• bazen "kent mobilyası" kalantorlüğünde karşımıza dikilen eserler. kente hapsolmuş olsa da, başlangıcı tezektir.
    (bkz: sanat yapilari)
  • "sanat yapıtı bir erek gütmez; bu konuda kant'la aynı kanıdayız. ama bu, sanat yapıtının kendisinin bir erek oluşundan ileri gelmektedir. kant'ın sözü her resmin, her yontunun, her kitabın içinde çınlayan çağrıyı hiç hesaba katmamaktadır. kant yapıtın önce bir olgu gibi, ancak daha sonra bir görü gibi var olduğunu sanıyor. oysa yapıt ancak kendisine bakıldığı zaman vardır ve öncelikle de katkısız bir var olma gerektirimidir. (...) şu kitabı masaya bırakıvermek bütünüyle elinizdedir. ama açtığınız an, sorumluluğunu yüklenmişsiniz demektir. çünkü özgürlük, öznelliğin özgür işleyişinden alınan tatda değil, bir buyruğun gerektirdiği yaratıcı edimde ortaya çıkar." jean-paul sartre - qu'est-ce que la litterature

    "demek ki yaratıcı edim, yarattığı ya da yeniden canlandırdığı birkaç nesne aracılığıyla, dünyayı yeniden ele geçirme ereğini güder. her resim, her kitap varlığın bütünlüğünün yeniden ele geçirilişidir; her sanat yapıtı bu bütünlüğü seyircinin özgürlüğü önüne getirir. çünkü sanatın son ereği de budur: dünyayı olduğu gibi, ama sanki kaynağını insani özgürlükten alıyormuş gibi göstererek yeniden ele geçirmek, yakalamak." jean-paul sartre - edebiyat nedir

    "bundan ötürü de, sanat eserinin ortaya çıkışını, bütün evreni ilgilendiren metafizik bir olay olarak görmüştüm." jean-paul sartre - les mots

    "her sanat yapıtı işlenmemiş bir suçtur." theodor w. adorno- minima moralia

    "sanatçılarda görülen, çekinme duygusunun eksikliğidir daha çok: hiçbir korkunun bastıramadığı, histerikçe aşırı bir ketlenmemişlik, paranoya sınırına vardırılmış bir narsisizm. (...) her başarılı sanatçı, kendi psikolojisini çoktan aşmış olan dışavurumunun ardından çaresizce bakakalmış gibidir. (...) sadece bir sanat yapıtı olmakla kültürü dışlamıştır. sanat da "sanata" sanatçı kadar düşmandır." theodor w. adorno - minima moralia

    (ilk giri tarihi: 30.1.2018)

    (bkz: sanat eseri/@ibisile)
  • şey ile yapıt arasındaki ilişkiyi anlamak için şey’lerin şey-lik özelliğini açıklamamız gerekir. martin heidegger bunun felsefe geleneğindeki üç açıklamasını ele alır: ilki, özelliklerin taşıyıcısı olarak şey, ikincisi çok katlı duyumların birliği olarak şey, üçüncüsü de biçimlendirilmiş malzeme ya da madde olarak şey kavramı. heidegger’e göre bunların hiçbiri şey olmanın özünü yakalamayı başaramaz, ama üçüncüsü yapıt olmanın anlamına ilişkin önemli bir ipucu verir. biçimlendirilmiş madde olarak şey kavramı, insan yapımı ürünlerden türer. salt şey kavramı “araç-gereçlik” yanını yitirmiş şey kavramıdır. heidegger bu araç-gereç özelliğine ışık tutmak için bir sanat yapıtından yararlanır; bu da sırasıyla yapıtın “yapıt olma” hâline ışık tutar. ele aldığı sanat yapıtı van gogh’un bir çift ayakkabıyı gösteren tablosudur. heidegger şöyle yazar”:

    “ayakkabıların katılaşmış kaba ağırlığında, buz gibi rüzgârın yalayıp geçtiği tarlanın dümdüz uzayıp giden saban izlerinde zar zor ilerleyen adımların birikmiş direnci vardır. deriye, toprağın nemi ve bolluğu sinmiştir. tabanların altında, gelen akşamla tarla yolunun ıssızlığı uzanır. ayakkabılar titreşen toprağın suskun çağrısıdır, olgunlaşan tahılların sessiz armağınıdır ve kış çökmüş tarlanın nadastaki tenhalığında anlatılmayan kendini inkârıdır. bu gereç ekmeğinden emin olmanın şikâyete varmayan kaygısıyla, ihtiyacı bir kez daha karşılayabilmenin söze dökülmeyen neşesiyle, yaklaşan doğumdan önceki titremelerle ve her yanı saran ölüm tehdidin sarsıntılarıyla doludur. bu gereç toprağa aittir ve köylü kadının dünyasında korunur.”

    her sanatçıda bulunması gereken üç temel özellik vardır. bunlardan birincisi, çevresine karşı duyarlılığı, alımlayıcısı yapısıdır. ikincisi, dış kaynaklardan elde edilen gereçleri, iç dünyasından işleme yeteneğidir. üçüncü özelliği de, nesnel gerçeklikten alınmış, işlemlerden geçirilmiş ve sanatçının öznel doğasının renklerini taşıyan şeyleri yapıtlarında maksimum etki, canlılık ve anlatım gücüyle yeniden üretebilme yeteneğidir. bir tabloya baktığınızda gördüğünüz, çıkarım yaptığınız her görüntü, sizin kendi anlayış ve yorumlama gücünüzdür. yani heidegger’in alıntılamış olduğum tablodan çıkarsadığı yorum tamamen öznel, içinde bulunduğu toplumsal bakış açısının bir ürünüdür. sanat eseri gerçek olayların kopyası değildir; sanatçının hayal gücünden devşirdiği olaylara biçim vermesidir.

    eski yunan ve roma sanatı, gerçekliği nesnel olarak yansıtmaya çalışmışlar. eserlerin, gerçekliğin bir kopyası olması için uğraşmışlar. ancak bir süre sonra elde edilen eserlerin gerçeklik ve sanat arasındaki ilişkinin bu kadar çok benzerlik göstermesi ve tamamen mekanik maddesel bir ürün olmasından ötürü rahatsız olmuşlar. çünkü “yapıtı nesne hâline sokmak yerine, onun bir yapıt olmasına izin vermek”, nesnenin özgün, beklenmedik yanlarını da bulabilmek sanatçı açısından önemlidir; söz konusu gerçekliğe yeni bir form kazandırmak için, öznel açıdan değerli olanların, izleyici açısından seçilip ayıklanması, nesnenin özünde yakaladıkları anlamı kendi coşkun dünyalarında yeniden anlamlandırması gerekir.

    sanatta yapıt, şeylerin, bir farkın, bir bağın, bir geçişin belirtilip ortaya konmasını gerektirir; düşüncenin tüm tasarımı böylece, yapıtın hareketini kucaklar. bu da düşüncenin, zihinde tasarlananın yani hayal edilenin sonsuz olarak nesneye yaklaşması demektir. heidegger, gogh’un, bir çift ayakkabı tablosunda görmüş olduğu hakikatin, nesnelliğin kavrama uygunluğunda yattığını düşünür, ancak yanılır. şeylerin bir araya gelişleri ve göz önüne alınan dereceleri van gogh’un zihninde bambaşka bir gerçekliğin yahut yerine iyice oturmamış düşüncelerinin bir ürünü olabilir. heidegger’in, gogh’un, yaratma etkinliğini bir süje-obje ilişkisi olarak değerlendirmesi hatalıdır. zira sanat yapıtı, sanat içeriği olarak kurgulandıktan sonra ancak, belli bir sanat biçimine sokulabilir; “var olanlar arasında herhangi bir var olan değil de hayal gücünün nesneleri değiştirmesiyle sanatçı tarafından yaratılan, kendine özgü bir varlıktır”.

    sanat yapıtlarında açık ve kapalı içerik olarak iki tür içerikle karşılaşırız. açık içerik, sanatçının vermek istediği mesajın hemen anlaşıldığı içerik türüdür. kapalı içerik ise sanatçının bilinçdışını aktardığı, kendi psişik dünyasına dair duygulanımlarını ve düşüncelerini yansıttığı içerik türüdür. van gogh’un yaşamını göz önünde bulundurduğumuzda eserlerinin hemen anlaşılamayacağını, daha çok kendi derinliklerindeki dünyasını yansıttığını, bilincine varılan içerikleri ile gerçek içerikleri arasında dolaysız bir bağlantı olduğunu fark ederiz. heidegger’in kendi öznel yorumu üzerinde düşünürsek, ayakkabılar, heidegger için tamamen toprak ve köylü çiftçilere dair bir algıdan ibarettir. eseri yorumlamada kullandığı tarihsel ve toplumsal bakış açısı, gogh’un, yaratıcılıktan yoksun maddesel ve öngörülen bir zeminde değerlendirmesine neden olmuştur. heidegger, van gogh gibi, ancak psikanalitik açıdan değerlendirilebilecek bir sanatçıyı seçerek hata yapmıştır. hâlbuki daha doğacı ressamları tercih ederek, sanat yapıtındaki şey’leri, ancak sanatçıların eserlerindeki mevcudiyetlerini de göz ardı etmeden açıklamaya çalışsaydı belki daha mantıklı sonuçlar elde edebilirdi.

    bir eserin sanat yapıtı olabilmesi için, sanatçının, dünyayı yeniden biçimlendirecek yaratıcı gücü kendinde bulması gerekir. dünyaya yeniden biçim vermek nesnel olduğu kadar mimarlık işidir. dünyanın yasalarının önünde boyun eğmemek için onu anlamak ve belli bir birikime sahip olmak sanatçıya özgürlük, esere de zenginlik katar.
  • "bir sanat yapıtı, zaruriyattan ortaya çıkmışsa iyidir ancak."
    - rainer maria rilke
hesabın var mı? giriş yap