• (bkz: sessiz film)
  • mel brooks un en iyi filmlerinden biri
  • unluler ge¢idi**** olmasi bir yana; muhte$em otesi kurgusu ve harika senaryosuyla komedi unsurunu insanin kasiklarina 8 numara $i$ misali batirip batirip ¢ikartan film. 80lerde ¢ekilmi$ olmasina ragmen charlie chaplin'in teknikleri kullanilarak tamamen sessiz ve araya yazilar girerek aktarmi$tir mel brooks bu hikayeyi. ba$roldeki birbirinden salak 3 kafadar, bagli olduklari film $irketinin batmamasi i¢in olum do$egindeki patronlarina surpriz yapmaya karar vererek sessiz film projesine soyunur. unlu oyunculari da filmlerinde oynatmak i¢in yapmadiklari numara kalmaz.*
  • paul newman, lisa minelli, burt reynolds, james caan ve anne bancroft'un "kendilerini oynadigi" 1976 yapimi film... tum kadroyu gormek icin:
    http://www.imdb.com/title/tt0075222/
  • bir natasha bedingfield şarkısı.ayrıca alakalı olabileceginden:

    (bkz: silent)
    (bkz: silent hill)
  • mel brooks'un sessiz filmlere selam çaktığı 1976 tarihli film.
    başlığı altına ilk kötüleme entrisini giriyor olmamdan mütevellit, öncelikle mel brooks'un ilk iki filmi * * hariç yönettiği her filmi, az evvelki “silent movie” fiyaskosuyla beraber seyretmiş bulunmaktayım.

    öncelikle filmin belli bir konusu falan yok. uyduruk bir sinopsis üzerine kurulu herşey, kalan detayları ben de yazardım zaten. senaryonun bir numarası da yok, eh, diyalog falan olmayınca kolayca kotarılmış anladığım kadarıyla.

    film, tam anlamıyla bir öngörülebilir espriler komedisi. hatta, şöyle diyeyim, bir “espriler komedisi”... son iki senede iki kere mel brooks filmi izledim bu dahil, (diğeri de history of the world, part 1 idi), ikisi de fıkra gibi skeçlerin birbirine (sözde) eklemlenmesiyle oluşturulmuş, minik fıkracıklardan kotarılarak (yine, sözde) bir senaryoya oturtulmuş, punchlinelarla beğeni toplamaya çalışan son derece vasat komedi filmleriydi. mel brooks'u en sevdiğim yönetmenlerimin arasına almama neden olan young frankenstein ve blazing saddlesın verdiği tadlardan eser yok! belki ben çok değiştim ve o filmler de aynı yöntemlerle oluşturulmuş olabilir, ama yine de o filmlerde güzel detayların ustaca sunuluduğunu hatırlıyorum.

    filme gelelim şimdi.... espriler, az evvel de dediğim gibi, punchlinelar ve levent kırca misali göze sokulan “bakın ne komik burası değilmi” detaylarından oluşuyor (“mi” yi kasten ayrı yazmadım, esprinin sunuluşundaki amatörlüğe dikkat çekmek maksadıyla).

    --- spoiler ---
    örnek vermek gerekirse, tuvalet sahnesinde kapı açılıyor, işte (tam hatırlamıyorum) “i love rich people”, “being poor sucks” falan yazıyor, o kapının konunun gidişatında falan hiç bir önemi yok, sahnede arkada bir an görünebilecekken ne yapıyor mel bey, gidiyor kamerayla zoom ediyor kapıya, on saniye gösteriyor. bu düpedüz izleyici aptal yerine koymaktır, ve ben de kötü filmler tarafından aptal yerine konmayı kendime yediremiyorum, ne yapalım.
    --- spoiler ---

    bana göre iyi bir filmde karakterlerin belli bir tutarlılığı vardır. filmin herhangi bir noktasında bu karakter özelliklerini alan seyirci, daha evvelki ya da sonraki sahnelerde bu özelliklerle ilişki kurarak tahlillerde bulunur, iyi bir senarist de bu tahlilleri en uygun etkiyi verecek şekilde yönlendirmeyi bilir. (koyaanisqatsi, baraka gibi filmlerin de aslında iyi işlenmiş karakterler içerdiği düşüncesindeyim, bu konuda tartışabilirim, ama burada değil) bu filmde her şey klişe...

    --- spoiler ---
    tüm karakterler klişe işte daha ne diyeyim... mel karakteri eskiden çok başarılı, ama sonra alkol batağına düşmüş bildik “straight man”, marty klasik çirkin, azıcık sapık ama özünde iyi, dom bildiğin şişman, hediye çukulataları (inatla çukulata diyeceğim*) yolda bitiriyor, ama aslında o da iyi falan feşmekan. kötüler de alabildiğine kötü, ama başarısız...
    --- spoiler ---

    şimdi bu klişeler, sessiz filmlere gönderme niteliği taşıyan bir filmde normal karşılanabilir, ama kuzum bir insan sürekli de klişelere “gönderme” mi yapar? mel brooks filmlerinin %84.63'ünde bu tip karakterler var zaten. adamın olayı bu... “şu kalıbı roma döneminde kullansam komik olur”, “şunu ikinci dünya savaşı polonyasında kullanayım”, “bak alfred hiçkokun şu karakterini şöyle bir klişeye büründürsem aman ne komik olur”, “dur şunu da ortaçağ ingilteresine yamayayım”... işin fenası, bu klişeleri sürekli kullanıyor olmasının nedeni, bence toplumun sabit fikirleriyle alay etmekten ya da (hadi, tiyatro aynadır falan ya) onların yüzüne vurmaktan ziyade, o kalıpların farklı arkaplanlarda görünmesinin komik olduğuna inanması benim gözlemlediğim kadarıyla.

    şimdi bendeniz, komediye gönül vermiş bir kişiyim. yaşım tuttuğu günden bu yana, kafam güzel oldu mu komik şeyler izlemeyi bir görev bilinciyle yerine getirmiş, gerektiğinde seyredilmemiş komik şeyler oldu mu kafamı güzel yapmaya kasmış bir kimseyim. şu esnada da yaklaşık ¾ şişe pinot noir üstüne susayıp ikinci kutu ciderımı içiyor olmamla da bu durumu açıklamak mümkün (şu siktirik entride dahi kaç kere yazım hatası düzelttiğimi bir ben, bir de oowrite biliyor. benim bildiğimden de o kadar da emin değilim aslında) komik olan şeyin nasıl yapıldığı belki sosyologlarca deliler gibi araştırılıyordur falan, ama haddim olmayarak “beklenmedik şey komiktir” diyerek belki hıyarca bir genelleme yapacağım. sen bezgin bezgin sokağa bakarken bir adamın muz kabuğuna basıp kayarak düşmesi komiktir. bunu elli bin filmde izlersen komik gelmez, ama sonra son derece modern bir komik şovda izleyince, bunu yapmalarını beklemediğin için gülersin falan filan... yani deterministik değildir komik... burada kişisel bir örnek vereyim ben, zaga manyaklığı doruk noktasındayken zaganın maillistine bir dizi yazı atmış, ayrıca da bir çok alakasız emaili yanıtlamıştım. bu yanıtlarda kullandığım üslup, cenk erdem tarzı, saygılı, eski dilde kelimelere ağırlık veren ama düpedüz de komik olan bir üsluptu. hatta abartayım biraz, kendi emaillerimi okuyup, kayısı gibi ikiye ayrıldığımı bilirim. bu mesajların mizah unsurlarını algılayan sadece 1 (yazıyla bir) kişi çıktı, onunla azıcık geyik döndürdük listede. o dönemde pınar isimli bir kızcağızdan “hayata bu kadar ciddi bakmayın” şeklinde nasihatlarla dolu bir email aldığımı, ve bu emaile çok çok güldüğümü, üzerine de aynı üslupla “hayır, ben değil, siz ciddi bakıyorsunuz hayata efendim. ben komiğim. saygılarımla” tadında bir yanıt yazdığımı da belirteyim. neyse, sonunda moderatör bizi hiç sevmedi, beni ve benim geyiğime iştirak eden diğer arkadaşı listeden sürdü. “ben komiklik ediyorum” deseniz de insanlar kendi “komik” anlayışlarına uygun bulmadı mı kapı dışarı ediyorlar sizi. “espri anlayışı” şeklinde adlandırılan “neyin komik olduğunu anlama bilinci” de ana karnında bahşedilmiyor maalesef. zamanla öğreniyorsunuz. “beklenmedik şey komiktir” dedik ya efendim az evvel, işte siz bazı “komiklik”leri öngördükçe onlar komik olmaktan çıkıyor. hatta sosyolog olup neyin komik olup olmadığı üzerine de makaleler döşemek de isterdim hani, yaşamak için enfes bir yol. yine de “slapstick” tabir edilen, fiziksel şaklabanlığa yönelik komiklik, aslında büyük ölçüde film sektörünün sessiz olması yüzünden yaygınlaşmış birşeydir. şarli şaplen, marx biraderler hatta ve hatta tom ile jerry, itchy ile scratchy gibi örneklerde kullanılan yöntemler bunların ilk yaygınlaşma evresine tekabül eder. bu nedenle de komiktir. şimdi bir şarlo filmi izleseniz gülersiniz, zira azıcık da o dönemin izleyicisiyle empati yaparsınız. biraz da politikliğinden dolayı chaplin'e karşı pozitif ön yargınız vardır, seversiniz işte... söz gelimi, marks biraderlerin yakın zamanda izlediğim duck soup isimli filmiyse bende hiç bir tepki uyandırmadı, oysa ki interlekte deliler gibi yüceltilmiş bir filmdi. bunun en büyük nedeni, benim izlediğim ilk marks biraderler filmi olması, bir de moon over parador ve hatta berbat olmasına karşın şans kapıyı kırınca gibi filmlerde daha evvelden karşılaştığım için aşina olduğum bir konu olması neticesinde ciddi anlamda adamlardan tiksindim. bir daha başka filmlerini izlersem sevmem için çok çok değişik bir şey yapmaları gerekecek, ama komedi denen nalet şey onlardan da alacağı klişeleri almış, yoluna devam etmiş olduğundan beni şaşırtabileceklerini sanmıyorum. ama mesela monty python döneminde çok çok popüler olmasına karşın, “mainstream”e bulaşmayı becerememiş, aynı komedi anlayışına sahip taklit şovlar * * bir türlü ingiltere dışına ulaşamamış ya da ingiltere dışında üretildiyse de popülerleşememiş... dolayısıyla monty python bence hala öngörülemez bir komedi anlayışı sunar, bir skecin nereye gittiğini, bir senedir izlemediyseniz tahmin edemezsiniz, dolayısıyla sonu ne kadar bayat olursa olsun komiktir hala. komikliğin sınırlarını zorlamış, “punchline” komikliğine savaş açmış bu adamların komediye yaklaşımı ne yazık ki hala “mainstream”in çok çok ötesinde işte. şimdi, az evvel de belirttiğim üzere, hayvanlar gibi sarhoşum, şu paragrafı nasıl toplayacağımı kavramaya çalışıyorum, dağılmış gitmiş, kontrolden çıkmış... hah, slapstick diyordum di mi... işte bu film de, sessiz film döneminin komikliği olan “slapstick”i bir türlü becerememiş... bir kere bence mel brooks fiziksel bir komiklik yapacağı zaman yüz ifadesiyle bunu veriyor, kötü aktör diyemeyeceğim, iyi rollerini de gördüm çünkü, ama ne bileyim mesela yatak sahnesinde slapstick yapacağı yüzünden belli yaparken de yüz ifadesini sabit tutmaya kastığı anlaşılıyor. filmde en iyi (ve en çok) slapstick yapmış olan marty feldmana da ayrıca üzüldüm, zira kendisi at last, the 1948 show gibi hani groundbreaking tabir edilen ve monty pyton'un atası olan bir skeç şovda o kadar iyi karakterler vermiş ki, insan (ben) bu derece amatör bir filmde oynadığını görünce azıcık üzülüyor. slapstick yapmak da özellikle sesli sinemada çok çok zor hale gelmiş bir şey. moliereden miras durum komedileri sinemada popüler olduktan sonra hele... ama jacques tati yapmış bunu, hem de bokunu çıkarmamış, yüz tane film de çekmemiş, iki tane klasikle * * bu tarza adını kazımış. yani istenince yapılabiliyor... (jim carrey gibi modern slapstickleri saymıyorum, sesle slapsticklerini destekleyebildiği için..)

    şimdi tüm bunlara karşılık, fıkra anlatıp dinlemeyi seven, zaz komedilerinden hoşlanan bir kişi bu filme bayılabilir de... ama bu film orijinal de değil ki! evvelden yapılagelmiş gagları derlemiş filminde. örnek vermek gerekirse, karşıdan gelen “acemi sürücü”nün arabasının ikiye yarılması mesela direkt olarak herbie filmlerinden birinde (hangisi olduğunu çıkaramadım şimdi) gördüğüm bir gag idi. hani derleme film yaparsın, ama underground komedi şovlarından alırsın, yine de sinema seyircisine yenidir, amenna. ama bunlar orijinal değil. kaldı ki iyi mel brooks filmi sayılabilecek filmler dahi bir şeylere gönderme yapmaktan öteye gidemiyor. yıllarca mel brooksun hem iyi hem orijinal filmi olarak gördüğüm to be or not to beyi de, iki sene evvel carole lombardlı versiyonunu izleyerek gözümden düşürmüştüm. entrinin başında sevdiğimi söylediğim brooks filmlerinin de biri frankenstein'a diğeri ise westernlere gönderme zaten. sözünü ettiğim klişeleri yine de kullanıyor onlarda da, ama belki de izleyeli bir hayli zaman geçtiğinden, belki de gene wilderın enfes oyunculuğundan dolayı o filmleri ayrı tutuyorum işte.

    neyse, yine de filmi yerden yere vurmak anlamsız... beğenen yine beğenecektir elbette. benim de kıkırdadığım yerler oldu. film boyunca edilen tek sözün* bir mim olan marcel marceaunun ağzından çıkması da dikkate değer bir hoşluktu. başka da aklıma gelen yok, anlayın yani...

    neyse ki on seneden uzun bir süredir mel brooks film çekmiyor. monty python bile beş senenin sonunda artık komik olmadıklarını farkedince dağılıp farklı şeyler denediler. bu sayede fawlty towers, ripping yarns, eric the viking ve a fish called wanda gibi eserler yaratılabildi. ha, devam etselerdi, insanlar onları kanıksasalardı “mainstream” olup günümüz komedisinin daha da ileri olmasını sağlayabilirler miydi bilemem... yine de iyi olmuş, çeşitlilik güzel şey.

    mel brooks diyordum di mi.. evet. neyse, sızacağım sanırım, ama at last the 1948 show entrisinin boş olması beni çok üzdü, gidip dolduracağım, sonra da hala sızmadıysam belki bir kaç bölüm izlerim. hadi baş baaaş*.
  • yılar once
    eskisehir arı sineması
    film basladı ama homurtularda var.
    en sonunda arkalardan biri dayanamadı.
    - makinissst sesssss
  • en iyi komedinin basit komedi oldugunun guzel bir gostergesi olan film.

    --- spoiler ---

    mesela tek bir palto ile neler yaratilabilecegini gorunuz.

    --- spoiler ---
  • aynı zamanda sabrina, the teenage witch üçüncü sezon yirmi dördüncü bölümünün adı.
  • filmin kendisiyle aram pek iyi olmasa da sneak preview esprisine hazırlıksız yakalanabileceğinizi belirtmek isterim.
hesabın var mı? giriş yap