• turklere malesef hala yabanci olan ya$am tarzi .
  • mimarinin, sanatın ve hukukun gelişmesini sağlayan ve salgın hastalıkları destekleyen toplu yaşam.
  • bütün kitaplarımı aynı evin kütüphanesine dizdiğim gün geçtiğime ikna olacağım yaşam tarzı.
  • (bkz: kök salmak)
  • büyük şehirlerin kalabalık ve trafik sorununu ortadan kaldıracak olan yaşam seçimi.
  • içinde bir "eşik" var bunun da; hani hayat boyunca, bir yarışı tamamlar gibi, üzerinden atlayıp durduğumuz, tamamlamak için didinip durduğumuz, eşiklerden... bizi dört nala koşturansa; bu engeli aştığımızda, ayakları yere basan, sarsılmaz, güvenli bir hayatımız olacağı inancı. ne diyelim; hızlı koşan kazansın!
  • bir kitapta şöyle bir kısım vardı, "bakteri hücreleri; çabuk tepki veren, esnek, çevredeki ciddi değişikliklere hızla kendini uydurabilen bir yaşam sürerler. bu biraz, vahşi ortamlarda savaşarak varlığını sürdürmeye benzer, bir bakteri kendi başının çaresine bakar. diğer yandan uzmanlaşmış hücrelerin yaşam biçimleri kalıcı olarak belirlenmiştir. ömür boyu 'deri hücresi' deri hücresi olarak, 'kas hücresi' kas hücresi olarak, 'beyin hücresi' de beyin hücresi olarak kalır."

    bu açıdan sanki ilk olarak yerleşik hayata geçip toplumda rollere ayrılanlar aslında atalarımızın çok daha eski zamanlardaki tek hücreli ataları olmuş yani. onların oluşturdukları şehirler* de sonradan kendi şehirlerini kurmuşlar.
  • 18 yaşına kadar aynı şehirde ailemle yaşadım.
    ondan sonra istanbul'a gelip, arada ev değiştirerek de olsa hep burada devam ettim.
    son 5 yıldır evim de sabit.

    ama yine de bu yerleşik hayat, benim daha yeni yeni geçtiğim bir şey.
    çünkü ben hiç göç etmediysem de, göç hep benim içimde oldu.

    bu seferki aydınlanma, sabahın 8'inde bir yandan halı siler, bir yandan sürekli bir yola giderek rahatlama fikri üzerine düşünür, bir yandan da "uzayan yollara neden inandın" diye mırıldanırken geldi.

    gezmeyi seven, yola üşenmeyen biriyim. bu tabii dünyayı gezdiğim anadolu'yu karış karış bildiğim anlamına gelmiyor, keşke gelseydi ama yok yani napayım. para zaman imkan, bir arada sık bulunabilen bir üçlü değil. olduğu kadar.

    ama işte mesele sadece fiziki bir yola yatkınlık değilmiş ben bunu çok sonradan fark ettim.
    bir süredir gerçekten "evime dönmek" isterken.
    "ya bu evde kalıcı olmicam zaten eşya almaya ne gerek var" demekten sıkılıp evi boyatırken.
    yeni aldığım koltuğa göre nasıl bir masa almam gerektiğini düşünürken.
    izlemediğim televizyonun daha büyük olması gerektiğine ikna olduğumu görürken.
    mahalleden çıkma fikrinin dahi bana gurbete çıkmakla eş gelmeye başladığını idrak ettiğimde.

    yol, oturduğun yerde bile çıkıp bir daha dönmeyebildiğin bir şey. barış manço'nun iki küçük kol düğmesinden ilişkiyi çözdüğü kafa. yıldız tilbe'nin kendini gömlek koluna astığı dünya. yol dediğin bunlar aslında, bileti yakıtı olmayan, kafanla çıktığın bir şey.

    işte ben o yolun amına kodum babam afedersin sdhashd hayır aşırı da düzgün yaşayan insanımdır ha, öyle sarsaklığım sefilliğim yok, evinde işine hanım bir kişiyim. görsen demezsin. neden? yol, ille kımıldamanı gerektiren bir şey değil de ondan.

    benim kendimi "kalıcı" hissettiğim sene daha bu sene.

    şimdiye kadar çalıştığım bütün yerler, kendi ofisimi açmadan önce sabit gelir ve artan tecrübe kazandığım yerlerdi. şimdi kendi ofisim var ve bundan başka çalışmak istediğim hiçbir yer yok.

    şimdiye kadar oturduğum bütün semtler, bana kendimi evimde hissettiren bir yer bulana kadar takıldığım herhangi bölgelerdi. şimdi moda'da oturuyorum ve başka oturmak istediğim hiçbir yer yok.

    şimdiye kadar okuduğum bütün kitaplar, izlediğim bütün filmler, dinlediğim bütün müzikler, nasıl biri olmak istediğim konusunda bana fikir vermesi açısından ihtiyacım olan şeylerdi. şimdi o kişi hakkında somut belirlemelerim var ve başka olmak istediğim hiçkimse yok.

    şimdiye kadar hayatıma aldığım bütün insanlar, kimin bende ne kadar karşılık bulduğunu görmek adına, yani yine kendi içimdeki yolu beslemek için tanışılmış kişilerdi. artık o karşılığın ne olduğunu o insanları tanımadan da bilebiliyorum ben, öğrenmek istediğim başka hiçbir karşılık şekli yok. gerçi bu halim bu kadar ağır ziyan edilmeseydi iyiydi ama kısmet ahah

    oturmak istediğim başka bir ev var evet, ama bu aydınlanma halinin beni sürüklediği kalıcılık halini harcamak istemiyorum. o eşyalar değişecek, çünkü artık "nasıl olsa buradan da gidicez..." diye hissetmiyorum. işte o yüzden, bir aydır elimde metreyle geziyorum deli gibi sdhshd "ya 70x90'lık masa sığar buraya ama o zaman televizyonu şöyle yapmak lazım hmm..."

    elif'e geçenlerde demiştim ki, elif demiştim, benim derhal ve acilen "yola gitmem" lazım. çünkü ben böyle bir insanım, daraldığımda bulunduğum ortamdan çıkmam gerekir. o yüzden de zaten bulunduğum çevreleri hiçbir zaman karıştırmamışımdır. iş-arkadaş-ev-sevgili-diğer birtakım adamlar, bunlar hep birbirinden farklı yürür. böyle seviyorum. buna tek bir kere uymadım, bir kere daha uymazsam ağzıma kürekle vurun.

    şu darlanma içinde nefis denk geldi, zaten planlı olan bir bodrum seyahatine çıktım. ve o seyahat, ilk belli olduğu zaman çok farklı şeyler düşünmüştüm ama, sonradan öyle olmayacağı ortaya çıktığında dahi, hatta bodrum'un kendisindeyken bile, aklımın ucuna gelmeyen bir hoşlukta geçti. hayat gerçekten sürprizlerle doluyken ben daha neyin derdindeysem sfhshf o da ayrı mesele.

    neyse pazartesi akşam döndüm. deli yorgunum. dün işteyim, hala yorgunum, üstelik ruh halim bok gibi. akşam 8'de yattım uyudum, ta ki sabah 7'ye kadar. geri dönmüş olmayı öyle bir "ignore" etme hali ki ben böylesini görmedim.

    bu sabahın 8'inde, o ignore edişle, ısrarla ertelediğim bir iş olan halı silmeye giriştim. bir yandan da "bok var geri döndün" diye söyleniyorum. diğer taraftan "çok şükür bayramda datça'dayız" diye şükür üstüne şükür ediyorum.

    sonra bir an durdum ve dedim ki, acaba ben yolu çok sevdiğim için duramıyorum, duramadığım için mi yolu çok seviyorum?

    hani yerleşikleşiyordun? evine döndüğün için bu hayıflanmak nedir?
    yola gitmek seni başka biri yapmayacaktı ki, hiç yapmadı, bu ihtiyaç hali nedir?
    dönüp dolaşıp geleceğin yer olacağın insan belli, kimden kaçıyorsun yapraam?

    bu sene 2.5 haftalık tatilimi ailemin yanında geçirdim. bu kadar uzun kalmayalı epey olmuştu. o zaman adamı arayıp demiştim ki, "dönmeyip burada kalacağını bilsen kendini bırakırsın ve daha kolay olur, böyle üç gün sonra döneceğini bilerek, göçebe gibi, acayip oluyor."

    işte o hissi düşündüm. sürekli bir yerlere gitmek peşinde olarak, ama o yerlerden birkaç gün içinde geri döneceğini de bilerek, kendini hiçbir yerde sabit hissetmeyip zaten tam da bu sabit olmama hissine biat ederek, ne kadar yoruyorum aslında kendimi.

    ama bir o kadar da, nasıl seviyorum gezinmeyi.

    sanırım benim gezinmeye yüklediğim anlam değişti. eskiden kendimi görmek içindi her şey. yeni bir şeyler göreyim de daha iyi biri olayım diyeydi.

    artık gerçekten "tatile" gidiyor oluyorum.

    ve datça'ya gitmeyi o yüzden bu kadar istiyorum.

    yeni biri olmak için değil, olduğum kişiyle daha çok zaman geçirebilmek için.

    çok şükür yarabbi.
hesabın var mı? giriş yap