• metis yayınlarından saffet murat tura nın editörlüğünde "ötekini dinlemek" başlıklı diziden çıkan, freud'un haluk barışcan çevirisiyle yayımlanan kitabı. özgün adı: "das unbehagen in der kultur"
  • psikanalist sonuçlarının sosyal hayat için neler ifade ettiğini gösteren ve gerçekten iyi hazırlanmış olduğunu düşündüğüm eserdir. karşılıklı cinsin birbirinden etkilenmesini, arthur schopenhauer aşkın metafiziğinde estetik açıdan ve kendisinde olmayanı bulma isteği açısından değerlendirmiş olsa da, freud bu durumun cinsellikten önceki özüne inmiş ve insanların yaşamın zorluklarından dolayı yaşayabilmek ihtiyacından ve kendi türünün gelişimi için birbirlerine ihtiyaç duymasından bahsetmiştir. bunun sonucunda aile yapısının oluşumunu, psikanalist olarak daha nesnel verilere dayanarak anlatmıştır.
    aynı zamanda komün düzenin mantığındaki özel mülkiyetin kaldırılmasını, insanın özündeki saldırganlığı yok etmek için güzel bir yöntem olduğunu kabul etmiş; ancak saldırganlık dürtüsünü uygarlık kavramı gerçekleşmeden önce de var olduğunu göstererek komün düzenin hatalarından da bahsetmiştir.
  • metis'den çıkan 'ötekini dinlemek' serisinin beşincisi. freud, tatmin olmama dürtüsünü, bu durumdan kaynaklanan mutsuzluğu farklı başlıklar, kültürler açısından analiz etmiş, yorumlamış, en son kendi çıkarımlarını paylaşmıştır.
    kitabın başında yer alan 'okyanusvari boşluk' tartışması, dinsel sonsuzluk düşüncesinin bireyin benliğini dış dünyadan ayrı olarak tanımlamaya başladığı ana dayanması, bireyin bu kopuşun izlerini ergin döneminde 'okyanusvari bir sonsuzluk hissi', yani tanrıya inanma sanrısı olarak gösterir. bu çıkarımda doğruluk payı olmakla birlikte, jung'un bir-leşme kavramına örnek olarak da incelenebilir. doğu dinlerinde, tasavvufi söylemlerde bahsi geçen bir olma durumuna bir özlem olarak, bireyin kendini bir'in parçası olarak gördüğü, kendi benliğini yani bir'den ayrılışını henüz tanımadığı o zamanların ergin dönemine elbet etkisi olacaktır. ancak bu etkinin freud'un dediği gibi bir sanrıdan mı yahut jung'un ileri sürdüğü bir-leşmeden mi kaynaklandığı tartışma konusudur.
  • ''sırtımıza yüklenen yaşam bizim için fazla ağırdır; pek çok acı, hayal kırıklığı ve üstesinden gelinemeyecek görevler içerir. yaşamı çekilir hale getirmek için müsekkinlerden, yatıştırıcılardan, vazgeçemeyiz. böylesi üç tür müsekkin vardır: zavallılığımızı küçümsememizi sağlayacak muazzam oyalanmalar, bu zavallılığı azaltacak dolaylı tatminler, bizi buna karşı duyarsızlaştıracak keyif verici maddeler.''
  • “sorun şurada ki, acıya karşı en korunmasız olduğumuz zaman, sevdiğimiz zamandır; en çaresiz olduğumuz zaman ise, sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini yitirdiğimiz zamandır”
  • freud'a göre insan, mutluluğun peşindedir. ancak sürekli bir mutluluk haz vermez. mutsuzluk ise daha kolaydır ve pek çok yönden saldırır hayatımıza. dış dünyada acı ve mutluluk vardır ve insan bu acının bir kısmından kurtulmak ister. mesela doğu öğretilerinden yoga ile iç güdülerin köreltilmesi yolunu seçebilir.

    acıyı önlemenin diğer yolu libido kaydırmalarıdır. burada ise amaç içgüdülerin hedeflerini dış dünya tarafından engellenemeyeceği bir alana aktarmaktır. bir sanatçının hayallerindeki eseri yaratması gibi. ama bu yöntem de bilgi ve beceri gerektirir. bir diğer yöntem de farazi tatminidir yani sanat eserlerinden alınan zevk örneğin.

    ama bunlardan hiçbiri, diyor freud, insanı acıdan tamamen kurtaramaz. mutluluk yolunda daha kesin bir başka yol dünyaya sırt çevirmektir ancak gerçeklik fazla güçlüdür.

    o halde çok sayıda insan bir araya gelerek, gerçekliği yeniden kurarak acıya karşı korunma sağlamayı ister. din, böyle bir kitlesel sanrıdır.
  • doğru zamanda okunursa hemen her kafa karışıklığında yol gösterici olabilecek bir kitap. kendime aldığım notları siz sevgili okurlar için kabaca buraya aktarıyorum:

    ego ile obje arasındaki sınırın silindiği ruh hâli ‘aşık olmak’
    insan bazen egoda doğduğu bariz olan şeyleri dış dünyaya mâl eder. süt bebeğinin, zamanla kendisinden uzaklaşan sütü/ memeyi ağlayarak geri getirebileceğini deneyimlemesi gibi, ego ile ilk kez dışarıda yer alan ve bir eylem sonrası ortaya çıkabilecek bir objenin varlığından haberdar olur. burada mutlak yetkili haz ilkesidir.
    gerçeklik lkesine adım atmak- duyu organları ve onlara denk gelen kas hareketlerini istediğimiz gibi kullanabilirsek, gelişimimizi pozitif yönde etkileyebiiliriz. bunun pratik amacı, hissettiğimiz veya bizi tehdit eden üzücü duygulardan kendimizi korumak. (bu bizi hastalıklara karşı da korur)
    acılar, ilkel duygulardan türemiş gelişmiş duygulardır.
    din- evrenle bir olma duygusu, birçoklarının tabiriyle ‘okyanus hissi’dir. işleri zora sokar, ama insanların çoğunu nevrozun kurbanı olmaktan kurtarır.

    insanların acı çekmesinin kaynakları:
    1) doğanın ezici gücü
    2) bedenimizin çürümeye elverişli olması
    3) insanların aile, toplum ve devlet ilişkilerini düzenleme becerilerinin yetersiz olması
    ilk iki için kabullenmek, 3. için kendi kurduğumuz sistemin düşmanı olmak tepkilerdir.
    toplumun ideali çerçevesinde yaptığı kısıtlamakar insanları nevrozlu olmaya iter.
    insanın doğaya hakimiyeti iyi bir şey ama ucuz keyifler verir. var olanı yok edip sonra tekrar sevindirme döngüsüdür.

    değişik fiziksel etmenlerin haz ve acıya etmenleri:
    yapısal duyarsızlık
    kademeli sersemleşme
    bütün beklentilerin kaybolması
    kaba veya ince bir şekilde kendini uyuşturma

    acı aşırıya kaçarsa bazı ruhsal koruma mekanizmaları devreye girebilir. uygarlık/ kültür terimi insanı tabiata karşı korur ve insanlararası ilişkileri düzenlemeye hizmet eden başarı ve kurumları belirler.
    uygarlaşma eylemleri: alet kullanmak, ateşe hükmetmek, mesken inşa etmek
    hafızanın maddeleşmesi: gözlük,teleskop, mikroskop, fotoğraf makinesi

    zorluklarla başa çıkmak için temel 3 yöntem
    1-sanat- tatmin duygusu, yaşamın ağır şartları karşısında sağladığı kısa mola hissi. ama gerçek sorunlarımızdan gerçekten bizi ulaştırabilecek kadar derin değil.
    yaşamın sanatını icra etmek- içruhsal tatmin- libidonun yer değiştirmesinden faydalanmak. bunu yapan kişi dış dünyaya sırtını dönmez, aksine objelere sıkıca tutunur, bağlanarak mutluluk elde etmeye çalışır. ilkel ve arzulu bir eğilimdir bu. sevgiyi her şeyin merkezi yapar.
    2- gerçekliği tek düşman olarak görmek- tüm acıların kaynağı gerçekler, her şeyle bağı kopararak mutlu olma çabası
    3- dünyayı değiştirmeye çalışmak- (bunu kimse başaramaz diyor freud) saçma hayalleri gerçekliğe kattığını düşünmek
    estetik: yaşam amacı olarak acıya karşı bizi fazla korumaz ama telafi sağlar bir nebze. duygusal estetik cinsel duyumlardan türer, amacı tipik bastırılmış eğilimdir. ‘güzellik’ ve ‘cazibe’ cinsel objenin özellikleridir.
    libido ekonomisi bireysel bir şeydir, herkese uygulanabilecek bir reçetesi yoktur. bireyin ruhsal yapısı belirleyicidir.
    erotik mizaçlı kişilerilk sıraya başkalarıyla olan ilişkilerini koyarlar.
    narsist bireyser tatmini kendi ruhlarında arayacaklardır.
    içgüdüsel yapısı yetersiz olanlar, yaşamdaki başarılar için gerekli değişim ve dönşümden geçmedilerse mutluluğu çevrede ararlar. şartar ağırlaşırsa zorlanırlar. yaşı ilerlediği hâlde mutluluğa ulaşamamış olanlar teselliyi sakinleştirici ve uyuşturucuda arar, psikoza sığınırlar.

    uzun zaman önce insanların tanrılarda somutlaştırdığı ‘güç’, her şeyi bilme kavramı insanların ideali. insan bu tip hafızanın maddeleşmesi gibi gelişmelerle protezli tanrı hâline geldi. övgüye değer buluşlar olsa da sorun yaratıyorlar.
    faydasız uğraş: sanayileşmiş bir şehirde, temiz hava depolarını ve parklarını, çiçek bahçelerini uygarlaşma işareti olarak görüyoruz. aslında uygarlıktan güzellikten başka şey beklemiyoruz.
    kültürlü insandan güzellikte karşılaştığı yerde saygı göstermesini, onun benzerini yaratmasını bekliyoruz. eğer doğayı yeterince dinlersek, bize düzeni öğrettiğini görürüz. düzen insana mekânı ve zamanı daha iyi kullanmayı öğretiyor. ama insanlar ihmalkar, düzensiz ve güvenilmez oldular, eğitilmeleri gerektiğini gösterdiler.
    uygarlığın karakteristik işaretlerinden sonuncusu, sosyal ilişkiler ve düzenlenmeleri. komşu, cinsel obje, aile ferdi gibi. güç dengesizliği kaba kuvvet oluşturabilir.
    bu nedenle kültürün bir sonraki talebi adaletin sağlanması olmuştur.
    bireysel özgürlük kültürün bir ürünü değil, uygarlıklarıb hepsinden önce en büyüktü ama değersizdi çünkü birey onu savunacak konumda bulunamıyordu.
    uygarlık geliştikçe insan aslında kısıtlanıyor. adalet kimsenin bu kısıtlamalardan muaf olmaması için çalışır.
    toplumun kitlesek talepleri bireylerin isteklerine zıt düşer.
    içgüdüler karakterleri oluşturur. uygarlığın yapısı, içgüdülerden vazgeçme ilkesi üzerine oturmuş bastırma, geri itme gibi etmenler üzerine kurulmuştur.
  • şöylesi isabetli bir saptamaya ev sahipliği eden, üstad sigmund freud eseri:

    "mutluluk çabalarının boşa çıktığını daha ileriki yaşlarda görenler, kronik esrikleşme yoluyla haz edinerek teselli bulur ya da çaresiz bir isyan olan psikoza yönelir..."
  • en çok net ifadelerini seviyorum freud’un, 91 sayfayı okumak tam altı saatimi aldı, o kadar derin bir kitap.

    “her şey iyi gittiği sürece insanın vicdanı hoşgörülü olur ve ego’nun her türlü şeyi yapmasına izin verir; bazı felaketler başına geldiğinde ise kendisini sorgular, günahlarını keşfeder, vicdanın standartlarını yükseltir, kendisine kısıtlamalar getirir ve kefaret ödeyerek kendisini cezalandırır.” sigmund freud.
hesabın var mı? giriş yap