• zamanında müracaat ettiğim en ucuz, en sığ ve en temelsiz argümanlardan biriydi. şükürler olsun gayrı aklım başımda. zira ne zaman başınız kan kokusunun geldiği yöne dönse, o kan birkintisinin başında duranın veya avanesinin son kaçacağı yer bu olur: "dönemin şartları"... bunu gerektirmiş.

    fakat dönem dediğin mefhum sabit olmadığından ve şu dakika uğradığın her türlü haksızlık bir 60 yıl sonraki nesil tarafından pekala "dönemin şartları " olarak okunabileceğinden meşru görülebilir. yani, içinde bulunduğun vaziyete öngörülü bir şekilde yaklaşıp "dönemin şartları bunu gerektiriyor olmalı" diyerek razı gelmek olası.

    bilhassa devlet, hükümet, iktidarın (ve türevi güç odaklarının) "faaliyetlerini" temizlemekle kendini görevlendirmiş olanların en akılsız hamlesidir. kendini insanın yerine değil, devletin yerine koyacak kadar köle zihniyetine mahkum olduğundan aynı dönem şartlarının karşıdaki/muhalif/düzen karşıtı odak için de geçerli olduğunu anlamaz (anlasa niye bu kadar salakça konuşsun?).

    "kestik, kan döktük fakat dönemin şartları, devrim vardı, yeni bir tarih başlıyordu."
    "isyan ettik, kalkıştık ama dönemin şartları onu gerektiriyordu hakkımızı arıyorduk."

    körelmiş "dönemin şartları" anahtarıyla kendi kapısının zorlandığını görünce kısır aklıyla ürettiği ikinci hamle, karşıdakini hiçbir zaman ikna etmesi mümkün olmayan "ikisi ayrı şeyler" argümanı olur ki bu "dönemin şartları" argümanından çok daha sevimsiz ve zavallıca durur. yani, "evet sıçtım ama sıçtığımı kabul edemeyecek kadar küstah ve bencil bir mahlukum" demenin özeti.
  • anakronizm yapmamak için gündeme geliyor olabilir.

    (bkz: konjonktür)
  • dönemin şartları argümanına sadece bir açısından (kötüye kullanımı) bakma hatasında düşerseniz, yalnızca sığ kısmını görürsünüz. ''şartlar'' çok daha geniş bir çerçeveyi ifade eder.

    katletmeyi, kan dökmeyi, köy yakmayı haklı kılmak için ''o zaman öyle gerekiyordu'' demenin savunulacak bir tarafı yok, en azından konu hakkında bilgi sahibi bir kişiyi ikna etme şansı yok ama farzedelim konvansiyonel savaş şartlarında düşmana karşı birleşen insanlara ''ne diye öldürmüşler'' demek abes kaçıyor. çünkü o dönemin şartları kendini savunmayı gerektirmiştir.

    kavimler göçü sonucunda istanbul'daki islamiyetin kutsal emanetlerinin bir çoğunun yağmalandığını iddia eden arkadaşınıza dönemin şartlarında bunun mümkün olmadığını açıkladığınızda, bahane mi üretmiş oluyorsunuz?
    malkoçoğlu filminde koldaki seiko'ya bakıp gülüyoruz, dönemin şartlarını göz ardı ederseniz hem anakronik hem komik duruma düşersiniz.
  • + ali bey merhaba, moderasyondan arıyorum, bir sürü entriniz sözlük konsept limitlerinin dışında kalmış, bakın mesela ___|___ için mangal yapan baba demişsiniz, böyle arka arkaya nerdeyse onlarca giri'niz va..
    - ya şimdi hocu, dönemin şartları...
    + ya bırak ya, dönemin şartları argümanını sürme ortaya ya, ne kadar bencil, zavallı üstelik küstahsınız, sıçıp sıvıyorsunuz bir de dönemin şartları diyorsunuz...sourlines iyi günler diler.
    - %&!?$.

    (bkz: 1 nisan 2010 ssg'nin sözlük şakası)
    (bkz: 2 nisan 2010 yazar uçurma şenlikleri)
    (bkz: en alt düzeyde siyasi tartışma için gerekenler)
  • yerine göre sizi haklı da çıkartır, yerine göre saçmalattırır da...
    ancak "bu argümanı kullanan gördüm mü kaçıyorum ortamdan direk abi" diyen düz mantığın da hastasıyım yani.

    kolaycılığa alışıldığından insanoğlunun işine en çok gelen şey şu olmuştur ; "e o da aynı öbürü de aynı!"
    kolayıcılık ve kestirip atmanın en güzel yoludur çünkü.
    mesela 1930 ve 40'ların otoriter ve dobra devletçi yapıları ile 2010'ların sadece insandan daha fazla fayda almak üzerine kurduğu kapitalist yapılar arasında kıyaslama yapılırken, ortaya öyle komik manzaralar çıkıyor ki....

    en başta iki dönem arasında hızla değişen ve gelişen medya faktörü unutuluyor bir kere. artık medya öyle bir canavar ki, popülerlik öyle bir ilah ki, bir kişinin ölümünün üzerinden istediği gibi fanatik kamplaşmalar yaratabiliyor, istediği infial zeminini oluşturabiliyor, ve inanın 70 bin kişinin öldüğü bir katliamdan daha fazla deprem etkisi yaratabiliyor.

    hatta yeri geliyor size bazı katliamlar karşısında sesinizi dahi çıkarttırmazken, bazılarında aşırı tepki vermenizi sağlayabiliyor.
    bir takım medya patronlarıyla, sermayenin ortaklaşa yarattığı psikolojik etkileme operasyonlarının içinde o kadar çok kayboluyor ki insanlık, yanıbaşında 1.5 milyon insan ölüyor, ama hala "ah o dersim yok muydu" diye dizini dövüyor. halepçe aklına bile getirtilmiyor bazılarının, ancak yeri geliyor farklı olaylarda 1'e 1000 katarak psikolojilerini mutlak hakimiyet içine alıyorlar.

    katliamlar, gerilimler, cinayetler açısından bakacak olursak, evet 1930'lu 40'lı yıllar bu konuda dobra ve alabildiğine düzmüş. "karşımda duracak kadar kendine güveniyorsan ya öleceksin ben kazanacağım, ya da sen beni öldürüp kazanacaksın" diyen bir mantığı alıp da bugünle kıyaslamayız. kıyaslarsak ıskalayacağımız çok şey olur. evet dünün otoriter toplumlarının yeri gelmiş kurunun yanında yaşı da yaktığı görülmüş, bu da kuşaklararası birikimli öfkenin yüksek dozajda olmasına yol açmış, bu doğru.

    ancak bugünün medyası insanı önce; ölmeden mezara koyuyor, bunu da bir kişinin ölümüyle infial yaratarak yapıyor, kendisi ölmüşcesine insanları kontrolden çıkartıyor, sokaklara döküyor, ellerinde dövizler taşıttırıyor, kamplaşmalar yaratarak gündemlerini ve önceliklerini ayaklar altından kaydırıyor, ve sermayenin ayağının altında dolaşmasına kati surette izin vermiyor. hatta yeri geliyor hassas olduğu konularda meydana gelen değişimleri farketmemesini sağlıyor. tıpkı ırak işgalindeki müslüman geçinenlerin bir anda dut yemiş bülbüle dönmesi örneği gibi.

    yani bu noktada "evet doğru dönemin şartlarında bazı değişimler var" demek bile abes. dönemin şartları bambaşka. inanılmaz farklı bir boyut yani.
    bugün ana akım medyanın oluşturduğu her konjonkturde mutlaka ama mutlaka sermaye ve onun çıkarları önplandayken, dünün otoriter toplumları bazen sırf siyasal yeniliklerine ve devrimlerine ters düşüyor diye, kendini parçalıyormuş. ucunda ise ne bir maddi çıkar, ne bir zenginlik olduğu halde.

    dönemin şartlarından kasıt da budur.
  • bu argümanı kullanmadan tarih yazmaya kalkarsanız rezil rüsva olursunuz. akademik camianın alay konusu olursunuz. koca koca profesörler kuyruğunuza teneke bağlayıp arkanızdan koşarlar. katrana bularlar, kuş tüyüyle bezerler. aman diyeyim, yapmayın. bize her yer ekşi sözlük değil.
  • (bkz: tarihsel materyalizm)

    politik analizi "dönemin şartları" denip indirgenen, tarihsel konjonktürü de gözönüne alarak yapmak bu üstte andığımız yöntemin gereğidir de, "uyandıram" dedim... ha yani "dönemin şartları dolayısıyla insanları kestik biz, bombaladık, kanırttık... evet ne var?" diyebilen mandaya cevap diye vere vere "bana dönemin şartları sığlığı yapma rica ediciim, çok banal" cevabını(!) veriyorsan kendi tornanın ayarına da bir baktırıver, yalpalatıyor olabilir sendeki mili... e mil yalpalarsa teker de yalpalar, "yolumdayım" sanarken vurursun dağa bayıra, bunda yolun bi' suçu yok...
  • "dönemin şartları"nın ne olduğunu anlamaktan acizlerin -her koşulda- sığ bulabileceği argümandır. her şeyden önce dönemin şartları kişisel, öznel değildir, tersine, belirli ölçütleri olan, hata yapıldığında bunun gösterilebilir olduğu tarihsel (sosyolojik, felsefi, antropoloik, kültürel...) verilerdir. en basit ölçüt de aynı dönemde benzeri koşullara sahip diğer devletlerde ne yapıldığıdır. eğer bunların çoğu aynı doğrultudaysa, evet o eylemlerin etkenlerinden biri dönemin şartlarıdır. dönemin şartlarının dışında davrananlar da olabilir, ama burada önemli olan şartların dışında davranmak değil, şartların dışına nasıl çıktığındır. belirli koşullarda insan öldürmenin çok da mesele olmadığı bir dönemde biri insan öldürmeyi reddederek de şartların dışına çıkabilir, önüne geleni öldürerek de. ama bu iki davranışı değerlendirmenin ölçütü de yine o dönemin kendine özgü şartlarıdır.

    neden böyledir? çünkü bu argümanın asıl nedeni hiçbirimizin tanrı olmamasıdır. bizim bildiğimiz, gördüğümüz, düşündüğümüz şeyler evrensel, zamandan ve mekandan bağımsız hakikatler değil. evet "insanlık" da böyle değil, "iyi" de, "doğru" da, "etik" de... ve hiçbir zaman da olmayacak. insanın kendisi de dahil, bütün ürünleri tarihseldir. evet insanın kendisi de, yani kendisine yönelik algısı, tanımı da tarihseldir*. bırak bin yılı, birkaç yüz yılı, sadece yüz yıl, hatta elli yıl öncesiyle bile aynı düşünmüyoruz. çünkü aynı dünyada yaşamıyoruz. aynı şeylere bakmıyoruz, aynı şeylerle karşılaşmıyoruz. ve ister kabul et, ister etme, insan gördüklerinden, yaşadıklarından, bildiklerinden ibarettir*. sen bundan 100 yıl önce yaşasaydın yine aynı insan olacağını iddia ediyorsan saçmalıyorsun. bunun adı kibirdir. ben her zaman böyle olurum, ben ideal durumdayım demektir. ama değilsin. bu nedenle de bugünkü algın, bilgin, doğruların ile bunları paylaşmayan bir dönemi yargılayamazsın. sen tanrı değilsin.

    bunun dışında bu argümanı olmadık yerde kullananlar yok mu? fazlasıyla var. ama buradaki sorun argümanın kendisi değil. bunları görüp "aman ben vazgeçtim bu argümandan" demek, bu çok basit ayrımı bile yapmaktan aciz olmak saçmalamaktır.
hesabın var mı? giriş yap