tanıdık birilerini koyarak girebiliyorlar. sözün burasında, "eğitim sistemi, büyük sayılarda istihdam edilemez eğitimli gençler, en azından eğitildikleri alanlarda istihdam edilemez gençler yaratıyor." diyerek sorunun temeline dikkat çeken richard sennett'i anmadan geçmeyeyim. keza, prekaryayı proleteryadan ayıran en önemli özellik, ciddi bir eğitim görmeyen proleteryaya göre prekaryanın son derece eğitimli olmasıdır. bu kadar eğitimli olup da işsiz kalan, uzmanlığı dışındaki geçici işlerde heba olan öfkeli ve stresli insanların varlığı, insanlık tarihinin yalnızca bu zaman dilimine özgü olsa gerek.

    yukarıdaki düşük güvenceli işlerin yanı sıra, türkiye'de hiçbir sosyal güvenceye tabi olmaksızın çalışanların toplam iş gücü içindeki payının yüzde 35'i bulduğunu mahfi eğilmez'in paylaştığı bir istatistikten biliyoruz. çalışanların üçte birinin işini kaybettiği anda hiçbir güvenceye sahip olmaması prekarizasyonun tam olarak vücut bulmuş halidir.

    tüm dünyada sendikalar etkisizleştirildi, çalışanları koruyan şemsiyeler kapatılıp duvara asıldı. patronların gönlünce at koşturacağı bir saha ortaya çıktı. böyle bir vasatta sadece yakasızları ve mavi yakalıları değil beyaz yakalıları da güvencesizleşme yani prekaryalaşma bekliyor.

    iş yaşamında insanların tabi tutulduğu bu muamelenin bir de toplumsal maliyeti oluşuyor ki buna da online gençler çevrimdışı yetişkinler kitabının sahibi ali aydın dikkat çekiyor:
    "(...)ne var ki bu ekonomi - politiğin müminlerinin kabule yanaşmadıkları şey, üretim faktörü olarak gördükleri çalışan insanların aynı zamanda birer insan oldukları gerçeğidir. o insanların endişe, korku, belirsizlik ile sarmalanmalarının ortaya çıkaracağı maliyet ‘maliyet’ olarak görülmüyor. kaotik, belirsiz, güvencesiz çalışma koşullarında yitirilecek olan saygı, özsaygı ve itibar yeni durumun düzenleyicileri tarafından ‘kayıp’ olarak değerlendirilmiyor. yarınından şüphe duyan, rızık endişesi ile her an kendisini kapının önünde bulacağı bir çalışma hayatının içinde güvencesiz olarak yol alan insanlardan oluşan bir toplumda, insanların bireysel olarak yaşayacakları kişilik kırılmalarının ve bunun ‘kültür’ üzerinde ortaya çıkaracağı aşınmanın da dert edildiği söylenemez."

    ingiliz ekonomist guy standing'e göre “oluşum içerisinde” olan ve giderek büyüyen bu sınıf, güncel meselelere ve siyasete karşı ilgisizdir çünkü düşünebildikleri tek şey bitmek bilmeyen gündelik sorunlardır. kronik bir güvensizlik içindeki prekarya, sadece günü kurtarabilmekte ve herhangi bir gelecek inşası kuramamaktadır. prekarya kapsamına; eğitimli işsizler, kadınlar, engelliler ve yaşlıların yanı sıra tüm dünyada son yıllarda sayıları inanılmaz boyuta ulaşan, geçmişi de bugünü de olmayan, ne oralı kalabilen ne de buralı olabilen, en kötü işlerde, ucuz, sigortasız ve güvencesiz çalışan milyonlarca sığınmacı göçmen de prekarya sınıfına dahil ediliyor.

    ***spoiler***

    juliet binoche'nin dışındaki tüm oyuncuların temizlik sektörünün çeşitli birimlerinde çalışan kişilerden oluştuğu filme tekrar dönelim.
    kocası tarafından terk edilince geçici işlerde çalışabilmek için şehir değiştirip yeni bir hayata başlangıç yapan marianne'nin, bir müddet sonra aslında tanınmış bir gazeteci olduğunu, öğreniyoruz. yazar, yeni yazacağı kitabında, sorunlarını gündeme getireceği prekarya sınıfının dünyasında neler olup bittiğini anlamak, yaşayarak öğrenmek, böylece görünmeyeni görünür kılmak istemiştir. o yüzden sahte bir kimlikle temizlik çalışanlarının dünyasına girmiştir. burada dostlar edinmiş bilhassa da kendisine, "işkence" olarak tanımlanan vapur işini bulmasında yardımcı olan chrystele ile sıkı bir dostluk kurmuştur. chrystele üç çocuk sahibi, dul bir kadındır ve sisteme karşı oldukça öfkeli biridir. zenginlik hayalleri bile mütevazı olan, üç farklı işte çalışmasına rağmen zar zor geçinebilen chrystele, marianne'nin gerçek kimliği açığa çıktığında bundan en çok etkilenen kişi olacaktır.

    filmin en çarpıcı bölümü finaldeki chrystele-marianne karşılaşmasıdır:
    marianne'nin sahadaki gözlemlerine dayanarak yazdığı kitap yayınlanır ve yoğun ilgiyle karşılanır. temizlikçi yaşamında tanıştığı herkesi davet ettiği imza etkinliğine sadece chrystele katılmaz. ancak chrystele, marilou aracılığıyla yanına çağırdığı marianne'e ilginç bir teklifte bulunacaktır. chrystele'in teklifi, fransa-ingiltere arasında yolcu taşıyan (temizlikçi kadınlar için "işkence" olan) vapurun kamaralarında, bir buçuk saat içinde zamana karşı yarışarak yaptıkları temizliği son bir kez birlikte yapmaktır. bunu yapmadığı takdirde bir daha görüşmeyeceklerdir. çok şık giysiler içinde imza gününden gelmiş olan marianne bu teklifi ağlayarak reddeder. sosyal statüleri ve rolleri ortak iken sıkı dost olan iki insanın sosyal statüleri eski haline gelip rolleri değişince aralarına kalın bir duvar çekilmiş, ayrı dünyaların insanı haline gelmişlerdir ve marianne'in temizlikçi kadın rolüne tekrar bürünebilmesi mümkün olamamıştır.
  • müreffeh ve adil avrupa'ya, alt sınıftan güçlü bir bakış sunan 2021 yapımı fransız filmi. insanların uçucu hazlar almaya geldiği bodrum'da , sosyal duruşlu sert bir filmi açık hava sinemasında seçmek de enteresan oldu bir yandan. (bkz: zai)

    film tam da juliette binoche'un canlandırdığı marianne karakterinin yazdığı kitap gibi, kimsenin görmediği , umursamadığı ama çok zorlu koşullarda, güvencesiz, düşük ücretle çalışan vasıfsız kadın işçilerin hayatını anlatmaya odaklı. bunu da kurgu bir film dili ve dramasıyla neredeyse bir belgesel berraklığıyla verebilmiş. temposu ve akıcılığı yüksek olmasa da derdini iyi anlatmış . binoche gibi a-class bir oyuncu yanında, gerçek hayattan karakterler de filme güç katmış.

    evet bir düğüm-çözüm veya son vaat etmiyor. ama avrupa'nın cilalı yüzünün yanında en altta yaşam mücadelesi veren insanların dünyasını arebeskleşmeden, ağlaklaşmadan son derece rasyonel gösteriyor. temel hikaye kadın merkezli olmasına rağmen, cedric gibi bir kaç erkek karakter olayın cinsiyetçiliğe kaymasını da önlemiş. öte yandan fransa gibi bir göçmen ülkesinde , en altta savaşan bu kadınların hiç birinin göçmen nüfustan seçilmemesi ilginç bir ayrıntı. mutlak ki bilinçli bir tercih ve toplumun dibi "sadece göçmenlerden oluşmuyor" a dair bir vurgudur.

    filmin günümüz dünyasının proletarya-emek- çalışma dünyası-sosyal kastlar gibi mevzulara dair gerçekçi duruşu , sinemasal değerinden daha yüksek görünüyor.
  • hikayedeki ana karakterin kalkıştığı deneyimi ütopik bulduğum için ouistreham'i pek sevemedim. ancak birinci dünya ülkeleri arasında görülen fransa'da herkesin hayatının yediden yetmişe güllük gülistanlık olmadığını göstermesi açısından önemli bir yapım olmuş ve juliette binoche da iyi oynamış.
  • juliette binoche'un tuvalet temizlediği film. imdb, trailer
  • "bu kadın ne kadar çok filmde oynuyor? fransa'da başka kadın oyuncu yok galiba"
    tamam benim de bir binoche-severliğim söz konusu ama bu soruyu üstüme alınmadım. kadın gerçekten çok filmde oynuyor. hoş şikayetim yok, onu izlemekten hiç bıkmayacağım.
    bu filmde de makyajsız, yorgun yüzüyle karakterle birebir uyum yakalamış. dolgulu dudaklar ve botokslu alınlar artık sadece ünlülerin karakteristiği olmaktan çıktı. tuvalet temizlerken jel tırnaklar kullanışsız olabilir ama 150 euroya dövme yaptırmak yerine alnına botoks yaptırmayı tercih edebiliyor artık kadınlar. güzellik standartları değişince de binoche gibi kadınlara ne deniyordu? hah otantik.
    binoche dışında helene lambert de iyi bir oyunculuk sergilemiş. ayrı dünyalardan birbirini bulmuş iki kadını canlandırıyorlar.
    aslında bu kadınlar, aralarında az oranda erkek olsa da genelde kadın olurlar, gerçek hayatta da görünmez olmaya programlanmış ayrı bir tür gibidir. birkaç kez mesaiye kaldığımda şirkete girişlerine tanık olmuştum. saatin bu kadar geç olduğunu onları toplu olarak bankolardan geçerken gördüğümde fark edebildim. her sabah masamdaki çiçeğin, çerçevenin yerini değişmiş, kabloları dertop bir yere tıkışmış görünce masayı temizleyen kişiyi düşünüyor, acaba hep aynı kadın mıdır, bi dahakine masayı derli toplu bırakayım ki "ne pasaklı kadın demesin" derdim. zaten çerçevede de kim olduğum belli, çekmecedeki rujdan da o kadının ben olduğumu anlıyordur. yaa işte insan people pleaser olmaya görsün, hayatında belki de hiç görmeyecegi birinin bile ne düşüneceğini dert edebiliyor kendisine. eskiden insan sever, nazik ve ince oluşumdan kaynaklandığını düşünürdüm. artık bundan çok emin değilim.
    her neyse, bu görünmez insanlarla, veya başka bir deyişle gece perileriyle, bir sefer de onlar caddedeki zara'yı temizlerken karşılaşmıştım. arada kabine girip kıyafet deniyorlar mıdır diye de merak etmiştim ama işin doğrusu kocaman camlı bir mekandı ve öyle eğlenecekleri bir ortam da yoktu dışarıdan görüldüğü kadarıyla.
    özetle konu aldığı kitle itibariyle ilgimi çeken bir film oldu. ana karakterin, başka bir şehirde sıfırdan bir hayat konusunda yaşadığı rahatlık ve aynı zamanda bastıran kaybolmuşluk duygusunu da anlayabildim diyebilirim. hayatı sıfırlamak yaş ilerledikçe insanın daha sık düşündüğü bir şey oluyor.
    bu arada böyle böyle minik çağrışımları var filmin ama çok derin, çok uyandırıcı ve etkileyici olduğunu söyleyemem. uygun kafayla izlerseniz bir şeyler uyandırıyor, ama bu filmden değil daha çok sizden kaynaklı oluyor. illa izlenmeli diyecegim bir film değil bana göre. binoche özleminiz geldiyse o başka tabii
hesabın var mı? giriş yap