• 18 yaşına kadar aynı şehirde ailemle yaşadım.
    ondan sonra istanbul'a gelip, arada ev değiştirerek de olsa hep burada devam ettim.
    son 5 yıldır evim de sabit.

    ama yine de bu yerleşik hayat, benim daha yeni yeni geçtiğim bir şey.
    çünkü ben hiç göç etmediysem de, göç hep benim içimde oldu.

    bu seferki aydınlanma, sabahın 8'inde bir yandan halı siler, bir yandan sürekli bir yola giderek rahatlama fikri üzerine düşünür, bir yandan da "uzayan yollara neden inandın" diye mırıldanırken geldi.

    gezmeyi seven, yola üşenmeyen biriyim. bu tabii dünyayı gezdiğim anadolu'yu karış karış bildiğim anlamına gelmiyor, keşke gelseydi ama yok yani napayım. para zaman imkan, bir arada sık bulunabilen bir üçlü değil. olduğu kadar.

    ama işte mesele sadece fiziki bir yola yatkınlık değilmiş ben bunu çok sonradan fark ettim.
    bir süredir gerçekten "evime dönmek" isterken.
    "ya bu evde kalıcı olmicam zaten eşya almaya ne gerek var" demekten sıkılıp evi boyatırken.
    yeni aldığım koltuğa göre nasıl bir masa almam gerektiğini düşünürken.
    izlemediğim televizyonun daha büyük olması gerektiğine ikna olduğumu görürken.
    mahalleden çıkma fikrinin dahi bana gurbete çıkmakla eş gelmeye başladığını idrak ettiğimde.

    yol, oturduğun yerde bile çıkıp bir daha dönmeyebildiğin bir şey. barış manço'nun iki küçük kol düğmesinden ilişkiyi çözdüğü kafa. yıldız tilbe'nin kendini gömlek koluna astığı dünya. yol dediğin bunlar aslında, bileti yakıtı olmayan, kafanla çıktığın bir şey.

    işte ben o yolun amına kodum babam afedersin sdhashd hayır aşırı da düzgün yaşayan insanımdır ha, öyle sarsaklığım sefilliğim yok, evinde işine hanım bir kişiyim. görsen demezsin. neden? yol, ille kımıldamanı gerektiren bir şey değil de ondan.

    benim kendimi "kalıcı" hissettiğim sene daha bu sene.

    şimdiye kadar çalıştığım bütün yerler, kendi ofisimi açmadan önce sabit gelir ve artan tecrübe kazandığım yerlerdi. şimdi kendi ofisim var ve bundan başka çalışmak istediğim hiçbir yer yok.

    şimdiye kadar oturduğum bütün semtler, bana kendimi evimde hissettiren bir yer bulana kadar takıldığım herhangi bölgelerdi. şimdi moda'da oturuyorum ve başka oturmak istediğim hiçbir yer yok.

    şimdiye kadar okuduğum bütün kitaplar, izlediğim bütün filmler, dinlediğim bütün müzikler, nasıl biri olmak istediğim konusunda bana fikir vermesi açısından ihtiyacım olan şeylerdi. şimdi o kişi hakkında somut belirlemelerim var ve başka olmak istediğim hiçkimse yok.

    şimdiye kadar hayatıma aldığım bütün insanlar, kimin bende ne kadar karşılık bulduğunu görmek adına, yani yine kendi içimdeki yolu beslemek için tanışılmış kişilerdi. artık o karşılığın ne olduğunu o insanları tanımadan da bilebiliyorum ben, öğrenmek istediğim başka hiçbir karşılık şekli yok. gerçi bu halim bu kadar ağır ziyan edilmeseydi iyiydi ama kısmet ahah

    oturmak istediğim başka bir ev var evet, ama bu aydınlanma halinin beni sürüklediği kalıcılık halini harcamak istemiyorum. o eşyalar değişecek, çünkü artık "nasıl olsa buradan da gidicez..." diye hissetmiyorum. işte o yüzden, bir aydır elimde metreyle geziyorum deli gibi sdhshd "ya 70x90'lık masa sığar buraya ama o zaman televizyonu şöyle yapmak lazım hmm..."

    elif'e geçenlerde demiştim ki, elif demiştim, benim derhal ve acilen "yola gitmem" lazım. çünkü ben böyle bir insanım, daraldığımda bulunduğum ortamdan çıkmam gerekir. o yüzden de zaten bulunduğum çevreleri hiçbir zaman karıştırmamışımdır. iş-arkadaş-ev-sevgili-diğer birtakım adamlar, bunlar hep birbirinden farklı yürür. böyle seviyorum. buna tek bir kere uymadım, bir kere daha uymazsam ağzıma kürekle vurun.

    şu darlanma içinde nefis denk geldi, zaten planlı olan bir bodrum seyahatine çıktım. ve o seyahat, ilk belli olduğu zaman çok farklı şeyler düşünmüştüm ama, sonradan öyle olmayacağı ortaya çıktığında dahi, hatta bodrum'un kendisindeyken bile, aklımın ucuna gelmeyen bir hoşlukta geçti. hayat gerçekten sürprizlerle doluyken ben daha neyin derdindeysem sfhshf o da ayrı mesele.

    neyse pazartesi akşam döndüm. deli yorgunum. dün işteyim, hala yorgunum, üstelik ruh halim bok gibi. akşam 8'de yattım uyudum, ta ki sabah 7'ye kadar. geri dönmüş olmayı öyle bir "ignore" etme hali ki ben böylesini görmedim.

    bu sabahın 8'inde, o ignore edişle, ısrarla ertelediğim bir iş olan halı silmeye giriştim. bir yandan da "bok var geri döndün" diye söyleniyorum. diğer taraftan "çok şükür bayramda datça'dayız" diye şükür üstüne şükür ediyorum.

    sonra bir an durdum ve dedim ki, acaba ben yolu çok sevdiğim için duramıyorum, duramadığım için mi yolu çok seviyorum?

    hani yerleşikleşiyordun? evine döndüğün için bu hayıflanmak nedir?
    yola gitmek seni başka biri yapmayacaktı ki, hiç yapmadı, bu ihtiyaç hali nedir?
    dönüp dolaşıp geleceğin yer olacağın insan belli, kimden kaçıyorsun yapraam?

    bu sene 2.5 haftalık tatilimi ailemin yanında geçirdim. bu kadar uzun kalmayalı epey olmuştu. o zaman adamı arayıp demiştim ki, "dönmeyip burada kalacağını bilsen kendini bırakırsın ve daha kolay olur, böyle üç gün sonra döneceğini bilerek, göçebe gibi, acayip oluyor."

    işte o hissi düşündüm. sürekli bir yerlere gitmek peşinde olarak, ama o yerlerden birkaç gün içinde geri döneceğini de bilerek, kendini hiçbir yerde sabit hissetmeyip zaten tam da bu sabit olmama hissine biat ederek, ne kadar yoruyorum aslında kendimi.

    ama bir o kadar da, nasıl seviyorum gezinmeyi.

    sanırım benim gezinmeye yüklediğim anlam değişti. eskiden kendimi görmek içindi her şey. yeni bir şeyler göreyim de daha iyi biri olayım diyeydi.

    artık gerçekten "tatile" gidiyor oluyorum.

    ve datça'ya gitmeyi o yüzden bu kadar istiyorum.

    yeni biri olmak için değil, olduğum kişiyle daha çok zaman geçirebilmek için.

    çok şükür yarabbi.
  • içinde bir "eşik" var bunun da; hani hayat boyunca, bir yarışı tamamlar gibi, üzerinden atlayıp durduğumuz, tamamlamak için didinip durduğumuz, eşiklerden... bizi dört nala koşturansa; bu engeli aştığımızda, ayakları yere basan, sarsılmaz, güvenli bir hayatımız olacağı inancı. ne diyelim; hızlı koşan kazansın!
  • önce üç artı bir bir evde nihayet kendi odamın olmasıyla sahip olduğum müthiş bişeydi bana göre. fakir bir ailenin, rutubetli odalarında, yer döşeğinde kıçlı başlı yatmış çocukları olarak filmlerde gördüğümüz "doooğru odana!" yönlendirmesinin bir gün bize yapılması sevinç kaynağı olmuştu. şenlik olmuştu. heyecanla istikbal yataklar, tepe mobilya'dan dolaplar seçilmiş, mobilyacıya çizimi verilerek kitaplık yaptırılmıştı.
    sonra yetişkin olduk. baba evinde geçirilen yıllar arttıkça o odadan heves kaçtı. otel gibi kullanıldı o ev. odaya çivi çakılmamaya başlandı. sonra bir gayret oda değişme zarureti...şimdilerde alınacak yapılacak çok şey var halâ ama yerleşik hayatı bir adamla başka evde düşlerken boşvermişlikle zaman öldürmek daha anlamlı geliyor.
    istiyorum ki yeni yerleşik hayatıma alayım alacaklarımı, hatta onunla alalım. yeni düzenler kuralım yeni kara parçalarına...
    yerleşik hayat fikri, (eş adayı değil) gerçek bir hayat arkadaşı ile yolların kesiştiğinde anlamlı hale geliyor.

    umarım.!
  • anneannemin ilginç bir ritüeli vardı. baharın geldiğinin kesin olarak anlaşıldığı gün, anneannem usulca gelir bizi erkenden uyandırırdı. balkona çıkardık. kuşlara bakmamızı isterdi. baharın geldiği gün, sabah gözlerini açıp kuşlara bakan insan, o bahar ve yazda kuşlar gibi gezermiş. istemeden yere bakanlar ise olduğu yerde kalırmış. hiç sektirmeden bu ritüeli her bahar tekrarladı.

    herhalde hepimizin duası epeyce tutmuş olacak ki, 17 yaşında ailemden uzakta üniversiteye başlamamdan itibaren hiç yerimde duramadım. haftada bir eve dönülen yurt hayatı, tek ve arkadaşlarla öğrenci evi, yurtdışında misafir öğrenci & staj, sonra tekrar öğrenci evi ve baba evine geri dönüş. bu saydığım aşamaların hiç birinde, mesela 10 gün aynı yatakta aralıksız yatmadım desem yeridir.

    23 yaşında aile evine dönünce de bu sefer iş seyahatleri başladı. üstüne maaş almaya başlayan her eski öğrenci gibi kişisel gezmelerim de arttı. lakin bir gün internette gezerken şöyle bir söze denk geldim ve üzerinde uzunca düşünmem gerektiğini hissettim: "instead of wondering when your next vacation is, maybe you should set up a life you don't need to escape from".

    bu "gezme" konusunun aslında içten gelen bir istek değil de hem kendimden, hem de çevremden kaçış olduğunu fark ettim. kendimle baş başa kalmaktan imtina ediyordum. ortamım değiştikçe kendimi bu değişikliğin heyecanıyla meşgul ediyordum.

    27'de kendi evimi tuttum. ama nasıl? yine eşyalı, kiralık. yine kalıcı olmadığı başından belli. birkaç gün kalınıp birkaç gün kaçılan bir ortam. üstüne git gide daha da yoğunlaşan iş seyahatleri. falan filan. her ne kadar mecburiyetten dolaşıyor gibi görünsem de, içten içe memnun olduğum ve bilerek & isteyerek böyle bir hayatı seçtiğim belli.

    yahu dedim ki arkadaş sen hiç bir şeye "kalıcı" gözüyle bakamayacak mısın? hiç bir yer evim değildi, her yerde rahat uyuyabiliyordum. "bir yeri" kalıcı olarak seçip, hayatımın önemli bir kısmı boyunca o kararımın pozitif ve negatif sonuçlarıyla yüzleşmek yerine, geçiciliğin konforuna sığınıyordum. çünkü geçici olan, değiştirilebilir. geçici olan, o sıkışmışlık hissini yaşatmaz. geçici olan pişmanlık yaşatmaz. geçici olan iyiyse süperdir, kötüyse de geçecek diye idare edebilirsiniz. geçici olan heyecanlıdır. geçici olanı seçerseniz "değişebileceği" umuduyla vakit geçirebilirsiniz.

    göçebe hayat tarzı sadece yattığınız yeri etkilemiyor. a'dan z'ye, her şeyin her an değiştirilebilir olduğu hissine bir kere kapıldınız mı, kalıcı kararların sıkıcılığına dönmeniz zor oluyor. kendinizi biraz zorluyorsunuz. ben zorladım. şimdi bu kadar yılın sonunda, bir çok "kalıcı" karar verdiğim bir dönemdeyim. artık arabam kiralık değil, yıllarca kullanacağım bir model. evimi uzun bir süre değiştiremeyeceğim. masamı koyduğum köşe belki 20 sene aynı kalacak. seyahatlerimi iyicene azalttım, bavullarım da artık eskimiyor. bir ömür bağlı kalmaya söz verdiğim bir hayat arkadaşım var. amma velakin, bunun nasıl bir şey olduğunu bilmediğimi fark ettim. o yüzden bu entry'i yazıp tarihe bir not bırakmaya karar verdim. acaba hayatımın daha stabil geçecek bu dönemi, bana kendimi nasıl hissettirecek? kalıcılığın sıkışmışlık hissine mi kapılacağız, yoksa sağladığı güven ve huzur mu ağır basacak? bakalım hayatımın bu şeklini sevecek miyim?

    bunu da herhalde 10 sene sonra anlamış oluruz.
  • (bkz: kök salmak)
  • büyük şehirlerin kalabalık ve trafik sorununu ortadan kaldıracak olan yaşam seçimi.
  • .. günümüzde daha çok 'sevgilisi' olmayanların pandemi döneminden süre gelen evine demir atmışların tarzı *
  • turklere malesef hala yabanci olan ya$am tarzi .
  • yazı/kitap okumak yerleşik hayata geçmek gibi bir şey.
    türkler göçebe olduğundan okumuyor, bakıyor.
    bakma, seyretme hareketli, göçücü eylem.

    e, bir yerde de doğal tabii. karşıcı, devrimci hep devrimci kalır, yerleşik olursa düzenleştirilir.

    (ilk giri tarihi: 11.10.2013)

    (bkz: yerleşik/@ibisile)
    (bkz: evinin kadını olmak)
  • bir bölgenin yerleşim dokusunu, nüfus potansiyelini, ekonomik ve toplumsal yapısını o yerin bulunduğu coğrafi konum ve çevresel faktörler belirlemektedir. kültür tarihinde yerleşmelerin belirlenmesinde topografya belirleyici olmuş, insan toplulukları yerleşecekleri alanları seçerken su ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayacak alanlara yakın, alet yapımında kullanacağı hammaddeyi temin edebilecek kaynaklara çok uzak olmayan ve ulaşımda zorluklarla karşılaşmayacakları yerleri öncelikli olarak tercih etmiştir.
hesabın var mı? giriş yap